BİZ TÜRKÜZ (13)
Mustafa Mete İSLÂMOĞLU TÜRK MİLLETİNE ÖNEMLİ ÇAĞRIMIZ (13)
SIĞINMACI / DEMOGRAFİK YAPI SORUNU
İktidarın ``Arap Baharı´´ ve bunun doğal bir parçası olan Suriye siyaseti, her yönüyle iflas etmiştir. İflasın sonucunda, komşu ve tabii müttefiklerimizle ilişkilerimiz dibe vurmuş, her alanda yalnızlaşan ve kuşatılan bir Türkiye ortaya çıkmıştır. Yine bu siyasetin kaçınılmaz başka bir sonucu olarak ülkemiz, milyonlarla ifade edilen ve yurdun her tarafına başıboş bir şekilde yayılan, sığınmacı ve mülteci göçünün istilasına uğramıştır. Kimler olduğu bilinmeyen sığınmacıların sayısının, bazen gittikleri il ve ilçelerin nüfuslarını bile aştıkları ifade edilmektedir.
Dünyada bir benzeri daha görülmeyen bu uygulamalar ısrarla sürdürülmüştür. Pek çok ülkeden (Afrika dâhil) sorunlu kişiler ülkemize akın etmişlerdir. Arkadan Afganistan, Libya, Irak, Suriye gibi kanlı iç çatışmaların yaşandığı ülkelerden dalgalar halinde gelişler olmuştur, olmaktadır, olacaktır.
Denizlerde yaşanan facialarla hayatını kaybedenlerin, sokaklarda dilenenlerin ve ticaret metaı haline getirilen aç-susuz zavallı insanların perişan hali, toplum vicdanında büyük bir travma yaratmaktadır. Bu çok boyutlu sefaletle birlikte, ciddi bir ahlaki ve güvenlik tehdidi oluşmaktadır. Şu anda sadece Suriye`den gelenlerin 3 milyona ulaştığı söylenmektedir. Suriye`den ve geri dönüş anlaşmasıyla AB`den geleceği açıklanan yeni milyonlarla ülkemizin ne hale geleceğini düşünmek bile istemeyiz.
Üzerinde yeterince durulmasa da ortada, daha şimdiden çok ciddi bir insanî ve toplumsal sorun vardır. Türkiye`nin dayanma gücünü çoktan aşan, zaten sancılı olan şehir kültürlerimizi tanınmaz hale getireceği belli olan yabancı göçler, tam bir milli/ulusal güvenlik sorunu haline gelmiştir. Türk Milleti huzursuz; bu vahim sonuçlardan sorumlu olan siyaset erbabının bir kısmı vurdumduymaz, bir kısmı çaresizdir. Ürkütücü boyutlar kazanan bu sorunun çözümü için, maalesef herhangi bir adımın atıldığı da görülmemektedir.
Yıllarca yapılan uyarılara, ``100 ülke ile vizeleri kaldırdık´´, ``Dünyanın neresinde zulme uğrayan varsa onun yanındayız´´, ``Açık kapı siyaseti uyguluyoruz´´ ve ``Büyük ülke olmanın gereğini yapıyoruz´´ gibi övünmelerle cevap verilmiştir. Bu böbürlenme gibi görülen söylemlerin aslında, ideolojik temelli ``Arap Baharı´´ siyasetinin, demografik yapımızla ilgili uygulama olduğuna dair yapılan yorumlar doğruluk kazanmaktadır. Bu siyasetin gereği olarak, sınırlarımız herkese açılırken sadece Irak Türkmenlerine kapalı tutulmuştur. Sınırlarımıza yığılmış Türkmenlerin gözyaşları ve feryatlarını yüreğimiz sızlayarak TV ekranlarında seyrettik. Ekrana konuşan bir Türkmen kocası aynen şöyle diyordu: ``Biz de Türk`üz, Türkiye`ye aitiz. Burada her grubun arkasında bir devlet var, ama biz yalnızız. Türkmenlerin Allah`tan başka dayanağı yoktur. Dostum Davutoğlu`na bunları telefonda anlattım, &8216;düzelecek` dedi, ama değişen bir şey olmadı.´´ Türkiye`den umudunu kaybeden Türkmenler, Telafer`liler başta olmak üzere Irak`ın çöllerine ve içlerine dağılıp kaybolmuşlardır. Bu uygulamanın hukuki, insani ve millÎ izahı yoktur. Sadece ideolojik hesaplarla izahı yapılabilir.
Sığınmacılarla ilgili olarak tabloya bakıldığında; kamplarda kalanlar hariç, hiçbirinin kayıtlarının tutulmadığı, denetimlerinin yapılmadığı, kontrolsüz bir şekilde ülke sathına yayılmaya devam ettikleri görülmektedir. Dolayısıyla Devletin elinde sağlıklı kayıtlar yoktur. Uluslararası anlaşma ve sözleşmelere göre bir hak olan ``sığınma talebi kabul edilmediği takdirde sınır dışı edebilme´´ hakkının kullanılması da, öyle kolay kolay mümkün değildir.
Önceleri, ``Onlar bizim kardeşlerimizdir´´ ve ``Ensar ile muhacirin´´ gibi muğlak, hissi, hiçbir hukuki kurala dayanmayan, Türk halkının dini duygularını istismar etmeye yönelen söylemler, yerini, ``&8230; otobüsler, uçaklar boşuna durmuyor herhalde, bindirir göndeririz, hadi güle güle deriz´´e bırakmıştır.
Bugün yaşanan bu sürecin devamında; eğitimsiz, sağlıksız, çok zor şartlar altında büyümüş ve büyük bir ihtimalle sığındığı ülkeye ve topluma düşman bir neslin yetişme tehlikesi vardır. Yaşanan ağır şartlarda, dil sorununun yarattığı iletişimsizlik, eğitim alamama, iş bulamama gibi oldukça karanlık ya da tamamen belirsiz bir gelecek kaygısı, psikolojik bozukluklara zemin hazırlamaktadır.
Her geçen gün ülkelerine dönüş ümidini kaybeden sığınmacıların, çok uzak olmayan bir gelecekte, yeni bir etnik sorun kaynağı olma ihtimali yüksektir. Gelecekten ümidini kaybeden genç kitlelerin; çetecilik, terör, fuhuş ve uyuşturucu bataklığı gibi karanlık yollara sapması beklenmelidir. Bir de bunların vatandaş yapılacağına ve seçmen olarak oy kullanacaklarına dair haberler dikkate alındığında, milli güvenlik tehdidinin boyutları daha da açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. DEVAMI 14. BÖLÜMDE MUTLAKA OKUYUN
|