Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10192
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Görüş bildirebileceğiniz Ana Kategoriler
Anayasal Düzen (154) | Dış Politika (2285) | Ekonomi (234) | Eğitim (91) | Devlet Kurumlarımız ve Memurlar (63) | Adalet (71) | Milli Kültür (422) | Gençlik (27) | Siyasi Partiler ve Siyasetciler (847) | Tarım (147) | Sanayi (13) | Serbest Meslek Mensupları (5) | Meslek Kuruluşları (2) | Basın ve Televizyon (19) | Din (542) | Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız (54) | Bilim ve Teknoloji (13) | Milli Güvenlik (623) | Türk Dünyası (889) | Şiir (77) | Sağlık (185) | Diğer (3429) |

Görüş bildirebileceğiniz Diğer konuları
Görüş bildirmek istediğiniz diğer konular (3429)


Diğer - Görüş bildirmek istediğiniz diğer konular konusu hakkında görüşler
Mustafa Mete İSLÂMOĞLU - (Ziyaretci) 26.08.2018 22:47:10

BAB-I ALİ BASKINI

Mustafa Mete İSLAMOĞLU
BAB-I ALİ BASKINI


KONUYA GİRİŞ:- Bu yazımızda önemli bir gerçeği anlatmaya gayret ettik. Osmanlı Devleti`nin 1. Dünya Savaşı`na girişi konusunda, hemen tüm kaynaklar Enver Paşa`nın yarattığı oldu-bittiye işaret ediyor. Osmanlı`nın savaşa girişinin ardından yeni cepheler açılıyor, zaten zor durumdaki Osmanlı, hiç değilse eski kayıplarının bir bölümünü telafi etmeye çalışıyor. Birçok kaynak, 1. Dünya Savaşı`na giden yolu birkaç cümleyle özetleme yoluna gidiyor. Konuyu detaylandırarak, merak edilen noktaları aydınlatmaya çalışacağız.


Osmanlı`nın 1. Dünya Savaşı`na girmesiyle sonuçlanan süreç, aslında 1. ve 2.
Balkan savaşlarının uzantısı halinde gelişen olayların getirdiği bir
sonuçtan ibarettir.

1911 yılının son aylarıyla 1912`nin başında Bulgaristan, Sırbistan,
Yunanistan ve Karadağ Balkan İttifakı`nı kurdu. Bu aşamada Rusya ve
İngiltere de aracı roller üstlendi. Bulgar komitacıları ağustos ayında bazı
terör olayları yarattı, eylülde ise artık savaş kaçınılmaz görünüyordu.
Islahat konusunda Babıâli hükümetlerinin verdiği ödünler fayda sağlamıyordu.

30 Eylül`de Balkan devletleri, 1 Ekim`de ise Osmanlı seferberlik ilan etti.
13 Ekim`de müttefikler Osmanlı`dan taleplerini açıkladı.

1. Vilayetler özerk olacak, başlarına Belçikalı ya da İsviçreli valiler
atanacaktı.

2. Hıristiyanlar askerliklerini kendi vilayetlerinde, Hıristiyan subayların
komutası altında yapacaklardı. Bu subaylar yetiştirilinceye kadar
Hıristiyanlar askerlikten muaf tutulacaktı.

3. Yerel yasama meclisleri kurulacaktı.

4. Islahatın gözetimine büyük devletlerle birlikte Balkan devletleri de
katılacaktı.

5. Islahat 6 ay içinde yürürlüğe girecek, Osmanlı seferberliği tek yanlı
olarak sona erdirecekti.

Osmanlı hükümetinin bu taleplere olumlu cevap vermesi, kamuoyunda ateşli
milliyetçi rüzgârların yoğunlaştığı da dikkate alınırsa, neredeyse
imkânsızdı.

9 Ekim1912`de önce Balkan devletlerinin en küçüğü olan Karadağ, 17 Ekim`de
Bulgaristan ve Sırbistan savaş ilan etti. Savaş patladı. Balkanlar`daki Türk
orduları daha ilk hamlede ikiye bölündü. Ardı ardına yapılan meydan
muharebelerinin hepsinde Osmanlı ordusu ağır yenilgiye uğradı. Garp ordusu,
23-24 Ekim`de Komanova`da Sırplara yenildi, Manastır`a çekildi. 8 Kasım`da
Yunan ordusu Selanik`e girdi. Yunan donanması, son Osmanlı adalarını ele
geçirdi.

Doğu Trakya ordusu da hazırlıksızdı ve ilk taarruz karşısında Bulgarlara
yenildi, Vize-Burgaz üzerine çekildi. 29 Ekim`de Lüleburgaz muharebesinde
bir kez daha yenildi. Bulgar ordusu, İstanbul`un savunma hattı olan Çatalca
ve Gelibolu yarımadasını tutan Bolayır hattına kadar geldi. 18 Kasım`da
Manastır muharebesi durumu perçinledi.

Kuşatma altındaki Yanya Yunanlara, İşkodra Karadağlılara, Edirne ise
Bulgarlara direnmeye çalışıyordu.

Balkan Savaşı`nda Trakya`da, Lüleburgaz harp sahasında gördüklerini anlatan
Matin gazetesi başyazarı Stefan Losannes`in yazdıklarından bir bölüm, Türk
ordusunun içinde bulunduğu durumu anlatıyor:

.Lüleburgaz harbi dört gündür devam ediyordu. Bu dört gün zarfında Türk
Ordusu Başkumandanı [Trakya Şark Ordusu Komutanı] Abdullah [Kölemen] Paşa
umumi karargâhı olan Sakız Köyü`nde küçük bir evde kapanmış kalmıştı.

29 Ekim akşamı Daily Telegraph gazetesinin harp muhabiri Ashmead Bartlett,
uzun gezileri sırasında kendisini orada tesadüfen buldu. Başkumandan
açlıktan ölüyordu. Emir subayları evin fakir bahçesindeki toprağı adeta
tırnaklarıyla kazarak bir iki mısır kökü çıkarmaya çalışıyorlardı. Bu
kökleri bir parça unla bulamaç gibi pişiriyorlardı. İşte bir orduya kumanda
eden zatın yiyeceği bundan ibaretti.

Bartlett acıdı, yanlarındaki birkaç kutu konserveyi verdi. Üç gün
mütemadiyen paşayı besledi. Abdullah Paşa, `Siz olmasaydınız ayakta
duramayacaktım` demiştir.

Osmanlı Ordusu Başkumandanı yiyecek bulamadığı gibi haber de alamıyordu.
Denilebilir ki, harbin devam ettiği dört gün zarfında ne olup ne bittiğini
hiç haber alamamıştır. Ordusunun sağ kanadı nerede? Bunu ancak biliyordu.
Ama bu feci mücadelenin hiçbir safhasını öğrenememiş, hiçbir anında emir
vererek müdahale edememiştir. Harp cephesi 50 km`yi buluyordu. Bu harp hattı
ile bağlanmak için Abdullah Paşa`nın elinde ne telgraf, ne telsiz, ne
muharebe telefonu, ne otomobil, ne uçak, ne bir şey vardı. Hattâ yaverlerini
dörtnala koşturacak bir şoseye bile malik değildi.

Başkumandana haber getirmek için ateş hattına gönderilen birkaç süvari ya
bir şey görmemiş ya da dönmemişlerdi. Abdullah Paşa, sol kanadının
çekildiğini, sağ kanatta Mahmut Muhtar Paşa`nın olağanüstü bir cesaretle
dayandığını ise ancak sezgi suretiyle biliyordu. Nihayet 31 Ekim sabahı
atına binerek birkaç km ilerledi. Ama ilk kaçaklara rast gelip, sol kanadın
bozulduğunu kesin olarak anlayınca, dayanmakta olan merkez ve sağ kanatlara
da çekilme emri verdi. Hâlbuki merkezde Şevket Turgut Paşa dayanıyordu ve
taarruza geçmek üzere idi. Sağ kanadı da yerindeydi. Abdullah Paşa neden
sonra verdiği emrin yanlışlığını anlayarak onun aksine emir gönderdi ama iş
işten geçmişti. İkinci Kolordu dört günden beri harp içinde idi. 24 saattir
hiçbir şey yememişti. Hemen yüz geri etti ve askerler, arkadaşlarının
cesetleriyle örtülmüş çamurlu tarlalar boyunca çekilmeye başladılar. Bir
daha da bir savunma hattı kuramadılar. 31 Ekim akşamı Osmanlı ordusu adeta
bir sel gibi geriye akıyordu. Ordu namına ovada, çeşitli yollardan, yolsuz
bölgelerden Çatalca`ya doğru akıp giden kaçak dalgalarından başka bir şey
kalmamıştı.

Topçular toplarını, cephane sandıklarını bırakıyorlardı. Mekkâreciler
hayvanlarını terk ediyor yahut biraz et yemek için kendi hayvanlarını
öldürüyorlardı. Piyadeler tüfeklerini atıyorlardı. Ama Bulgar ordusu da
bitkindi. İlk müsademede süvarilerini kaybetmişler, son savaşta da en son
ihtiyatlarını ateşe sokmuşlardı. Ellerinde bir tabur bile taze asker yoktu.
Bunun için Türk ordusunun kalıntıları hiçbir saldırıya uğramadan o ovalarda
başıboş dolaşmış, gerilemişlerdi. Yalnız bir gece içinde yüz bin kişinin
felaketi, bozgunluğu üstüne en meşum, en korkunç bir hayal kanatlarını
germişti: Açlık.

Daha garibi, bozgun haberini İstanbul, Londra`dan, Paris`ten daha sonra
alabildi. İstanbul`da bu harbe ait resmi tebliğ ancak 4 Kasım sabahı, yani
dört gün sonra yayımlandı.


Çekilen Osmanlı ordusunu, geriden ikinci bir dalga takip etmektedir:
Göçmenler.

Sırp, Karadağ, Bulgar ve Yunan askerlerinin işgal ettiği yerlerde katliamlar
başlamıştır. Öldürülen, asılan, parçalanan Müslümanlardan geri kalanlar
çoluk çocuk, geriye, İstanbul`a doğru akmaktadır.

Prof. Dr. Sina Akşin de bu ağır yenilginin nedenlerini sorgularken,
Osmanlı`nın silah ve teçhizat bakımından karşısındakilerden çok da geri
olmadığının altını çiziyor ve acı gerçeğe işaret ediyor:

.Öyle anlaşılıyor ki, iletişim ve ikmal bakımından, sevk ve idare
(komutanlık) bakımından, savaş azmi bakımından onlar üstündü. Yenilginin baş
sorumlusu Başkumandan Vekili ve Harbiye Nazırı Nazım Paşa`ydı.

Tabii genel, siyasi sorumluluk Nazım`ı o mevkiye getiren Ahmet Muhtar ve
Kamil paşalarındır. Şu bakımdan da sorumludurlar ki, böyle bir ölüm kalım
mücadelesinde bile İttihat ve Terakki`ye karşı kavgadan vazgeçilmemiş, bir
ulusal birlik havası yaratılamamıştır.

29 Ekim`de Ahmet Muhtar Paşa istifa ettirildi, Kamil Paşa sadrazam oldu.
Osmanlı Devleti büyük devletlerden mütareke konusunda istediği yardımı
alamayınca, doğrudan Bulgar Kralı`na başvurdu.

Çatalca hattına yüklenen Bulgarlar, kesin sonuç alamayacaklarını anlayınca
mütarekeye razı oldu.

16 Aralık`ta toplanan Londra Konferansı`nda Balkan devletleri Tekirdağ`ın
doğusundan geçen bir hattı takiben bu hattın doğusu ve Gelibolu yarımadası
dışında bütün Rumeli`nin ve Ege adalarının kendilerine verilmesini
istediler. Taleplere Edirne vilayeti ve Girit adası da dâhildi. Edirne ve
Girit konusundaki anlaşmazlık nedeniyle görüşmeler 6 Ocak 1913`te yarıda
kaldı. Büyük devletlerin Londra büyükelçileri hemen bir araya geldi.

17 Ocak`ta İstanbul hükümetine ortak bir nota vererek Edirne`den ve
adalardan vazgeçilmesini istediler. Bu arada büyük devletler Ege adalarını
da Yunanlara bırakmıştı.

Mebusan Meclisi dağıtılmış olduğundan, kararın sorumluluğunu paylaşmak üzere
geleneksel yöntemle devletin ileri gelenlerinden oluşturulacak bir Şura-yı
Saltanat`a danışma kararı alındı. 22 Ocak`ta sarayda toplanan bu şurada,
Kamil Paşa Edirne ve İstanbul`un kuşatılmış olduğunu, savaş ya da barışa
karar vermek gerektiğini söyledi. Ezici bir çoğunluk "barış" dedi. Bu karar
net olarak Edirne`nin gözden çıkarılması demekti.

Babıâli Baskını

Ortalık böylesine karışıkken, hemen ertesi gün İttihat ve Terakki, Babıâli
baskınıadı verilen darbeyle iktidarı ele geçirdi.

23 Ocak 1913 günü İttihatçılar Edirne için sloganlar atarak Babıâli `ye
yürüdü. Şevket Süreyya Aydemir bu sahneyi, ".Aslında 30-40 kişilik bir
İttihatçı grubunun, başlarında beyaz bir ata bindirilen Enver Bey olduğu
halde başardıkları bu baskın, yakın tarihimizin heyecan verici bir olayı
olarak daima hatırlanacaktır".

Babıâli baskınının ilk anlarında bazı mukavemetler oldu. Sadaret Yaveri
Yarbay Nafiz Bey odasından fırlayınca vuruldu, sonra Harbiye Nazırı`nın
yaveri Tevfik Bey aynı akıbete uğradı. Bakanlar Kurulu toplantısından dışarı
fırlayan Harbiye Nazırı Nazım Paşa, "Siz beni aldattınız" diye çıkışırken,
İttihatçı silahşor Yakup Cemil`in tabancasından çıkan kurşunla yere serildi.
Söylentiye göre İttihat ve Terakki Nazım Paşa`nın desteğini kendisini
sadrazam yapma vaadiyle elde etmişti.

Enver Bey, yanına birkaç silahşor alarak doğrudan Bakanlar Kurulu
toplantısının yapıldığı salona daldı. Diğer nazırlar (bakanlar) sağa sola
kaçıştığından, masasında tek başına oturmakta olan ihtiyar Sadrazam Kamil
Paşa`nın önünde ve odanın tam ortasında esas duruşta selam verdi, "Millet
sizi istemiyor, istifanızı yazınız" dedi.

Sadrazam Kamil Paşa direnmedi, istifasını yazdı. Enver Bey, yazıyı alıp
derhal padişaha götürerek, sadarete Mahmut Şevket Paşa`nın atanmasını
sağladı.

Babıâli baskını, Avrupa`da çok olumsuz karşılandı. Balkan devletleri 28
Ocak`ta Londra Konferansı`na son verildiğini duyurdu. 30 Ocak`ta ise
Bulgarlar, 3 gün sonra süresi bitecek mütarekeye son verildiğini açıkladı:

Mahmut Şevket Paşa hükümeti, 30 Ocak`ta büyük devletlerin notasına cevap
verdi. Edirne`nin Osmanlı`nın ikinci başkenti ve bir Müslüman kenti olduğu
hatırlatılıyor, kentin Meriç`in sağ kıyısındaki topraklarının
verilebileceği, adaların kaderinin de, Anadolu`nun savunma ihtiyaçları
gözetilerek Batılı devletlerin kararına bırakılabileceği belirtiliyordu. Ama
Osmanlı hükümetinin Batılıları şaşkınlığa uğratacak talepleri de vardı.
Osmanlı hükümeti, gümrük bağımsızlığı, ticarette eşitlik, Osmanlı`da oturan
yabancıların vergiyle yükümlü tutulmaları, ilk etapta gümrük vergilerinin
yüzde 4 artırılması, yabancı postanelerin ve genel olarak kapitülasyonların
kaldırılması isteniyordu. İşte bunun için Avrupa İttihat ve Terakki`ye illet
oluyordu. Türklerin Rumeli`den büyük ölçüde kovulması, Edirne`nin
Osmanlı`dan alınması söz konusuyken, onlar kalkıp bir de iktisadi
bağımsızlık istiyorlardı.


Bulgarlar savaşı yeniden başlattı. Yeni hükümet durumdan umutsuzdu, para da
yoktu. Başkomutan Vekili Ahmet İzzet Paşa, genç subayların ısrarı üzerine
Bolayır`da bir harekât yapmaya karar verdi. Gelibolu yarımadasında bulunan
Mürettep Kolordu taarruza geçerken, 10. Kolordu da Şarköy`e, Bulgarların
gerisine denizden çıkarma yapacaktı. Böylece Bulgarlar iki ateş arasında
kalacaklardı. Mürettep Kolordu, kararlaştırıldığı gibi 8 Şubat`ta taarruza
geçtiği halde, 10. kolordu`nun çıkarması gecikti, ancak akşam vakti
gerçekleşebildi. Böylece Bulgarlar önce birinci sonra da ikinci hareketi
durdurabildi.

Mürettep Kolordu`nun kurmay başkanı Ali Fethi Bey idi, kurmay heyetinde
arkadaşı Mustafa Kemal Bey de harekât şube müdürü olarak bulunuyordu. 10.
Kolordu`nun kurmay başkanı ise Enver Bey`di. Başarısızlık karşısında iki
kolordunun birbirini eleştirmesi, kurmay heyetlerindeki Enver Bey`le Ali
Fethi Bey ve Mustafa Kemal Bey arasında karşılıklı suçlamaya dönüştü.

Dr. Rıza Nur`un doğruluğu çok tartışılan anılarını esas alan Kadir
Mısıroğlu`nun, sırf Mustafa Kemal`i eleştirebilmek adına bu harekâta ilişkin
yazdıklarını ve işin doğrularını birkaç paragraf sonra aktaracağız.

26 Mart`ta Edirne kahramanca bir direnişin ardından çaresiz Bulgarlara
teslim oldu. 1 Nisan`da Edirne`yi Osmanlı`nın sınırı dışında bırakan
Midye-Enez hattı yeni sınır olarak kabul edildi, 30 Mayıs`ta da buna uygun
olarak Londra Barış Anlaşması imzalandı.

Karşı darbe girişimi

Edirne`nin kesin olarak elden çıkacağının anlaşıldığı günlerde, bu kez de
muhalefettekilerin aklına "darbe" fikri düşmüştü.

İttihat ve Terakki, Edirne`yi kurtaramamıştı ama kendi iktidarını korumakta
muktedirdi. Muhalefetteki Hürriyet ve İtilaf Partisi fedailerinin ilk darbe
teşebbüsü kolayca engellendi.

Aslında 11 Haziran`daki ikinci darbe teşebbüsü de iyi planlanmamıştı ama
Harbiye Nezareti`nden Babıâli`ye gitmekte iken otomobilinin yolu kesilen
Sadrazam Mahmut Şevket Paşa, Yüzbaşı Çerkes Kazım ve arkadaşları tarafından öldürüldü. Darbenin diğer gerekli adımları atılamadığından Mahmut Şevket Paşa öldürüldüğüyle kaldı.

İttihat ve Terakki`nin bu cinayete tepkisi çok sert oldu. Mahmut Şevket
Paşa`yı katleden Yüzbaşı Çerkes Kazım ve arkadaşlarının, Beyoğlu`nda bir
İngiliz kadının evinde kaldıkları anlaşıldı. İngiliz Elçiliği arama izni
vermemesine rağmen Kazım ve arkadaşları iki saat süren çatışmanın ardından
yakalandı ve idam edildi. İdam edilenler arasında hem damat hem de Fransız
uyruklu olan (Tunuslu) Salih Paşa da vardı. Çok sert tedbirler alındı -sağcı
bir parti olarak nitelendirebileceğimiz- muhalefetteki Hürriyet ve İtilaf
Partisi fiilen tasfiye edildi. İttihat ve Terakki artık saray da
dinlemiyordu,
VE Böylece çöküş başladı&8230;
Kaynak: Tarihin bilinmeyen yüzü..
Selam ve dua ile
26 AĞUSTOS 2018
ALANYA


Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.