Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10787
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Görüş bildirebileceğiniz Ana Kategoriler
Anayasal Düzen (154) | Dış Politika (2274) | Ekonomi (234) | Eğitim (91) | Devlet Kurumlarımız ve Memurlar (63) | Adalet (71) | Milli Kültür (522) | Gençlik (27) | Siyasi Partiler ve Siyasetciler (844) | Tarım (147) | Sanayi (13) | Serbest Meslek Mensupları (5) | Meslek Kuruluşları (2) | Basın ve Televizyon (19) | Din (1052) | Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız (54) | Bilim ve Teknoloji (13) | Milli Güvenlik (623) | Türk Dünyası (888) | Şiir (77) | Sağlık (185) | Diğer (3429) |

Görüş bildirebileceğiniz Adalet konuları
Adalet sistemiz nasıldır? Nasıl olmalıdır? (17)
Adalet ile ilgili diğer konular (54)


Adalet - Adalet sistemiz nasıldır? Nasıl olmalıdır? konusu hakkında görüşler
Nurullah AYDIN - (Ziyaretci) 8.01.2011 11:08:30

SİYASET YARGI ÇEKİŞMESİ ADALETİ ZEDELİYOR MU?

SİYASET YARGI ÇEKİŞMESİ ADALETİ ZEDELİYOR MU?

Düşünce yapısının ve bakış açısının belirlenmesinde kavramların önemli yeri var. Kavramlara anlam yüklenmeler ise farklı olabilmektedir.

Hukuk, hak kelimesinin çoğuludur. Yani haklar anlamına gelir. Dolayısıyla hukuk nizamı da toplumun ve fertlerin haklarının güvence altına alınması amacıyla şekillendirilmiş bir nizamdır. Bu itibarla uygulamadaki yasaların ve onların uygulanış tarzının gerçekten hukuk kavramının çerçevesine girebilmesi için hem toplumun hem de fertlerin haklarını güvence altına alması, haksızlıkların önüne geçmesi gerekir. Aksi takdirde adının hukuk sistemi olması bir şeyi değiştirmez. O yine zulüm düzenidir.

Hukukun veya yasaların uygulanmasına genellikle adalet, yasaları uygulayan kurumlara da adliye deniyor. Arapçadaki köküne bakıldığında adalet kavramının eşitlik anlamına geldiği görülür. Eşitliği sağlayana adil, bir şeyin dengine, aynen benzer olanına adil denir.

Bu kavramın kullanılmasıyla kastedilen toplumun bütün bireylerine yasaların aynı şekilde uygulanması, kimseye ayrıcalık tanınmaması, cezalandırmada da hakları kullandırmada da herkesin eşit tutulmasıdır. Eğer bu yapılmıyorsa uygulama adalet değil zulümdür. İsim olarak adaletin kullanılması, yasaları uygulayan kurumlara adliye denmesi bir şeyi değiştirmez.
Bu iki kavramı incelediğimizde hukukun yasal çerçeveyle, kanunların şekillendirilmesiyle adaletin ise onların uygulanmasıyla ilgili olduğu görülür.

Arapçada kanunların uygulanması hakkında yaygın olarak yargı anlamına gelen kadâ kelimesi kullanılır. Osmanlı döneminde de daha çok bu kavram kullanılıyor ve yasaları uygulayan kişiye kadı deniyordu. Sonra şeriatı uygulayanlar hakkında kullanıldığı zannıyla bu isim kaldırıldı.

Bu arada şeriat kelimesinin de belli bir yasal düzenlemenin, hukuk sisteminin bütünü hakkında kullanıldığını hatırlatalım. İslâm`ın da kendine göre bir yasal düzenlemesi, hukuk sistemi olduğu için ona da İslâm şeriatı adı verilmiştir. Ama şeriat kavramı sadece İslâm şeriatına has değildir. Bundan dolayı hukuka, kabul edilmiş yasal düzenlemelere uygun olana meşru yani şeriata uygun, tersine de gayrimeşru yani şeriata aykırı denmektedir. Şeriata karşı çıkanlar da normalde hukuka karşı çıkmaktadırlar.

Bir yasal düzenlemenin hukuk olabilmesi için insanların haklarını güvenceye alması ve haksızlıkların önüne geçmesi gerekirken insanların meşru haklarını kullanmalarına imkân tanımayan, bunu engelleyen düzenlemelere, zorbalıklara, resmî şiddete ve baskıya dayanan uygulamalara da hukuk çerçevesinin geçirildiğini görüyoruz. Bu, tamamen isimlendirmeyle ilgilidir; uygulamada hukuk devre dışıdır.

Teknik tartışmalarla kafa yormaya gerek yok
Yargılama konusu her şeyin süreci siyasallaşarak yargı hedef alınmıştır ve bu sürece bir şekilde müdahale edilmezse, tsunaminin bütün mekanizmaları etkisi altına alacağı görülüyor.

Siyasi ve askeri müdahalelere&8230; Silahlı ve yabancı müdahalelere alışkın olduğumuz söylenebilir. Yargının müdahalesine ise alışkın değiliz. Bu nedenle, yadırgamadık desek yalan olur.

Yargıya müdahale eden kim; siyasi iktidar mı, yoksa yüksek yargı mı?
Bu tür sorular önemli olmakla birlikte, meselenin özü açısından ikincil hale gelmiştir.

Kabul etmek lazım ki, neresinden bakarsanız bakın, yargı eksenli ateşli tartışmalar bir hayli can sıkıcı&8230; Çünkü her durumda da yıpranan yargı oluyor. Yargıya siyasi etki elbette kabul edilebilir bir şey değil. Ne ki, ideoloji mahkumu bir yargının da kabul edilebilir olduğunu söylemek mümkün olmasa gerekir.

Başbakanlıkla, Yargıtay ve Adalet Bakanlıkları karşı karşıyadır; komşudurlar. Mekânsal yakınlığa rağmen, Cumhuriyet kurumları nasıl karşı karşıya gelmiştir? Kurumlar nasıl kamplaşmıştır?

Başbakanla Yargıtay Başkanı, kendi odalarından yüksek sesle seslense, birbirlerine seslerini duyurabilirler&8230; Fakat kamuoyu nezdinde yüksek sesle seslendikleri halde, neden birbirlerine seslerini duyuramamaktadırlar?

Galiba biz güçler ayrılığını yanlış anladık. Ya da biraz abarttık. Güçler ayrılığı diye diye, adeta, Cumhuriyet kurumları derebeyliklerini ilan etmiştir. Kimse kimseyi takmamaktadır. Hiçbir kurum bir diğerinin üstünlüğünü kabul etmediği gibi, adeta varlığından da haz etmiyor görünmektedir. Böyle bir güçler ayrılığı olabilir mi?

Güçler ayrılığı bu demekse, hiç de matah bir şey değildir. Nerede bunun fazileti, erdemi!

Tarihte egemen güç boşluğu derebeylikleri doğurmuştur. Sınırları içerisinde herkes kraldır. Bir takım mahzurlarına rağmen, egemen güç boşluğunun yaşandığı o tür kaotik ortamlarda, derebeylik yine de bir yönetim tarzıdır. Aklın, mantığın; güç ve güçlünün kabul ettiği bir fetret dönemidir. Ne ki, kurumlar arasındaki bu derebeylik tarzı, asla kabul edilebilir bir durum değildir. Böyle bir yönetim tarzı yok; siyasi literatürde de yok, dünyanın her hangi bir yerinde de&8230;

Halk Cumhuriyetle, demokrasiyle hukuka göre idare edildiğini düşünüyor. Oysa; her bir tarafı, derebeylik kurumları sarmış. Bu durumda hukukun üstünlüğünden, millet iradesinin tecellisinden söz etmek, demokrasinin erdeminden dem vurmak abesle iştigal etmek değilse nedir!

Bu durumda, Hukuk da mı yoktur? sorusunun cevabı şu olabilir ancak: Hayır hukuk vardır; ama derebeylik hukuku!´´ yani siyaset kurumu ve güç sahiplerince çorbaya çevrilen kurallar! Herkes oynuyor. Kendine göre değiştiriyor, yorumluyor, uyguluyor. Gücün hukuku, keyfiliğin hukuku!

Yargının bağımsızlığı konusu, siyaset kurumu tarafından bir yerde fantezi ya da lüks varsayılabilir. Ancak yargı, yargının bağımsızlığını fevkalade önemsemeli değil midir?

Yargının bağımsızlığına gölge düşürecek her türlü şaibeli adımdan öncelikle imtina etmesi gereken yargıdır. Gel gör ki, ``yargı, yargıya müdahalede bulunuyor´´ görüntüsüne sebebiyet vermek, meselenin ne kadar kangrenleşmiş olduğunun bir kanıtı olmuştur. Öyle ya, et kokarsa tuzlarsın, ya tuz kokarsa!

Türkiye`de görüntü hiç de iç açıcı değil: Ne ortak akıl kalmıştır, ne toplumsal-kurumsal mutabakat! Her şey iflas etmiştir.

Cumhuriyet kurumları hasım haline gelmiştir. Herkes diğerine karşı kutsal bir mücadele içine girmiştir. Bu durumda en fazla ihtiyaç hissettiğimiz şey adalettir: Ne ki, ara ki bulasın, asıl mücadele yargının üzerinden yürütülmektedir.

Siyasetin çivisi çıkabilir, ekonominin çıkabilir&8230; Fakat adaletin çivisi çıkmaya görsün! Hiç kimse yarınlara güvenle bakamaz.

Günün Sözü: Adalet temellerinden sarsıldığında, hiçbir şeyin sağlamlığından söz edilemez.


Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.