Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10192
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Görüş bildirebileceğiniz Ana Kategoriler
Anayasal Düzen (154) | Dış Politika (2285) | Ekonomi (234) | Eğitim (91) | Devlet Kurumlarımız ve Memurlar (63) | Adalet (71) | Milli Kültür (422) | Gençlik (27) | Siyasi Partiler ve Siyasetciler (847) | Tarım (147) | Sanayi (13) | Serbest Meslek Mensupları (5) | Meslek Kuruluşları (2) | Basın ve Televizyon (19) | Din (542) | Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız (54) | Bilim ve Teknoloji (13) | Milli Güvenlik (623) | Türk Dünyası (889) | Şiir (77) | Sağlık (185) | Diğer (3429) |

Görüş bildirebileceğiniz Diğer konuları
Görüş bildirmek istediğiniz diğer konular (3429)


Diğer - Görüş bildirmek istediğiniz diğer konular konusu hakkında görüşler
Gön:İsmet MÜFTÜOĞLU - (Ziyaretci) 8.05.2011 20:33:29

KANSER EN ÇOK NEYİ SEVER?




KANSER EN COK NEYi SEVER ?




Her doktor öğrenciliği sırasında Otto Warburg`un buluşunu öğrenir. 1930`lu yıllarda Warburg kanserin en temel biyokimyasal sebebini, yani sağlıklı bir hücreyi kanser hücresinden ayıran şeyin ne olduğunu bulmuştur. Bu, o kadar önemli bir buluştur ki, Otto Warburg`a Nobel Ödülü kazandırmıştır.

Otto Warburg`a göre kanserin bir temel sebebi vardır. Bu da, vücudun normal hücrelerinin oksijenli solunumunun, oksijensiz -anaerobik- hücre solunumuyla yer değiştirmesidir. Warburg`un buluşu bize başka neleri anlatmaktadır? Birincisi, kanser, normal hücrelerden çok farklı bir biçimde metabolize olmaktadır. Normal hücreler oksijene ihtiyaç duyar; kanser hücreleri oksijenden kaçınır. Hiperbarik oksijen terapisi alternatif kanser tedavisi uygulayan kliniklerde kullanılan bir yöntemdir.

Bu buluşun bize anlattığı başka bir şey de, kanserin bir
mayalanma (fermantasyon) süreciyle metabolize olduğudur.
Kanserin metabolizması normal hücre metabolizması ndan 8 kat daha büyüktür. Yukarıda söylediğimiz her şeyi birleştirirsek ortaya şu tablo çıkıyor: Vücut, kanseri beslemeye çalışırken mütemadiyen kapasitesinin üstünde çalışır. Kanser devamlı açlıktan ölmenin eşiğindedir ve vücuttan kendisini beslemesini talep etmektedir. Besin alımı kesilirse kanser açlıktan ölmeye başlar. Tabii kendisini beslemek için vücudun şeker üretmesini
sağlayamazsa. ..

Proteinlerden şeker üretilmesini ister. Bu ziyan sendromuna kaşeksia (cachexia) denir. Kaşeksia vücudun
proteinlerden (evet, doğru duydunuz, karbonhidratlardan veya yağlardan değil de, proteinlerden) "glükoneogenez" (yeniden glükoz yapımı) işlemiyle, şeker elde etmesidir. Bu şeker kanseri besler. Vücut sonunda, kanser hücresini
beslemeye çalışırken kendisi açlık çeker. Şimdi, kanserin şekerle beslendiğini öğrenmişken, onu şekerle beslemek mantıklı geliyor mu size? Yani karbonhidratlardan zengin bir diyetuygulamak?

Bugün, kansere karşı uygulanan birçok besin terapisi mevcuttur (işe de yaramaktadırlar) çünkü günün birinde birisi şeker ve kanser arasındaki bağlantıyı görmüştür. Bu terapilerde, karbonhidratlar bakımından zengin gıdalara izin verilmez. Terapilerin hiçbirinde şekere de izin verilmez çünkü şeker kanseri beslemektedir.

Peki doktorunuz bu gerçekleri size neden söylemez? Kim bilir? Belki doktorunuz kanseri tedavi edecek kişinin siz değil, kendisi olduğunu düşünmektedir. Belki Otto Warburg`un buluşunu duymuştur ama geri kalan parçaları tamamlayamamış tır. Belki de beslenmeyle ilgili hiçbir şey
öğrenmemiştir. Aslında 1978`e kadar ABD`nin resmi
kuruluşlarından biri, beslenmenin kanserle bir ilgisi
olmadığını iddia etmekteydi!! !!

Kanser ve şeker bağlantısından haberdar olanlar ise, dikkate değer terapilerle ortaya çıktılar. Bunlardan biri
`Laetrile`dir. Kaşeksialı hastaların yüzde 50`den fazlasında glükoneogenez sürecini durduran hidrazin sülfat bunlardan bir diğeridir.

Bugün, Minnesota Üniversitesi kemoterapi alanında bir
"akıllı bomba" üzerinde çalışmaktadır. Akıllı bomba diyebileceğimiz ilacın üzerinde bir kaplama vardır. İlaç, vücutta oksijensiz bir bölge ile karşı karşıya geldiğinde bu kaplamayı üzerinden atar. Kanseri yok etmek için kemoterapiyi serbest bırakır. Çünkü, vücutta oksijensiz tek alan,kanserli bölgedir.

Kanser hücresini aç bırakmaya çalışan besin terapileri de
vardır. Kanserin ne sevdiğini bilen hasta, bunları yemekten kaçınır. Kanser, çiğ yiyeceklerdense, pişmiş yiyecekleri sever. Pişirme işlemi, besinlerdeki enzimleri ve vitaminleri yok etmektedir. Bir de, kanserin şeker sevdiğini
aklınızdan çıkarmayın. Kanserinizi sevmiyorsanız, onu
beslemeyin!

Şeker yerine tatlandırıcı kullanmak çözüm değil

Şeker yerine tatlandırıcı kullanmayı düşünüyorsanız, başka bir tuzağa düşmüş olursunuz. Tatlandırıcıların da vücuda ciddi zararları olduğu, yapılan araştırmalarla kanıtlandı.
Örneğin, Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), sakarin
içeren her türlü gıda maddesinin üzerine "Sağlığa
zararlıdır. Hayvanlar üzerinde yapılan testlerde kansere yol
açmıştır." ibaresinin konmasını şart koştu. Aspartam ve sükraloz gibi diğer tatlandırıcılar da yan etkileri nedeniyle uzak durulması gereken gıdalar arasında.

(Editörün notu: Ama maalesef hiç
birinin üzerinde böyle bir ibare yok).
Kaynak: International Wellness Directory

Son iki yüzyıldır şeker tüketimi nasıl arttı?
İngiltere`de 1815`de 5 kg cıvarında olan kişi başına
yıllık çay şekeri tüketimi 1970`de 50 kg`ın üzerine
çıkmıştır. 1970-2000 yılları arasında ABD vatandaşları önceki yıllara oranla yılda 100 litre daha fazla şekerli meşrubat tüketmişlerdir.

Türkiye`deki durum da artık çok farklı değildir. Çocuğu ile büyüğü ile çılgınca şeker ve beyaz un kullanılmaktadır. Bütün bu bilgiler kanserlerin niçin arttığını göz önüne açıkça sermektedir.

Aşağıdaki tedbirlerle kanserlerin en az üçte ikisi
önlenebilir;

Un ve şekerden kaçınarak insülin direncini yenin.
Hiçbir şekilde tatlandırıcı ve tatlandırıcı
içeren `light` hafif yiyecek ve içecek tüketmeyin.
Katkı maddesi ilave edilmiş, paketlenmiş gıdaları
yemeyin. Taş devri diyetini uygulayın.
Bol taze sebze ve meyve yiyin.
Yeterli omega-3 alın; ayçiçeği, mısır, soya, pamuk
ve margarin gibi yağları diyetinizden çıkartın. Bunların
yerine zeytinyağı ve doğal hayvani
yağları (tereyağı, iç yağı ve kuyruk yağı) yiyin.
Kefir, yoğurt, turşu, sirke, nar ekşisi ve boza gibi
probiyotiklerden (faydalı mikroplar) zengin gıdalarla beslenin.
Özgür dolaşan hayvanların etini ve yumurtasını
yiyin.
Pastörize sütlerden mümkün olduğunca kaçının.
Kutu sütü tüketmeyin. Mümkünse manda sütü
kullanın. Süt yerine süt ürünlerini (yoğurt, peynir)
tercih edin.
Günde iki diş sarımsak ve/veya 1 baş kuru soğan
tüketin.
Günde 1-2 tatlı kaşığı zerdeçal tozu tüketin.
Yeşil ve siyah çay tüketin (şekersiz!!!! ).
Stresten uzak durun.
İyi uyuyun.
Çevresel toksinlerden ve sigaradan uzak durun.
D vitamini düzeylerinizi yükseltmek için dengeli bir
şekilde güneşlenin ya da D vitamini takviyesi alın.
Yeteri derecede egzersiz yapın!!!!
Aşırı alkol kullanmayın.
İşlenmiş soya ürünü yemeyin.
Yemekleri geleneksel yöntemler (buğulama, buharda pişirme) ile pişirin. Turbo fırınlar da kullanılabilir.
Hızlı pişirme yöntemleri (mikrodalga gibi) besin
kayıplarına yol açar; ayrıca kanserojen olabilirler !!!!
Daha çok toprak (güveç), cam ya da kalaylı bakır
kapları tercih edin. Emaye ve çelik tencere daha sonraki
tercihlerdir.
Teflon ve alüminyumu ise kesinlikle kullanmayın.








Prof. Dr. Ahmet AYDIN
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fak.
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD
Metabolizma ve Beslenme Bilim Dalı Başkanı




Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.