Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10192
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Görüş bildirebileceğiniz Ana Kategoriler
Anayasal Düzen (154) | Dış Politika (2285) | Ekonomi (234) | Eğitim (91) | Devlet Kurumlarımız ve Memurlar (63) | Adalet (71) | Milli Kültür (422) | Gençlik (27) | Siyasi Partiler ve Siyasetciler (847) | Tarım (147) | Sanayi (13) | Serbest Meslek Mensupları (5) | Meslek Kuruluşları (2) | Basın ve Televizyon (19) | Din (542) | Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız (54) | Bilim ve Teknoloji (13) | Milli Güvenlik (623) | Türk Dünyası (889) | Şiir (77) | Sağlık (185) | Diğer (3429) |

Görüş bildirebileceğiniz Diğer konuları
Görüş bildirmek istediğiniz diğer konular (3429)


Diğer - Görüş bildirmek istediğiniz diğer konular konusu hakkında görüşler
Ömer Sağlam - (Ziyaretci) 5.02.2010 22:17:28

ALEVİ ÇALIŞTAYI SONUÇ BİLDİRİSİ ACABA İNTİHAL Mİ?(2)

``İbadet´´ genel anlamda ``kulluk´´ demektir, yani yaratıcıya kulluk vazifesinin yerine getirilmesidir. Vermiş olduğu onca nimete karşı yaratıcıya şükretmektir. Yani onun büyüklüğünü kabul edip O`na teşekkür etmek. Bu teşekkür, birçok şekilde ve birçok eylemle yapılır ki; namaz kılmak bu eylemlerden sadece birisidir. Bizim dini geleneğimizde cami ve mescitler ise sadece namaz kılmak ve Kur`an okumak için tahsis edilmiş mekânlardır. Oysa Allah`a kulluk sadece namaz kılmakla yapılmaz. Diğer birçok eylem gibi, dua etmek, niyazda bulunmak, yalvarmak, zikir yapmak da birer ibadettir. Zikir, niyaz ve duâ ise muhtelif şekillerde yapılabilmektedir ki; bugün ``Tarikat´´ denilen ve ``Tasavvuf´´ ilminin konusunu oluşturan inanç oluşumlarının, birbirinden farklı zikir ayinleri ve kendine özgü ritüelleri vardır. Hatta bu ritüeller çoğu zaman folklorik özellikler taşıyan ritimli hareketlerle icra edilmektedir ve her tarikatın kendine özgü hareketleri vardır.

Ritüelleri birbirinden farklı onca tarikat, İslam`ın ortak mabedi camide ayin yapamayacaklarına, buralarda ayin yaparak kendi dışındaki tarikat mensupları ile tarikat mensubu olmayan Müslümanları rahatsız edemeyeceklerine göre, bunların kendilerine ait bir mekânlarının bulunması kaçınılmazdır ve bunlar bir ihtiyaçtır. İşte bu noktada Alevi-Bektaşiler için cemevlerine olan ihtiyaç kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Oysa yukarıda gördük ki; Alevilik ve Bektaşilik, yakın zamanlara kadar bir tarikat değil, İslam`ın bir parçası olarak Hanefilik içinde mütalaa edilmeye çalışılan bir meşrep olarak kabul edilmiştir. Görülüyor ki; bu noktada Aleviliğin sadece bir ``Meşrep´´ yani bir ``hayat tarzı ve yaşam biçimi´´ olarak kabul edilmesi yetersiz kalmaktadır. O zaman Alevilik ve Bektaşiliği yeniden tanımlamakta ve yerli yerine oturtmakta galiba fayda var.

Bize kalırsa, Alevilik ve Bektaşiliği en azından ``Tarikat´´ kavramı etrafında tanımlamak gerekir. Bize göre Mevlevilik neyse, Bektaşilik de odur. Çünkü her ikisinin ortak yanı, ayinlerinin müzik eşliğinde yapılıyor olmasıdır.. Zaten Cumhuriyete kadar devam eden dini kültürümüzde ve hatta uygulamada Alevilik-Bektaşilik, hep``Tarikat´´ olarak muamele görmüştür. Bektaşilik bir tarikat değilse o zaman koskoca imparatorluk sınırları içinde yayılmış onca Bektaşi Tekkesi`ni nasıl izah edeceğiz? Macaristan`daki Gülbaba Tekkesi`nden tutun da Romanya`daki Babadağ Tekesi`ne varıncaya kadar belki de yüzlerce Bektaşi Tekkesi`ni nasıl açıklayacağız? Ya da Alevi ve Bektaşi Tekkelerinin, Cumhuriyet`in ilk yıllarında çıkarılan ``Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması´´ hakkındaki kanun çerçevesinde kapatıldıklarını.
Alevilik ve Bektaşiliğin tarikat olarak kabul edilmesi ve buradan hareketle cemevlerine ibadethane statüsü verilmesiyle birlikte başka sorunların da ortaya çıkacağı muhakkaktır. En azından diğer tarikatlar da aynı hakkı istemeye başlayacaklardır. Tekke ve zaviyelerin kapatılması hakkındaki kanunun çıkarılmasıyla diğer bütün tekke ve zaviyelerin derhal kapatılmasına karşılık Bektaşi ve Mevlevi tekkelerinin birkaç yıl daha yaşadıkları biliniyor. Bu durum, tıpkı Osmanlı devlet yönetimi gibi Cumhuriyetin sivil ve asker bürokrasisinin de bu iki tarikata diğerlerinden farklı bir gözle baktıklarını akla getirmektedir. Ancak meydana gelen problemler, bu iki tarikata ait tekkelerin de kapatılmasını zorunlu kılmıştır. Şimdi Alevi-Bektaşi tekkelerine verilecek bir ayrıcalık, 85 yıl önce yaşanan söz konusu problemlerin tekrar su yüzüne çıkmasına sebep olacaktır. Dolayısıyla bu konuda atılacak adımların düşünülerek atılmasında sonsuz faydalar vardır.


Cem Vakfı ve Dünya Ehli Beyt Vakfı gibi bazı Alevi kuruluşlarının yanı sıra Başta Arif Sağ olmak üzere bazı Alevi siyasetçi ve aydınlarının iştiraki ile yapılan çalıştaylar sonucunda üzerinde mutabakat sağlanan konulardan ilk ikisi oldukça önemlidir. Çünkü bunlar sadece Alevi yurttaşlarımızı değil, toplumun bütün kesimlerini ilgilendirmektedir. Nedir onlar;

1- Anayasa değişikliği ile zorunlu din dersi uygulaması kaldırılsın veya bu dersin içeriği değiştirilsin.2- Din içerikli bilgiler ancak velilerin onayı ile öğrencilere verilsin.

Demek oluyor ki; bu iki uygulamayı hayata geçirmek için öncelikle Anayasa değişikliği gerekiyor. İş, sanırım sadece Anayasa değişikliği yapmakla da bitmiyor. Bu sefer birçok yasayı Anayasa`ya uygun hale getirmek de gerekiyor. 4 Şubat günü, Alevilik ve Bektaşilik üzerine incelemeleri ve kitapları da bulunan bir araştırmacı dostumla konuştuğumuzda, o da aynı şeyleri söyledi. Ancak bana göre elbette eğer istenirse bunların hepsi yapılabilir ve bence yapılmalıdır da.

Din derslerinin seçmeli hale getirilmesinin ve bu dersin verilmesini öğrenci velilerinin iznine bağlamanın bence de hiçbir sakıncası yoktur. Zira bana göre, dindar aileler çocuklarına zaten bu dersi aldıracaklardır. Ayrıca, din derslerinin içeriğinin sınıf içinde namaz tatbikatları yapılmayacak biçimde değiştirilmesinde de bence herhangi bir mahzur yoktur. Çünkü bu ülkede yaklaşık 100 bin cami ve yaklaşık 120 bin (bir rivayete göre ise vekillerle birlikte 130 bin civarında) din görevlisi bulunmaktadır ve yaz ayları gelince bu camilerin hemen hepsi birer Kur`an Kursu, din görevlileri de birer Kur`an Kursu öğretmeni olmaktadır. Dolayısıyla Milli Eğitime bağlı örgün öğretim kurumlarının din dersi konusundaki eksikliklerini Diyanet`e bağlı yaygın öğretim kurumları (Kur`an Kursu ve camiler) pek ala giderebileceklerdir. 28 Şubat süreci ile birlikte zorunlu temel eğitim süresinin 8 yıla çıkarılması üzerine dönemin Diyanet İşleri Başkanı M.Nuri Yılmaz`ın yapmış olduğu ilk açıklamanın, din eğitiminde oluşacak boşluğun yaz aylarında camiler vasıtasıyla giderilebileceğini söylemek olduğu hala hatırlardadır.

Görüleceği gibi zorunlu din derslerinin kaldırılmasıyla çocuklarına din dersi aldırmak isteyen aileler fazla bir sorun yaşamayacaklardır. Onlar, çocuklarına seçmeli de olsa den dersi aldıracaklar, eksikliklerini de Kur`an Kursları`nda veya yaz aylarında camilerde verilen din dersleriyle giderebileceklerdir. Burada asıl sorun yaşayacak olanlar Alevi vatandaşlarımızdır. Peki, çocuklarına devletin okullarında din dersi aldırmak istemeyen, ancak onlara Alevilikle ilgili adap ve erkânı öğretmek isteyen aileler bu ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaklardır ve ilgili yasalarda yapılacak değişikliklerle İbadethane statüsü verilecek olan cemevleri bu ihtiyacı giderebilir mi? Bence asıl sorulması gereken ve şöyle adam akıllı cevaplandırılması gereken soru budur. Öyle ya insanlar için din eğer bir ihtiyaç ise bu ihtiyacın bir şekilde giderilmesi gerekecektir.

İşte bu noktada ``Dedelik´´ kurumu hayati derecede önem kazanmaktadır(6). Çünkü Alevilikle ilgili adap ve erkânı en iyi bilecek ve gençlere öğretecek olanlar onlardır. O zaman yeterli sayıda ve yeterli bilgiye sahip derecede dedeye ihtiyaç olacak demektir. Demek ki din derslerinin seçmeli hale getirilmesinden sonra yapılması gereken önemli işlerden birisi de dedelerin eğitilmesi ve dede yetiştirilmesidir. Yani bize göre nasıl her önüne gelen imam ve müezzin olamıyorsa, her önüne gelen de dede olamamalıdır. Hele hele bu insanlar devletin maaşlı memurları olacaksa olay çok daha önem kazanmaktadır. Çünkü devletin memur istihdam etmesinin belli şartları ve kriterleri vardır. Dedelerin de bu şartlara ve kriterlere uygun olarak seçilmesi ve atanması gerekmektedir. Aksi takdirde Anayasa`nın öngörmüş olduğu eşitlik ilkesine uygun davranılmamış olur.

Öte yandan çalıştay sonunda ``Cemevlerinde görev alacak Alevi dedelerinin maaş ve sosyal güvenlik sorunlarının mahalli imkânlarla çözülmesinin öngörüldüğü´´ belirtilmektedir. Çalıştaya katılan ``Cem Vakfı´´ ve ``Dünya Ehli Beyt Vakfı´´ ile diğer Alevi aydınları bu teklifi nasıl karşıladı bilmiyoruz ama Alevi vatandaşlarımızın bu teklifi kabul edeceklerini hiç sanmıyorum. Çünkü bir taraftan halka din hizmeti veren imam, müezzin ve müftülerin maaşlarını devlet bütçesinden öderken, öbür taraftan aynı hizmeti verecek dedelerin maaşlarını ve sosyal güvenlik masraflarını Alevi cemaatinin üzerine yıkmak da Anayasanın öngördüğü ``eşitlik´´ ilkesine ters düşmektedir. Bu durumda, eğer Aleviler, ``imamların, müezzinlerin ve vaizlerin ücret ve sosyal güvenlik sorunları da mahalli imkânlarla karşılansın´´ derlerse el-hak haklı ve doğru söylemiş olurlar.

Esasen Laik olduğunu söyleyen bir devlette olması gereken de budur. Yani maaş karşılığı din adamı istihdam etmemektir. Kanaatimizce din hizmeti tamamıyla sivil toplum kuruluşları ve cemaatlere bırakılmalı, Diyanet ise denetim, kontrol ve koordine görevini görmelidir. Kısaca Diyanet, tıpkı RTÜK, SPK, BDDK, Şeker Üst Kurulu, Tütün Üst Kurulu ve Enerji Üst Kurulu gibi bir üst kurul haline getirilmelidir&8230;

Bundan yaklaşık iki yıl önce olmak üzere yine dedelerin eğitimi ve dede yetiştirilmesi konusuna değinerek, 30 Kasım 2007 tarihinde yazmış olduğumuz ``Bu Ampul Cem Evlerini Işıtmaya Yetmez!´´ başlıklı yazımızda bakın neler demişiz:

`` Aleviliği asli temellerine, yani Ahmet Yesevî ve Hacı Bektaş-ı Velî çizgisine oturtmadan ve bugünkü bozulmuş ve yozlaştırılmış haliyle koruma altına almak, ülkeye, Alevilere ve hatta Aleviliğin bizatihi kendisine zarar verecektir. Bugün bu haliyle sazlı sözlü ayinler yapan ya da ne idiğü belirsiz olmakla ve Alevi toplumu tarafından tecrit edilmekle birlikte bazı resmi ve özel merciler nezdinde dede olarak kabul ve itibar gören örneği bizde mahfuz bazı adamları maaşa bağlarsanız, yarın da defli, kudümlü ve neyli bilmem hangi tarikatın şeyh ve müritlerini maaşa bağlamak zorunda kalırsınız. Bundan en büyük yarayı alacak olan da herhalde Türkiye`nin sözde lâik sistemidir. Bunun anlamı ise Türkiye`nin hızla bir din devleti yapılmaya doğru itildiğidir. Bu noktanın iyi bilinmesi gerekmektedir.(7)


Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.