Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10189
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Görüş bildirebileceğiniz Ana Kategoriler
Anayasal Düzen (154) | Dış Politika (2281) | Ekonomi (234) | Eğitim (91) | Devlet Kurumlarımız ve Memurlar (63) | Adalet (71) | Milli Kültür (422) | Gençlik (27) | Siyasi Partiler ve Siyasetciler (846) | Tarım (147) | Sanayi (13) | Serbest Meslek Mensupları (5) | Meslek Kuruluşları (2) | Basın ve Televizyon (19) | Din (545) | Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız (54) | Bilim ve Teknoloji (13) | Milli Güvenlik (623) | Türk Dünyası (888) | Şiir (77) | Sağlık (185) | Diğer (3429) |

Görüş bildirebileceğiniz Diğer konuları
Görüş bildirmek istediğiniz diğer konular (3429)


Diğer - Görüş bildirmek istediğiniz diğer konular konusu hakkında görüşler
Mustafa Mete İSLAMOĞLU - (Ziyaretci) 2.07.2015 14:55:08

BİLMEDİĞİMİZİDE BİLMİYORUZ!



Mustafa Mete İSLÂMOĞLU
YAZIYOR
BİLMEDİĞİMİZİDE
BİLMİYORUZ!
BAŞLARKEN&8230; Sultan Abdülmecid zamanında ilan edilen ``Tanzimat Fermanı´´ (1839) ile sıkıntılı günler yaşayan Osmanlı Devleti, siyasi, içtimâi, edebi sahada yeni bir dönem girmişti. Tanpınar`ın ifadesiyle ``Tanzimat`la birlikte imparatorluk asırlarca yaşadığı bir medeniyet dairesinden çıkarak mücadele halinde bulunduğu başka bir medeniyet dairesine girdiğini ilan ediyor, onun değerlerini açıkça kabul ediyordu.´´1 Asırlarca Avrupa`yı gölgesinde bırakmış bir cihan devletinin içine düştüğü kötü durumdan kurtulabilmek maksadıyla Avrupalılaşma hareketini başlatması, toplumumuzda köklü değişiklikleri de beraberinde getirdi. Bundan sonra Avrupavari yaşantı, Avrupalılaşma fikrine zıt olarak kültürümüzün her noktasında kendini göstermeye başladı.
Bediüzzaman`ın ``Dünya büyük bir mânevi buhran geçiriyor. Manevi temelleri sarsılan Garp cemiyeti içinde doğan bir hastalık, bir veba, bir tâun felâketi gittikçe yeryüzüne yayılıyor´´2 diyerek tesbit ettiği dinsizlik ve imansızlık vebası, ülkemize, kapılarını ardına kadar Batı`ya açma hareketi olan Tanzimat`la birlikte giriyordu. Ondan sonradır ki, Risâle-i Nur müellifinin ifadeleriyle, terbiye-i islâmiye zedelendi, milletin kalp hastalığı olan zaaf-ı diyanet başgösterdi, ehl-i İslâm sımsıkı temessül ettiği dinden elini gevşetti, cihangir bir devletin üzerine felâketler peşisıra yağıverdi. Ülkeyi tarumar eden felâketler esnasında herkes birbirine soruyordu. ``Bu kötü gidişata nasıl dur diyebilir, eski satvetli günlerimize tekrar nasıl dönebiliriz?´´ M. Akif`in ``Meşrutiyet bize gayet acı bir hakikat öğretti ki, o da vatanımızda her manasıyla büyük adamın yok denecek kadar ender bulunmasıdır,´´3 dediği bir ortamda her kafadan bir ses yükseldi.
Fikirlerin allak bullak olduğu, kimin ne söylediğinin pek anlaşılamadığı bu ortamda, meşrutiyet döneminde yetişmiş ender adamlardan biri, helaketler ve felâketler asrının adamı, gayet net ve hakikatlı konuşuyordu. Zamanın bediisi, milletin ihyasının en çok dinin ihyası ile mümkün olabileceğinden söz ediyordu ve bir dizi kurtuluş reçetesi sunuyordu. O zaman iş yapması gerekenler sadece dinlediler. Tıpkı Lozan`da verdikleri ``Din öldürülecektir´´4 kararını uygulayabilmek için her yolu mübah gören Makyevel düşünceli 1923 idarecileri gibi&8230; Ancak ikinciler sadece dinlemekle kalmadılar, Asrın Bedisini sürgünden sürgüne yollayarak, ona eza ve cefa çektirirken, milleti ihya edecek dini de türlü şenaatlerle tahrip ettiler, uyuşturulan beyinler tarafından üflemekle sönmeyecek olan İslâmiyet güneşini anlaşılmaz hale getirdi-ler.
Ruhların tahakküm altına alındığı, gönlün kalın zincirlerle kaplandığı, dinsizlik fırtınalarının milyonlarca gönül evini harap ettiği, değerlerin birbirine girdiği, renklerin karıştığı, insanların mutluluğu, asr-ı saadetin o parlak devirlerini hakikaten aradığı, on dört asır evvel teessüs etmiş şeriat-ı garranın on dört asır sonra insanlara nasıl anlatılacağının, faydalı bir ilacın insanlara nasıl sunulacağını bilinemediği şu zamanda, ruhları tahakkümden kurtaracak, gönlün etrafını çevreleyen zincirleri parçalayacak, insanlığı saadet iklimlerine doğru götürecek bir vasıtaya hepimizin ihtiyacı var. İnsanlık bugün saadeti, mutluluğu arı-yor. Sebeb-i saadet ise yalnızca İslami-yet`tir.
Bugün bu gerçek, tüm İslâm alemince kabul edilmiş, hatta bazı ehl-i insaf ecnebi-lerce bile te`yid edilmiş iken, insanlığın çoğunun saadet güneşi olan İslâmiyetten faydalanamaması düşündürücüdür. Bunun tek sebebi, birçok meselede olduğu gibi, insanların İslâmiyet`i yanlış anlama, onu yanlış hayata geçirme vardır. Bediüzza-man`ın deyimiyle ``doğru İslâmiyet ve İslâmiyet`e lâyık doğrular´´ gösterilememektedir. Dinsizliğin, imansızlığın daha çok fenden geldiği bu ilim ve fen asrında, doğru İslâmiyet`i İslâmiyet`e lâyık doğruları gösterecek, İslami tebliğ metodolojisinin ortaya konulması kaçınılmazdır.
Bana göre, teknolojinin had safhaya ulaştığı, ilim dünyasının her geçen gün ye-niliklere imza attığı, kitle iletişim vasıtala-rıyla dünyanın küçüldüğü bir zamanda, in-sanlığın faydasına kullanılan herşey İslâm`ı insanlara anlatmada birer vasıta olabilir.
Ben bu yazımda, insanlığın varolduğu tarihten bu yana önemini yitirmeyen edebiyatın tebliğle ilişkisini ortaya koymaya çalışacağım. Bunun için ilk önce, kavram tartışmalarının sıkça yaşandığı günümüzde, edebiyat ve tebliğ kavramlarının neyi ifade ettiğinin üzerinde duracağım. Daha sonra tebliğ ve edebiyatın gayelerini anlatıp, İslam tarihinde, tebliğde edebiyatın rolünü ortaya koymaya çalışacağım. Son olarak da edebi türlerin tebliğle ilişkisini incelemeye çalışacağım.
Edebiyat ve Tebliğ Nedir?
Günümüz fikir dünyasını allak bullak eden en büyük sıkıntılardan birisi de hiç şüphesiz kavram karmaşasıdır. Medeniyet-ten hürriyete, demokrasiden cumhuriyete, lâiklikten şeriata kadar birçok kavram bugün yerli yerine oturtulamamış, bu kavramların düzgün bir tarifi yapılamamış. Yapılsa bile yanlış anlaşılmış veya hayata yanlış bir şekilde geçirilmiştir. Tanzimat`a kadar sadece ``şiir ve inşâ´´ kelimeleriyle ifade edilen ``edebiyat´´ kavramı ile tamamıyle İslâmi perspektif içinde değerlendirilmesi gereken ``tebliğ´´ kavramı da bu karmaşadan nasibini almış kavramlardır.
Öyle ya! Fikir hayatımızı derinden et-kilemiş ve edebiyatı çok ciddi bir mesele olarak nitelemiş&8212;mesela ``edebiyatsız bir millet dilsiz insan kabilindendir´´5 diyen Namık Kemal gibi&8212;edebiyat üstatlarının aksine, Türk Dil Kurumu gibi ciddi bir kurum tarafından hazırlanan sözlükte, edebiyat mecazi anlamda ``içten olmayan, gereksiz, boş sözler´´6 olarak tanımlanıyorsa, toplumun büyük bir kesimi tarafından edebiyat; ``gereksiz fuzûli bir iş´´ olarak algılanıyorsa, fikri, siyasi, içtimâi, kültür ve sanat hayatımız ciddi poblemlerle karşı karşıya demektir. Onun içindir ki sinesinden Fuzûli`den Bâki`ye, Şeyh Galip`ten Nabi`ye, Nedim`den Vehbi`ye, Muallim Naci`den N.Kemal`e, M.Akif`e kadar birkaç asırda onlarca sanat, edebiyat ve fikir dehası çıkaran bu verimli topraklar, son asırda ancak bir Necip Fazıl yetiştirecek kadar kısırlaştı. Bunda hiç şüphesiz başlangıçta bahsettiğim tek parti idarecilerinin bizi biz yapan değerlere karşı takındıkları olumsuz tavırların rolü büyüktür.
Ya tebliğ? Tebliğ kavramı için de farklı şeyler söylememiş. Hz. Peygamber (a.s.m) tarafından buyurulan birçok Hadis-i Şerif`te müminler tebliğle vazifelendirilirken7 bu vazife bugün, eli âsâlı mehdi olduğunu iddia edenlerden, ilim için herşey mübah diyerek şeâir-i İslâmiyenin tağyirine yeltenenlere, sabah namazına kalkamayıp meydanlarda düzen değiştireceklerini iddia eden sloganistlerden, geçmişte düşmanı oldukları kavramların bugün havarisi kesilen Siyasal İslam taraftarlarına kadar birçok kesim tarafından yerine getirildiği iddia edilmektedir.
Hayat, hiç şüphesiz, ``ölçüler´´ manzûmesidir. Hayat bu ölçülerle yaşanır. Ellerinde doğru ölçü bulunanlar yükselecek, diğerleri alçalacak, her türlü alçaklığa giriftar olacaktır. Ellerindeki doğru ölçüleri yanlış kullananlarda öyle.
Edebiyat ve tebliğ kavramlarına bakış, onları ele alış ve hayata geçiriş şeklide belli ölçüler içinde olmalıdır. Bu sebeple, bu kavramların doğru şekilde hayata geçi-rilebilmeleri, doğru bir şekilde tanımlanmalarına bağlıdır. Yoksa ölçüler doğru olmazsa, düzen mutlaka bozulacaktır.
Genel bir ifade ile ``duygu, düşünce, hayal ve izlenimlerin sözlü veya yazılı olarak güzel ve etkili bir biçimde anlatılması sanatı´´8 diye tanımlanan edebiyat aslında çok daha geniş anlamları kapsamaktadır. M.Nihat Özön`ün hazırladığı ``Osmanlıca-Türkçe Sözlük´´ te ise edebiyat, ``ilm-i edebin bütün bölümlerini toplayan çoğul anlamlı bir kelime´´9 olarak nitelenir ki birçok edib bu noktada birleşmektedir. Bir yazısında Namık Kemal tarafından edebiyatın kaynağının edep olduğu belirtilirken bu husus, İstiklâl Marşı şairimiz M.Akif Ersoy tarafından ``Bizim içtihadımızca, edepsizliğin başladığı yerde edebiyat sona erer´´ sözleriyle dile getirilir.
Edeb.. Lâkin kime ve neye göre edeb..? Edebiyat tarihimizde edebiyatta edepsizliği şiar edinmiş, eserleriyle milletimizin manevi hislerini rencide etmiş, manevi değerleri yıkmayı kendisine hedef ittihaz etmiş birçok şair ve yazardan hangisi edepsizliği kabul etti ki?
O halde ``edeb´´ kelimesini ele alışımız da belli ölçüler içinde olmalıdır. Bu ölçüyü Risâle-i Nur müellifinin ``Edipler edepli olmalı, hem de edeb-i İslâmiyye ile müteeddip olmalı´´10 sözlerinde bulmaktayız. Said Nursi, edebiyatçıların edepli olması gerektiğini ifade ederken, az önce zikrettiğimiz, edebiyatın kaynağının edep olduğu görüşünü savunanlarla aynı noktada birleşmekte, aynı zamanda edebiyatçılar için vazgeçilmemesi gereken bir düsturu gözler önüne sermektedir. Bu da, şairlerin, yazarların, gazetecilerin&8230;vs. kalem ehlinin, en güzel edep şekli olan ``İslâmi edep´´le edeplenmiş olmalarıdır. Buradan hareketle, şair ve yazarların, topluma yol gösterecek, onları irşad edecek eserleri ortaya koyacak olanların - yazdıkları ne olursa olsun - hareket noktalarının İslam ahlakı ve düşüncesi olması gerektiği sonucuna varabiliriz. Mustafa Miyasoğlu`nun dediği gibi: ``Edebiyatı bir ahlak, ahlakıda bir iman meselesi olarak ele almak zorundayız´´11 Şu meşhur mısrayı da hatırlamak gerekir sanırım. ``Edip olur kişi, sermaye-i hayası kadar.´´
``Yetiştirme, ulaştırma, taşıma, götürme´´12 anlamına gelen tebliğin İslâmi terminolojide Allah`ın emir ve yasaklarını insanlara bildirme, İslâm hakikatlarini insanlara ulaştırma yolu olduğu olduğu bildirilir. Yapılan tariflere göre ıstılâhi anlamda tebliğ ``iyi telakki edilen her şeyi bildirmek, iyi şeylerin iyiliğini, temizliğini ve hayırlı olduğunu diğer memleket ve milletlere ulaştırmak, yetiştirmek, onları bunu kabul etmeye davet etmektir´´13
Tebliğ nasıl yapılır? Kur`an hakikatleri insanlara nasıl ulaştırılabilir? sorusuna cevap verebilmek de elimizde belli ölçülerin bulunmasıyla mümkündür. Hiç şüphesiz, tek başına başladığı günden Arafat`ta Veda Haccı`nda bu davayı kabul etmiş - orada bulunan bulunmayan - milyonlarca mümine ``tebliğ ettim mi?´´ diye üç kere sorduğu za


Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.