Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10189
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Görüş bildirebileceğiniz Ana Kategoriler
Anayasal Düzen (154) | Dış Politika (2281) | Ekonomi (234) | Eğitim (91) | Devlet Kurumlarımız ve Memurlar (63) | Adalet (71) | Milli Kültür (422) | Gençlik (27) | Siyasi Partiler ve Siyasetciler (846) | Tarım (147) | Sanayi (13) | Serbest Meslek Mensupları (5) | Meslek Kuruluşları (2) | Basın ve Televizyon (19) | Din (545) | Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız (54) | Bilim ve Teknoloji (13) | Milli Güvenlik (623) | Türk Dünyası (888) | Şiir (77) | Sağlık (185) | Diğer (3429) |

Görüş bildirebileceğiniz Anayasal Düzen konuları
Üniter ve Laik devlet yapımız sasılıyor mu ? (14)
Yeni Anayasa çalışmalarının hedefi sizce nedir? (21)
Demokratik yapımız demokratik mi? Neler yapılmalıdır? (8)
Anayasa hakkında diğer konular (111)


Anayasal Düzen - Anayasa hakkında diğer konular konusu hakkında görüşler
Mustafa Mete İSLAMOĞLU - (Ziyaretci) 15.06.2015 18:35:03

TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN DOĞUŞU (1)

TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN
DOĞUŞU
(1)
Kurtuluş Savaşı Dönemi; 1919 &8211; 1923 Kurtuluş Savaşı (Türkiye) ve Türkiye Büyük Millet Meclisi`nin kuruluşu. 1. Dünya Savaşı`ndan yenik çıkan Osmanlı Devleti`nin İtilaf Devletleri`nce işgali sonucunda Misak-ı Millî sınırları içinde ülke bütünlüğünü korumak için girişilen çok cepheli siyasi ve askeri mücadele. 1919-1922 yılları arasında gerçekleşmiş ve 11 Ekim 1922`de imzalanan Mudanya Mütarekesi ile fiilen, 24 Temmuz 1923`te imzalanan Lozan Antlaşması ile resmen sona erdi. Türkiye Cumhuriyeti`nin temel nitelikleri, Lozan Antlaşması`nda da yer almıştır. Buna göre, ülkesi ve ulusuyla bölünmez bir bütün oluşturan Türkiye`de yaşayan ve Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes eşit ve aynı haklara sahip Türk ulusunu oluşturmaktadır. Saltanatın kaldırılmasının ve Lozan Antlaşması`nın ardından TBMM`de en çok tartışılan konulardan biri olan yeni devletin niteliği sorunu Mustafa Kemal Paşa`nın 28 Ekim gecesi İsmet İnönü`yle, devletin niteliğinin cumhuriyet olduğunu saptayan bir yasa tasarısı hazırlaması ile son buldu. 29 Ekim 1923 günü; "Hakimiyet kayıtsız ve şartsız milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına dayanır. Türkiye Devletinin hükümet şekli Cumhuriyettir" esasına dayalı olarak Cumhuriyet ilan edildi ve yeni Türk Devleti`nin adı artık Türkiye Cumhuriyeti idi.
Tek partili Dönem; 1923-1950
Türkiye Cumhuriyeti`nin Tek Partili Dönemi
Atatürk, 24 Nisan 1920 ve 13 Ağustos 1923 tarihlerinde TBMM Başkanlığına seçildi. Bu başkanlık görevi, devlet-hükümet başkanlığı düzeyindeydi. 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet ilan edildi ve Atatürk ilk cumhurbaşkanı seçildi. Anayasa gereğince dört yılda bir cumhurbaşkanlığı seçimleri yenilendi. 1927, 1931, 1935 yıllarında TBMM Atatürk`ü yeniden cumhurbaşkanlığına seçti.
Atatürk sık sık yurt gezilerine çıkarak devlet çalışmalarını yerinde denetledi. İlgililere aksayan yönlerle ilgili talimatlar verdi. Yurt dışına hiçbir resmî ziyaret için çıkmamakla birlikte, Cumhurbaşkanı sıfatıyla Türkiye`yi ziyaret eden yabancı ülke devlet başkanlarını, başbakanlarını, bakanlarını ve komutanlarını ağırladı. Atatürk; 1923-1938 Cumhuriyet Halk Partisi, Atatürk Devrimleri, ve Türkiye Cumhuriyeti`nin ilanı Atatürk dönemi iç politikası devrimleri ve yapılan yenilikleri kapsar.
Atatürk Halk Fırkası adıyla bir parti kurmak niyetini ve siyasi fırkaların gerekliliğini 7 Şubat 1923`te Balıkesir Paşa Camii`nde halka hitaben yaptığı, halkçılık temeline dayalı bir fırkanın kurulması üzerinde durduğu konuşmada `Halk Fırkası dediğimiz zaman bunun içinde bir kısım değil, bütün millet dahildir...Halk Fırkası halkımıza terbiye-i siyasiye vermek için bir mektep olacaktır` diyerek belli etmiştir. 9 Eylül 1923`te Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulmuş olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Türkiye Cumhuriyeti`nin ilk siyasi partisidir.[kaynak belirtilmeli] Başlangıçta adı "Halk Fırkası" olan parti 1924 yılındaki kurultayda adını "Cumhuriyet Halk Fırkası" olarak değiştirdi. 1927 yılında "Cumhuriyetçilik", "Halkçılık", "Milliyetçilik", ve "Laiklik" ilkelerini tüzüğüne ekledi. 1935 yılındaki kurultayda daha önceki dört ilkeye "Devletçilik" ve `"Devrimcilik" ilkeleri de eklenerek ilkeler altıya çıkarıldı ve partinin adı "Cumhuriyet Halk Partisi" oldu.
Atatürk Devrimleri veya diğer adıyla Atatürk İnkılapları, Türkiye Cumhuriyeti`nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı olan Mustafa Kemal Atatürk tarafından öncülük edilen, günümüzde Atatürk İlkeleri olarak bilinen ilkeler doğrultusunda, 1922 ve 1938 yılları arasında hayata geçirilen bir dizi yasal değişikliktir. Bu devrimlerin amacı, Atatürk tarafından; "Türkiye`yi gelişmiş devletler seviyesine çıkartmak" olarak beyan edilmiştir. Cumhuriyetin İlanı, milletin yönetilme şeklinin belirlenmiş olduğu, Atatürk`ün siyasi devrimlerinden bir tanesidir. 23 Nisan 1920`de TBMM`nin açılışı ile milli egemenliğe dayalı yeni bir devlet kurulmuştu. Ancak Kurtuluş Savaşı devam ederken, milli birlik ve beraberliğin bozulmaması için rejimin adı konulmamıştı. Türkiye Büyük Millet Meclisi`nde (TBMM) 25 Ekim 1923`te ortaya çıkan kabine bunalımı sonucunda, bu yönetim şeklinin kusurları daha net ortaya çıkmış ve 29 Ekim`de Anayasanın ilgili maddeleri değiştirilerek, ülkenin yönetim şekli cumhuriyet olarak belirlenmiştir.
Cumhuriyet`in ilanı Atatürk ve silah arkadaşları arasında görüş ayrılıklarına, dolayısıyla tepkilere yol açmıştı. Bu ayrılıklar Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF)`na karşı ilk muhalefet hareketini doğurdu. Bu gelişmeden sonra Milli Mücadele döneminde M. Kemal Paşa`nın yakınında yer alan ve onu destekleyen Kazım Karabekir, Ali Fuat (Cebesoy), Refet (Bele), Rauf (Orbay) ve Adnan (Adıvar) gibi önemli komutan ve şahsiyetler Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası adıyla yeni bir parti kurdular.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Şeyh Said İsyanı sonrasında, programındaki fırkamız itikad-ı diniyeye ve fıkriyeye hürmetkardır maddesinden dolayı isyandan sorumlu tutularak 5 Haziran 1925`te kapatıldı. 1923-1929 yılları arasında Teşvik-i sanayi Politikası uygulanmışsa da dünyada yaşanan ekonomik kriz nedeniyle beklenen ölçüde yararlı olamamıştır. Bunun sonucunda 1932 yılında hükümet devletin üretime yönelen temel yatırımları gerçekleştirmesini üstlenmesine karar vermiştir.
1930`lu yıllar dünya tarihi açısından son derece önemliydi. Avrupa`da faşizm yayılmakla birlikte Türkiye`nin doğu komşusu SSCB`de de sosyalist idare anlayışı totaliter ve merkeziyetçi bir şekilde yayılmaktaydı. Dünyada ekonomik buhran halklar üzerinde etkisini arttırarak sürdürmekteydi. Türkiye iktisadi buhranı atlatabilmek ve hızla kalkınabilmek maksadıyla devletçilik uygulamasına geçmişti.
1934 yılında I.Beş Yıllık Sanayileşme Planı devreye sokuldu. En büyük ağırlık dokuma sektörüne verilmekteydi. Fabrikaların büyük bir kısmı Sovyet kredisi ve teknolojisi ile kuruluyordu. Demiryolları yapımına önem verilmekteydi. İsmet İnönü 1938-1950 Türkiye Cumhuriyeti`nin Tek Partili Dönemi, Cumhuriyet Halk Partisi, ve İsmet İnönü Atatürk`ün ölümü üzerine 11 Kasım 1938`de cumhurbaşkanlığına seçilen İnönü Cumhurbaşkanlığının yanı sıra CHP genel başkanlığına da getirildiğinden yönetim üzerinde geniş otorite sahibi oldu. 26 Aralık 1938`de toplanan CHP Üçüncü Büyük Kurultayı`nda İsmet Paşa değişmez genel başkan ve Milli Şef ilan edilmesiyle yaklaşık 12 yıl sürecek olan milli şeflik dönemi başlamış oluyordu.
Ocak 1939`a kadar Atatürk`ün son başbakanı olan Celal Bayar ile ve kurduğu 10. Hükümet ile çalışmış Dahiliye Vekili (içişleri bakanı) Şükrü Kaya`nın yerine Refik Saydam, Hariciye Vekili (dışişleri bakanı) Tevfik Rüştü Aras`ın yerine ise Şükrü Saraçoğlu getirilmiştir. Dış politika ilkeleri ve ekonomik politika farklılıkları yüzünden 25 Ocak 1939`da istifa eden Bayar yerine Refik Saydam yeni hükümeti kurmuştur.
Milli Şef İsmet İnönü
II. Dünya Savaşı (1939-1945) döneminde İnönü ülkeyi savaştan uzak tutmaya çalıştı. Savaş yıllarındaki ekonomik ve toplumsal sıkıntılar ise, dönemin unutulmayan mirası olarak kaldı. Gene bu dönemde Hasan Âli Yücel`in öncülüğündeki Köy Enstitüleri kuruldu ve geliştirildi. Savaş nedeniyle çok sayıda gencin askere alınması ve temel ürünlerle ilgili olarak devlet stoklarının geniş tutulması nedeniyle iç piyasada büyük darlık yaşanmış ve ürünlerin fiyatları olağanüstü artmıştır. Aynı dönemde hükümet stokçu, karaborsacı ve fırsatçılarla yoğun bir şekilde mücadele etmişsede, toplumun geniş kesmi tatmin edilememiştir.
1950 genel seçimlerinden sonra CHP iktidarı Demokrat Parti`ye (DP) bırakırken, İsmet İnönü ana muhalefet partisi genel başkanı olarak siyasal rolünü sürdürdü. On yıllık muhalefet dönemi sonunda 27 Mayıs sonrası yeni anayasa kabulü ile 15 Ekim 1961 genel seçimlerinden CHP birinci parti olarak çıkınca, İnönü yeniden hükümeti kurmakla görevlendirildi. Bu dönemde CHP-AP, CHP-YTP-CKMP ve CHP-Bağımsızlar koalisyon hükümetlerine başkanlık etti.
II. Dünya Savaşı
II. Dünya Savaşı

II. Dünya Savaşı`nın gelişim süreci
Amerikalı general MacArthur`la 1931 senesinde yaptığı bir konuşmada Mustafa Kemal Atatürk şöyle demektedir; Versay Antlaşması, I. Dünya Savaşı`nı hazırlayan nedenlerin hiçbirini ortadan kaldırmamış, tersine dünün başlıca rakipleri arasındaki uçurumu daha da derinleştirmiştir. Galip devletler yenilenlere barış koşullarını zorla kabul ettirirken bu ülkelerin etnik, jeopolitik ve ekonomik özelliklerini dikkate almamışlar, yalnız düşmanlık duygularının üzerinde durmuşlardır. Böylelikle de bugün içinde yaşadığımız barış, ateşkesten öteye gidememiştir. Bence dün olduğu gibi yarın da Avrupa`nın kaderi Almanya`nın tutumuna bağlı kalacaktır. ´´
20. yüzyılın iki topyekûn savaşından ikincisidir. Altı yıl boyunca, dünyanın çeşitli bölgelerinde süren kesintisiz savaşlarla süregiden II. Dünya Savaşı, Alman ordularının Polonya`ya saldırdığı 1 Eylül 1939`da başlamış kabul edilir. Ne var ki, birbirinden kopuk görünseler de bu tarihten önceki çatışmalar ve I. Dünya Savaşı sonrası yapılan ancak mağlup devletleri memnun etmemiş olan antlaşmaların geçersiz kılınması, savaşta birincil rol oynayan tarafların stratejik hedefleri arasında yer aldığından, savaşın başlangıcı tarihsel olarak daha geriye gitmektedir.
İnsan kaynakları yönünden ağır sonuçları yaşanan bir Kurtuluş Savaşı`nın hemen ardından yeni bir savaşa girmemek konusunda kesin olarak kararlı olan Türk yönetimi, sonuna kadar denge politikasını sürdürebilmiştir. Kaçınılmaz görünen Avrupa savaşı dışında kalabilmeyi sağlamak üzere, İngiltere ve Fransa`yla 19 Ekim 1939`da Ankara`da bir ittifak anlaşması imzalandı. Alman ordularının Balkanlar`ı istilasının hemen ardından Alman hükümeti Türkiye`ye bir saldırmazlık anlaşması önermiştir. Hitler, devrin Türk cumhurbaşkanı İsmet İnönü`ye gönderdiği kişisel mektubunda, Alman ordularının Türk sınırlarına 85 km`den daha fazla yaklaşmayacağı güvencesini kişisel olarak verdiğini belirtmektedir.
18 Haziran 1941`de imzalanan saldırmazlık anlaşması Türkiye`nin Almanya ile olan ilişkileri yönünden bir kilometre taşı oldu. Ne var ki 10 Ağustos 1941`de Rusya ve İngiltere, ortak notayı Türk hükümetine ilettiler. Bu notada, Türkiye`nin toprak bütünlüğüne saygılı olunacağı ancak, Montrö Boğazlar Sözleşmesi gereği Türkiye`nin boğazları savaş gemilerine kapalı tutma taahhüdüne sadık kalmasının gereği belirtilmiştir. İzleyen yıllar, Müttefiklerin Türkiye`nin kendi cephelerinde savaşa girmesi konusunda baskılarının giderek arttığı yıllar olmuştur. 2 Ağustos 1944 tarihine kadar Türk yönetimi bu baskılara direnmiş, savaşın kaderinin belli olduğu tespitiyle Müttefiklerle anlaşmaya yönelmiştir. Almanya ile ve hemen ardından Japonya ile tüm diplomatik ve ekonomik ilişkilerini kesme kararı alan Türk yönetimi, Müttefik liderleri Şubat 1945`te toplanan Yalta Konferansı`nda, yeni kurulacak Birleşmiş Milletler`e yalnızca 1 Mart 1945 tarihine kadar Almanya`ya savaş açmış ülkelerin katılmasını içeren bir karar almaları üzerine, 23 Şubat 1945`te Almanya`ya savaş ilan etmiştir.
Almanya`nın yenilmiş olmasından ötürü Türk Silahlı Kuvvetleri`nin bir çatışmaya girmesini gerektiren bir durum ortaya çıkmamış ve savaş kararı uygulamaya konulmamıştır.
1. BÖLÜM SONU
2. BÖLÜMÜ MUTLAKA OKUYUN
TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN
DOĞUŞU
(2)
(1950`li yıllar Çok Partili Dönem)
``ÇOK PARTİLİ DÖNEM´´
Türkiye Cumhuriyeti`nin Çok Partili Dönemi ve Demokrat Parti (Türkiye)
II. Dünya Savaşı`nın bitmesiyle basında ve mecliste çok partili siyasal sistemi savunan bir anlayış oluştu. Buna CHP genel başkanı ve cumhurbaşkanı İsmet İnönü de yaptığı konuşmalarla destek verdi. Bunu takip eden gelişmelerde, meclisteki bütçe görüşmeleri sırasında, CHP içinde başını Adnan Menderes, Feridun Fikri Düşünsel, Yusuf Hikmet Bayur, Emin Sazak gibi bazı milletvekillerinin çektiği bir muhalefet oluştu. 11 Haziran`da kabul edilen Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu, parti içindeki muhalefetin güçlenmesine yol açtı. Bu yasanın görüşüldüğü sırada Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuad Köprülü ve Refik Koraltan, parti Meclis Grubu`na Dörtlü Takrir olarak bilinen bir önerge verdiler. Ülke ve parti yönetiminde liberal düzenlemeler yapılmasını isteyen bu önerge, 12 Haziran`da reddedildi. Bu gelişmelerden sonra Menderes, Köprülü ve Koraltan partiden geçici olarak ihraç edildi. Bayar ise önce vekillikten sonra partiden istifa etti.
7 Ocak 1946`da Dörtlü Takrir`e imza atanlar tarafından Demokrat Parti, kuruldu. Parti genel başkanlığına Bayar getirldi. DP, ekonomi ve siyasette liberal düzenlemeleri savunuyordu. DP`nin kuruluşu iktidar tarafından önceleri hoş karşılandı. Ama partinin gelişmesi, tavrın değişikliğine ve baskıların yoğunlaşmasına yol açtı. İktidar muhalefeti ihtilalcilikle suçlarken, muhalefet ise iktidarı tek parti özlemcisi olarak niteledi. Muhalefetin yasalarda ve seçim sisteminde değişiklik isteğinin iktidar tarafından kabul edilmemesi, çatışmaları arttırdı.
Demokrat Parti birinci iktidar dönemimde (1950-54) liberalleşmede önemli adımlar attı. Yabancı yatırımlar desteklendi. Ezanın Arapça okunması ve radyoda dini program yapılması yasağı kaldırıldı ve okullara din dersi kondu. 1950 yılında Kore`ye asker gönderilmesinden sonra 1952`de NATO`ya girildi.
DP`nin üçüncü ve son iktidar dönemi (1957-60), iktidar ile muhalefetin yer yer sokağa taşan sert çatışmaları ile sürdü. 23. Hükümet döneminde Menderes Kıbrıs konusunda imzaladıkları ortaklık anlaşmasına garantörlük maddesini yerleştirerek uluslararası başarıya imza atmıştır
Muhalefetin etkinliklerinin soruşturulması için DP tarafından TBMM içinde Tahkikat Komisyonu kuruldu. Komisyon, CHP lideri İsmet İnönü`nün TBMM`deki konuşmasını yasakladı.
Kore Savaşı
Türkiye Cumhuriyeti, 1950 yılında başlayan Kore Savaşı`na fiilen katılmış ve 1950`den 1953`e kadar tugay büyüklüğünde bir kuvvetle Kuzey Kore`ye karşı savaşmıştı. Kunuri Muharebesi`ndeki başarılarıyla dikkat çeken Türk Tugayı, başta Koreliler olmak üzere bütün dünyanın takdirini kazanmıştır.
II. Dünya Savaşı`nın bitip Soğuk Savaş`ın başlamasıyla Türkiye, uluslararası ortamda kendini yalnız buldu. II. Dünya Savaşı`nda tarafsız kalarak bütünlüğünü Almanya`ya karşı korumuş ancak savaş sonrasında Sovyetler`in Doğu Anadolu`da toprak ve Boğazlar`da üs ve ortak savunma talepleriyle karşılaşmıştı. Böylece Sovyet tehdidine karşı müttefik arayan Türkiye Batı Bloğu`na ve Amerika`ya yaklaşmaya başladı.
Türkiye, NATO`ya girişini hızlandırmak için başlayan Kore Savaşı`na birlikler göndermiştir. Özellikle sol kesimler tarafından "Türk gencinin kanının Amerika`ya satılması" şeklinde eleştirilen bu davranış, Türkiye ile Batı Bloğu arasındaki yakınlaştırmayı hızlandırmış ve 18 Şubat 1952`de Türkiye bir NATO üyesi olmuştur.
Kore Savaşı`nda Türkiye
1960`lı yıllar
27 Mayıs Darbesi
27 Mayıs Darbesi [4], 27 Mayıs 1960`ta yapılan ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gerçekleşmiş ilk askerî darbe[5]. Ayrıca 27 Mayıs Askerî Müdahalesi[6] ya da 27 Mayıs İhtilâli[7] olarak da anılır. Darbe emir komuta zinciri içinde yapılmamıştır; 37 düşük rütbeli subayın planları ile icra edilmiştir. Kritik mevziler bu subayların ellerindeki asker ve silahlarla önce ordudaki komuta kademesinin etkisiz hale getirilmesi ile ele geçirilmiştir. Sonra cumhurbaşkanı ve hükümet üyeleri tutuklanarak, hükümet; 235 general ve 3500 civarında subay (daha çok albay, yarbay, binbaşı) emekliye sevk edilerek, ordu; 1402 üniversite öğretim görevlisi görevden alınınarak ve bazı üniversiteler kapatılıp el konularak, üniversiteler; 520 hakim ve yargıç görevden alınınarak, yargı kontrol altına alınmıştır.[8][9]
Darbeden sonra darbeyi planlayan ve ıcraa eden 37 düşük rütbeli subay ve Emekli Orgeneral Cemal Gürsel in oluşturduğu Millî Birlik Komitesi ülke yönetimini üstlendi.
1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti`nin ülkeyi gitgide bir baskı rejimine ve kardeş kavgasına götürdüğü gerekçelerini [10] ileri sürerek Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde bir grup subay, 27 Mayıs 1960 sabahı ülke yönetimine bütünüyle el koydu.[11] 37 subaydan oluşan Millî Birlik Komitesi bu harekat ile anayasa ve TBMM`yi feshetti, siyasi faaliyetleri askıya aldı, Cumhurbaşkanı Celâl Bayar, Başbakan Adnan Menderes başta olmak üzere birçok Demokrat Partiliyi tutuklattı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun, İstiklal Savaşı kahramanlarından Ali Fuat Paşa, Kore gazisi Tahsin Yazıcı ve emekli olduktan sonra DP`den milletvekili seçilen eski Genelkurmay başkanı Mehmet Nuri Yamut da tutuklananlar arasındaydı.
3. Ordu Komutanı Orgeneral Ragıp Gümüşpala`nın, eğer darbenin lideri kendisinden daha kıdemli değilse ordusuyla Ankara`ya yürüyüp isyancıları yakalayacağını söylemesi üzerine darbeden haberi olmayan Emekli Orgeneral Cemal Gürsel Milli Birlik Komitesi`nin başına getirildi.[12] Bu darbenin daha sonraki yıllarda meydana gelen askeri darbelerden farkı[13], Türk Silahlı Kuvvetleri emir komuta zinciri içinde yapılmamış olmasıydı;[14] nitekim dönemin Genelkurmay başkanı da yönetime el koyan askeri güçler tarafından tutuklanmıştı.
Askeri en fazla rahatsız eden gelişmelerden biri DP`nin, 1932`de Atatürk tarafından çıkartılan ezanın Türkçe okunması kanunu değiştirmesiyle ilintiliydi. Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında bile tartışmalara neden olan bu konu, Menderes`in istifaya yanaşma resti ile sona ermiş ve ezan uzun bir aradan sonra yeniden Arapça okutulmaya başlanmıştı. Bu değişiklik ve Menderes`in
``Sizler isterseniz hilafeti bile getirirsiniz! ´´
açıklaması genç subayların ve aydın kesimin tepkisini çeken uygulamalardan sadece biriydi.
Yüksek Adalet Divanı`nca yargilanlardan 15 kişi idama, 31 kişi ömür boyu hapse, 418 kişi değişik hapis cezalarına çarptırılırken 123 kişi de aklandı. Milli Birlik Komitesi`nin onayıyla Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan 16 Eylül 1961, Adnan Menderes ise 17 Eylül 1961`de İmralı Adası`nda idam edildi.Celal Bayar ve Refik Koraltan ile 11 kişinin idam cezası ömür boyu hapse çevrildi. DP, 29 Eylül 1960`ta kapatıldı.
2. BÖLÜM SONU
3. BÖLÜMÜ MUTLAKA OKUYUNUZ









Herkesin ebedi saadetini temin etmeye çalışan ve tamamıyla nur olan İslamiyeti, elbette ahiretten nasibi olmayan ve yarasa gibi içleri karanlık olan insanlar engellemeye çalışacaklar. Bu durum Hz. Adem (a.s) zamanından beri böyledir. Fakat asrımız alimlerinden Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin dediği gibi:lamiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez. Gündüz gibidir göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan yalnız kendine gündüzü gece yapar.´´
``İlim ve fennin hükmettiği İstikbalde, ancak bütün mesailini ilme tespit ettiren Kur`an hükmedecektir.´´
``Evet, ümitvar olunuz. Şu istikbal inkılabatı içerisinde en yüksek gür sada İslam`ın sadası olacaktır.´´ Demekteydi.
İslam yaşanan bir dindir. Kim İslam`ı yaşıyorsa orada İslam vardır. Örneğin namaz kılmak İslam`ın bir emridir; Kur`an`da yüzden fazla yerde geçiyor. Namazını kılan birisi İslam`ı yaşıyor demektir. Demek ki İslam`ın emir ve yasaklarını yerine getirmek İslam`ı yaşamak anlamındadır.
Bu nedenle dünyanın her yerinde İslam yaşanıyor ve inşallah yaşayanların sayısı çoğalacaktır.


Kendi ülkemiz dahil, dünyanın tüm bölgelerinde inandıklarını yaşamaya çalıştıklarından dolayı mazlum bırakılan, horlanan ve hatta katledilen Müslüman kardeşlerimizi, Allahın adaleti ile müjdeliyorum&8230; Ve katliamları yapanları da Allahın azabıyla&8230; tüm Müslüman kardeşlerimizi de duyarlılıklarını artırmaya davet ediyorum.




Dünyada İslam`ın yasak olmasına gelince, İslam yaşanan bir dindir. Kim İslam`ı yaşıyorsa orada İslam vardır. Örneğin namaz kılmak İslam`ın bir emridir; Kur`an`da yüzden fazla yerde geçiyor. Namazını kılan birisi İslam`ı yaşıyor demektir. Demek ki İslam`ın emir ve yasaklarını yerine getirmek İslam`ı yaşamak anlamındadır.
Bu nedenle dünyanın her yerinde İslam yaşanıyor ve inşallah yaşayanların sayısı çoğalacaktır.



Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.