Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10194
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Görüş bildirebileceğiniz Ana Kategoriler
Anayasal Düzen (154) | Dış Politika (2285) | Ekonomi (234) | Eğitim (91) | Devlet Kurumlarımız ve Memurlar (63) | Adalet (71) | Milli Kültür (423) | Gençlik (27) | Siyasi Partiler ve Siyasetciler (848) | Tarım (147) | Sanayi (13) | Serbest Meslek Mensupları (5) | Meslek Kuruluşları (2) | Basın ve Televizyon (19) | Din (542) | Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız (54) | Bilim ve Teknoloji (13) | Milli Güvenlik (623) | Türk Dünyası (889) | Şiir (77) | Sağlık (185) | Diğer (3429) |

Görüş bildirebileceğiniz Devlet Kurumlarımız ve Memurlar konuları
Devlet kurumlarımız yeniden yapılanmalı mı? (7)
Devlet memurlarımız nasıl olmalıdır? Temel sorunları nelerdir? (8)
Devlet kurumları ile ilgili diğer konular (48)


Devlet Kurumlarımız ve Memurlar - Devlet kurumları ile ilgili diğer konular konusu hakkında görüşler
Em. General Ahmet YAVUZ - (Ziyaretci) 26.04.2021 10:33:47

Bölünmüş Zihnin Tahribatı

26 Nisan 2021 Pazartesi
İnsan zihni düşünce üreten ve dışarıya davranış olarak yansıtan bir yapıdır. Her zihin belirli bir yol haritasına sahiptir. Bilgiyi kendince işler. Buna disiplin demek de mümkündür.

Disiplin sadece askerler için olmasa da bir asker için olmazsa olmazdır. Bir bilim insanının disiplininden farklı olarak askerin disiplini mutlak itaati zorunlu kılar. Çünkü askerlikte verilen bazı emirlerin ucunda ölüm vardır. Eğer asker o disiplini edinememişse vazifesini bir kenara bırakabilir ve farklı nedenlerle verilen emrin dışına çıkabilir.

ASKERİ ETİK NE DİYOR
Birçok ordunun askeri etiğini derinlikli olarak inceleyen Huntington’a göre: “Askerlik mesleği devlete hizmet için vardır. Mümkün olan en iyi hizmetin sunulabilmesi için, askerlik mesleğinin ve bu mesleğin yönettiği gücün, devlet politikasının verimli bir aracı haline dönüştürülmesi gerekir. Siyasi irade yukarıdan geldiği için mesleğin bir itaat hiyerarşisi şeklinde örgütlenmesi gerekir.

Mesleğin işlevini yerine getirebilmesi için ise bu hiyerarşideki her bir kademenin, kendisinden alt kademelerin kesin ve sadık itaatini görmesi gerekir. Bu nedenle sadakat ve itaat askerlikteki en güçlü faziletlerdir (erdemler).”(1)

Yazar, aynı yerde “Denizlere hâkim olan dünyaya egemen olur” tezinin sahibi ünlü Amiral Mahan’dan, “İtaat kuralı, askerlik için diğer tüm kuralların bağlı olduğu bir fazilettir...” ifadesini alıntılamış, sonra şöyle devam etmiştir:
“Bir asker yetkili üstünden yasal emir aldığında, tartışmaz, tereddüt etmez, kendi görüşlerini öne sürmez, hemen itaat gösterir. Asker hakkında, uyguladığı politikalar üzerinden değil, uygulama sürecindeki çabukluğu ve verimliliği üzerinden yargıya varılır. Askerlerin hedefi, bu itaat aracını mükemmelleştirmektir, bu aracın hangi amaçlarla kullanıldığı ise sorumluluğunu aşar. (...) Bir subay kadrosu, sadece askerlik idealine itaatkâr olduğu ölçüde profesyoneldir. Diğer bağlılıkları fani ve bölücüdür. (...) Silahlı kuvvetler içinde değişmez ve birleştirici olan tek şey mesleki yetkinlik idealidir: bireyin iyi askerlik idealine sadakati, birliğin en iyi alayın ruh ve geleneklerine sadakati. En etkili askeri kuvvet ve subaylar, siyasi ve ideolojik hedeflerden ziyade bu ideallerle motive olanlardır. Silahlı kuvvetlerin devletin sadık hizmetkârı olması ve sivil denetimin teminat altına alınması, ancak askerlerin bu ideallere bağlılıklarıyla mümkündür.”

Bu bakış açısı, yazarın kişiliğinden bağımsız olarak çok değerlidir, olması gerekendir. Sahiplenilmesi gereken ilkelerdir.

ATATÜRK’TEN SÜZÜLENLER
Benzer bakış açısına sahip olduğunu, “Zabit ve Kumandan ile Hasbihal” isimli kitabından bildiğimiz Atatürk, Ocak 1921’de Sovyet temsilcisi olarak Ankara’da bulunan Upmal’ın “partili subay” öneri ve yaklaşımına karşı çıkarak göstermiştir. Şu ifadesi çok açıktır:
“Ben kendim uzun süre orduda politikayla uğraştım ve kişisel tecrübemden bunun ne kadar zararlı olabileceğini biliyorum ve bu yüzden ordunun tamamen politikanın dışında olması gerektiğini düşünüyorum. Eğer ordunun politikayla uğraşmasına izin verilirse bu, birçok parti gruplarının rahatça kurulmasına yol açar. Bir gün bir kumandan karşıt partiden olan birine emir verdiği zaman, diyebilir ki ‘Bu emrin yerine getirilmesi benim fikirlerim karşısında ve bu yüzden itaat etmek zorunda değilim’. Bu, ordunun savaşma kabiliyetini hızla azaltır ve hatta tamamen parçalanmasına bile yol açabilir.”(2)

Bu tavrını Milli Mücadele içinde ortaya koymuş, Cumhuriyet ile birlikte 1924’te Genelkurmay Başkanı’nı kabine üyeliğinin dışına çıkarmış ve 1926’da siyasetle meşgul olan general ve subayların ordu dışına çıkmalarını sağlamıştır.

CUMHURİYETİN NİTELİKLERİNE SADAKAT ESASTIR
Anayasaya göre Cumhuriyetin nitelikleri açıktır: “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.”

Askerin sadakati tartışılmaz bir biçimde anayasal ve yasal sınırlar içinde ülkenin rejimine ve ordusunun etik değerlerinedir; itaati ise siyasi iktidarın bu çerçevedeki direktiflerinden kaynaklı emirlere ve amirlerinedir. Bu, tartışılmaz ilkedir.

Oysa bölünmüş bir zihin sahibi, aldığı görev karşısında ikircikli bir tutum takınabilir. Bu ikircikli tutumun kaynağında kendi öznel değerlerine sadakat yatar.

Askerin sadakati anayasal düzene ve kendi ordusunun etiğine, itaati komutanınadır. Komutanı dışında bir merkezden emir alan asker, asker değildir.

KENDİ ÖZNEL DEĞERLERİNİ ÖNE ALMAK
Bu türden değerler neler olabilir? İlgilinin siyasi görüşü etken olabilir. İktidara karşıt bir partiye duyduğu bağlılık aldığı emri uygulaması konusunda tereddütler yaşamasına yol açabilir. Hatta itaatsizliği tercih edebilir. Bu tutumun Balkan Harbi’nin kaybında önemli rol oynadığını ileri sürmek yanlış olmaz. Ya da asker kendisinde darbe yapma hakkını bulabilir. Maalesef 27 Mayıs, bu kötü geleneğin başlangıç halkası olmuş getirdiği iyi şeylere rağmen darbe virüsünü TSK’ye sokmuştur.

12 Eylül öncesinde ordu içinde siyasi bölünmeler yaşanmıştır. Bunlardan birçok ders edinildi. Pahalı bir öğrenme yoluydu. Bunlar, bizim kuşağımızın yaşanmışlıklarından süzülen deneyimlerdir. Tekrar yaşanmaması için hatırlanmalıdır.

İlgilinin inançları etken olabilir. Kişi, aidiyet duyduğu tarikat ve cemaatin hatta etnik kökeniyle ilgili lider gördüğünden aldığı emirle meşru otoritenin verdiği yasal emir arasında zihinsel bölünmüşlük yaşayabilir.

Bu durumun örnekleri çok görülmüştür. 28 Şubat döneminde de yaşanmıştır. Belirli çevreler bu konuda hep askerin kimi yanlış tutumuna vurgu yaparak yetinse de o dönemde ordu içinde açık itaatsizliklere tanık olunmuştur. Bunlardan birisini “Vesayet Savaşları” kitabımda yazmıştım.(3) Bu durumun en çarpıcı ve hafızalarda tazeliğini koruyan örneğini ise 15 Temmuz’da yaşadık. Dinci bir yapı darbeye kalkıştı. Geniş bir karşı koymayla başarılı olamadılar. O geniş cephede, TSK etiğine sıkı sıkıya bağlı subaylar da önemli bir rol oynadılar. Ancak çabuk unutuldu.

AMİRALLER BİLDİRİSİNDE DİKKATTEN KAÇIRILAN İFADELER
Tarihe “Amiraller Bildirisi” olarak geçen ve Montrö ve sarıklı amiral ekseninde duyulan kaygıyı dillendiren açıklama, saygın bulunup dikkate alınmak yerine istismar vasıtasına dönüştürüldü. Yetinilmedi ve yargı konusu yapıldı. Hemen organize ve abartılı tepki vermek yerine yazılanları dikkatle okumuş olsalardı, amirallerin yer yer iktidar merkezli bir bakışla paralel tavır sergiledikleri anlaşılmış olacaktı.

Şu ifadeyi birlikte okuyalım: “TSK ve özellikle Deniz Kuvvetlerimiz son yıllarda, çok bilinçli bir FETÖ saldırısı yaşamış ve çok değerli kadrolarını bu hain kumpaslara kurban vermiştir. Bu kumpaslardan çıkarılacak en önemli ders, TSK’nin, anayasanın değişmez, değiştirilmesi teklif edilemez temel değerlerini titizlikle sürdürmesi zaruretidir.”

Devamını büyük harflerle yazdım. Çünkü iyi ve doğru anlaşılması gerekiyor: “BU GEREKÇELERLE, TSK VE DENİZ KUVVETLERİMİZİ BU DEĞERLERİN DIŞINA ÇIKMIŞ, ATATÜRK’ÜN ÇİZDİĞİ ÇAĞDAŞ ROTADAN UZAKLAŞMIŞ GÖSTERME ÇABALARINI KINIYOR VE TÜM VARLIĞIMIZLA KARŞI ÇIKIYORUZ.”

Demişler ki “sarıklı amiral” olayını önemsiyoruz ama abartmıyoruz. Zira anılan görüntüye bakarak “çağdaş rotadan uzaklaşmış gösterme çabalarına” karşı bir duruş sergilemişler. Sonra da “aksi takdirde” ifadesiyle olası tehlikeye dikkat çekmişler. Belki tam dememişler ama “yeni 15 Temmuz’lar yaşanmasın” demek istemişler. Bunu da Sami Selçuk’un, Cumhuriyet’teki yazısında (19 Nisan 2021) belirttiği gibi “mertçe” kaleme almışlar.

Sadece bu ifade bile “Mavi Vatan” yolcularının iktidarın mevcut deniz politikasına (değişiklikler yaşansa da) destek vermelerini yeterince açıklamaktadır. Olası tehlikeye dikkat çekmek de her vatandaşın anayasal hakkıdır.

Bildiride ayrıca anayasanın değiştirilemez maddelerine yapılan vurgu da darbe karşıtlığının ve demokrasiden yana tavır koymanın başka bir ifadesidir.

ABD VE FRANSA ÖRNEKLERİ
ABD’de bırakalım emekliyi Trump’ın kaybettiği seçim sonrası taraftarlarını sokağa dökme ve darbe arayışına girdiği günlerde Genelkurmay Başkanı Mark Milley, 13 Kasım 2020’de, “anayasaya bağlılık yemini” ettiklerini vurgulayarak bildiri yayımlamıştır. Daha önce aynı genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanları anayasal çerçevede ırkçı söylem karşıtlıklarını kamuoyuyla paylaşmışlardı.

Üç gün önce (Cumhuriyet, 24 Nisan 2021) bir grup emekli general/amiral ve subay/astsubay Fransa’nın geleceğine ilişkin kaygılarını açık bir mektupla CB Macron’a ilettiler.

Bu iki olay ilgili devlet kademelerinde hiçbir şekilde “darbe vb.” olarak nitelenmemiş ve asla nitelenmeyecektir.

Zira ülkenin bekasına ilişkin duyulan endişelerin ülkeyi yönetenlere açıkça ifade edilmesi vatanseverliktir. Bizde ise hemen hainlikle eşdeğer ve darbecilikle özdeş kılınmaktadır. Kabul edilebilir değildir.

SONUÇ
Asker demek çelik disipliniyle yasal emirlere koşulsuz itaat eden demektir. Eğer onun zihni o veya bu şekilde bölünürse ortaya büyük bir kargaşa çıkar. Meşru vazifenin başarısızlıkla sonuçlanması kaçınılmaz olur. Zira verilecek emrin ucunda “ölüm olgusu” vardır. Komutan gerektiğinde canını veren ve ölmeyi emredendir. Asker görevini yapmak için ayakta kalmalıdır. Ama gerektiğinde ölümü göze almak hatta ölmek durumundadır.

Burada bir acımasızlığı çağrıştırmak ve ölüme övgüler düzmek gibi niyetim yok ancak atalarımız eğer ölmeseydi üzerinde yaşadığımız topraklarda bir vatanımız olmazdı.

Tam 106 yıl önce 25 Nisan öğleye doğru 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal, Conkbayırı Tepe zirvesine yaklaşmış düşmanı geri atmak için şu emri vermişti: “Size ben taarruz etmeyi emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum! Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler ve kumandanlar kaim olabilir.”

Eğer 57. Alay’ın kahraman askerleri ölümleri pahasına gereken itaati göstermemiş olsalardı, Çanakkale’ye çıkan düşman o gün Boğaz’ın batı yakasına ulaşabilirdi. İstanbul da erkenden işgal edilir ve tarih başka türlü yazılırdı.

Anayasal değerlere sadık, yasa ve emirlere itaati kutsayan, liyakati esas alan bir ordu geleceğimizin en büyük güvencesidir. Yangınlarla sarılı coğrafyanın kötü kader olması, bu ordunun sağlamlığıyla orantılıdır. Herkesi bu bilinçle davranmaya davet ediyorum.

AHMET YAVUZ



DİPÇE

1 Samuel P. Huntington, Asker ve Devlet, Çev. K. U. Kızılaslan,

2. Basım, Salyangoz Yay., 2006, s.79. 2 Atatürk’ün Bütün Eserleri, C.10, s.235.

3. Ahmet Yavuz, Vesayet Savaşları, Kırmızı Kedi,

4. Basım, s.177-178.


Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.