Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10665
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Görüş bildirebileceğiniz Ana Kategoriler
Anayasal Düzen (154) | Dış Politika (2281) | Ekonomi (234) | Eğitim (91) | Devlet Kurumlarımız ve Memurlar (63) | Adalet (71) | Milli Kültür (523) | Gençlik (27) | Siyasi Partiler ve Siyasetciler (846) | Tarım (147) | Sanayi (13) | Serbest Meslek Mensupları (5) | Meslek Kuruluşları (2) | Basın ve Televizyon (19) | Din (920) | Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız (54) | Bilim ve Teknoloji (13) | Milli Güvenlik (623) | Türk Dünyası (888) | Şiir (77) | Sağlık (185) | Diğer (3429) |

Görüş bildirebileceğiniz Diğer konuları
Görüş bildirmek istediğiniz diğer konular (3429)


Diğer - Görüş bildirmek istediğiniz diğer konular konusu hakkında görüşler
Mustafa Mete İSLAMOĞLU - (Ziyaretci) 26.03.2016 22:45:06

BİZ TÜRKÜZ (17)



Mustafa Mete İSLÂMOĞLU
TÜRK MİLLETİNE ÖNEMLİ ÇAĞRIMIZ
(17)
KIBRIS UYUŞMAZLIĞI

Kıbrıs Adası bulunduğu coğrafi konumu dolayısıyla siyasi, askerî ve ekonomik yönlerden olağanüstü stratejik ve jeopolitik öneme sahip bir adadır. Kıbrıs bu niteliğinden dolayı tarih boyunca bölgede stratejik çıkarları olan bütün ülkelerin ilgi odağı olmuştur.

Venedik`in egemenliğindeki Kıbrıs Adası`nda halka zulmediliyor ve Akdeniz`deki ticaret yollarında da korsanlık yapılıyordu. Korsan devlet egemenliğindeki Kıbrıs, bu haliyle dünya ticareti için ciddi bir tehdit ve tehlike oluşturuyordu. Osmanlı Devleti bu duruma son vermek için Kıbrıs`ı 1571`de fethetmiştir. İngiltere, 1878 yılına gelindiğinde sömürge imparatorluğunun yollarını güven altına almak için, Akdeniz`de ``geçici üsler´´ formülüne kuvvet vermeye başlamıştı. İngiltere Mayıs 1878 yılından itibaren Kıbrıs`ı askerî üs olarak istedi. Kıbrıs Adası`nın Osmanlı Devleti egemenliğinde kalmak ve geçici olarak yönetiminin İngiltere`ye devredilmesini öngören 4 Haziran 1878 İttifak Antlaşması ve 1 Temmuz 1878 Ek Antlaşmayla 12 Temmuz 1878`de Kıbrıs`ın yönetimi, geçici olmak kaydıyla, İngiltere`ye devredildi.

Osmanlı Devletinin I. Dünya Savaşı`na Almanya yanında savaşa girmesini bahane eden İngiltere 5 Kasım 1914 tarihinde Kıbrıs`ı ilhak ettiğini açıkladı. Lozan Barış Antlaşması ile Türkiye`nin Ada`nın egemenliğini İngiltere`ye devretmesiyle Kıbrıs uyuşmazlığı günümüzdeki sürece uzanan yeni bir boyut kazandı.

Günümüzde Doğu Akdeniz`in ve Kıbrıs Adası`nın stratejik ve jeopolitik önemi geçmişe oranla daha da artarak çok boyutlu bir gelişme göstermektedir.

Kıbrıs`ta, özellikle 2013 yılı ortalarından itibaren ABD`nin yönlendirdiği ``gizli diplomasi´´ tam bir gizlilik ve ``karartma´´ altında uygulanmaktadır. Bu niteliğiyle ``perde gerisinde´´ sürdürülen Kıbrıs görüşmelerinin, özellikle Rum basınına sızdırılan bilgiler ışığında Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ve Kıbrıs Türk halkı açısından ağır tehdit ve riskler taşıdığı görülmektedir.

ABD Büyükelçisi Koenig`in, ``Çözümün ilgili Birleşmiş Milletler kararları temelinde tek uluslararası kimliği olan, iki bölgeli, iki toplumlu bir federasyon oluşturulmasını destekliyoruz´´ sözleriyle, istediği çözümün mesajını veriyordu. Şöyle ki; ABD`nin ``Kıbrıs`ın, Münhasır Ekonomik Bölgesi`nde kaynakları araştırma hakkını desteklediğini´´ de ifade etmesiyle Rum tarafının konuyla ilgili tezini savunduğunu açıklıyordu. Büyükelçi bu sözleriyle görüşme sürecinde inisiyatifin ABD`de olduğunu da belirtmiş oluyordu.

AB adına Almanya ve Rusya da ABD`nin inisiyatif almasından dolayı da ``rahatsızlığını´´ ortaya koymuştur. Rusya`nın Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) üzerindeki etkisi, Güney Kıbrıs`ta yıldan yıla artan Rus varlığı (nüfus ve ekonomik), GKRY ile yaptığı askerî anlaşmalar nedeniyle sağladığı stratejik denge avantajlarıdır. Ayrıca İsrail`in güvenliği de çok önemli bir unsurdur. Türkiye-İsrail ilişkilerinin dibe vurmasıyla şekillenen ve Yunanistan boyutunu da kapsayan İsrail`in yeni Kıbrıs politikasının hedefleri, dikkate alınması gereken son derece önemli bir faktördür. Doğu Akdeniz`de özellikle Kıbrıs ve İsrail açıklarında yeni bulunduğu açıklanan hidrokarbon (petrol ve doğal gaz) yatakları, Kıbrıs uyuşmazlığına çok farklı ve daha karmaşık bir boyut kazandırmış, ``rol paylaşıcılarının´´ sayısını artırmıştır. Esasen GKRY, 1990`ların başından itibaren petrol arama alanlarını belirlemesi, Mısır ve Lübnan ile Münhasır Ekonomik Bölge Antlaşmaları imzalamasıyla karadaki Kıbrıs Uyuşmazlığını denize de yaymış ve bu yolla Türkiye`ye uluslararası petrol şirketlerinin devletleri aracılığıyla baskıları artırmak suretiyle hedeflediği sonuçlara ulaşma stratejisini uygulamaya koymuştu. Doğu Akdeniz`de ve Kıbrıs üzerinde Yunanistan-İsrail-GKRY üçlüsünün oluşturmaya başladığı denge, yapılan askerî mutabakatlar, gerçekleştirilen ortak askerî tatbikatlar, İsrail-Yunanistan, İsrail-GKRY, Mısır-GKRY arasındaki üst düzey diplomatik ziyaretler ve bu üçlü dengeye Mısır`ın da dâhil edilme girişimleri, özellikle Yunanistan`ın Türkiye ve Kıbrıs hedefleri açısından çok dikkatle değerlendirilmeli ve başta Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti`nin varlığını güçlendirmek olmak üzere gerekli stratejik politikalar uygulanmalıdır.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, öncelikle seçim propaganda sürecinde önem verdiğini ifade ettiği ``şeffaflık ve açıklık´´ ilkesine uyarak görüşmelere/müzakerelere uyguladığı gizliliğe ve karartmaya son vermeli ve Kıbrıs Türk halkının ve Türk kamuoyunun, Rum-Yunan kaynaklı basın haberleriyle oluşmasına olanak vermemelidir.

Rum-Yunan ikilisine göre sözde bir ``çözüm´´ için öncelikle Kıbrıs uyuşmazlığının bir ``işgal sorunu´´ olduğu anlayışından hareket ederek ``İşgale son vermek suretiyle Kıbrıs`ın toprak, halk ve ekonomi bölünmüşlüğü kaldırılmalıdır.´´ Yapılacak anlaşmada Anavatan Türkiye`nin etkin ve fiili garantörlüğü kesinlikle olmamalı, Türk ordusu adadan tamamen çıkmalıdır. Rum-Yunan ikilisi bu önkoşul yerine getirilmeden bir anlaşma olamayacağını, herhangi bir yoruma yer bırakmayacak şekilde açıkça söylüyor. Olası anlaşma için gerekli gördükleri bir koşul da, Türkiye`den Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti`ne gelip yerleşen, doğup büyüyen, evlenen, aile kuran, ekonomik, sosyal ve kültürel yaşamın ayrılmaz bir parçası olan, eğitimini ve vatani görevini KKTC`de yapan vatandaşlarımızın Türkiye`ye geri gönderilmesidir.

Türk tarafının temel tezlerinden biri olan iki devletliliği ve iki kesimliliği fiilen ortadan kaldıracak olan, bütün Rum göçmenlerin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti`ndeki eski evlerine geri dönme hakkının tanınması, Rum tarafının istekleri arasında yer almaktadır. Sınır düzeltmeleri kapsamında ise Rum tarafına bırakılacak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti topraklarına 100 bin Rum`un; Türk yönetimi altında kalacak bölgeye de 60 bin Rum`un iskân edilmesini; ayrıca Türk kesimindeki Karpaz ve Koruçam bölgelerinde, merkeze bağlı iki kantonun kurulmasını da koşul olarak ileri sürmektedirler.

Rum tarafı taşınmaz mal konusunda ise; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti`nde taşınmaz mal bırakmış olan bütün Rumlara ``mülkiyet hakkının´´ kullanımında ilk söz hakkının verilmesini, Kıbrıslı Türklerin 42 yıllık kullanımından doğan ``mülkiyet haklarının´´ ise ikinci derece geçerliliğe sahip olmasını ileri sürmektedir. Başka bir ifade ile Kıbrıslı Türklerin 42 yıllık kullanımdan doğan, ``mülkiyet´´ üzerindeki &8216;öncelikli` söz hakkının ortadan kalkmasını talep etmektedirler. Ayrıca Kıbrıslı Türklerin, Rum tarafında kalmış olan taşınmaz malları söz konusu dahi edilmemektedir. Aynı şekilde sürekli olarak Türk bölgesine Rum nüfus yerleştirilmesi gündemde tutulmakta, hâlbuki güneyden göç etmek zorunda kalan Türklerle ilgili hiçbir şey söylenmemektedir.

Bilindiği gibi, Londra ve Zürih Antlaşmalarına göre kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti, 1963 yılında anayasa darbesi ile yıkılarak, Türkler devletten ve ortaklıktan dışlanmıştır. Böylece ortaklığa dayalı olarak kurulan ``Kıbrıs Cumhuriyeti´´, hukuk dışı bir yolla Rum Cumhuriyeti`ne dönüştürülmüş oldu. Şimdi, toplumlararası görüşmelerle Türkiye ve Kıbrıs Türk toplumu açısında hukuken yok hükmündeki Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, ``Federal Kıbrıs Cumhuriyeti´´ne dönüştürülmek ve bu yapılanmaya Türkleri de azınlık statüsüyle dâhil etmek suretiyle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti`nin tasfiyesine çalışılmaktadır. Kıbrıs`ı bir ``Elen´´ adasına döndürerek Türklerin yok olmasına yol açacak böyle bir anlaşmayı, ne Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ne de Türkiye kabul edebilir.

Rumlar, olası bir federasyonun, Almanya`daki gibi üniter anlayışla yönetilen, güçlü bir merkezî hükûmetten ve egemenliği olmayan ``yerel yönetim özerkliğine´´ sahip eyalet yapısındaki idari bölgelerden oluşmasını talep etmektedir. Bunun adına da ``Temiz Federasyon-İşlevsel Devlet-Üniter Federasyon´´ demektedirler.

Yapılacak bir anlaşmanın ``iki kesimlilik´´ ve ``iki toplumluluk´´ ilkelerini korumak ve anlaşmanın Avrupa Mahkemeleri tarafından sulandırılmasını, etkisiz hale getirilmesini önlemek amacıyla saptanacak derogasyonların AB`nin Birincil Hukuku (anlaşmanın değişmezliği/kalıcılığı) olmasına karşı çıkmaktadırlar.

Kıbrıs Adasının münhasır ekonomik bölgesindeki varlıkların ``birlikte ve eşit söz hakkı´´ ile yönetimini ve kurulacak Federal Cumhuriyetin yeni anayasasında belirlenecek kurallar çerçevesinde ``adil paylaşımını´´ kabul etmemektedirler.

Bu açıklamalara karşı, başta Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olmak üzere hükûmet ve diğer yetkililer tarafından hiçbir yanıt verilmemesi, Rum-Yunan ikilisinin Kıbrıs`taki gerçeklere uymayan, haksız, hâkimiyetçi, tahakkümcü dayatmalarının dış ve iç kamuoyunda taraftar bulmasına; uluslararası toplum nezdinde örtülü olarak kabul edilmesine yol açmaktadır. Bu durumu daha da sıkıntıya sokan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Türkiye yöneticilerinin görüşmelerde ilerleme olduğunu ifade ile sonuçta referanduma gidileceği şeklindeki açıklamalarıdır.

Türk tarafı çevreyi pembe gözlüklerle izlerken, Rum tarafı kara gözlüklerle bakıyor. Gerçekte görüşmelerde hangi noktada bulunulduğunu Rum-Yunan yetkililerinin açıklamaları ve basın haberleri ortaya koyuyor. Türk tarafının (KKTC ve Türkiye Cumhuriyeti) koyu bir karartma uyguladığı bir ortamda halk müzakerelerdeki gerçek gelişmeleri Rum-Yunan basınından öğrenebiliyor.

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Kıbrıs`tan Türk askerinin çıkartılmasını, elinden alınacak egemenlik hakkı sonunda Kıbrıs Türk halkının azınlık statüsüne düşürülerek güvencesiz bir şekilde üniter ``Birleşik Kıbrıs Devleti´´ içinde Rum halkının tahakkümü altında yaşamaya mahkûm edilmesini ve Türkiye`nin uluslararası antlaşmalarla Kıbrıs üzerinde kazandığı hak ve statülere son verilmesini hedef almaktadır.

Kıbrıs`taki mevcut gerçekler ve sürdürülen müzakerelerdeki ``zor konulardaki´´ açmazlar dikkate alınarak şu temel tezlerimizin sonuna kadar savunulması kaçınılamaz bir zorunluluktur:
Kıbrıs Cumhuriyeti`nin eşit kurucu ortağı Kıbrıs Türk halkının ``kendi geleceğini belirleme´´ hakkı olan egemen halk (devlet) statüsünden vazgeçilemez.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti`nin egemen varlığı ve hukuksal statüsü kabul edilmeden, sürdürülebilir bir uzlaşmaya ve barışa ulaşılamayacağı kabul edilmelidir.
Nüfus ve toprak dengesi bozularak, adaletsizliğe ve Türkiye`ye büyük bir göç dalgasına yol açacak uzlaşı olamaz.
AİHM içtihadı gereğince, mülkiyette öncelik hakkını &8216;kullanıcıya` veren bir temelde mülkiyet meselesi sonuçlandırılmalıdır.
Varılacak bir anlaşmada hakların korunması ve sürdürülebilmesi için anlaşmaların AB`nin birincil hukuku olarak kabul edilmesi vazgeçilmezdir.
Türkiye`nin etkin ve fiili garantisi sulandırılmadan aynen devam etmelidir.
Türk halkını birey düzeyine ve etnik bir azınlık durumuna düşürmeyi amaçlayan, Kıbrıs`ta iki eşit egemen halkın varlığını yok sayan ``Kıbrıslı Rumlar´´ ve ``Kıbrıslı Türkler´´ kavramları kabul edilemez.

Sürdürülen müzakerelerde bir Yeni Ortaklık Devleti`nin iki ayrı devletçe kurulacağı kabul edilerek adım atılması en sağlıklı yol olacaktır. Müzakerelerde Türk ve Rum taraflarının üzerinde mutabık olacakları ve iki ayrı referanduma sunulacak olan uzlaşma (anlaşma) belgesi, anlaşma/sözleşme ``Foundation Agreement´´ değil, 1959-1960 Antlaşmalarında olduğu gibi Birleşmiş Milletler Sekretaryasınca tescil edilecek devletlerarası bir kuruluş antlaşması ``Foundation Treaty´´ adını taşımalıdır. Ayrıca, yeni Ortaklık Devleti`nin anayasası da bir antlaşma yani ``Treaty´´ ile yapılmalıdır.

Dikkatten kaçırılmaması gereken önemli bir nokta da, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi`nin, müzakerelerde mutabık kalacakları Kuruluş Antlaşmasını bu devlet adlarıyla imzalamalarının gerekli olduğudur. Bu husus haklarımızın ve Kıbrıs Türk halkının varlığının korunması açısından vazgeçilemez bir unsurdur.

Bu şartlar sağlanmadan yapılacak her anlaşma KKTC halkının Rum Yönetimine azınlık olarak bağlanmasını ve 455 yıllık ata toprağı olan Kıbrıs`ın Rum Yönetimi üzerinden Yunanistan`a terk edilmesi sonucunu doğuracaktır.
DEVAMI 18. BÖLÜMDE MUTLAKA OKUYUN




Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.