Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10197
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Görüş bildirebileceğiniz Ana Kategoriler
Anayasal Düzen (154) | Dış Politika (2287) | Ekonomi (234) | Eğitim (91) | Devlet Kurumlarımız ve Memurlar (63) | Adalet (71) | Milli Kültür (423) | Gençlik (27) | Siyasi Partiler ve Siyasetciler (848) | Tarım (147) | Sanayi (13) | Serbest Meslek Mensupları (5) | Meslek Kuruluşları (2) | Basın ve Televizyon (19) | Din (542) | Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız (54) | Bilim ve Teknoloji (13) | Milli Güvenlik (624) | Türk Dünyası (889) | Şiir (77) | Sağlık (185) | Diğer (3429) |

Görüş bildirebileceğiniz Diğer konuları
Görüş bildirmek istediğiniz diğer konular (3429)


Diğer - Görüş bildirmek istediğiniz diğer konular konusu hakkında görüşler
MUSTAFA TOYGAR - (Ziyaretci) 23.02.2008 00:57:22

KAHT-I RİCAL

TÜRKİYE`NİN İÇİNDE BULUNDUĞU EN BÜYÜK SORUN;
``KAHT-I RİCAL´´DIR.-I-

Kaht-ı Rical kısaca;Devlet adamı yoksunluğu, devlet adamı kıtlığı ya da bir ülkede, büyük devlet ve siyaset adamları ile alimlerin bulunmaması, yetişmemesi şeklinde tanımlanabilir. Osmanlı devletinde 18.asır başlarında konuşulmaya başlanan, ``kaht-ı rical´´ deyimi, ancak, Tanzimat`ın büyük devlet adamlarında sonra yagın olarak tartışılmaya başlanmıştır. Özellikle Tanzimat`tan sonra ``Kaht-ı Rical´´ tabirinin sıkça kullanılması biraz da çaresizlik ve ümitsizliğin ifadesidir. Osmanlı devletinin yıkılışıyla beraber, pek çpk tarihçi, bilim ve siyaset adamı; ``Devlet adamlarının yetişmemesi, alimlerin çok azalması, devletin yıkılış sebeplerinden en önemli olanıdır.´´ Şeklinde açıklama yapmışlardır.
Devlet adamlarından söz ederken, elbette, Türklüğün son yüzyıllarda yetiştirdiği en büyük devlet adamı ulu hakan II.Abdulhamid Han`dan kısa da olsa bahsetmemiz gerekecek. Onun devlet adamlığı ve reformist kişiliği sayesinde, yüzyılı aşkın bir zamandan beri yoğun olarak;konuşulan, tartışılan bu soruna ilk defa ciddi olarak neşter vurulmuştur. Zira, Osmanlılar`ın son iki asırda dillendirmeye başladıkları bu meselenin, II.Abdulhamid dönemine gelindiğinde had safhaya ulaştığı görülür. Ulu Hakan`ın eğitim ve devlet adamı yetiştirme konusundaki ciddi çabaları, meyvelerini veriyordu vermesine ancak, büyük bir harabeye dönüşen ve kargaşa içerisine sokulan Osmanlı devletini yıkılmaktan alıkoymaya yetmiyordu. Belki de çok daha önceleri bu konularda gayret gösterilmeli, gerekli tedbirler alınmalıydı. Abdulhamid dönemine gelindiğinde, Avrupalı büyük devletler nezdinde, Osmanlı devleti devrini kapatmış, paylaşılmak üzere masada duran haritadan başka bir şey değildi.
II.Abdulhamid`ın kızı, babasının hatıratını ihtiva eden kitabında, babasının bir sözünü naklediyor. II.Abdulhamid`e göre, milletin uğradığı büyük bir Kaht-ı Rical sorunu vardır. Ki o, bir sadrazam tayin etmek istiyor, fakat kaliteli adam veya daha doğrusu Devlet adamı sıfatını taşıyan bir kimseyi bulamıyor ve millete ``kahtı rical´´in var olduğunu söylüyor. Bunun manası ise;devlet adamı kıtlığı var oluşudur.
31 Mart Vak`ası ile görevden uzaklaştırılan II.Abdulhamid, hatıratta kızına şunları söylüyor: Kızım!Bizim memlekette kaht-ı rical vardır. Karşımda aklına ve ilmine güvendiğim yalnız iki vezir görüyorum. Bunlardan biri Sait Paşa, biri de Kamil Paşa idi. Her ikisi de çok değerli oldukları halde daima bir ipte oynayan iki cambaz gibiydiler. En sıkıştığım zaman bunlardan birini getiriyor, tecrübelerinden istifade etmek istiyordum. İşte ben tarihe karıştım.Meydan onlara kaldı. Kızım! Gördüğünüz bu zabit efendilerin cümlesi zamanımda yetişmiş, mektepten çıkmışlardır. Bu gün ilmi irfan ocaklarımızdan çıkmış bunlar gibi birçok kimseler vardır. Maarifimiz de ilerlemiştir. Otuz sene evvelki gibi değiliz. İnşallah idare edenlerden de devlet bir zarara uğramaz.´´
Ulu Hakan, ihya ettiği kadrolardan emindir, ancak hesapta olmayanlar ve bir avuç İttihatçının gafleti ile Osmanlı devleti kendini Birinci Cihan Harbinin ortasında bulur. Tam da son yıllarda yaşadığımız gibi, Batı`nın içerdeki paralı uşakları olan, dönme devşirmeler;ittihatçılara övgüler diziyor:Medenileşiyor, özgürleşiyorsunuz, her şey daha güzel olacak´´ diyorlardı. Niyetleri farklı olsa da, gafletle hıyanetin neticesi hep aynı oluyor.
Abdulhamit ya da devletin başında dirayetli başka bir adam olsaydı ve Osmanlıyı Cihan Harbinden uzak tutsaydı, o yüce devlet üç-beş yıl içerisinda parçalanıp yok olur muydu?İşte devlet adamının millet hayatındaki önemi...
Abdulhamid`in geliştirdiği eğitim müesseselerinden yetişen; Mustafa Kemal Atatürk, Ali Fuat Cebesoy, Fevzi Mustafa Çakmak, Kazım Karabekir, İsmet İnönü, Rauf Orbay ve daha nicelerinin, Anadolu`yu kurtarıp, üzerinde Türkiye Cumhuriyeti`ni kurmaya muvaffak olmalarını da bir teselli olarak düşünmeliyiz.Yazar Hayati Tek`in ifadesiyle onlar;´´Abdulhamid`in askerleri´´dir ki,Türkiye`yi 1960`lara kadar yönetmişlerdir.
Cumhuriyet döneminde ise, bilhassa Atatürk sonrası durum daha da vahimleşmesine rağmen bu tabir kullanılmaz olmuştur.Nasıl olsun ki?, büyük devlet adamlarını görmeyen nesiller yetişti.Halbuki Osmanlı`da, yeteneksiz yöneticileri gören münevverler ve halk, ``Kaht-ı Rical´´ diye dövünüyordu. Yani Osmanlı, dönüp haline bakıp´´ Devlet adamlığı kıtlığına´´ ağlıyordu. Maalesef, Cumhuriyet büyük devlet adamı yetiştiremedi...
Bir tarafta, Osmanlı gibi yüce bir devleti yok olma noktasına getirenler, öbür tarafta ise, Avrupalı büyük devletlerin rüyalarını, hayallerini bir anda kabusa çeviren büyük bir devlet adamı;Abdulhamid... Avrupalı anlıyor ki onu görevden uzaklaştırmadan emellerine kavuşamayacaklar, tüm gayretlerini bu konuya teksif ediyorlar. Önceleri çeşitli iftiralar ve ``Kızıl sultan´´ yaftası ile milletin gözünden düşürme çabaları meyvesini vermeye başlıyor. Onlarca planın nihayetinde ancak, İttihat ve Terakki Partisi gafillerini kullanarak, Abdulhamid`i görevden uzaklaştırmaya ve üç-beş yıl içerisinde de Osmanlı devletini ortadan kaldırmaya muvaffak oluyorlar.
O ulu Hakan ki, daha sonraları, dünyanın pek çok tarafsız bilim adamı, düşünür, siyasetçi ve tarihçi tarafından övgülere mahzar olmuştur. Bunlardan: ``California Üniversitesinde Türkçe ve Yakındoğu tarihi sahasında profesörlük yapan, Osmanlı arşivleri konusunda yaptığı geniş araştırmalarla tanınan Prof.Dr.Stanfort Shaw İstanbul`da verdiği &8216;Sultan II.Abdulhamid Han` konulu konferansındaki konuşmasından kısa bir özet:´´II.Abdulhamid Han, en önemli Osmanlı padişahlarından biridir. Ülkenin en çalkantılı ve zor döneminde başta bulunmuştur. Birçoklarının haksız olarak, Osmanlı imparatorluğuna ``Avrupa`nın hasta adamı´´ lakabını kullandığı dönemde, İmparatorluğun tamamen çözülüp dağılmasına engel olmuştur. Abdulhamid Han`ı, bir ıslahatçı, reformcu olarak görmekteyim. Saltanatı süresince birçok yenilikler getirmiştir.Padişahlığı sırasında uyguladığı mali ıslahat projeleriyle imparatorluğu nispeten havasına sokmuştur....Son söz olarak söylemek isterim ki, Sultan II.Abdulhamid Han, zamanının en büyük padişahı idi.19. asırda ondan daha iyi bir siyasi adam göstermek mümkün değil´´ demiştir.(Osmanlı Araştırmalar Vakfı)
Yunanlı meşhur yazar Michel de Grece de; Sultan Abdulhamid Han`ı anlatan ``Le Dernier Sultan´´ (Son Sultan) isimli eser hakkında ``Poin de vue´´ dergisini yaptığı röportajda ilginç tespitlerde bulunuyor;´´Osmanlı sanatı ve medeniyetine büyük bir hayranlık duymaktayım. Ama sanırım Türkiye`de başka zenginlikler de var... Abdulhamid`in kaderinde yüreğimi sızlatan bir şey var. Onun hayatı, bir umutsuzluk hikayesidir.Genç adam tahta çıktığı zaman, oyunun kaybedildiğini ve imparatorluğun yıkılacağını anlar. Fakat müthiş bir mücadele örneği verir. O kadar ki, Avrupalı güçler, o tahta kaldığı sürece imparatorluğu yok edemeyeceklerini düşünürler. Bu sebepledir ki onu devirmeye çabalamışlardır.İmparatorluğun yıkılmasından hemen sonra İngiltere petrol kuyularına el atmıştır. Bu yüzyılın başında petrol, emperyalizm için en önemli konulardan biriydi. &8216;Le Dernier Sultan`da sürükleyici olan, Sultan Abdulhamid`in şu veya bu yolla başardığı meseleler.Onun tahtan indirilmesiyle ``Pandora`nın kutusu´´ açılmışçasına felaketler yağıyor.´´(Osmanlı Araştırmalar Vakfı)
Bir milletin, bir devletin geleceği, devlet adamlarının nitelikleriyle o kadar alakalıdır ki, bazen, var olmak, yüce olmak ya da yok olmak neticesini doğuracak kadar... Bundan dolayıdır ki, İbn Haldun şöyle der:´´Devlet ancak, devleti idare edecek insanlar sayesinde şevketli ve kudretli olur.´´ Demek ki, milletleri yükselten de, alçaltan da devlet adamlarıdır.
Son zamanlarda, Türk Milletinin binlerce yıllık tarihinde taviz vermediği;toprak, dil ve kültür gibi konularındaki hassasiyetlerinin yok sayılması endişe verici boyutlara ulaşmıştır. Devlet adamı makamında bulunan zatların;GAP Bölgesindeki toprakların bir kısmını Yahudilere, Antalya Bölgesindeki toprakların bir kısmını İngilizlere, Ege bölgesi topraklarının bir kısmının Yunanlılara, Almanlara, vs. satılmasını ``Aman canım ne olacak, toprağı alıp sırtlarında götürecek halleri yok ya, bunlardan korkmamak gerekir.´´ Tarzı yaklaşımları, bize yakın tarihimizdeki bir olayı hatırlatıyor. Sanırım Paris kongresinde, o devrin büyük devletleri(İngilizler, Fransızlar, Avusturyalılar) ``en büyük devlet bizimki´´ tartışmalarına girdikleri bir sırada, (Avrupa`nın hasta adamı´´ dedikleri Osmanlı devletini temsil eden Keçecizade Fuat Paşa ``hayıt, en büyük biziz´´ demiş. Hayretten ağzı açık kalan Avrupalılara da hikmetini anlatmış:´´200 yıldır siz dışarıdan, iz içeriden Osmanlı`yı çökertmeye çalışıyoruz, ama başaramadık, demek çok güçlü´´ demişti. Dha bu sözler söyleneli üç-beş yıl geçmeden , Reşit Paşa`nın, İngiltere Kraliçesi Victoria`ya dediği gibi;´´Siz (Avrupalılar) dışarıdan, biz(İçimizdeki hainler) içeriden nihayet Osmanlı İmparatorluğunu bitirdik´´ Koskoca Cihan Devleti Osmanlı, İttihayçı haramzadelerin elinde birkaç yıl içerisinde parçalanıp yok olduktan sonra, Türkiye Cumhuriyetinin bu konularda daha da hassaslaşması gerekmez mi?
Devlet adamlığından bahsederken, devletin ne anlama geldiğini ve milletler hayatındaki öneminden söz etmeden geçemeyiz. Çok kısa ifadeyle, devleti, bir toplumun belirli siyasi ve sosyal amaçları gerçekleştirmek için meydana getirdiği siyasi bir organizasyon(Kemal Dal, Anayasa Hukuku, İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Yayınları, Ankara, 1979.Syf:18-25) olarak tanımlamak mümkündür. Devlet bir milletin;ortak organizasyonu, ortak aklıdır.Türk Milletinin binlerce yıllık tarihine bakıldığında, devlet yapılanmasının ne derece önemli olduğunu anlamak da mümkündür.Bu gün;devletin ne manaya geldiğini, önemini kavrayamayan zatların devlet adamlığı makamlarını işgal ettiklerini esefle görebiliyoruz. Devlet;vatandır, bayraktır, istiklaldir, inançlarını özgürce yaşamaktır. Hatta devlet millet olmak demektir. Bu yaklaşım, bazı haramzadelere çok iddialı da gelebilir ama vereceğim tek bir misal dahi, bu yaklaşımın haklılığını göstermeye yetecektir.
Türklüğün tarih sahnesine çıktığı binlerce yıl öncesinden itibaren Türk üst kimliğinin önemli bir parçası olan; Büyük Hun, Göktürk, Uygur ve Karahanlı Devletleri döneminde ülkesi ve halkıyla yüksek seviyede Türk Medeniyetine önemli katkılar sağlamış Uygur Türklerinden bahsetmek istiyorum. Binlerce yıllık tarihleri boyunca büyük devletler kuran Doğu Türkistan Türklüğü`nün son binbeşyüz yıllık tarihindeki birkaç dönüm noktalarına çok kısa göz attıktan sonra bu güne bakabiliriz. M.S.751 senesinde vuku bulan meşhur Talas Meydan Savaşından itibaren bin yıl boyunca, Çinliler dahil hiçbir devletin yan gözle bakamadığı bir devlet olarak hayatiyetini sürdürmüştür. Ancak, 1759 yılında Qing Mançu İmparatoru`nun 100bin kişilik ordu ile Doğu Türkistan yönetimini ele geçirmiştir. 1763`te bölgede Mançu ordusunun merkeze gönderdiği bir rapora göre 1.250.000 Doğu Türkistanlı katledilmiş, milyonlarcası da göç ettirilmiştir. 1862 de Mançu ordusuna karşı zafer kazanılmış, Yakup Bey`in gayretleriyle bölgede Kaşgarya Devleti kurulmuştur. Anadolu gibi Doğu Türkistan`ın da jeopolitik konumu çok önemli olduğundan, iki süper güç olan Sovyetler Birliği (Rusya) ile Çin arasında pazarlıkların kurbanı olmuştur. 1878 yılında Yakup Han`ın öldürülmesi sonucu, iki oğlu arasındaki taht kavgası devleti zayıflatmış, 1884 de Mançu ordusu Doğu Türkistan`ı istila etti, bölgeye de ``Xinjiang´´ (Yeni toprak) adını vererek Qing Mançu İmparatorluğunun 19.eyaleti olarak ilan ettiler. Doğu Türkistan halkı 1931 de ayaklanarak Mehmet Emin Buğra, Hoca Niyazi ve Sabit Damolla`nın çabalarıyla 12 Kasım 1933 de Doğu Türkistan Türk-İslam Cumhuriyetini kurdular. Bir süre sonra bu sefer de SSCB Doğu Türkistan`ı işgal ederek devleti ortadan kaldırdı. En son 1944 de kurulan Doğu Türkistan Cumhuriyeti, Komünist Çin`in SSCB ile anlaşması sonucu, 1949 da Doğu Türkistan işgal edilerek ortadan kaldırıldı. Bağımsız kalmaya direnen başbakan ve kurmayları bir uçak kazası ile yok edildiler.
Bu güne geldiğimizde Doğu Türkistan`ın devleti yok, devleti olmayınca Gök Bayrağın anlamı yok, yaşadıkları vatan topraklarında tasarruf hakları yok, istiklalleri, inanç hürriyetleri yok. Onlar şimdi esaret altında, azınlık olarak Çin idaresinin her türlü zulmüne göğüs germeye çalışıyorlar. Görüldüğü gibi devlet olmayınca millet dahi olamıyorsun.
Devlet nihayetinde soyut bir kavram, yapılan hatalar da devlet adamı koltuğunu işgal eden zatlara ait olsa gerek.


MUSTAFA TOYGAR


Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.