Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10194
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Görüş bildirebileceğiniz Ana Kategoriler
Anayasal Düzen (154) | Dış Politika (2285) | Ekonomi (234) | Eğitim (91) | Devlet Kurumlarımız ve Memurlar (63) | Adalet (71) | Milli Kültür (423) | Gençlik (27) | Siyasi Partiler ve Siyasetciler (848) | Tarım (147) | Sanayi (13) | Serbest Meslek Mensupları (5) | Meslek Kuruluşları (2) | Basın ve Televizyon (19) | Din (542) | Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız (54) | Bilim ve Teknoloji (13) | Milli Güvenlik (623) | Türk Dünyası (889) | Şiir (77) | Sağlık (185) | Diğer (3429) |

Görüş bildirebileceğiniz Diğer konuları
Görüş bildirmek istediğiniz diğer konular (3429)


Diğer - Görüş bildirmek istediğiniz diğer konular konusu hakkında görüşler
Security (İşnet) - (Ziyaretci) 23.11.2015 22:27:47

Çanakkale Geçilmez !

Çanakkale Geçilmez !

Birinci Dünya Savaşı`nın en yürekli stratejik planıydı bu: Bir darbede, doğuda yeni bir cephe açarak Fransa siperlerindeki korkunç durumu ortadan kaldırmak. Planı yapan Birinci Amirallik Lordu Winston Churchill, Almanya`nın müttefiki Türkiye`ye saldırarak Kayzer Avrupasının ``yumuşak karın bölgesine´´ esaslı bir darbe indirebileceğini umuyordu. Bunu, Çanakkale Boğazını geçerek başaracaktı. Türklerle Almanlar arasındaki bağlantı kopacak, İngiltere ise Karadeniz`den müttefiki Rusya ile birleşebilecekti.
Bu parlak planın başarısı, Türkleri hem karada, hem de denizde şaşırtmakla mümkündü. Çanakkale Boğazı`ndan geçmek için, güçlü bir deniz kuvvetine; yanı sıra, iki taraftaki tepeleri almak için de bir çıkartma birliğine ihtiyaç vardı.
Planın, kusursuzluğuna rağmen, gerçekleştirilmesi bir felâket oldu. Çünkü Türkiye, İngiliz planını önceden haber almıştı.
3 Kasım 1914`te İngiliz donanmasına ait gemiler, Çanakkale Boğazı`na girerek Türk tahkimatlarını on dakika kadar bombaladılar. Bu on dakika, karada pek bir hasar yaratmadıysa da, İngilizlerin oyununu ele vermiş oldu. Türkler, boğazı mayınlamaya ve Gelibolu Yarımadasının sarp tepelerindeki savunma hatlarını güçlendirmeye başladılar. İtilaf devletleri kendilerini üç ay süre ile rahat bıraktıklarından, bu işlerini yapacak pek çok zamanlan vardı.
19 Şubat 1915`te daha büyük bir İngiliz ve Fransız deniz kuvveti, Türk tahkimatlarını yeniden bombardımana tuttu. Türkler, gemi toplarının menzilinden çıkıp bombardımanın sona ermesini beklediler, sonra yeniden mevzilerine döndüler. İtilaf devletleri bu saldırıyla çok az şey kazanmışlar, karşılığında büyük kayıplara uğramışlardı: Üç Fransız ve İngiliz savaş gemisi mayınlara çarpıp batmış, diğer üçü de hasar görmüştü. Başkomutan Amiral Fisher raporunda şöyle diyordu: ``Çanakkale`de işler kötü gidiyor. Asker eksikliğinden dolayı yerimizden kımıldayamıyoruz.´´
Londra`da Savaş Kabinesi, Çanakkale`yi alma planının uygulamaya değer olup olmadığını düşünmeye başlamıştı. Ama Churchill kararında kesindi. Bir an bile duraksamaması, savaş liderlerinin büyük çoğunluğunu kendi safında toplamasını sağlamıştı.
Böylece ilk uyarı atışı yapıldıktan beş ay sonra, 25 Nisan 1915`te, o güne değin dünyada görülmemiş bir kara-deniz gücü, Gelibolu kıyılarına doğru yola çıktı.
İlk saldırı dalgasında 1500 Avusturalyalı ve Yeni Zelandalı vardı. Üç savaş gemisinden küçük kayıklara binen bu birlik, sabahın dördünde kıyıya doğru kürek çekmeye başladı. Şafakla birlikte Arıburnu`na yaklaştılar. Ancak bekledikleri yumuşak meyilli tepeler yerine, karşılarına sarp yamaçlar ve çıplak tepeler çıktı. Tepelerin birinden bir işaret fişeği fırlatıldı, ardından üzerlerine bir kurşun yağmuru başladı. Askerler denize atlayıp kıyıya doğru yüzdüler. Ağır yükleri nedeniyle pek çoğu kıyıya ayak basamadı; ancak kıyıya çıkabilip de süngülerini takanlar, tepelerden aşağı koşarak inen Türkleri beklemeye başladılar. Daha sonraları Anzak Koyu olarak anılacak yerde, denizin hemen birkaç metre ilerisinde, savaş başlamıştı.
Avusturalyalı ve Yeni Zelandalılar, Britanya İmparatorluğu`nu savunma çağrısına koşan gönüllülerdi. Acemi olduklarından sürekli bir çarpışma beklenmiyordu kendilerinden. Ama Anzak Koyundaki kahramanlıkları, inatçılıkları ve cesaretleri sonraları efsaneleşti. Türkleri kıyıdan kopartıp süngü hücumuyla tepelere kovalayabildiler. Büyük savaş planı, artık yer yer kanlı çatışmalara dönüşmüştü. Sabahın ilerleyen saatlerinde Anzaklar bir mil kadar ilerlediler.
Ancak bu sırada Anzakların kahramanlıkları, liderlerinin beceriksizliği yüzünden boşa çıktı. Gelibolu seferinin başkomutanı olan yaşlı ve yeteneksiz General lan Hamilton savaşı kıyıdan üç mil açıktaki Queen Elizabeth gemisinden yönettiği için, iki komutanı ve kıyıdaki birlikleriyle bağlantı kuramıyordu. Komutanlar da kıyıda değildi. Onlara da, harekâtı açıktaki gemilerinden yönetmeleri için emir verilmişti. Haberleşme kısa sürede aksadığından, onlar da kıyıda neler olup bittiğini bilemiyorlardı.
Anzakların komutanı General Sir William Birdwood, yetenekli bir subay olmasına rağmen, işlerliği olmayan emirlerle bağlıydı. 29. İngiliz ve Fransız Tümeni komutanı olan General Sir Hunter Weston`a ise, Hamilton çok umut bağlamış bulunuyordu. Weston`un birlikleri Gelibolu Yarımadası`nın ucundaki Arıburnu`nda beş yere çıkartma yapmışlardı. Bunlar, Türk kuvvetlerini esas cepheden çekmek için iki ayrı harekât daha başlattılar.
Kana Bulanan Deniz
İlk 2000 kişilik İngiliz birliği, Seddülbahir`de karaya oturan River Clyde gemisiyle karaya çıktı. Anzak çıkartmasından bir saat sonra saldırı başladı. İngilizler, karaya gündüzün çıktıkları için, iyice mevzilenmiş Türklerin kurşun yağmuru ile karşılaştılar. Gemiden karaya çıkmakta olan askerler, kıyıya uzatılan iskelelerde, istif edilmiş sardalyalar gibi öldüler. Karaya ayak basan birkaç kişi de, teker teker vuruldu.
İlk çıkartmadan dört saat sonra, kıyıda sağ olarak yalnızca 200 İngiliz vardı. O sabah bölgenin üzerinden geçen bir keşif uçağının pilotu denizi ``kana bulanmış´´ olarak anlatmaktadır. Seddülbahir savaşı, başlamadan kaybedilmişti.
Birkaç mil ötede Arıburnu`nda nispeten başarılı olan dört çıkartma daha yapılmıştı. Bu üç kumsalda, İngilizler, pek az direnişle karşılaştıklarından tepeleri ele geçirip emir beklediler. Ama kendilerine herhangi bir buyruk gelmedi.
Dördüncü çıkarma yerinde ise, hiç direnme yoktu. İki bin asker karaya çıktılar, tepelere tırmandılar, hiçbir düşmanla karşılaşmadan doluşmaya haşladılar. Yürüyerek bir saatlik uzaklıkla olan arkadaşlarının yok edilmelerini, oturdukları yerden izleyebiliyorlardı. Bu çıkartma gücü, Türklerin Arıburnu`ndaki tüm kuvvetlerinden sayıca daha üstündü. Düşmanı hemen o gün kuşatabilir ve yok edebilirlerdi. Ancak subayları, ilerleme için izin istemişler ve bu istekleri reddedilmişti.
Kumsala çıkan bu 2000 kişilik güç, o kanlı gün akşama kadar hiçbir şey yapmadan buyruk bekledi. Akşam üzeri gelen yedek Türk güçleri bunlara saldırdılar. Her an ilerleme emri bekleyen İngilizler, siper kazmayı düşünmemişlerdi bile. Türklerin saldırısı başlayınca, birliğin yarısı denize doğru koştu, üstlerinden hâlâ buyruk gelmediği için kumsalı boşaltmaya başladı.
Bu arada birliğin öteki yarısı, daha içeri doğru ilerleyerek gece boyunca çarpışmayı sürdürdü. Sabah olunca yalnız kaldıklarını fark ettiler, ancak çok iyi bir savaş vererek öğleye doğru Türkleri geri çevirebildiler.
Ama zafer fırsatı kaçırılmıştı. Arıburnu`nda İtilaf askerleri sayıca Türklerden bire altı üstündüler, ne var ki, harekâtı yönetecek üst rütbeli subay yoktu. Bu yüzden üstünlüklerini sürdüremediler. İngilizler de, Türkler de geri çekildiler.
Harekâtın başarılı denebilecek tek olayı, Çanakkale Boğazının karşı kıyısında Kumkale`de Fransızların oyalama hareketiydi. Bir Afrika sömürge birliği ile takviye edilmiş olan Fransızlar, göğüs göğse savaşta boğaz girişini koruyan bir Türk kalesini ele geçirebilmişlerdi. Türkler çekildiler. Ancak Fransızlara da çekilip Arıburnu`na gitme emri verildi. Kumkale harekâtı, ne de olsa bir gösteriş çıkarmasıydı.
26 Nisan`da Gelibolu Yarımadasına en az 30.000 kişi çıkmıştı&8230; Ve ellerinde olan zafere kavuşmaları, liderleri tarafından önlenmiş bulunuyordu.
Karaya çıkan ilk Anzak birliği 15.000 kişilik bir takviye kuvveti almıştı. Ama Türkler de bu arada boş durmayıp Anzakların çevresindeki tepelerde toplanmışlardı. O gün, günbatımında, Anzak birlikleri, sığınacak hiçbir yeri olmayan küçük kumsalda ateş altında kaldılar. Birdwood geceyarısında Hamilton`la bağlantı sağlayıp kıyıyı boşaltmak için izin istedi.
Raporunda şöyle diyordu:
Tümen ve tugay komutanlarım, adamlarının, sabahki kahramanca çarpışmalarından sonra, akşama kadar şarapnel yağmuru altında kalmış olmalarından dolayı çok dağılmış olduklarından kuşkulandıklarını bildiriyorlar. Ateş hattından eksilen insanların bu engebeli arazide yeniden bir hat oluşturmaları olanaksız. Kısa bir süre önce çarpışmadan çıkan Yeni Zelanda Tugayı da ağır kayıplara uğradı ve bir dereceye kadar moral çöküntüsü içinde. Birlikler yarın da bu ateş yağmuru altında kalırlarsa bir fiyasko olacağı kuşkusuzdur. Ateş hattının gediklerini dolduracak kadar insan da yok elimde. Bu raporumun ciddiyetinin bilincindeyim, eğer gemilere döneceksek bunu, hiç zaman kaybetmeden yapmalıyız.
Hamilton, Birdwood`un raporunu okurken binlerce hayat kurtulabilirdi. Ama Hamilton ne yanıt vereceğine henüz karar vermemişken, gelen ikinci mesaj, olayların akışını kendiliğinden değiştirdi.
Çanakkale`de Bir Denizaltı
Bu ikinci rapor, Avusturalya denizaltısı AE2`nin kaptanı Binbaşı Huw Dacre Stoker`den geliyordu. Denizaltı Çanakkale Boğazı`na girmiş, bataryalarını doldurmak için su üstüne çıkmış ve Türk kalelerinin önünden geçmişti. Topçu ateşi başlayınca da, denize dalıp Türk mayın tarlasının altından geçmeye kurar vermişti. Kaptan, mayınlara çarpmayı göze alarak yerini saptamak için iki kere su yüzüne çıkmıştı. Her çıktığında, Türk topçusu kendisini bulmuştu. Ama sonunda mayınlı bölgenin ardında duran Türk donanmasının beklediği yere gelmiş, kruvazörlerden birine bir torpido savurmuş ve kruvazör kendisine bindirecekken dalmıştı. Torpido hedefini bulmuştu. Stoker, AN2`yi 16 saat su altında tutmuştu. Türkler kendisini aramaktan vazgeçtiklerinde de, boğazdan çıkmış ve başarısını Queen Elizabeth`e bildirmişti.
Kararsız olan Hamilton günün, bu tek umutlu haberine sıkı sıkı sarıldı ve Birdvvood`un kıyıyı boşaltma isteğine şu yanıtı gönderdi:
Haberleriniz gerçekten çok ciddi. Ancak siper kazıp beklemekten başka yapacak bir şey yok. Sizi gemilere almak en az iki gün sürer. Bu arada bir Avusturalya denizaltısı boğazdan içeri girip bir kruvazör batırmıştır. Ağır kayıplarına rağmen Hunter Weston yarın ilerlemeye geçecektir ki, bu da sizin üzerinizdeki baskıyı bir ölçüde azaltacaktır. Erata bulundukları yeri ne pahasına olursa olsun savunmaları için, özel olarak konuşun. İşin güç kısmı geride kaldı. Şimdi, yalnızca, güvenceye kavuşana kadar siper kazıp beklemelisiniz.
Karadakiler de durmadan siper kazdılar. 100 metrelik kıyı şeridinde 200 ölü yatıyordu. Çevrelerindeki tepelerde de bir o kadar Türk. Anzaklar siper kazarlarken Türkler de aynı şeyi yapmaktaydılar. Büyük Gelibolu planı, daha harekâtın başlamasından birkaç saat sonra, Fransa`da milyonlarca hayatın sönmesine yol açan o korkunç siper savaşına dönüşmüştü.
Anzak Koyu ve Arıburnu`ndaki Anzaklar, kazdıkları bu siperlerde tam sekiz ay kalacaklar, İtilaf devletlerinin kayıpları çeyrek milyona ulaşacaktı. Ta ki, liderlerinin gururları, kendilerine, yenilgiyi kabul edip çekilme emri verdirecek kadar kırılana dek.
29 Nisan`da Londra`ya, Gelibolu saldırısının umulduğu kadar başarılı olmadığı haberleri gelmeye başladı. Haber, saldırısı başarısızlığa uğradıkça kaçamaklı raporlara yönelen Hamilton`dan gelmemişti. Durumu bildiren, Krallık Deniz Kuvvetleri oldu.
Taze güce ihtiyaç vardı ve bunlar da mevcuttu. İlk vurucu gücün hazırlandığı Mısır`da, savaşa girmemiş birlikler boş boş oturup Gelibolu`ya çağırılmayı bekliyorlardı. Ama Hamilton bunları çağırmadı. Bunun nedeni, ya bu durumu bilmediğinden, ya da yardım istemeyi gururuna yediremediğinden olabilir. Bunu bilen yoktur. Sonunda, destek güçleri Londra`nın buyruğuyla yola çıktılar. Ancak o zamana kadar Türkler de, daracık cepheye en iyi alaylarını getirmiş bulunuyorlardı.
Çıkartmalardan iki hafta sonra Weston, Anburnu`nda 6.500 kişi kaybetmiş ve karşılığında hiçbir şey elde edememişti. Askerleri, sağlık hizmetlerinin eksikliğinden ölüyorlardı; cephaneleri tükenmek üzereydi. Süngü saldırıları müthiş kayıplara neden oluyordu.
En Kanlı Savaş
Anzak Koyu`nda durum, daha da berbattı. Sürekli bir saldırı karşısında olmadıkça, erata günde ikişer mermi veriliyordu. Düşman siperleri kimi yerde 30 metre uzaklıktaydı. Tepelerdekiler siperlerde fareler gibi yaşıyorlar, kıyıdakiler ise sürekli Türk topçu ateşi altında kırılıyorlardı.
Kampanyanın en kanlı savaşı 18 Mayıs`ta Anzak Koyu`nda oldu. Yeni yeni birlikler getiren Türkler, şimdi ayakta duran 12.000 Avusturalyalı ve Yeni Zelandalının üç katı güce sahiptiler. Saat 17.00`de, o güne kadar görülen en büyük baraj ateşi başladı. Askerler siperlere ve boy çukurlarına büzülmüş beklerken, topçu ateşi gecenin geç saatlerine kadar sürdü. Sabah saat 3`te Birdwood birliklerinin bir saldırıya karşı hazırlıklı olmalarını emretti. Birlikler yerlerini aldıkları anda ateş kesildi. Cephede çıt çıkmıyordu. Bir boru sesi duyuldu. Ardından Türkler, bir duvar biçimindeki siperlerinden çıkıp Anzakların üzerine yürüdüler. İki hat arasına giren Türkler, bu daracık açıklığı geçemeden Anzakların ateşiyle düştüler. Geçebilen birkaç kişi de, Anzak siperlerinde süngülendi. Türk saldırısı dalgalar halinde sabaha ve sonra da öğlene kadar sürdü. Türklerin bir dalgası Anzak ateşi altında yere serilirken siperlerden, yeni bir dalga kopup ölümüne koşuyordu.
Türk komutanları saldırıya son verdiklerinde, çoğunluğu Anzak siperlerine birkaç adım kala yaşamını yitirmiş, 10.000 kayıp vermiş bulunuyorlardı.
Bundan sonraki saat ve günlerde, her iki taraf da siperlerine çekildiler; cephede genellikle bir sessizlik egemendi. Ama siperler arası bölgede yaralananların çığlıkları, hiç kesilmeden sürüyordu. Cesetlerin çürümesiyle hastalık olasılığı arttığından, Anzaklar Hamilton`dan, ölülerin gömülmesini sağlamak için ısrarla ateşkes yapmasını istediler. Hamilton, bu isteğin Türklerden gelmesi gerektiğini söyleyerek, başvuruyu geri çevirdi.
Ancak 20 Mayısta Anzaklar girişimi kendi ellerine aldılar, siperlerinden bir Kızılhaç bayrağı salladılar. Bayrak direği o anda Türk ateşiyle iki parça oldu. Tam o anda hiç beklenmedik bir şey görüldü.
Siperden insanın başını çıkarması, kesinkes ölüm demekti. Ama Türk siperlerinden bir Türk sıçramış ve Avusturalya siperlerine doğru koşmaya başlamıştı. Türk, düşman siperlerinin önünde durup bozuk bir Fransızcayla, ateş edildiği için özür diledi ve sonra yine koşa koşa kendi siperine döndü. Birkaç dakika sonra karşıki siperden de bir Kızılay bayrağı çıkarılmıştı. 1. Avusturalya Tümeni Komutanı General Walker, siperden çıkıp ağır ağır Türklere doğru yürüdü. Bir el bile ateş edilmedi. Kendisini karşılamaya çıkan beş Türk subayı ile bir süre Fransızca konuşup birbirlerine sigara ikram ettiler. On dakika sonra da, o akşam bir ateşkes görüşmesi yapmaya anlaşmış olarak, yerlerine döndüler.
24 Mayıs`ta, her iki tarafın da ölülerini gömebilmesi için ateşkes ilân edildi. Düşmanlar omuz omuza durup mezar kazdılar. Ateşkes, 24 Mayıs saat 12.30`da sona erecekti. Türklerle İtilaf askerleri, birbirlerine sigara, meyve ve armağanlar verdiler. Gülümseyerek, el sıkılarak ayrılıp siperlerine döndüler. Saat 16.30`dan az sonra silahlar yeniden patlamaya başlamıştı.
Bunu izleyen yedi ay boyunca da, böyle anlar olmuştur.
Hamilton, 6 Ağustosta Anzak mevzilerinin kuzeyinde Suvla Körfezine yeni bir saldırı başlattı. O günün sonunda Türkler 15`e karşı 1 azınlığa düşmüşlerdi. Ama İngilizlere ilerleme emri gelmediği için Türkler toparlandılar ve köprübaşını tuttular. Eski hikâye yeniden başlamıştı.
1915 yılı sürüp giderken Arıburnu`ndakiler bir cehennem hayatı yaşıyorlardı. Ordu, dizanteriden kırılıyordu. Haftada bin asker, tedavi için gemilere nakledilmekteydi. Anzakların dörtte üçü, dizanteriye tutulmuştu. Yarısından fazlası da, pis siperlerde yaşamaktan, deri hastalıkları çekiyorlardı. Yiyecekler berbattı. Anzak Koyunda içme suyu da yoktu, su 750 mil öteden getiriliyordu. Yaz boyunca kampı saran sinekler hastalığın daha hızlı yayılmasına neden olmuşlardı. Kış gelince yeni bir dehşet yaşandı: 15.000 asker, donma tehlikesiyle yüzyüzeydiler.
Ekim`de Hamilton geri alındı ve yerine General Sir Charles Monro atandı. Monro`nun Londra`daki Savaş Kabinesine raporu şöyleydi:
Avusturalya ve Yeni Zelandalıların dışında, yarımadadaki birlikler, subaylarının deneyimsizlikleri, eratın da eğitimsizliği yüzünden uzun bir çarpışmaya girecek durumda değillerdir. Bu yüzden Türklere karşı başlatılacak yeni bir saldırının yararsız olacağı kanısındayım. Askeri nedenlere dayanarak yarımadanın boşaltılmasını salık veririm.
Politikacılar, kasım ortalarına kadar konuyu tartıştıktan sonra büyük planlarından vazgeçmeye karar verebildiler. Churchill istifa etti. Monro`nun kampanyadaki rolü için şunları söylüyordu: ``Geldi, gördü, pes etti.´´
Suvla Körfezi ve Anzak Koyu 1915 Aralık ayında, Arıburnu ise ertesi ayın başlarında boşaltıldı. Tarihin en pahalı yanılgılarından biri, böylece sona ermişti. İtilaf devletlerinin yarım milyon askeri sekiz ay süreyle yarım milyon Türk`le çarpışmıştı. Sonuç, İtilaf devletleri için 252.000, Türkler içinse 251.000 kayıptı.
İki tarafın da kaybı eşitti ama bu savaş bir gerçeği ortaya koymuştu: Türkler, Birinci Dünya Savaşı`nın en yürekli stratejik planını engellemeyi başarırken, Çanakkale`nin de geçilmezliğini kanıtlamışlardı.



Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.