Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10388
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Görüş bildirebileceğiniz Ana Kategoriler
Anayasal Düzen (154) | Dış Politika (2281) | Ekonomi (234) | Eğitim (91) | Devlet Kurumlarımız ve Memurlar (63) | Adalet (71) | Milli Kültür (523) | Gençlik (27) | Siyasi Partiler ve Siyasetciler (846) | Tarım (147) | Sanayi (13) | Serbest Meslek Mensupları (5) | Meslek Kuruluşları (2) | Basın ve Televizyon (19) | Din (643) | Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız (54) | Bilim ve Teknoloji (13) | Milli Güvenlik (623) | Türk Dünyası (888) | Şiir (77) | Sağlık (185) | Diğer (3429) |

Görüş bildirebileceğiniz Diğer konuları
Görüş bildirmek istediğiniz diğer konular (3429)


Diğer - Görüş bildirmek istediğiniz diğer konular konusu hakkında görüşler
Mustafa Mete İSLAMOĞLU - (Ziyaretci) 31.01.2015 12:01:19

ÖĞÜNMEK GİBİ OLMASIN AMMA... GAYSERİLİYİM

Mustafa Mete İSLAMOĞLU
YAZIYOR
ÖĞÜNMEK GİBİ OLMASIN
AMMA... GAYSERİLİYİM

Benim memleketim Kayseri`deki imanlı ecdadım,büyüklerim, dedelerim Allah korkusu ile bizleri küçük yaşlarda telkinlerle yetiştirdi. faziletli, adaletli, iffetli, izzetli, cesur, vakur, hoşgörü sahibi, dost, mütevazı ve mütebessim, gösteri ve gösterişten kaçınan hepside kıble yürekli iman ehli düzgün ahlaklı mümin insanlardı&8230;
Kayserili olunmaz doğulur. Fakat her Kayseride doğan Kayserili değildir. Kayseri meşrebi ile yaşamak ve yaşatmak bir ayrıcalıktır. Yıllardır övünç kaynağım ve şükür vesilem TÜRK VATANINDA TÜRK OLARAK, MÜSLÜMAN BİR ANA BABADAN MEYDANA GELMİŞ OLMAK ve KAYSERİLİ OLMAKTIR. Aldığımız terbiyenin mayasında İslam ahlakı, din ve vatan sevdası vardır. Allah herkese Kayserili olmayı nasip etmez. Fakat kıymet bilmeyenlerinde bunu anlaması şarttır.
YILLAR ÖNCE; büyüklerin tavsiyesi böyle idi, Toplum hayatımızın seviyeli şecereli ve imanlı insanları birbirlerini tanısınlar tanımasınlar, ``Gülümseyiniz, müminin mümine gülümsemesi sadakadır.´´ hadisi ve ``Selamı yayınız!´´ tavsiyesi çerçevesinde, karşılaştıkları herkese gülümseyerek selam verirler, tanıdıklarına ayrıca hal-hatır sorarlar ve ailenin diğer bireylerine selam yollarlardı. Böylece gönüller birbirine ısınır, geniş anlamlı toplumsal bir mutabakat oluşurdu. Osmanlı gerçek anlamda bir barış ve kardeşlik toplumuydu. Nefsine yenilip birbiriyle kavga edenleri, mahallenin önde gelenleri birkaç gün içinde barıştırırdı. Olmaz da küslük uzarsa, dört gözle bayram beklenir, bayramlar barışın ve kardeşliğin vesilesi yapılırdı. Bu durumu Avrupalı gezginlerden Villamont, dahi bizim gavur diye tabir ettiğimiz adam Kayseri`nin toplum ahlakını takdir hisleriyle kaydetmekte. ``Her kimin bir düşmanı varsa, bayramlarda ona gidip af dilemek zorundadır. Öteki de el öpmeden ve tokalaşmadan önce affettiğini söylemek zorundadır . Aksi takdirde bayramlarının mübârek olması mümkün değildir.´´ Diye inanılırdı. ``Osmanlılar, herhangi bir intikam hissi beslemekten son derece çekinirler. Dinlerinin bu hususa ait hükmü gereğince Cuma namazına başlamadan önce düşmanlarını affettiklerini adeta ilan etmek durumundadırlar. Aksi halde namazlarının kabul edilmeyeceğine inanırlar. Ayrıca her bayramın birinci günü onlar için umumi bir barış günüdür. Birbirlerine rastladıklarında el sıkışırlar. (güccükler) Küçükler büyüklerin elini öptükten sonra başına koyup &8216;Bayramın mübârek olsun!` derlerdi.´´ Böyleydi, çünkü kişisel ve toplumsal ilişkilere henüz ``menfaat´´ hükmetmiyordu. ``Kardeşlik´´ en belirleyici unsurdu. Bu yüzden insanlar arasında kıyasıya bir rekabet oluşmaz, en azından rekabet, kırıcı ve incitici boyutlara ulaşmazdı. 21. yüzyılın başında, hızlı dönüşüm geçiren şehirlerin, kültürel mirası, geleneksel yaşama biçimi ve üretim ilişkilerindeki değişim araştırmacı ve yazarların yoğun ilgisini çekiyor. Tarihçi, mimar, coğrafyacı, iktisatçı, sosyolog, edebiyatçı, hukukçu, turizmci ve daha pek çok meslekten araştırmacı ve yazar, şehirlerdeki değişimi farklı bakış açılarından anlamaya ve anlatmaya çalışırlar. Fakat Kayseri için bu minvalde uzun soluklu ve ciddi bir çalışma yapılmadı. Kayserili olmak bir ayrıcalıktır diye övünçle anlatırken şimdilerde Kayseri`nin Kayserili nüfusunun yüzde 3 lere düştüğünü görmek ve bilmek bana çok üzücü gelmektedir. kozmopolitleşen vilayetlerin ve en çok göç alan yerlerin başında gelmesi bizim çocukluk yıllarımızdaki bakire Kayseriyi öldürmüş yerine gökten zenbille inmiş bir Kayseri yığıntısı meydana geldi.
Şehirler ruhu olan canlı organizmalardır. Her şehrin, ruhunu açıklayan kendine göre bir dili vardır. Binlerce yılın birikimini yansıtan bu dili, şehirde büyüyen ve yaşayanlar daha yakından tanır. Hemşerileri şehirlerine gönül gözüyle bakar ve onun dilini yüreklerinde hissederek anlar. Şehirler esrarını en geniş şekilde kendinden hissettiği insanlara açarken o sevgi ve saygı yüklü şehiin yerinde yeller esmekte ve her şey menfaatin çirkin tarlası halinde varlık sürdürmektedir. Malazgirt Meydan Muharebesinden sonra Türkler`in büyük bir arzu ve güçle vatan edindikleri Anadolu`ya batılı yazarlar artık ``Turchia=Türkiye´´ ismini verdiler. Selçuklular zamanında Kayseri, Niksar, Tokat, Sinop ve Çorum çevrelerine ilk yerleşen Danişmendlilere izafeten, bu bölgeye de ``Danişmendiye Vilâyeti´´ denildi. II.Kılıçarslan`dan sonra Konya, Kayseri, Sivas ve Amasya önemli şehirler haline geldi ve bilhassa ve ilk üçü başşehir kabul edilmeye başlandı. Nitekim sultanlar buralarda ikamet ederek ve çeşitli merasimler yaparak bu önemi belirtiyorlardı . Mesela; I.İzzeddin Keykavus 6 sefer 608 tarihinde Kayseri`de, I.Alâeddin Keykubad önce Sivas`ta sonra KAYSERİ ve Konya`da II.Gıyaseddin Keyhüsrev Kayseri sarayında, IV.Kılıçarslan H/652 tarihinde yine Kayseri`de cülus merasimi yaparak tahta oturdular. Önemine binaen Kayseri`ye ``Dar ül Feth veya Dar`ül Mülk´´ünvanları verildi. Anadolu`daki tarihî yolların birleştiği yerde olan Kayseri, ticarî ve kültürel bir merkez olarak da tanındı. Çevre vilâyetlerle ilişkisi çoğaldı. Aksaray ile arasındaki ovalar ve vadiler, arızalı ve sarp olmadığından öküz arabaları ile seyahat edilmeye başlandı. Kazvini, bu yol üzerinde Suriye`deki Baydara`ya benzeyen bir mevkiden bahsetmekte ve ``orada arpa yığını kırmızı taş haline dönüşüyor, saman yığınları da beyaz renkli taş haline gelirdi. Bu yerin çevresinde insanları ve hayvanları temsil eden heykeller bulunurdu´´ diyerek bu bölgeyi tasvir eder. Kayseri ile Suriye arasında irtibat imkânı ise her an mevcuttu. Yine Kayseri`nin doğusunda bulunan Sivas`la bağlantısı da aynı şekilde çok kolaydı. Bu iki şehir arasında 24 mil olduğunu ve 24 han inşaa edilmiş olduğunu bilhassa karlı günlerde yolcuların bu hanlara sığındıklarını İslâm kaynaklarında anlatılır.. Kuzey yolundan gidilerek ``Çokgöz´´ köprüsü ile Kızılırmak aşılıyor, Yozgat ve havalisi ile irtibat sağlanırdı. Şehrin çeşitli yolların güzergahında olması, halkın yerleşik hayatı tercih ederek ticaretle meşgul olması sonucunu doğurdu. Ve Kayseri bir ticaret merkezi oldu. Kayseri kalesinin kapıların yakınına kurulan pazarlar ve şehir surlarının dışında inşa edilen hanlar (Han Camisi) hem dışarıdan gelen tüccarların ve hem de şehir halkının kolayca buluşmasını sağlıyordu. Mesela; Atpazarı, bugünki postahanenin yerinde ve Meydan Kapısı`nın yakınında idi. Şehir çarşıları çeşitli meslek erbabını bir arada bulunduracak şekilde oluşmuştu ve üç büyük gurupta toplanıyordu. İmalâtçılar, demirciler, dericiler, tuzcular, uncular, semerciler, sepetçiler, nalbantlar, terziler, bezzazlar, boyacılar, dülgerler, bakırcılar, leblebiciler Gayseri ağzıyla (lelbebiciler) vs. Gibi. Alıp satanlar. Kendi ürettikleri veya avladıkları malları başka beldelerden ve köylerden belli (bazara)pazarlara getirip satanlar. Bu pazarlar; Buğday pazarı, koyun pazarı, bakkallar çarşısı, çarşısı, aşçılar ve bıçakçılardır.
Menakib-i Şeyh Evhadü-Din-i Kirmani de bildirildiğine göre; Kayseri`de dericiler, bakırcılar, dokumacılar ve örgücüler çarşıları da bulunuyordu. Ayrıca İstanbul`a ve diğer Rum beldelerine halı ve kilim ihraç edilmekte idi.
Çarşıların kurularak esnafların teşkilâtlanmasında büyük rol oynayan Ahi Evren, tarih boyunca debbağlar`ın pîri ve 32 çeşit esnaf ve sanatkâr zümresinin lideri olarak bilinir. Kayseri`de de 32 çeşit esnaf ve sanatkar birliği halinde teşkilâtlanıldı. Dünyanın bilinen bu ilk sanayi sitesi sayılabilecek Kayseri çarşısında hanım el sanatlarına ait iş yerleri de bulunuyordu?. Bu teşkilât ``Bacıyan`ı Rum ve debbağlar`ın yanında yan ürün olan yünleri örgücülük ve dokumacılık olarak değerlendiren Türkmen kız ve kadınlarından oluşmakta idi. Bu teşkilâtın Ahilik kadar olmasa bile Anadolu`nun bazı kasaba ve şehirlerine yayıldı. Ahi Evren`in yerleşmesi ile Konya ve Kırşehir`de de uygulandı. Yani Kayseri anadolunun ticaret merkezi oldu. Türkmen halkının yeni vatanı Türkiye`de göçebelikten yerleşik hayata geçme aşaması olan ve şehirlerdeki iş hayatını ele geçirme teşkilâtı olan Ahi`lik ve Bacıyan`ı Rum sonradan köylere kadar dağıldılar.
Selçuklu devletinde ilk olarak eser yazan Kayseri muhafızlarından İbnü-l Kemal İlyas Ahmed`in Heyet`e ve Hikmet`e dair ``Keşfül-akabe´´ adlı eserini burada yazması; ve yine devrinin ünlü tıp, astronomi ve dil alimlerinden olan Tiflisli Hubeyş b. İbrahim`in Kayseri`de yaşayarak II. Kılıçarslan ve oğlu Kutbeddin`e tıb, astroloji, rüya yorumu ve edeb konularında esereler sunması . Buna bağlı olarak büyük Camisi ve medreselerin yapılması Kayseri`yi ilim, sanatta bir merkez haline getirdi. Yol şebekelerinin de Kayseri`de düğümlenmesi kültürel merkez hüviyetinin yanında ticarî merkez özelliğinin gelişmesine yol açmıştır. O devirde sadece Anadolu`da değil dünyaca meşhur Yabanlu Pazarının Kayseri yakınındaki Pazarören`de kurulması buraya, Suriye, İran, Bizans ve Kırım`dan tacirlerin akmasına sebep oluyordu. Bugün bile İran`da çok geniş ve çeşitli Pazar yerlerine ``Kayseri`ye´´ denmesi Yabanlu Pazarının şöhretini izah etmektedir. İşte Kayseri`nin haiz olduğu bütün bu şartlar bu beldeyi devrin en dikkat çekici merkezi yapmıştır. Kayseri`de Türkler`in yerleşmesi, Anadolu`daki umumî Türk iskân siyasetine uygun olarak gerçekleşmiştir. Orta ve geç Bizans`ta şehir hayatı bakımından canlılık gösteren tek yer Konstantinopolis idi. Anadolu`daki şehirler için ``polis=şehir´´ değil, ``Kastron=Kale´´ tabiri kullanılıyordu. Bu dönemde Bizans şehirleri tamamen ortadan kalkmamakla beraber büyük bir canlılık ta göstermiyordu . Bizans Anadolu`su bütünleşmiş bir yerleşme sistemine sahip değildi. ulaşım ağı bu durumu çok güzel belirtmektedir. Bu dönemde Suriye ve Mısır`a yapılan hayati seferler hep deniz yolu ile yapılmıştır. Bu seferlerde Antalya uğrak merkezi olduğu için zenginliğini koruyabilmiştir. Bütün bu çöküntü devirlerin de bile Bizans Anadolu`sunun en önemli arteri Konstantinopolis`ten başlayıp Ankyra`da geçerek Kaisariea ve Sebastia`ya doğru giden büyük askerî yoldu.
Türk fethi öncesinde bir kale-şehir görünümünde olan Kaisareia`yı Justinianus`un yaptırttığı bir sur çeviriyordu. Bu savunma zinciri, muhtemelen 9. yüzyıldan sonra da Selçuklular tarafından devam ettirilmiştir. Gözden çıkarılan ve bugün Han Camisi`nin bitişik bulunduğu bölüm, bazı Türk yapılarında malzeme deposu olarak kullanılmıştır. Tac-ı Kızıl mahallesi ismini taşıyan bu bölgede ``Eskisaray´´ isimli bir medresenin bulunması şehrin bahsi geçen zamandaki yerinin, ilk yeri olan ``Eskişehir´´ ve ``Battal´´ bölgesinden buraya kaydığını gösterir. Adı geçen yol zinciri üzerinde bulunan Kayseri, hem doğu ve hem de güney-kuzey ticaretinden azamî şekilde faydalanarak oldukça zenginleşmişti. Nitekim o tarihte Kayseri`nin nüfusu 100.000 kişi idi. . 9-13. yüzyıllarda Kayseri-Sivas, Erzincan, Konya ve Kırşehir belli konularda ihtisaslaşmış çarşı ve şehir hanları ile dolmuştu. Adı geçen uç şehirlere nazaran daha kozmopolit idi. Bir yandan yerli Hıristiyanlar, diğer yandan İtalyan ticaret kolonileri, Türkler ve İran asıllılar iç içe yaşayabiliyorlardı. Bu cümleden olarak diğer Anadolu şehirlerinde olduğu gibi Kayseri`de de bir İtalyan kolonisi mevcuttu. Kilise ve fırınları bulunan bu İtalyan topluluğuna ``Piza`lılar´´ deniliyordu . İranlılar için de, Baybars`ın Kayseri seferi sırasında (M/1277) Kadı İbn Abdü`z Zahir, bir camide halkın guruplaşarak oturduğunu ve aralarında Farsça konuştuklarını yazmaktadır.
Bu eski Bizans şehrinde emniyeti sağlamak maksadı ile kale içindeki gayri müslümler boşaltılmış ve Rumlar, Kiçikapı civarında, Ermeniler ise bugün halen Ermeni mahallesi olarak anılan mıntıkaya yerleştirilmişlerdir. Buradaki Ermeni evleri ve Ermeni kitâbeli çeşme yakın zamana kadar durmakta idi.
Kayseri kalesi tahkim edilmiş, sonra içinde devlet daireleri, saray, cami gibi yapılar inşa edilmiştir. Bu yerleşme Konya ve Ankara`da da uygulanmış eski sakinleri olan gayri Müslimler iç kale dışına çıkarılmışlardır . Anadolu şehirlerinde XIX. yüzyıl ortalarına kadar gayri müslümler kendi ayrı mahallelerinde oturuyorlardı . Şehrin mahalle isimleri genellikle zengin ve nüfuzlu bir kişinin adını taşımaktadır. Caferbey, Hacıveled, Hacıkılıç, Seraceddin, Tacı Kızıl, Mumcu Halil, Hacıivaz, İsaağa, Yenice İsmail, Köse Danişmend, Tosoğlu, Bozatlı, Yalman (1202/H-598 tarihli Altun-aba Vakfiyesinde adı geçen ve Konya`da hanı bulunan Selçuklu veziri), Bostane Çelebi, Taceddin Halife, Hürrem Çavuş, Nesebhatun, Ahîisa, Emirağa, Münşî Necmeddin gibi.
O dönem Kayseri`si ``kapalı şehir´´ tarifine girmektedir. Yani yerleşme alanının çok büyük bir kısmı surla çevrelenmiştir. Sur dışında bazı yerleşme alanları olmakla beraber bu durum küçük orandadır. Roma ve Bizans zamanında yapılan surlar I.İzzeddin Keykavus ve I. Alâeddin Keykubad tarafından ta`mir ve tadil edilmiştir. Ticaret alanları ise surun içinde fakat özellikle Sivas kapısına yakın mevkilerde yer alıyordu.
Kayseri`de ``kapalı şehir´´ tarifine uygun olarak mezarlıklar şehir dışında yer alıyordu. Seyyid Burhaneddin Mezarlığı, İyiler Mezarlığı ve Serçe önündeki mezarlıkları bu kategoride sayabiliriz. Sonradan, çok gelişen şehir sur dışına taşarak ``açık şehir´´ haline gelmiştir.
Bir şehre İslâm yerleşmesi başladığında şehir merkezine büyük bir cami yapılırdı. Kayseri`de bu maksatla Cami-i Kebir yaptırılmış ve inşaatında eski yapıların sütunları kullanılmıştır. Cami-i Kebir`den daha da eski olan ``Battal Camisi´´ ise eski bir Roma yapısı üzerine yeniden Selçuklu üslûbu ile inşa edilmiştir. Bu caminin duvarlarındaki taşçı işaretleri bu tespitin en açık delilleridir.
Yerli halkın yaşayış tarzına pek fazla müdahâle etmeyen fatihler, kale kapılarından birinde ``Aya Vasili´´ isminin devamına ve Hagios Basileos (Aya Vasili) kilisesinin kullanılmasına izin vermişlerdir.
Bir Bizans şehri iken Türkleşen Kayseri, önceleri iç kale ve onun güneyindeki surla çevrili yerde iken, sonradan yavaş yavaş ovaya yayılmıştır. Hacıkılınç, Gülük, Hunat, Battal camileri ve şehir dışındaki bir çok kümbet bu gelişmenin belgeleridir. İç Kale`nin kuzey doğusundaki sur kalıntıları ise, gayet kalın bir duvar veya surla çevrili Kayseri saraylarından birisi olmalıdır. Daha geç dönemlerde bile Evliya Çelebi aynı yerde bir ``Paşa Sarayı´´ndan bahsetmektedir. Buradaki sur kalıntıları ve kitâbenin (Eski Askerî Hastahane`nin merdiven boşluğunda bulunan ve şu anda Kayseri Müzesi Taş Eserler Deposunda bulunan Kitâbe) muhtemelen M/1224 tarihinde yapılmış bir saraydan kalanlar olduğu iddia edilebilir. Şehrin büyümesi M/1237 tarihinden sonra Hunat Külliyesi etrafında genişledi. Sonradan çarşıların sur dışına taştığı ve şehri kuşatacak biçimde gelişti. Kasaplar çarşısı, Aya Vasili kapısının dışında, Atpazarı Paşakapı`sının dışındaydı. Her mahallede bir mescid ve takriben 25-200 kişi vergi nüfusu bulunmaktadır. Merkezî idâre tarafından tayin edilen imam, mahallenin en yetkili kişisidir. Şehirde iki saray bulunuyordu. Birisi şehrin içinde İmaret sarayı, diğeri ise Şeker gölünün yanındaki Keykubadiye sarayıdır. İmaret sarayı hakkında Baybars`ın M/1277`de Anadolu seferine katılan Kadı Muhyiddin İbnü`Abduz-Zahir: ``Bu saray gurur verici bir devlethane ona tapınanların meskenleri, eğlenceyi sevenlerin yerleridir. Hülâsa bu saray şahane bir bina idi. Etrafını da meyve bahçeleri çeviriydi. Şimdi bu tarihin yerinde yeller esiyor. Duvarları göz alıcı muhtelif şekilde güzel çiniler ile bezenmiş ve en güzel süslemeler ile süslenydü´´ diye anlatılır. Bu saray Kale Mescidine bir gizli kapı ile irtibatlıymış ve bunların günümüzde hepsi benim O esgi Gayserim gibi yok oldu. Yani gerçek Gayserimin çehresini değiştirdiler.
İkinci saray, I.Alâeddin Keykubad tarafından yaptırılmış olup, sonraki sultanlar tarafından da kullanılmış.
Ayrıca sultanlar şölenler veya özel günlerde şehrin yakınındaki Meşhed ovasına büyük otağlar kurarlardı . Şehirde, başta Kayseri Kalesi olmak üzere büyük ve sanatlı yapılar vardı. Bunlardan o devrin önemli camilerinin Battal, Güllük, Camikebir (Sultan Camisi), Hunat, Hacıkılıç, Lale, Hasbek, Hoca Hasan ve Han Camileri olduğunu biliyoruz. Ayrıca zaman içinde her mahalle ve sokak cami ve mescitlerle donatılmıştır. Medreseler ve hamamlar devlet ricalinin konakları şehri süsleyen diğer sanat yapıları idi.
Halkın büyük itibar göstererek ziyâret ettiği eski eser ve makamlar da vardı. Bunlar bilhassa Hazret-i Ali`nin oğlu Muhammed İbn-il Hanefiye`ye (Hazret-i Hasan ve Hüseyin`in üvey kardeşi) isnad edilen makam çok önemlidir. Evliya Çelebi`ye göre bu makam Cami Kebir`dir. Eski mahallemiz cami kebirdi. Her sabah namazına gişderken mahallemizin fırınına anamın akşamdan yoğurduğu hamuru (bir ilaan hamur) fırıncı Hasan emmiye bırakır camiden çıkınca tekrar fırına gelip pişmiş ekmekleri alıp eve dönerdim. (fırın ekmeği) Heratlı olan ve asil ismi Abdülmecit İbn Sait olan Hanefî Fakihi 1142/537 tarihinde Kayseri`de öldü. Bu tarihi bilgileri 800 yıllık Gayserili olarak birde ben anlatmak istedim. Bu satırlardan Kayserili aziz hemşerilerimin gözlerinde O esgi Gayseriyi canlandırmak ve bir an olsun yaşatmak güzel olsa gerek diye düşünüyor, beni seven sevmeyen herkesi selamlıyorum. Ebu Muhammed el Battal`ın Camisi ve hakim Belinas`ın Rum Meliki Ceasar için bina ettirdiği hamam da önemli bir eserlerdendir. Adı geçen hamam kandille (sırac) ısıtılır ve dünyanın harikalarından sayılırdı . Evliya Çelebi bu hamam için Hunat Hamamı`nın yerini ve Battal önündeki Roma hamamı kalıntısını zikretmektedir .
Bir diğer ziyaret yeri de Kayseri`ye bir menzil mesafede bulunan İspile civarındaki Asib dağının güneyinde yer alan İmrü`ÜL KAYS`ın mezarıdır. Bir Bizans prensesinin yanında gömülü olan Kays (M/520-565) İslâm öncesinin çok tanınmış şairlerindendir. Kabe`de asılı bulundurulan yedi kaside sahibi yedi Arap şairinin önderleri olan İmrü`ül Kays, Arap şiir sanatını belirli kurallara bağlayan ilk şairdir .
Halkın büyük bir kısmı Türk olmakla beraber mahalleleri ayrı olmak üzere bir miktar Rum ve Ermeni bulunuyordu. Gayrimüslimlerin bulunduğu mahalleler; İslim Paşa, Hasünlü, Samur, Neseb Hatun, Tac-ı Kızıl, Ekidere, Bahçebaşı, Bahçe, Batman, Büyükoduncu, Caferbey, Çakoloz, Çivicibektaş, Dadırharput, Gürcü, Fırıncı, Hacı Kasım, Hacı Mansur, İsaağa, Karakürkçü, Keklik, Kiçikapı, Konukboğan, Köyyıkan, Mermerli, Merkepçi (Mürekepçi) Mustafa Necip, Rum Sultan, Rumyan, Sasık, Selaldı, Sisliyan, Sultan, Süleyman, Şarkiyan, Şuturban, Tavukçu, Varsak`dır.
Gayri Müslimlerin bir kısmı da şehre yakın kasaba ve köylerde yerleşmiş idiler. Mesela, Talas, Zincidere, Germir, Gessi, Efkere gibi. Selçuklular, zamanında büyük bir serbestlik içinde yaşayan lar hakkında tarihi kayıtlarda bilgiler vardır. Mesela, Harizm-Şahlar`dan Celâleddin Mengüberti`ye karşı H/627-M/1230 tarihinde Yassıçemen Zaferi`ni kazanıp, Kayseri`ye dönen Alâeddin Keykubad`ı papazlar da karşılamaya geldiler. Sultan ların arasına girdi. Çan çalmalarını ve ilahiler okumalarına izin verdi . Tarihte Kayseri`de bir Ermeni piskoposunun bulunduğu, kilise toplantı zabıtlarından anlaşılmaktadır .
Göçebe Türkmenler ise azımsanmayacak miktarda olmak üzere kendilerine tahsis edilen kışlak ve yaylalarda hayvancılıkla uğraşıyorlardı. Yerleşik köylü halk ise umumiyetle Oğuz boy ve obalarının toplu halde yaşadıkları çiftçilik yapan kitlelerdi. Kayseri civarındaki Kızık, Yazır, Kayı, Yuvalı, Avşarsöğütlü, Beydili, Düver, Salur ve Yüreğil gibi Oğuz boy isimlerini taşıyan köylerin varlığı bunun delilidir.
Ayrıca Moğol istilâsından sonra kurulmuş Tatar, Samağır, Elagöz gibi köylerde yaşayan Tatar azınlık vardı. XV. Yüzyılda Sivas, Malatya, Kayseri`de yurt tutmuş bulunan bu grubun nüfusu takriben 40.000 ev civarında idi.
Danişmendiye çevresi Konya Sultanlarının hakimiyetine geçtiği zaman Danişmendli hanedanına mensup asiller ve ümera, Selçuklu hizmetini kabul ederek hayatlarını devam ettirmişlerdi. Sonradan Kayseri`ye gelen ve burada malikâne ve iktidar elde eden Selçuklu ricali ile Türkmen ve Moğol beylerine da rastlıyoruz. İlhanlı kumandanlarından da buralara yerleşmiş olanlar veya malikâne tutmuş olanlar vardır. Mesela, Samağar Noyan`ın malikânesi olması muhtemel olan Samağar köyü bunlardan biridir.
Şehir halkından bir kısmı da o devirde çok yaygın olan vakıf müesseselerinde çalışıyor veya bağ-bahçe ziraatı yapıyorlardı. Şehrin bütün etrafı bahçelerle çevrili idi. Yakın mesafelerde de bağlar vardı.
Kadı Muhyiddin M/1277`de şehri şöyle anlatıyor: ``Kayseri`de akarsular vardır. Şehrin güzel bahçeleri arklar ile sulanır.´´ Aşağı yukarı aynı tasviri Evliya Çelebi`de de bulabiliriz. ``Kışın su dolu olan sur etrafındaki hendeğe bahar günlerinde bostan ekerler latif sebzesi olurdu.´´ hülasa benim canım Gayserimin anlatmakla bitmeyecek aziz bir tarihçesi ve yaşantı biçimi vardı. Rahmetlik dedemden galan büyük gızıldepede baağımız vardı(Hisarcığın altı) rahmetlik babam talasta bir bağ almış ve 1954 temmuzunda ben orda doğmuşum. Şimdilerde benim canım Gayserimi görenler Kayseri çok değişmiş bir Paris sanki demekteler. Üzülüyorum. Anlatmakla bitmeyecek Kayseri destanında Bu satırlardan Kayserili aziz hemşerilerimin gözlerinde O esgi Gayseriyi canlandırmak ve bir an olsun yaşatmak güzel olsa gerek diye düşündüm. Dünyadaki tüm Kayserilileri gönülden selamlıyorum.
Selam ve dualarımla
31-Ocak&8211;2015
Alanya


Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.