Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10791
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Görüş bildirebileceğiniz Ana Kategoriler
Anayasal Düzen (154) | Dış Politika (2278) | Ekonomi (234) | Eğitim (91) | Devlet Kurumlarımız ve Memurlar (63) | Adalet (71) | Milli Kültür (522) | Gençlik (27) | Siyasi Partiler ve Siyasetciler (844) | Tarım (147) | Sanayi (13) | Serbest Meslek Mensupları (5) | Meslek Kuruluşları (2) | Basın ve Televizyon (19) | Din (1052) | Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız (54) | Bilim ve Teknoloji (13) | Milli Güvenlik (623) | Türk Dünyası (888) | Şiir (77) | Sağlık (185) | Diğer (3429) |

Görüş bildirebileceğiniz Diğer konuları
Görüş bildirmek istediğiniz diğer konular (3429)


Diğer - Görüş bildirmek istediğiniz diğer konular konusu hakkında görüşler
Mustafa Mete İSLÂMOĞLU - (Ziyaretci) 16.07.2018 21:18:06

DÜNYA İNSANLIĞINI `` BARIŞA ÇAĞRI `` (1-2-3)

DÜNYA İNSANLIĞINI `` BARIŞA ÇAĞRI ``
( 1 )
GİRİŞ: Bu yazı 523 Sayfa A-4 üzerinde kaleme alınmıştır. Burada anlatılanlar bir bölüm ihtiva etmektedir. Arşivinizde saklaya bilirsiniz.
Dünyanın çeşitli yerlerinde Müslümanlara karşı yapılmış katliamlar. İhanetler
BU HAZİN HİKAYE`YE
Bakü` DEN BAŞLIYORUM
Azerbaycan`ın yüzölçümü 86.000 km² dir. Nüfusu: 7.5 milyon...
Zengin yeraltı ve yerüstü kaynaklarına sahip, halkı müslüman bir ülke olan Sovyet Azerbaycan`ında 1990`da patlak veren olaylar 1998`deki Karabağ anlaşmazlığıyla yakından ilgiliydi.
Karabağ, tüm Azerbeycan`da 8`lik bir nüfusa sahip olan Ermeni`lerin yoğun yaşadıkları bir bölgeydi ve Ermeniler bu bölgenin Ermenistan`a dahil edilmesini istiyorlardı. Oysa Azeriler de bu toprakları sahiplenmekte kararlıydılar.
Böyle süre gelmekte olan gerginlik sonucu 250.000 Azeri, Ermenistan`ı terketmek zorunda kalıyordu.
Nihayet 13 Ocak 1990`da Ermeniler Bakü`de bir Azeri`yi öldürdüler. Olay üzerine Azeriler ile Ermeniler arasında çarpışmalar başladı.
Asıl ilginç olanı, doğu bloğundaki olaylara güler yüzle bakan Gorbaçov, Kızıl Ordu`yu Azerbeycan`a gönderiyor ve Kızıl Ordu, Ermeni milislerle omuz omuza silahsız Azeriler`i katlediyordu. ( 20 Ocak 1990 )
Resmi istatistiklere göre halkın 78`i Azeri, 8`i Ermeni 25`i Gürcü, geri kalan 4`ü çeşitli Kafkas gruplarına mensuptur.
Batı, basını ve rejimleriyle olayı "Ermenilerin haklı savunması" olarak vermeye özen gösterecekti. İngiliz Dışişleri bakanlığı "İki toplum arasında çıkan çatışmayı önlemek için yapılan askeri müdahale ile, özgürlük mücadelesi veren halka karşı yapılan askeri müdahale arasında fark vardır." şeklinde yorumlarken ABD, açıkça durumu normal karşıladığını ve Sovyetler`i desteklediğini açıkladı. AT`ın 12 Dışişleri Bakanlığı adına yaptığı açıklamada dönem başkanı Gerard Collins "Taktik olarak Moskova`nın düzeni sağlamak için yaptığı müdahaleyi onaylıyor ve Gorbaçov`u destekliyoruz." dedi.
Dünya kamuoyuna, "bir avuç çapulcu" olarak lanse edilen müslüman Azeriler, sınırdaki tel örgüleri parçalayarak İran`a geçmeye çalışırken; işin Türkiye tarafındaki görünümü de ilginç noktalar içeriyordu.
DÜNYA MÜSLÜMANLARINI ALLAHA EMANET EDİYORUM.
Zamanın Dış İşleri Bakanı Mesut Yılmaz; "Konuyu ısrarla din temeline oturtma gayretleri tarihi gerçeklerle bağdaşmaz" şeklinde açıklama yapıyor, Cumhurbaşkanı Özal ise; "Azeriler şiidir, biz ise sünnîyiz" diyerek, yüzlerce müslümanın katlinin bizi ilgilendiren bir olay olmadığını vurguluyordu. İlginçtir ki Özal`ın eski mesai arkadaşı ve ANAP milletvekili Hasan Celal Güzel bile, "Cumhurbaşkanı`na bu sözleri yakıştıramadım" demekten kendini alamıyordu.
Kızıl Ordu, Bakü`yü ele geçirebilmek için pek çok barikat aşmak zorunda kaldı.
Bakü tam bir savaş meydanına dönmüştü. Bakü Radyosu, katliam sonrasında da Moskova`yı eli silahsız masum insanların cesetlerini çiğneyerek şehre girmekle suçluyordu. Çünkü gelen haberler binlerce müslümanın şehid edildiği yolundaydı.
Nahcıvan ile yapılan bir telefon görüşmesinde bir azeri müslüman şöyle diyordu:
"-Japon`un ajansları, sadece bizim için çalışır, gece sabaha kadar bizim için konuşur. Amma Türkiye`den ses yok... Bugün Bakü, od (ateş) içindedir. Cenazeler üst üste, morglar doldu. Ama bizim Türk kardaşlarımızdan ses yoktur! Turgut Özal; "Onlar Şiidir" demiş. Azerbeycan, bunu hiç vakt yaddan çıkarmayacaktır (unutmayacaktır). Biz bunu O`nun hesabına yazdık... Türk halkına selam çattırın, ama gelecekte bizi böyle tenha koymayın."
Bütün bunlar olurken; "Büyük Şeytan" ABD`den göstermelik birkaç kınamanın dışında ses çıkmıyordu. Batının demokrasi ve insan hakları şampiyonları yunus balıklarının ve kelaynak kuşlarının haklarını savunurken gösterdikleri hassasiyeti göstermiyorlardı. Çünkü, "küfür tek milletti" ve dökülen kan müslümanın olunca kimseyi ilgilendirmiyordu.
Başbağlar
Tarih 5 Temmuz 1993. Türkiye Cumhuriyetine karşı mücadele eden PKK terör örgütü mensupları tarafından Erzincan`ın Kemaliye ilçesi Başbağlar Köyünde 33 kişi katledildi ve 65 ev de yakıldı.
37 kişinin yakılarak öldürüldüğü Sivas katliamından 3 gün sonra, bu katliama, sözde sözde misilleme olarak, Erzincan`ın Başbağlar Köyü`ne gelen silahlı bir grup, köyün erkeklerini köy odasına toplayarak 33`ünü katlettiler, evleri yaktılar.
Katliamdan sonra Başbağlar Köyü`ne komşu Karataş Köyü`nden 20 kişi, bir kısmı gıyabında olmak üzere tutuklandı. Sanıklardan 16`sı hakkında ülke topraklarından bir bölümünü ayırmaya yönelik eylem suçlamasıyla TCK 125`e göre idam ve örgüt üyelerine yataklıktan 15 yıla kadar hapis istemleriyle Erzincan DGM`de dava açıldı.
Dava dosyası güvenlik gerekçesiyle İzmir DGM`ye gönderildi. Tam 4 yıl süren davaya katliamda ölenlerin 102 yakını müdahil olarak katıldılar. Büyük tartışmaların yaşandığı dava, 23 Ekim 1993 günü beraatle sonuçlandı. Sadece davası sonradan ayrılan ve katliam bölgesine Mardin`den geldiği öğrenilen ve suçunu itiraf eden PKK`lı sanık Şükrü Yıldız, 16 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırıldı. Katliamın gerçek failleri bugüne kadar yakalanamadı.
Oy başbağlar, oy başbağlar
Garip anam başın bağlar
Bağladı diye besbelli
Yağdı üstüne kurşunlar.
BU DİPSİZ ACILARA YÜREK NASIL DAYANSIN
DEVAMI 2. BÖL. DE

( 2 )
BU BÖLÜME DİKKAT EDİNİZ.
Cibuti
Cibuti, Somali, Eritre ve Etiyopya arasında kalan, pek çok insanın adını dahi bilmediği çok küçük bir Afrika ülkesidir. Ancak bu ülkede asırlardır çok büyük karışıklıklar, savaşlar, katliamlar devam etmekte, Müslüman halk sömürgecilik döneminden bu yana çatışmalardan kurtulamamaktadır.
Cibuti bölgesine İslam 7. ve 8. yüzyıllarda geldi. 16. yüzyılın başlarına kadar, bölgenin yegane hakimi olan Müslümanların elinde bulunan Cibuti yöresi, daha sonra milletlerarası ticaret ve siyasette büyük bir güç haline gelen Portekiz`in etki alanında kaldı. Mısır`ın Osmanlı hakimiyetine geçmesi üzerine içinde bulunduğu Afrika Boynuzu`yla birlikte Osmanlı Devleti`ne katıldı.
Cibuti`nin asıl kanlı tarihi, Süveyş Kanalı`nın milletlerarası deniz trafiğine açılması ve Avrupa devletlerinin Afrika ve Asya ülkelerini ekonomik, siyasi, askeri ve dini maksatlarla hegemonyaları altına alma ve sömürge haline getirme yarışına girmeleriyle başladı. İngiltere ve Fransa, 19. yüzyılın en büyük devletleri olarak sömürgecilik ve yayılmacılık alanında büyük bir rekabete giriştiler ve bu arada İngiltere Aden`e (1839) ve Somali`ye (1869) yerleşip, Kızıldeniz`deki ticaret yolunun denetimi üzerinde önemli bir üstünlük elde etti. İşte bu aşamada Süveyş Kanalı açısından çok stratejik bir noktada bulunan Cibuti çok büyük önem kazandı. Fransa, İngiltere`nin bu avantajlı durumunu dengeleyebilmek için Cibuti kıyısında bir iskele kurdu. 1884 yılına kadar çeşitli anlaşmalar ve sözleşmelerle bölgeyi tamamen eline geçirdi.
Bundan sonraki yıllar Cibuti halkı için çok karanlık bir dönemdi. Müslüman Cibuti halkında ülkenin geleceği ile ilgili çok büyük bir görüş farklılığı vardı. Somali asıllı olan İşaalar Somali Cumhuriyeti ile birleşmeyi savunurlarken, Cibuti`nin ikinci büyük etnik topluluğu olan Müslüman Afarlar Fransa`ya bağlılığı savunuyorlardı. Bu iki ayrı görüş arasında Fransa`nın da tahrikiyle çatışmalar şiddetlendi. Somali ile birleşme taraftarı olan Müslümanlar sayıca fazla olmalarına rağmen, ülkede 16 Mart 1967 yılında yapılan referandumun neticesinde Fransa`ya bağlı kalma kararı alındı. Ancak Fransa`nın baskısı nedeniyle sahtekarlıkların karıştığı referandum sonrası çok büyük çatışmalar çıktı. Bunun üzerine Fransız birlikleri, Afarlar ve İşaalar arasında kanlı hale gelen olaylara müdahale bahanesiyle ülkeyi işgal ettiler, yerli halkın çok büyük bir bölümü öldürüldü, yüz binlercesi ülkeden sürüldü. Bu hareket sırasında İşaaların zayıflaması üzerine Afarlar yönetimi ele geçirdiler.
1977 yılında halkın 97`sinin bağımsızlık yönünde oy kullanmasıyla özgürlüğüne kavuşan Cibuti, bu tarihten itibaren darbeler ülkesi haline geldi. 1977 ve 1991 yılları arasında, 2.000 Müslüman insanlık dışı ve aşağılayıcı muamelelere maruz kaldı. Cibuti`de insanların, işkencenin son derece korkunç ve aşağılayıcı yöntemlerine maruz bırakıldıklarını Amnesty International`ın raporlarından öğreniyoruz. Devlet güçleri tarafından yaklaşık 7.000 kişi hiçbir mazeret gösterilmeden tutuklanmış ve işkence görmüştür.
Hala Fransa`nın ekonomik ve askeri denetimi altında olan Cibuti Cumhuriyeti`nde 3.500 kişilik bir Fransız silahlı kuvveti görev yapmaktadır.40 Cibuti`nin Kendi milli ordusu yoktur ve Fransa`nın askeri vesayetine boyun eğmiştir. Bağımsızlık sonrası iç güvenlikten de uzun yıllar boyunca Fransa sorumlu olmuştur. Bunun yanı sıra Cibuti yönetiminde çok sayıda Fransız danışman, katılımcı ve görevli bulunmaktadır. İflasın eşiğinde olan hükümet, Avrupalı devletlerin desteğiyle ayakta durmaktadır.
Bugün Cibuti yıllardır süren sömürge yönetimin ardından çok büyük bir sefalet ile karşı karşıyadır. Kuraklık yüzünden çok sayıda hayvanın telef olduğu, bu yüzden de gıda sıkıntısının baş gösterdiği ülkede pek çok insan da yetersiz beslenme nedeniyle hayatını kaybediyor.
CİBUTİ REJİMİNİN İŞKENCE YÖNTEMİ
Yıllardır süren iç çatışmalar sırasında Cibuti halkı çok şiddetli işkencelere maruz kaldı. Bu işkencelerden birinin adı "Posta" idi. İlk kez 1993 yılında Lac Assal kampında uygulanan işkencede kurbanı bir plaka üzerine yüz üstü yatırıyor, kollarını bedenine sabitliyor, yalnızca yüzü bir çukurun içine denk gelecek şekilde aşağıya doğru sarkıtıyorlardı. Ancak yüzü yere değmiyordu. Daha sonra omuzlarına iki tat koyuyorlardı ve bir süre sonra tüm vücut ağırlığı omuzlara biniyor ve omuzlarda ağrı olmaya başlıyordu. Bu işkencenin neticesinde kişi kollarını yukarı kaldıramaz duruma geliyordu. Bu geleneksel işkence, rejim karşıtlarına karşı Cibuti ordusu tarafından uygulanıyor.
1991 senesinden bu yana, Cibuti Ulusal Ordusunun güvenlik güçleri ülkenin kuzeyinde çok büyük saldırılar gerçekleştirdiler. Sadece insanlara işkence etmekle kalmayıp okulları, dispanserleri yıktılar. Tüm tıbbi malzemeleri yok ettiler. Halkın su kaynaklarını tahrip edip, korkunç tecavüz ve toplu soykırımlara giriştiler.
Halepçe
Tarih 17 Mart 1988, İslam topraklarının bir kesiti sessizce yangına veriliyordu. Ama bu yangında ağaçlar ve otlar yanmıyordu. Çocuklar, kadınlar, ihtiyarlar ve can taşıyan bütün varlıklar yanıyordu.
Tarihte eşine rastlanan bir olay var mıydı? Sessizce binlerin katledildiği, imha edildiği bir olay biliniyor muydu? Olsa bile ender bir olaydı. Yani katliamın böylesi görülmemişti.
17 Mart 1988
Gökyüzünde bulutlar dolu dolu. Bir şeylere gebe olduğu belli. Ağlayacağı belli birazdan. Çok uzakta değil, Halepçe kasabasının hemen başucunda iğrenç bir adam, iğrenç uşaklarıyla, iğrenç planlar yapıyor. Bu planlar 17 Mart 1988 gününe ait değil aslında; önceden planlanmış bir katliamın uygulanmasına karar verildiği kara bir gün bu gün.
Halepçe, Doğudan Yalamba, Sorin ve Şenrevi dağları, Kuzeyden Ze-lam ve Milhurt dağları, Batıdan Şehretur ovası, Güneyden ise
Dardendi-han golüyle kuşatılmış bir kasaba...
İşte o katliamdan önce 70.000 insan yaşamaktaydı Halepçe`de.
Camilerin çokluğu ve İslam Enstitüsü`yle ünlüydü Halepçe. Bu Enstitü`de müslüman öğrenciler yetişiyordu.
Ama...
1971-73 yılları arasında yönetime gelen Baas Rejimi`ni, bu müslümanların şiddetle karşı çıkmaları öfkelendiriyordu. Karşı çıkmanın en yoğun olarak görüldüğü yer Halepçe olduğu için, hedef seçilen yer de orası oldu. Öyle ya, düzenin işine gelir miydi kendisine karşı çıkanların bulunması?!.
Evet, bir an önce önlemler alınmalıydı. Önce onların içine sinema, tiyatro, müzik gibi ekinlikler sokarak, kendi gündemlerini Halepçe`liye unutturmaya çalıştılar. Ama olmadı. Bilinçliydi Halepçe`li. Baas Rejimi`nin sinsiliğinin farkındaydı. Bunun üzerine daha farklı yöntemler izlemeye karar verdiler. Söz gelimi; katliam gibi, kıyım gibi, imha gibi...
Ancak bu vahşete göz yumacak değildi Halepçe`liler ve ayaklandılar. Lakin Baas Partisi`nin müslüman Kürtleri sürgün etmek ve yuvalarından göçe zorlamak cinayetinin halkası gün geçtikçe genişliyordu
Derken günler birbirini kovaladı. İran-Irak(Dünya) savaşının en yoğun günleriydi.
İran güçleri Peşmergeler`le beraber Halepçe`yi ele geçiriyor ve Irak askerlerini de esir alıyordu.
Aradan daha iki güç geçmeden kentin üzerine sessizce ölüm yağıverdi. Irak uçaklarının bıraktığı kimyasal bombalarla Halepçe halkı korkunç bir katliama maruz kaldı.
Mahşerden farksızdı o gün. İnsanlar şaşkın, insanlar ürkek, insanlar çaresiz, insanlar mazlum... Anneler, ciğerpare yavrularını kurtarmak için korkunç bir savaşım verirken, Baas`ın taşlaşmış kalpli askerleri uçaklarla onları bombardımana tabi tutuyor, anneler kan içinde bebelerinin üzerine düşüyorlardı cansız.
Çocuklar... Ah! Çocuklar vuruluyordu! Oyuncak nedir? Oyun nedir? bilmeyen çocuklar... Ve genç kızlar, gençlik baharına yabancı, o baharda güzü tüm karalarıyla yaşamakta olan kızlar... Süsten uzak elbiseleri kanlar içinde... Ve geride kalanlar...
DEVAMI 3. BÖL
( 3 )
Geride kalanlara İran hariç hiçbir ülkeden yardım eli uzatılmıyordu.
Kendi ülkelerinin zulmünden bıkan Halepçeli müslümanların, İran`lı kardeşlerine kucak açmalarının karşılığı bir kanlı katliam oluyordu...
Batı dünyası ise sessizdi. Suskundu ve memnundu! Çünkü müslümanlar ölüyor. Öldürülüyordu.
Nesli tükenmek üzere olan kelaynak kuşları için sesler yükseltilebilirdi.
Balinaların, yunus balıklarının hakları aranabilirdi! Karabataklar`ın zehirlenmesini gündemlerine alabilirlerdi. Ama müslümanlarınkini asla!
Hayır, kafirlerin duyması mümkün değildi bu acı türküyü. Katliamda yaşamını yitiren 11.540 kişi için ağıtlar yakıldığı ve günün birinde hesabının sorulacağının müjdelendiği bir türküydü bu!
Ne acıydı o gün...
Ne dehşet verişiydi Ya Rabbi! Ne korkunçtu!
Olaya şahid olanları dinleyelim;
"Biz 21 Mart günü oraya vardık. Dört gün geçmişti aradan ve aynı vahşet gözleniyordu. Tüm sokaklar, caddeler insan ve hayvan ölüleriyle doluydu. Gördüğümüz bütün insan cesetleri kadın-kız, çocuk ve bebelerle yaşlılardı. Bu manzaraya en katı insan bile dayanamazdı."
Bir diğer tanıksa şöyle diyordu:
"Etrafa hardal gazının yakarak öldürdüğü kadın ve çocuk cesetlerinin resimlerini çekerken kusmamak için kendimi güç tutuyordum. Bütün sokaklar kurt kadın ve çocukların cesetleriyle doluydu. Dış görünümlerinde hiçbir şey olmayan bu insanlar sokaklarda uyur gibi yatıyorlardı. Koca kasabada hayvan dahil hiç kimse kalmamıştı."
İslam milleti bu acı ve olumsuz hançerleri ve yangınları iki asra yakın zamandır hep yaşamakta, hep zulümlere maruz kalmaktadır. Ancak bu böyle sürmeyecektir. İslam topraklarının üzerinde güçlü umut çizgileri açmıştır.
Şehidlerin kanları ve canları, Allah`ın rahmetini de beraberinde getirecektir.
Keşmir
Özellikle son aylarda yeniden doruğa tırmanan Keşmir gerilimi ile meydana gelen olaylarda yüzlerce mazlum müslümanın şehid edildiği herkes tarafından biliniyor. Zaten Keşmir İslam toprakları 40 yıldır büyük bir kaos içinde çırpınıyor. Bunalım iskeletinin 1947 yılında Hind Yarımada-sinin Pakistan ve Hindistan olarak ayrılması; 1971`de Bangladeş`in bağımsız bir ülke olarak Pakistan`dan kopması ve 1947-48, 1965 ve 1971`de Pakistan ve Hindistan arasında cereyan eden savaşlar oluşturuyor.
Keşmir halkının mazlumiyeti ile öteden beri pek ilgilenen olmadı. Gerek Hindistan ve gerekse Pakistan konuya kendi rejimlerinin çıkarları doğrultusunda yaklaştılar ve tarihi gerçeklikler ile yöredeki müslüman halkların tabii hakları ayaklar altında çiğnendi. Üzülerek belirtmek gerekir ki, dünya müslümanları da Keşmir`de işlenen insanlık suçuna ilgisiz kaldılar.
10 milyon civarında nüfusa sahip olan Keşmir, Hindistan içerisinde müslümanların çoğunlukta olduğu tek eyalet... Bu yüzden, Hindistan rejimi kendisini Keşmir`de hiçbir zaman güvenlik içinde hissetmiyor.
Keşmir`in yakın dönem tarihinde Ulusal Konferans Partisinin yeri büyük... Ancak laik görüşleriyle tanınan parti, Hindistan hükümeti karşısında tavizkar bir tutum sergilediği için, halkın ilgisini de giderek yitirmiş durumda. Zaten zaman içerisinde islami şuurlanmanın da gelişme kazanması ile birlikte laiklik yanlısı Şeyh Abdullah`ın partisi giderek gözden düştü.
Cemaat-ı İslami en yoğun islami çalışmalar yapan teşkilatlardan biri... Cemaatın eski emirlerinden Pir Saadeddin şöyle diyor: "Herkes laiklikten sözediyor, ancak hiç kimse onu tarif bile edemiyor. Laiklik bir slogandan başka bir şey değil. Bu görüş insanı toplumda nasıl değiştirip geliştirebilir ki?"
Özellikle 1991`in ikinci yarısında Keşmir`de patlak veren son kanlı olaylarda haftalar boyu oluk oluk müslüman kanı akıtılınca, Keşmir müslü-manlarının protesto gösterileri de artmış ve Hindistan askeri güçleri ile Müslüman Gençler arasındaki çatışmalar her tarafa yayılmıştı. Mesela Hindistan`da cumhuriyetin ilan edilişinin 40. yıldönümü gecesinde Keşmir halkı ülkenin diğer kesimlerinin tam aksine şehirlerin ışıklarını söndürüyor ve Keşmir, baştan aşağı karanlıklara gömülüyordu. Bu ve benzeri eylemler Hindistan Rejimini öfkelendirdi. Ve cuma günleri cuma namazına giden müslümanların üzerlerine sık sık ateş açıldı. Müslümanların sık sık düzenledikleri korsan mitinglerde islami sloganlar atmaları Keşmir müslümanlarının tepkilerinin bu defa tam bir islami kıyamı andırdığını düşündürtüyor ve Hindistan Rejimi`nin korkusuna yol açıyor.
Keşmir li kardeşimiz Muhammed Rıza anlatıyor: "Biz öncelikle Allah rızasını kazanmak ve Allah`ın bize yüklemiş olduğu `Kafirlere karşı cihad edin` emrini yerine getirmek için çalışıyoruz. Biz gayretimizin son noktasına kadar kıyamımızı sürdürürüz. Gerisi Allah`ın bileceği bir iştir. Takdir Allah`ındır. Bu yolda izzet ve şerefimizle yaşamakla şehid olmak tek tercihimizdir. Biz halkımızın hür iradesiyle kendi geleceğini kendisinin belirlemesini istiyoruz."
Mekke / Kabe Olayı
21 Kasım 1979 günü Suud hükümetinin yayınladığı bir bildiride şu ifadelere yer veriliyordu:
"İslam dininden çıkan bir zümre l Muharrem 1400 günü sabah namazını fırsat bilerek beraberlerindeki silah ve mermilerle birlikte Kabe`ye sızdılar."
Hemen ardından Dışişleri bakanı Suud el-Faysal bu zümreyi "aşırı" ve "deli" diye tanımlayarak şöyle diyordu:
"Aşırılardan ve delilerden bir gurup..."
Suud veliahdı ise, küfürler sözlüğüne yine kelimeler ekleyerek: "Manyaklar" , "Din ve vatan düşmanları" gibi ifadelerle duygularını açıklayacaktır.
Öte yandan Prens Misal bin Abdulaziz`in düşüncesi ise şuydu: "Kabe olayı, İslam`a karşı yapılan haçlı saldırılarının bugüne varan uzantısıdır."
Evet... Gerçekte ise olay ne idi? Kamu oyunda "Kabe olayı", "Kabe baskını" gibi ifadelerle dile getirilen eylemin mahiyeti, içyüzü ve kahramanları kimlerdi?.. İddia ve ilan edildiği gibi bir gurup "manyak" ve "İslam dininden çıkmış" "sapık", "haçlı saldırılarının bir uzantısı" olarak Kabe`ye saldırmış ve bu kutsal mekanı ele mi geçirmişti? Yoksa, tüm dünyayı bir ahtapot gibi sarmış bulunan kitle iletişim mekanizmalarının dişlileri, bu hadisede de genelde dünya özelde ise müslüman kamu oyunu tam ters istikamette yönlendirmek için dönmeye mi başlamıştı? Nitekim, feraset sahibi insanlar için daha olayın başında malum olan bu ihtimalin gerçekliği; bir süre sonra dost-düşman herkesçe anlaşılacak ve "Kabe baskını"nın, Cüheyman el-Uteybi liderliğinde bir gurup samimi ve ihlaslı müslümanın, bu kutsal beldeyi münafık Suud Rejiminin tahakkümünden kurtarma teşebbüsü olduğu görülecekti.
DEVAMI 4. BÖL.


Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.