Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10189
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Görüş bildirebileceğiniz Ana Kategoriler
Anayasal Düzen (154) | Dış Politika (2281) | Ekonomi (234) | Eğitim (91) | Devlet Kurumlarımız ve Memurlar (63) | Adalet (71) | Milli Kültür (422) | Gençlik (27) | Siyasi Partiler ve Siyasetciler (846) | Tarım (147) | Sanayi (13) | Serbest Meslek Mensupları (5) | Meslek Kuruluşları (2) | Basın ve Televizyon (19) | Din (545) | Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız (54) | Bilim ve Teknoloji (13) | Milli Güvenlik (623) | Türk Dünyası (888) | Şiir (77) | Sağlık (185) | Diğer (3429) |

Görüş bildirebileceğiniz Anayasal Düzen konuları
Üniter ve Laik devlet yapımız sasılıyor mu ? (14)
Yeni Anayasa çalışmalarının hedefi sizce nedir? (21)
Demokratik yapımız demokratik mi? Neler yapılmalıdır? (8)
Anayasa hakkında diğer konular (111)


Anayasal Düzen - Anayasa hakkında diğer konular konusu hakkında görüşler
Ahmet İnsel Gön:A. Türer Yener - (Ziyaretci) 6.12.2015 20:57:46

Otoritarizmin Sürekliliği -2-

MGK Genel Sekreterliğinin 1 no`lu yayını olan, Devletin Kavram ve Kapsamı adlı kitapta, ``bütün milletin, kendi tarihinden; bilimsel, akılcı ve gerçekçi yöntemlerle tespit edilen devletin varoluş nedenini bilmesi ve bunun bilincinde olması(nın) şart olduğu´´ belirtilir (MGK, 1990). Bu varoluş nedenini bilen ve bunun bilincinde olan millet, kaçınılmaz olarak ``bir´´ olacaktır. Otoriter cumhuriyet felsefesinde sadece devletin örgütsel yapısı değil, milleti oluşturan unsurlar, yani ``yurttaşlar´´ da üniterdirler. Bu ``üniter yurttaşlık´´ kimliğinin dışına çıkıldığı anda, vatan hainliğinin topraklarına adım atılır. Üniter yurttaşlık kimliği, hiçbir somut yurttaşın kendini somutta tanımlayamayacağı bir soyutluk düzeyine yerleştiği için, devletin meşrûiyet dayanağının bu ``üniter yurttaş´´ kimliğine dayandırılmasında sakınca yoktur. Çünkü ulusal kimlik, somut yurttaşların değil, devletin tanım tekelindedir.

Devlet, toplum adına, ``millî yarar´´ın tanımlanması tekelini kendi elinde kıskançlıkla tuttuğu gibi, bu yarara aykırı gördüğü her şeyi bastırmak yetkisini de, hiçbir denetime tâbi olmadan kullanır. MGK`nın tayin ettiği uzmanlar ve koalisyon hükümetinin temsilcilerinin elbirliğiyle, 1998 yılında hazırladıkları Ceza Kanunu reformu tasarısı, ``millete, devlete ve kamusal barışa karşı suçları´´ otoriter-muhafazakâr biçimde tanımlayarak, ``millî yarara karşı suçlar´´ başlığı altında, devlet ideolojisinin suç olarak görebileceği her türlü aykırı eylem ve düşünceyi cezalandırma kapısı açar (Kardaş, 1998). Demokratikleşme adına yapılan böyle bir reform girişiminden çıkan bu sonuca bakarak, otoritarizmin bugünün Türkiye`sindeki yaygınlığını ve sarsılmaz sağlamlığını ölçmek zor değildir.

PRETORYEN OTORİTARİZMİ VE PRETORYEN CUMHURİYETİ

Modern siyaset sosyolojisi literatüründe, pretoryen kavramının kullanımı 1960`ların başından itibaren yoğunlaşır. Maurice Duverger, Fransa`da, Cezayir`in bağımsızlığının tanınmasının eli kulağında olduğu, yeni V. Cumhuriyet`in kurumlarının daha oturmadığı, De Gaulle`e karşı askerî darbe beklendiği dönemde, bu kavramı darbeci subayları tanımlamak için önerir (Duverger, 1961). Duverger`nin tanımına göre, ``pretoryen diktatörlük´´, darbeyi yapan güçlerin kaygılarına cevap veren, ``teknik bir diktatörlüktür´´. Halkın beklentilerini iktidarı ele geçirme yolunda araçlaştırmaz ya da araçlaştıramaz. Ortak çıkarları, ülkenin yüksek menfaatlerini ve devletin kutsallığını korumak için harekete geçtiklerine inansalar; kendilerini samimiyetle bu değerleri özümsemiş insanlar olarak görseler; veya prestij, güç ve iktidar hırslarını tatmin etmek için hükümetin yerini alsalar ya da hükümetin üstünde yer alarak hükmetseler de, ``pretoryen diktatörlüğü, ulusun onlara verdiği silâh ve güç kullanma ayrıcalığını, kendi grup amaçlarını yerine getirmek için kullananların fiilen iktidarda olduğu´´ bir diktatörlük rejimidir.

Siyasal gelişme kuramları içinde, pretoryen kavramı, 1960`ların sonuna doğru, Anglo-Sakson literatüründe sık kullanılmaya başlar. (Huntington, 1968; Perlmutter, 1969). Şematik biçimde, toplumları, ``sivil toplumlar´´ ve ``pretoryen toplumlar´´ olarak ikiye ayıran Huntington, hükümet biçimlerinin daha az anlamlı, her ülkedeki toplumsal farklılaşma ve devletin özerkleşmesinin derecesini dikkate almanın ise esas olduğunu iddia eder. ``Pretoryen toplum´´ kavramını, özel alanla siyasal alanın klâsik biçimde ayrılmadığı toplumlarda, geniş bir toplumsal güç ve gruplar yelpazesinin, doğrudan siyasete karıştığı durumları işaret etmek için kullanır. Bu tanıma göre, pretoryen toplumlar, istikrarlı ve sistematik bir tarzda siyasî eylemleri yönlendirebilen siyasî kurumların var olmadığı oluşumlardır. Sadece askerler değil, düşük siyasal kurumlaşma nedeniyle, her toplumsal güç merkezî siyasete doğrudan katılır.[11] Huntington`un, daha sonra, pretoryen toplum kavramını somuta indirdiği çalışmalarında, bunun sığ biçimde tek-partiyle otoritenin özdeşleşmesini kastettiğini görürüz.

Perlmutter, tarihi pretoryenizmle modern pretoryenizmi ayırır. Bu yaklaşıma göre, ``tarihi askerî pretoryenizm, var olan rejimin meşrûiyetini savunur ve temsil eder; modern askerî pretoryenizm ise, bu geleneksel meşrûiyete karşı çıkıp, bunun yerine kendi otoritesini koymayı amaçlar´´. İkinci fark, ``geleneksel askerî pretoryenizmde, askeriye ile siyasal düzen arasındaki ilişkinin, geleneklere dayalı olmasıdır; modern pretoryenizmde ise, bu ilişki rasyonel-yasal amaçlıdır´´ (Perlmutter, 1981, s.129). Bu tanımın uzantısında, 1970`lerde bir dizi ülke çözümlemesi gerçekleştirilir: Nasır Mısır`ı ve Baas Partisi Irak ve Suriye`si, en çok kullanılan örneklerdir.[12]

Pretoryen rejim kavramı yerine, Latin Amerika bağlamında daha sık kullanılan karşılığı, O`Donnell`in önerdiği ``bürokratik otoritarizm´´dir (O`Donnell, 1978 ve 1979). Bürokratik otoriter devletin sekiz ayrı özelliğini vurgulayan O`Donnell`ın çizdiği tabloda, uluslararası ilişkileri güçlü bir yüksek burjuvazi, devletin esas sınıfsal dayanağını oluşturur. Eski düzenin restorasyonu amacıyla, popüler kesimlerin depolitizasyonunu ve ekonominin normalizasyonunu sağlamak için bir devlet bloku kurulur. Bu, görüldüğü gibi, Brezilya ve Arjantin`deki askerî darbelerle biçimlenen devlet yapısını tanımlamaktadır. Collier, bürokratik otoritarizmi, ``kendi kendini meşrûlayan teknokratik, bürokratik ve şahsi olmayan bir siyaset ve sorun çözme biçimi´´ olarak tanımlar (Collier, 1979; s.399).

Son dönemde Latin Amerika`da askerî diktatörlüklerin birbiri ardından ve genellikle yumuşak biçimde devrilmeleri ve yerlerini çoğulcu demokratik rejimlere bırakmaları, bürokratik otoritarizm çözümlemelerini de gündemden kaldırır. Buna karşılık, Cezayir, Filipinler, Pakistan ve benzeri birçok ülke için bürokratik otoritarizm kavramı kullanılmaya devam eder.

Yukarıdaki kavramsal yaklaşımların Türkiye bağlamında çözümleyici güçleri sınırlıdır. Latin Amerika türü darbeler tarihi, Türkiye`de geçerli değildir. Buna karşılık pretoryen kavramının geleneksel anlamına daha uygun biçimde, ordunun ya güç kullanarak ya da kullanma tehdidinde bulunarak, bağımsız bir siyasî güç durumuna gelişini belirten pretoryen güç kavramı, Türkiye`nin yakın tarihi açısından daha anlamlıdır (Hale,1994). Pretoryen güç, kendini devleti korumakla görevli yegâne güç olarak görür ve devleti kudsileştirerek, kendi konumuna da toplum dışında yer alan bir meşrûiyet atfeder. İktidarı şahsileştirmez ve buna karşı önlemler alır. Kollektif bir zümre ve kurum iktidarına dayanır. Cumhuriyetten esas olarak anladığı da budur. Bu nedenle, demokratik cumhuriyet fikrine karşı son derece allerjiktir.

Türkiye`de, bir pretoryen diktatörlük sürekli yürürlükte olmamıştır. Türkiye`de, siyasal rejim içinde, silahlı kuvvetlerin işgâl ettiği yer ve meşrûiyetini parlamentodan alan hükümetlere karşı ordunun açık veya dolaylı biçimde gerçekleştirdiği siyasal müdahaleler silsilesini dikkate alınca, pretoryen güç ve iradenin nüfuzu altında bir cumhuriyet rejiminin yürürlükte olduğu görülür. Buna pretoryenler cumhuriyeti de diyebiliriz. Tek parti döneminde, sivil iktidarın kendisi pretoryen kökenli olduğu için, ayrı bir müdahale ve kurumlaşmanın asgari meşrûiyeti yoktur. Gereği de yoktur. Çok partili rejim döneminde ise, Türk Silahlı Kuvvetlerinin siyasal iktidara karşı gerçekleştirdiği müdahalelerin kendisi kadar, bu müdahale edebilme yetkisinin yarattığı sürekli etki, Türkiye`de siyasal sistemi pretoryen nüfuzun egemenlik alanı haline dönüştürür. Bu sürekli bir diktatörlük değildir, ama pretoryen nüfuzun başat güç olduğu bir sürekli vesayet rejimidir. 12 Eylül askerî cuntasının hazırlattığı anayasa ile biçimlenen III. Cumhuriyet, pretoryen güçlerin vesayeti rejimidir.

Türkiye`de siyasal bunalım, genellikle, pretoryen nüfuz mevkileriyle parlamenter rejimden gücünü alan siyasal iktidar odakları arasında çıkan, devletin menfaatleri ve hedeflerinin tanımlanması konusundaki derin görüş ayrılıklarının kamu alanına yansımasıyla olgunlaşır. Geleneksel refleksler, bu bunalımı siyasal parti kurumlarının ve seçim sisteminin yarattığı bunalımlar olarak tanımlayıp, tartışmayı teknik bir alana çekerler. Bunalımın ne seçim sisteminden ne de siyasal partilerin yapısından kaynaklandığı, bunun esas kaynağının, kendini devletle özdeşleştirmiş pretoryen güç ve çevrelerde bulunduğu gerçeğinin üzeri örtülür. Siyasal bunalım bastırdığında akla gelen tek çözümün seçim sisteminde değişiklik yapmak ve yasamanın yetkileriyle oynamak olması, devlet yapısının değişmez olarak algılanmasının doğal sonucudur.

Otoritarizmin sürekliliğinin kaynağının devlet olmasının nedenlerinden birisi, Türk Silâhlı Kuvvetlerinin mutlak biçimde devletin sahibi olarak görülmesidir. Kendini devletin hiyerarşik yapısının hem kısmen dışında hem de üstünde gören Türk ordusu, parlamentodan gücünü alan siyasal meşrûiyetin son tahlilde kendi vesayeti altında kalması gerektiğine inanır. Bu anlamda pretoryen nüfuzun egemen olduğu bir çarpık parlamenter rejim yürürlüktedir. Ama çoğunlukla iddia edildiği gibi, parlamenter rejim, ne doğası gereği ne de Türkiye`nin koşullarının gereği çarpıktır. Onu çarpıtan, bu pretoryen nüfuzdur. Referandumla seçilen başkana dayanan başkanlık veya yarı başkanlık sistemleri de, bu pretoryen nüfuzun varlığının yaratacağı baskı karşısında çarpılmaya mahkûmdur. Gerçekte, siyasal rejimin bunalımının nedeni, devlettir; temel siyasal sorun, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kendisidir (İnsel, 1997).

Devletin kurum olarak varlığı, davranış kalıpları, tahayyül dünyasının belirleyenleri, yürürlükteki siyasal rejimin tarihini aşan, uzun bir tarihî kesitten türerler. Devlet kendini, uzun vâdedeki yegâne kalıcı unsur olarak görür ve tanımlar. Siyasal rejim ise, devletin var olması için gereken bir kurumsal hiyerarşi dizinidir. Bu dizinin biçimi, devletin varoluş ihtiyaçlarına göre değişebilir. Bu, sadece günümüze özgü bir olgu değildir. ``Osmanlı aydını için de &8216;devlet` esas, devleti idare etmekte kullanılan kurum, prensip ve geleneklerin usûl kabul edildiğini´´ belirten Alkan, ``devletin yıkılmaması için Osmanlı aydınının çiğnemekte tereddüt edeceği hiçbir siyasî fikir, program ve kaide olmadığını´´ vurgular (Alkan, 1992, s.187). Benzer bir durum, pretoryen Türk aydını için de geçerlidir.

Bu pretoryen nüfuz, sadece Silahlı Kuvvetler mensuplarından oluşmaz. Merkezini ordu üst yönetiminin işgâl ettiği pretoryen nüfuzun müdahale gücüne sırtını dayayarak var olan sivil çevreleri de, pretoryen çevre olarak tanımlamak gerekir. Kendilerini laik-Kemalist olarak adlandıran bu pretoryen çevre, geleneksel olarak Silahlı Kuvvetlerin konum ve tutumuna asgari bir toplumsal meşrûiyet verir. Bu pretoryen çevre için, toplum içinde farklı fikir ve toplumsal seçeneklerin birbirleriyle karşı karşıya gelmesi, bunların rekâbet etmesi ve kimi durumlarda çatışması, ``anarşi´´dir. Siyaset alanının hakemi, aynı zamanda hakim ve yasa koyucu/bozucu olduğu zamandır ki, pretoryen çevre üyeleri, siyasetin güvenli sularda seyrettiğine inanırlar.

Örneğin 12 Mart Muhtırası`ndan iki gün sonra, Türk-İş Başkanlar Kurulu`nun yayımladığı bildiride yer alan görüşler, pretoryen çevrenin tahayyül dünyasını özetler: ``... Bugüne kadar, Anayasa düzenine, dolayısıyla demokratik rejime bağlılığın en güzel örneğini vermiş bulunan Türk Silahlı Kuvvetleri`nin duruma, ortada hiçbir sebep yokken müdahale ettiğini söylemek mümkün değildir (...) Türk-İş Başkanlar Kurulu, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet komutanlarının muhtırasının birinci maddesinde yer alan hususların, gerçeğin tam ifadesi olduğunda görüş birliği halinde bulunmaktadır (...) Türk Silahlı Kuvvetleri`nin kardeş kavgasına varan ve devletin bütünlüğünü tehlikeye atan bir anarşi ortamı içinde sessiz kalmasını beklemek, O&8216;nun varoluş nedenini, varlığının temel felsefesini inkar etmesini beklemek demektir.´´ (Mazıcı, 1989, s. 191). DİSK ve yedi ``devrimci kuruluş´´ da 12 Mart darbesini destekleyen bir bildiri yayımlarlar. ``Devrimci Türk Ordusuna´´ hitaben yazılan bu metinde, özetle müdahalenin, ``Anayasaya ters düşen tutum ve davranışlarıyla meşrûiyetini yitiren işbirlikçi sermaye sınıfının Amerikan emperyalizminin vesayeti altındaki siyasî iktidarına ve onun parlamentosuna &8216;dur` demesi´´ anlamına geldiği vurgulanır.13

12 Eylül sonrasında ise, ``demokratik kitle örgütleri´´nin tavır almasına vakit kalmadan başlayan tutuklama, kapatma ve baskı fırtınası, pretoryen çevrenin eski bütünlüğünü artık koruyamadığına işaret eder. 1970`lerde toplumun bazı kesimleri, özellikle iyi eğitim görmüş, kendini yükselen yönetici kuşak olarak algılayan kesimleri, geleneksel siyasal meşrûiyet ilke ve kurumlarıyla bağlarını koparırlar. 12 Eylül darbesini izleyen devlet şiddet ve terörünün boyutları, bu kopuşla doğrudan bağlıdır. Buna karşılık Türk-İş, darbeyi desteklemekte ve ``etkisi azaltılmaya çalışılan Atatürk ilkelerine yeniden güç ve işlerlik kazandırmak, (...) kaybolan devlet otoritesini yeniden tesis etmek için...´´ ordunun yönetime el koymasını alkışlamaktadır. İleride sivil toplum bayraktarlığı yapacak olan işveren çevreleri de benzer bir tavır içindedirler. Türkiye İşverenler Sendikaları Konfederasyonu`na göre, ``12 Eylül 1980, bu milletin ve bu devletin yabancı ideolojilere teslim edilmeyeceğinin, devletin bir sahibi bulunduğunun iç ve dış düşmanlara bir kere daha ilan edildğini bir tarihtir.´´ (Mazıcı, 1989, s. 1967.) TİSK`in bildirisi, Türkiye otoritarizminin belli başlı temalarını bir iki cümle içinde özetleyen, mümtaz bir örnektir. MESS aynı görüşü daha romantik bir dille ifade eder: ``12 Eylül 1980 sabahı (...) Türk ulusu (...) aylardır beklediği kurtarıcı kuvvetin yine aziz Türk Silahlı Kuvvetleri olduğunu görmüştür.´´ Kurtarıcı kuvvet, devletin sahibi, iç düşman, yabancı ideolojiler, kaybolan devlet otoritesi, devletin bütünlüğü, millî birlik ve beraberliğe en fazla ihtiyaç olunan şu an, Atatürk ilke ve inkılapları ideolojisi... Bütün bunlardan oluşan alaşım, Türk otoritarizminin tahayyül dünyasını oluşturur. Görüldüğü gibi, bu dünya ne ordu mensuplarıyla ne devlet memurlarıyla ne de yozlaşmış siyasetçilerle sınırlıdır. Hattâ çağdaşlaşması Türkiye`nin mümtaz kurumu olarak tanımlanan üniversiteler de, bu otoriter tahayyül dünyasının aktif unsurlarıdır. 27 Mayıs darbesine akademik çevrelerin verdiği kitlesel destek ve daha ileri gidip, TSK`nın ``hukuksal bir ihtilal´´ yaptığını, bu nedenle ``gerçek güçle meşrû yetkinin´´ ellerinde toplandığını belirterek, ``her türlü yasama ve yürütme yetkisinin´´ Milli Birlik Komitesi`nde toplanmasını önerenler değerli hukuk profesörleridir. 12 Eylül sonrasında ise YÖK merkezli üniversite dünyasının otoriter ideolojinin aktif bir odağı konumuna getirildiği görülür. Getirildi yüklemindeki edilgen vurgu, bu konumun oluşumunda akademik dünyanın gönüllü katkılarını da unutturmamalıdır.

Ne var ki, 12 Eylül sonrasında, proteryen iradenin toplumsal hareketlenmeye ve onun parlamentodaki uzantılarına karşı duyduğu güvensizlik giderek artacaktır. Sivil toplum kuruluşları, ne kadar Atatürk ilke ve inkılaplarına bağımlılıklarını beyan etseler de, pretoryen güç artık kendi çevresindeki toplum katmanlarına da şüpheyle bakmaya başlar. Bu şüphe ve kaygı, devletin iç hiyerarşisinin yeniden tanımlanmasına yolaçar. Bu hiyerarşi, iç devlet/dış devlet ayrımı ekseninde oluşur. Pretoryen nüfuz, iç devleti sıkı sıkıya denetler. Toplumdaki farklı akımlar, demokratik mekanizmalar aracılığıyla dış devlete girebilirler. Buna karşılık, iç kalenin kapıları sıkı sıkıya kapalıdır. Aslî iktidar, iç kalede örgütlenmiştir. Bakanlıklar içinde, önemli olanları, aylık MGK toplantılarına katılma yetkisi olan bakanlıklardır.

Pretoryen gücün, III. Cumhuriyet içinde, nihai siyasal karar mercii olarak kurumlaşması, darbe türünden açık müdahale biçimleri yerine, ``sürekli darbe rejimi´´ olarak adlandırabileceğimiz müdahale sistemini olağanlaştırır. Darbe türünden, siyasî ve iktisadî maliyeti yüksek bir tasarruf, gerçekleşme ihtimali yüksek ama gerçekleşmeyen potansiyel bir olay konumunda kaldıkça, etkinlik derecesi daha büyüktür.

Bu darbe beklentisini destekleyecek mizansenlerden de kaçınılmaz. Bunların en ünlüsü, tanklarla yapılan ``balans ayarlarıdır´´. Sürekli darbe beklentisi ortamında, sivil güçler ehveni şer anlayışıyla hareket ederek, pretoryen nüfuzun iktidara daha fazla ortak olmasını sağlayacak kurumları ve bunların yetki alanının genişlemesini kendileri önerirler. Buna, sivil siyasal güçlerin de, darbe umacısını kullanarak siyaset yapma alışkanlıklarını ilâve etmek gerekir.

Toplumun büyük bölümünde de, toplumsal sorunların toplumsal aktörler tarafından çözümlenemeyeceği inancı perçinlendiği için, pretoryen güç güvenilir tek ``toplumsal kurum´´ olarak algılanır. Pretoryen çevre, pretoryen gücün, giderek katılaşan ve yaptırımcı bir içerik kazanan ideolojik söylemini (Atatürk milliyetçiliği) topluma taşıma işlevini üstlenir. Böylece, o güne kadar Türkiye otoritarizm geleneğinde yeri pek olmayan, kitlesel mobilizasyonların cılız örnekleri de devreye girer. Kültürel ve siyasal yoksunluk dozunun arttığı, dışlanmışlık psikozunun toplumsal tahayyüle egemen olduğu bu dönemde, toplumsal mobilizasyon ``pop milliyetçilik´´ biçiminde tezahür eder.[14] ``Pop milliyetçilik´´, pretoryen otoritarizm için tam kıvamında bir toplumsal mobilizasyondur. Devletin yüksek menfaatlerine aykırı eylemlerde bulunacak kadar özerk olmayan, böyle bir kurumsallaşmaya tekabül etmeyen, gösteri toplumunun simgelerine tabi bir milliyetçi muhafazakârlıktır bu. Bu ``yeni dalga´´ içinde, milliyetçi zihniyet kalıbının dini düşünce üzerindeki markajı güçlenir ve milliyetçilik ``dünyevi otoriteyi iyice mukaddesleştirerek, bu baskıcı ideolojiyi iyice tahkim eder.´´ (Bora, 1998, s. 144-145).

Konumuz açısından önemli olan, pretoryen gücün kendisi için ve kendi inisyatifiyle değil, toplumun davetiyle iktidar ortağı olduğu fiksiyonunun, bu toplumsal tahayyülde etkili biçimde çalışmasıdır. Bu fiksiyona, pretoryenlerin kendileri de büyük ölçüde inanırlar. Gerçekte, giderek daha fazla kendisi için var olan ve kendini özerk ve üstün bir toplumsal zümre olarak gören proteryon güç, gelecek dönemin asli yönetici sınıfı olmaya devam etmek için gerekli tüm girişimlerde bulunmayı ihmal etmez. Harp okullarının Türkiye`deki en iyi eğitimi veren okullar olması, Harp Akademilerinin üniversite olarak faaliyet göstermesi tasarısı, bu akademilerde iktisat, sosyoloji, hukuk gibi bilim dallarının da yer almasının düşünülmesi, bu gelecek iktidar tasavvurunun anlamlı ipuçlarıdır.

TSK mensupları, giderek kendileri için var olan bir zümre ve hattâ bir sosyal sınıf konumu arz ederler. Maaş, emeklilik ve diğer sosyal haklar itibariyle, devlet personeli içindeki en yüksek refah seviyesi, ordu mensuplarınındır. Buna özerk bir malî, sınai ve ticari güç ilave olur. Özel bir kanunla kurulan OYAK`la; bir kısım vergilerin doğrudan devredildiği Kara, Deniz ve Hava Kuvvetlerini Güçlendirme Vakıflarıyla doğrudan TSKdenetiminde çalışan sanayici tesisleriyle; son derece gelişmiş ve dışarıya kapalı sosyal hizmetleriyle Türkiye`de Silahlı Kuvvetler üyeleri neredeyse klasik anlamda bir sosyal sınıf oluştururlar. Bir yönetici sınıf bilincine ve olanaklarına sahip olan bu zümrenin egemenlik tahayyülünü, proteryen çevreler de besler ve desteklerler. Proteryen tahayyül, şiddetli bir otoritarizme dayanan, din benzeri katı bir ideolojisi olan ve toplumsal sınıf özelliklerini gösteren bir bileşimdir.

Kendini özerk ve üstün bir toplumsal zümre olarak gören pretoryen tahayyül, Türkiye`de siyasal bunalımın toplum içinde çözülememesinin ve bu nedenle kronikleşmesininin başta gelen sorumlusudur. Toplumsal temsile dayalı her türlü siyasal rejim biçiminde, bu otoriter dünya ve siyaset görüşü, aynı tıkanmalara, aynı bunalımlara neden olacaktır.

KEMALİST OTORİTER İDEOLOJİNİN GELECEĞİ

Huntington`un, biraz mekanik biçimde olmakla beraber, ilginç bir tespiti vardır: ``oligarşi dünyasında asker bir radikaldir; orta sınıf dünyasında, bir katılımcı ve hakemdir; kütle toplumu ufukta görünmeye başlayınca, mevcut düzenin tutucu muhafızı olur´´ (Huntington, 1968, s.221). Böyle bir evrensel sosyolojik evrime verilebilecek birçok karşı örnek elbette bulunur. Ama bu önerideki iç dinamik anlamlıdır. Son otuz yılda hızla sanayileşen ve kentlileşen Türkiye`nin, kütle toplumu olmaya başladığı söylenebilir. Bu durumda, Huntington`un değerlendirmesi, tüm zaaflarına rağmen, en azından bir benzetme olarak anlam kazanmaktadır. Türkiye`deki otoriter gelenek de, pretoryen gücün bu evrimine başat olarak değişir. Otoritarizmin ideolojik içeriği, ``Atatürk milliyetçiliği´´ muhafazakârlığıyla dondurulur.

Yukarıdaki öneriden hareketle, birbiriyle bağlantılı üç saptama yapabiliriz:

1- Hareketlenen, kendi içinde farklılaşan, kütle toplumu dinamikleri kazanan toplum karşısında, pretoryen güçlerin muhafazakârlaşma zeminini Kemalizm ideolojisi (resmî olarak Atatürkçülük milliyetçiliği) vermektedir.

2- Kutsal devlet geleneği içinde, toplumun siyasallaşarak ``siyasal topluluk´´ veya ``yurttaşlar topluluğu´´ haline gelmesi, ``devletin menfaatlerine yönelik hasmane tutum ve davranışların´´ ifade edilebilmesini de yanında getireceğinden, kabul edilemez bir süreçtir.

3- Bu bağlamda Menderes Çınar`ın sorduğu soru gündeme gelir: ``Bütün modern toplumların ancak siyaset vasıtasıyla &8216;topluluk` haline geldiğini gözönüne aldığımızda, ancak siyaset vasıtasıyla varlığını devam ettirebilecek siyasal topluluk, Kemalist gelenek tarafından, içerdiği siyasal tutum nedeniyle bitkisel hayata sürükleniyorsa, onun (Kemalizmin) eşiğinde durarak gerçekten demokratik bir açılım sağlayabilir miyiz?´´ (Çınar, 1998, s. 262).

Günümüzde Kemalizm, pretoryen cumhuriyetin resmî ideolojisi olarak işlev gördüğü için, otoritarizmden çıkışın anahtarını Kemalizm içinde aramak nafile bir çabadır.

Ataerkil zihniyetin egemen olduğu siyasal İslâmın içinde de otoritarizmin doğal olarak mündemiç olduğu dikkate alınırsa, bugün Türkiye siyasal yaşamının belirleyici iki kutbunun da, otoriter gelenekten bir kopuş vaadini içlerinde taşımadıkları görülür. ``Batılılaşma-laiklik´´ ve İslâmlaşma projelerinin her ikisi de, bir toplumsal grubun siyasal pozisyonunu belirtmekte ve bu toplumsal kesimin değerlerinin ötekilerin değerleri üzerinde egemen olmasının taşıyıcı simgesi olarak işlev görmektedirler (Mahçupyan, 1996).

Yukarıdaki karamsar tespitten hareket ederek, Türkiye toplumunun perspektifinde demokratik bir modernleşme projesinin yeri olmadığı sonucuna varmak elbette mümkündür. ``Yerlilik´´ adı altında, son zamanlarda gelişen, otoriter içerikli ``ulusal sol´´ söylemin benzeri, Güneydoğu Asya`da, ``yerel/geleneksel düzen içinde kalkınma´´ olarak, hakim otoriter güçler tarafından telaffuz edilmektedir. Yerel/geleneksel düzenden anlaşılan, demokrasinin egemen örgütlenme biçimi olmadığı diktatörlük, monarşi, oligarşi türü düzenlerdir. Türkiye toplumu için de böyle bir gelecek mümkündür.

Ama yukarıdaki tespitlerden hareketle varılabilecek başka sonuçlar da vardır. Demokratik modernleşmenin tamamlanması için gerekli adımların atılmasının önündeki engellerle mücadelede, bu otoriter ve ataerkil geleneklerin ideolojileri ve onlardan türeyen siyasal pratiklerle mücadelenin birincil olduğu sonucu da çıkarılabilir. Demokratik modernleşmenin tamamlanması demek, tebanın yurttaşlaşması, güdülen toplumun yurttaşlar topluluğuna dönüşmesi ve siyasetin indirgenemez meşrûiyeti ve özerkliğinin kabul edilmesi demektir. Bu hedef, Türkiye`de, otoriter milliyetçiliğin yurttaş kimliğini belirleme ve topluma yön verme tekelini kırmayı, ulusun türdeşliği dogmasını ve bu dogmayı besleyen etnik, kültürel veya dini türdeşlik fiksiyonunu aşmayı ve kutsal devlet ideolojisinin tahakkümüne son vermeyi içerir. Böyle bir eşiğin aşılabilmesi, otoritarizmin Cumhuriyet tarihindeki sürekliliğine son verirken, yeni bir cumhuriyetin de temellerini atacaktır.

KAYNAKÇA

Ahmad, Feroz (1985), İttihatçılıktan Kemalizme, Kaynak yay., İstanbul.

Alkan, Ahmet Turan (1992), İkinci Meşrutiyet Devrinde Ordu ve Siyaset, Cedit Neşriyat, Ankara.

Aktar, Cengiz ve Ahmet İNSEL (1987), `` &8216;Devletin Bekâsı` için yürütülen çağdaşlaşma sürecinin toplumsal sorunları´´, Toplum ve Bilim, no. 31-39, Birikim yay., İstanbul.

Aktar, Cengiz (1993), Türkiye`nin Batılılaştırılması, Ayrıntı yay., İstanbul.

Arendt, Hannah (1968), The Origin of Totalitarism, cilt III, Harcourt, New York.

Atatürk, Kemal (1982), Nutuk, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul.

Batur, Muhsin (1985), Anılar ve Görüşler, Milliyet yay., İstanbul.

Badie, Bertrand (1984), Le développement politique, Economica, Paris.

Bektaş, Arsev (1993), Demokratikleşme Sürecinde Liderler Oligarşisi, CHP ve AP (1961-1980), Bağlam yay. , İstanbul.

Beşikçi, İsmail, (1978), Cumhuriyet Halk Fırkası`nın Tüzüğü ve Kürt Sorunu, Komal Yay., İstanbul.

Bora, Tanıl (1998), Türk Sağının Üç Hâli, İletişim yay., İstanbul.

Bozdoğan, Sibel ve Reşat Kasaba (ed.) (1998), Türkiye`de Modernleşme ve Ulusal Kimlik, Tarih Vakfı Yurt yay., İstanbul.

Casper, Gretchen (1995), Fragile Democracies; The Legacies of Authoritarian Rule, Univ. of Pittsburgh Press, Pittsburgh and London.

Chehabi, H. E. and Linz J.J. (eds.) (1998), Sultanistic Regimes, The John Hopkins University Press, Baltimore and London.

Cizre-Sakallıoğlu, Ümit (1993), AP-Ordu ilişkileri; Bir İkilemin Anatomisi, İletişim yay., İstanbul.

Cizre-Sakallıoğlu, Ümit (1995), ``Çiller`in Doğru Yolu: Otoriter Popülizm´´, Milliyet, 28.11.1995, İstanbul.

Collier, David (ed.) (1979), The New Authoritarianism in Latin America, Princeton Univ. Press, Princeton.

Çavdar, Tevfik (1995), Türkiye`nin Demokrasi Tarihi, İmge yay., İstanbul.

Çınar, Menderes (1998), ``Tezcan`a yanıt: bir siyaset grameri olarak Kemalizm´´, Toplum ve Bilim, no.76, Birikim yay., İstanbul.

Dagron, Gilbert (1996), Empereur et prêtre; Etude sur le ``césaro-papisme´´ byzantin, Gallimard, Paris.

Dahl, Robert A. (1989), Democracy and Its Critics, Yale University Press, New Haven and Londra.

Demirel, Ahmet (1994), Birinci Meclis`te Muhalefet, İletişim yay., İstanbul.

Dominguez, Jorge İ. (ed) (1994), Authoritarian and Democratic Regimes in Latin America, Garland Publishing, New York and London.

Duran, Lûtfi (1988), Türkiye Yönetiminde Karmaşa, Çağdaş yay., İstanbul.

Duverger, Maurice (1961), De la dictature, Julliard, Paris.

Duverger, Maurice (1967), Les partis politiques, Armand Collin, Paris.

Duverger, Maurice (1974), La monarchie républicaine ou comment les démocraties se donnent des rois, Robert Laffont, Paris.

Gellner, Ernest (1994), Encounters with Nationalism, Blackwell, London (Türkçe çevirisi, İletişim yay., 1998).

Hale, William (1994), Turkish Military and Politics, Routledge, London (Türkçe tercümesi, Hil yay. İstanbul, 1996).

Hermet, Guy (1985), ``L´´autoritarisme´´ in Madeleine Grawitz ve Jean Leca (eds.), Traité de Science Politique, cilt II, Presses Universitaires de France, Paris.

Huntington, Samuel (1968), Political order in changing societies, Yale Univ. Press, New Haven.

Huntington, S., Moore, C. (1970), Authoritarian Politics in Modern Society, Basic Books, new York.

İnalcık, Halil (1992), ``Comments on`Sultanism`: Max Weber`s Typification of the Ottoman Polity´´, Princeton Papers in Near Eastern Studies, 1.

İnalcık, Halil (1998), Türkiye ve Avrupa: Dün Bugün´´, Doğu Batı, sayı 2, Ankara.

İnsel, Ahmet (1984), La Turquie entre l`ordre et le développement, L`Harmattan, Paris (genişletilmiş Türkçe tercümesi, Düzen ve Kalkınma Kıskacında Türkiye, Ayrıntı Yay., 1995).

İnsel, Ahmet (1997), ``Siyasal Rejim Bunalımının Nedeni Olarak Devlet´´, Birikim, sayı 95, Birikim yay., İstanbul.

Kardaş, Ümit (1998), ``Farklı Düşünmek Yasak´´ (Nilüfer Kuyaş`la söyleşi), Milliyet, 5/8/1998, İstanbul.

Kayalı, Kurtuluş (1994), Ordu ve Siyaset (27 Mayıs-12 Mart), İletişim yay., İstanbul.

Kazancıgil, Ali (1991), ``Democracy in Muslim Lands: Turkey in Comparative Perspective´´, International Social Science Journal, sayı 128, UNESCO, Paris.

Kazancıgil, Ali (1998), ``Turkey`s Democracy in the 1990`s: a retrospective and prospective view´´, Conference on Atatürk and Modern Turkey, mimeo, A. Ü. Siyasal Bilgiler Fak., Ankara.

Koçak, Cemil (1996), Türkiye`de Milli Şef Dönemi, 2 cilt, İletişim yay., İstanbul.

Kozanoğlu, Can (1995), Pop Çağı Ateşi, İletişim yay. İstanbul.

Köker, Levent (1990), Modernleşme, Kemalizm ve Demokrasi, İletişim yay., İstanbul.

Köker, Levent (1996), ``Kimlik krizinden meşruluk krizine: Kemalizm ve sonrası´´, Toplum ve Bilim, sayı 71, Birikim yay., İstanbul.

Linz, Juan (1975), ``Totalitarian and Authoritarian Regimes´´, in F. Greestein , N. Plosby, Handbook of Political Science, Addison Wesley, New York.

Mahçupyan, Etyen (1996), Osmanlıdan Postmoderniteye, Yol yay., İstanbul.

Makdisi, Georges (1978), ``Authority in Islamic Community´´, in G. Makdisi (ed.), La notion d`autorité au Moyen Age, Islam, Byzance et Occident, P.U.F., Paris.

Malloy, Jean (ed.) (1977), Authoritarism and Corporatism in Latin America, Univ. of Pittsburg Press, Pittsburg.

Mardin, Şerif (1983), Jön Türklerin Siyasal Fikirleri, İletişim yay., İstanbul.

Mardin, Şerif (1962), The Genesis of Young Ottoman Thought, Priceton Univ. Press (Türkçe tercümesi, İletişim yay., 1996).

Mardin, Şerif (1990), Türkiye`de Toplum ve Siyaset, İletişim yay., İstanbul.

Mardin, Şerif (1996), Türk Modernleşmesi, İletişim yay., İstanbul.

Mazıcı, Nurşen, (1989), Türkiye`de Askerî Darbeler ve Sivil Rejime Etkisi, Gün Yay., İstanbul.

MGK (1990), Devlet`in Kavram ve Kapsamı, MGK Genel Sekreterliği yayınları, Ankara.

Münch, Gerardo L. (1998), Authoritarianism and Democratization; Soldiers and Workers in Argentina,1976-1983, The Pennsylvania State University Press, Pennsylvania.

O`Donnell, Guillermo (1973), Modernization and Bureaucratic-Authoritarianism: Studies in South American Politics, University of California, Berkeley, Politics of modernization series, sayı 9.

O`Donnell, Guillermo (1978), ``Reflections on the Patterns of change in the Bureaucratic-Authoritarian State´´, in Latin American Research Review, 13.

O`Donnell, Guillermo ve Philippe C. SCHMITTER (1986), Transitions from Authoritarian Rule, The John Hopkins University Press, Baltimore and Londra.

Ortaylı, İlber (1983), İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, Hil yay., İstanbul

Özbudun, Ergun (1995), ``Paradoxes of Turkish Democratic Development: The Struggle Between the Military-Bureaucratic &8216;Founders` of Democracy and New Democratic Forces´´, in H.E. Chelabi and A. Stepan, Politics, Society, and Democracy; Comparatives Studies, Westview Press, Boulder and Oxford.

Parla, Taha (1989), Ziya Gökalp, Kemalizm ve Türkiye`de Korporatizm, İletişim yay., İstanbul.

Parla, Taha (1991), Türkiye`de Siyasal Kültürün Resmî Kaynakları; Atatürk`ün Nutku, İletişim yay., İstanbul.

Parla, Taha (1991a), Türkiye`de Siyasal Kültürün Resmî Kaynakları; Atatürk`ün Söylev ve Demeçleri, İletişim yay., İstanbul.

Parla, Taha, (1992), Türkiye`de Siyasal Kültürün Resmî Kaynakları; Kemalist Tek-parti İdeolojisi ve CHP`nin Altı Ok`u, İletişim yay., İstanbul.

Perlmutter, Amos (1969), ``The Praetorian State and The Praetorian Army´´, Comparative Politics, April/1.

Perlmutter, Amos (1981), Modern Authoritarism, Yale Univ. Press, New Haven and Londra.

Peker, Recep (1936), İnkılap Ders Notları, Ankara (yeni baskı, Toplum ve Bilim, yaz 1983).

Rouquie, Alain (1982), L`Etat militaire en Amérique latine, Seuil, Paris.

Tanör, Bülent (1998), Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, Yapı ve Kredi Yayınları, İstanbul.

Tanör, Bülent (1998a), ``MGK`nın ilgi alanları´´, Milliyet, 13/7/1998, İstanbul.

Tunaya, Tarık Zafer (1980), Siyasal Kurumlar ve Anayasa Hukuku, Hukuk Fak. Yay., İstanbul.

Tunçay, Mete (1981), Türkiye Cumhuriyeti`nde Tek-Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931), Yurt yay., Ankara.

Üstel, Füsun (1997), Türk Ocakları, İletişim yay. İstanbul.

Yeğen, Mesut, (1999), Devlet Söyleminde Kürt Sorunu, İletişim Yay., İstanbul.

Weiker, Walter (1973), Political Tutelage and Democracy in Turkey, Brill, Leiden.

Zürcher, Erik Jan (1986), Milli Mücadelede İttihatçılık, Bağlam yay., İstanbul.

Zürcher, Erik Jan (1993), Turkey: A Modern History, I.B. Tauris, Londra (Türkçe çevirisi, İletişim yay., 1995).

[1] Çok yaygın olan bu yaklaşımı sunmak için uzun bir liste yapmak gerekir. Otoriter rejime karşı eleştirel bir tavır almakla beraber, ``gereklilik nedeniyle otoriter rejim´´ çözümlemesini benimseyen ve yakın zamanlarda yayımlanmış iki çalışma için bkz [Kazancıgil, 1998; Tanör, 1998].

[2] Türk siyasal rejiminin bugün içinde bulunduğu birçok açmazı dikkatle vurguladıktan sonra, Kazancıgil`in yazısını ``zorunluluk kuramına´´ başvurarak bitirmesi, bu çözümleme modelinin empoze ettiği epistemolojik sınırı sergilemektedir. Bu yaklaşımın, tek-parti rejiminden çok-partili rejime yumuşak geçişi açıklamada yarattığı rahatlığın da, kendisinde yarattığı bir cazibe vardır. Bunun yanında, gelecekle ilgili bir nebze olsun iyimser olmayı sağladığı için de, gözlemciye rağmen bu yaklaşımın kendini bazen empoze ettiği söylenebilir.

Bu konuda Ergun Özbudun daha sarihtir: ``Kemalist rejim, tek-parti modeli içinde ama tek-parti ideolojisine sahip olmadan gelişir. CHP doktrininin hiçbir parçası, kalıcı bir tek-parti sistemini meşrulaştırmaz. Tersine, liberal demokrasi bir ideal olarak kalır ve otoritarizm sadece, karşı-devrimcilere karşı Kemalist devrimleri korumak için ihtiyaç duyulan geçici bir önlem olarak savunulur. Bir doktrin olarak Kemalizm, 19. yüzyıl liberalizmine çok daha yakındır´´ [Özbudun, 1995, s. 299].

3 Brezilya ve Arjantin askerî diktatörlükleri de, müdahalelerinin demokrasiye geçişin ön koşullarını hazırlamak için bir gereklilik olduğunu iddia ederek, yıllarca ülkeye hükmettiler. Dahl, bu ``geçici askeri dikatörlük´´ tezinin, birçok askeri diktatörlüğün asli meşruiyet söylemi olduğunu ve geçici müdahalenin doğasında kalıcılılığın bulunduğuna işaret eder. Bunun nedeni, demokrasinin günümüzde, fiilen öyle olmasa bile, ideolojik olarak evrensel norm konumunu işgal etmesidir [Dahl, 1989, s.233].

[4] Siyaset sosyolojisindeki kalkınmacı yaklaşımların toplu bir değerlendirmesi için bkz., Badie, 1984.

[5] Abdülaziz`in 1868`de Şûra-yı Devleti açış konuşmasında şöyle der: ``Teşkilat-ı Cedide, kuvvei icraiyenin kuvvei adliye, diniye ve teşriiyeden tefriki esasına müsteniddir´´. Bu konuşmayı aktaran Tanör, kuvvetler ayrılığı ile paralel olarak din-devlet ayrımı yolunda bir eğilimin belirmiş olduğunun altını çizer (Tanör, 1998, s. 101).

[6] Şerif Mardin, bu yaklaşımı şöyle değerlendirir: ``Askerî erkânın milleti uyaran bir elit görevini görmesi ve bununla beraber halkın en çok sürekli bir seferberlik halinde bulundurulması fikrini Rıza Bey -belki Bahaeddin Şakir aracılığıyla- Von der Goltz Paşa`nın bir kitabından almıştı. Von der Goltz Paşa, Türkçeye Millet-i Musallaha ismiyle tercüme edilen ve bütün Avrupa`da o devirde geniş bir ilgi gören kitabında, savaşın kazanılması için sivil sektörün askeri sektörden ayrılmaması gerektiği fikrini aydınlara intikal ettirmişti. Fikir, toplumu, ``total´´ olarak bütün devlet faaliyetlerine katıldırılması gereken bir kudret hazinesi saydığı derecede totaliter öncesi düşüncenin karakteristik izlerini taşıyordu. Devlet, faaliyetlerini başarıyla sonuçlandırmak için her bireyi savaşta ve barışta, kendi amaçlarına hizmet eden birer piyon değerine getiriyordu. Von der Goltz Paşa`nın daha sonra XX`inci yüzyıl faşist Almanya`sında kurulan ``paramiliter´´ örgütlerin XIX`uncu yüzyılda temellerini atmış olması, bize kendisinin bu konudaki fikirlerini açıkça anlatmaktadır. Fakat Jön Türklerin fikriyatını ilk defa uyarlı bir teori halinde ortaya koyan görüşün de bu totaliteröncesi akımların etkisi altında kalmış olması dikkate değerdir´´ (Mardin, 1983, s. 160).

[7] ``T.B.M.M.`nin hukuku hakimiyet ve hükümraninin mümessili hakikisi olduğuna dair heyeti umumiye kararı´´nda (2.11.1922), ``hilafetin, Osmanlı hanedanına ait olduğu ve halifenin TBMM tarafından atanacağı´´ belirtildikten sonra, madde şu ifadeyle biter: ``Türkiye Devleti makamı hilafetin istinatgâhıdır´´. 3.4.1924 tarihli hilafetin ilgasına dair kanunda ise, ``hilâfet, Hükümet ve Cumhuriyet mâna ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan Hilâfet makamı(nın) mülga´´ olduğu ilân edilir (Gözübüyük ve Kili, 1982). Bu iki karar birlikte ele alındığında, Diyanet Işleri Başkanlığının genel idare içinde yer alması anlamlıdır. Cumhuriyet yönetiminin bugüne kadar süregelen laiklik anlayışında, hilafet makamının işlevlerinin devlet ve hükümet yetkileri içinde yer alması esastır.

[8] ``O, kurtarandır (halaskâr), koruyandır (hâmi), kurandır (bâni), yetiştirendir (mürebbi), yol gösterendir (mürşit), denetleyendir (vasi), önder olandır (pişüva), layık olandır (liyakatli), şaşmaz olandır (layetezelzel), baş-başkandır (reis), havarileri olandır, tekdir (``Ben´´), en büyük babadır (Atatürk). Daha sonra izleyicileri ve toplum tarafından Atatürk`e yakıştırılacak -çoğu resmen ve yaygın olarak- olan bu yüceltici, ululayıcı sıfatların hepsinin zaten Nutuk`ta açık ya da dolaylı ve örtük, Atatürk`ün öz yakıştırmaları olarak kendileri ve tanımları, izleri ve gerekçeleri vardır´´ [Parla, 1991, s.167].

[9] Ankara Cumhuriyet SavcısıBaha Arıkan, 1936 yılı başında bunu şöyle ifade eder: ``Ben Atatürk`ü bizim gibi fani bir mahlûk saymıyorum. Atatürk`ün bizim gibi yiyen içen, fizyolojik bir mahluk olmaktan daha başka bir mevcudiyeti olduğuna kaniyim. Bence Atatürk bir şahsiyeti maneviyedir. Her camianın varlığından süzülerek ortaya çıkan, bir manevi benliği vardır. İşte Atatürk bence 17 milyon Türk`ün maddi ve manevi varlıklarının süzülmüş bir benliğinden başka bir şey değildir.´´ (Beşikçi, 1978, s. 239)

[10] Cumhurbaşkanının veto ettiği af yasa tasarısı, bu açıdan anlamlıdır. Kişilere karşı işlenen suçları affedebilen bu zihniyet ``devletin şahsına karşı işlenmiş suçları´´ af kapsamı dışında bırakır. Çünkü kutsal olan insan hak ve özgürlükleri değil, devletin hak ve özgürlükleridir. Kutsal olana karşı işlenen suç affedilemez. İnsan hak ve özgürlüklerinin kutsal olması elbette gerekmez. Ama devlet kutsalken, bunun karşısında yer aldığı düşünülen insan topluluğuna hiçbir kudsiyet atfetmek, siyasal dengenin ne tür bir yapısal dengesizlik üzerine kurulduğunu ortaya koyar.

[11] Nurşen Mazıcı, bu bağlamda 1980 darbesi öncesi, Türkiye`de toplumun pretoryen bir özellik gösterdiğini belirtir. (Mazıcı, 1989, s. 263).

[12] Pretoryenizm konusunda toplu bir Türkçe değerlendirme için bkz. Mazıcı, 1989, s. 70-78.

[13] 12 Mart askerî müdahalesini yayımladıkları bildirilerde destekleyen diğer ``demokratik kitle örgütleri´´ şunlardır: Türkiye Öğretmenler Sendikası, Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı, Dev-Genç, Devrimci Avukatlar Derneği, Sosyal Demokratlar Derneği, Türkiye Hukuk Kurumu, Üniversite Asistanları Derneği, Mimarlar Odası, Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası, Elektrik Mühendisleri Odası, Maden Mühendisleri Odası, Orman Mühendisleri Odası, Türkiye Orman Yüksek Mühendisleri Sendikası, Teknik Personel Sendikası, ODTÜMezunlar Cemiyeti.

[14] Pop milliyetçiliğin gündelik siyasal ve toplumsal tezahürlerinden anlamlı kesitler için bkz. Kozanoğlu (1995).


Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.