Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10388
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Görüş bildirebileceğiniz Ana Kategoriler
Anayasal Düzen (154) | Dış Politika (2281) | Ekonomi (234) | Eğitim (91) | Devlet Kurumlarımız ve Memurlar (63) | Adalet (71) | Milli Kültür (523) | Gençlik (27) | Siyasi Partiler ve Siyasetciler (846) | Tarım (147) | Sanayi (13) | Serbest Meslek Mensupları (5) | Meslek Kuruluşları (2) | Basın ve Televizyon (19) | Din (643) | Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız (54) | Bilim ve Teknoloji (13) | Milli Güvenlik (623) | Türk Dünyası (888) | Şiir (77) | Sağlık (185) | Diğer (3429) |

Görüş bildirebileceğiniz Diğer konuları
Görüş bildirmek istediğiniz diğer konular (3429)


Diğer - Görüş bildirmek istediğiniz diğer konular konusu hakkında görüşler
İklil KURBAN - (Ziyaretci) 14.03.2011 11:25:34

TARİH FELSEFESİ

TARİHİN FELSEFESİ



Felsefe, bilimlerin bilimi-bilimlerin özü ve kökenidir. Her bilimin kendi felsefesi vardır, yanı sıra tarihin de kendi felsefesi vardır-tarih felsefesi. Felsefe, varlığın veya bilginin bilimsel disiplinlere bağlı olarak araştırılmasının ve diyalektik algılanmasının meyvesidir. Tarih boyunca bilimin karşısına dikile gelen dini düşünceler ise, varlığın veya bilginin, çıkar eksenli duygusal algılanmalarının meyvesidir. Dini düşünceler, bilimsel disiplinden ve diyalektik algılanmadan yoksundur. Tarih boyunca ve her zaman, akla dayanan bilimin karşısına çıkan, imana dayanan, imanı akıldan üstün tutan dinci görüşler-dinci güçler, geçmişte olduğu gibi bugün de, siyaset aracılığıyla görevlerini eksiksiz yerine getirmektedirler. Dünyamızda bugün cereyan eden tüm çatışmalar-savaşlar, bilim-din karşıtlığının, mantık-çıkar karşıtlığının, haklı-haksız karşıtlığının sonucudur. Bir de, uluslar çatışması var ki, bu çatışma da haklı-haksız karşıtlığıyla iç içedir. Karl Marks`ın (1818-1883) dediği gibi, ``İnsanlık tarihi, sınıfların savaşı tarihi´´ değildir. Zaten insanlığı varsıl-yoksul olarak yapay halde ikiye bölmenin kendisi bir büyük yanılgıdır. İnsanları ancak uluslarına göre, ilkelerine-inançlarına göre sınıflandırabiliriz ki, bu doğal bir sınıflandırmadır. Yaşamın yazgısını belirleyen bu çatışmalarda aktif veya pasif hiç kimse tarafsız kalamaz ve bu sebeple bu konu (tarih ve felsefe konusu) hayatidir. Bu çatışmalar tarihtir, tarih sadece geçmiş değil, her zaman yaşar, niceliklerin birikimi niteliklerin değişimini yaratır. Bilim, mantık, haklılık kimlerin tarafındaysa, geçici gerilemeler-aldanmalar olsa bile, er geç o kazanacaktır. İşte bu gerçeği bize tarih felsefesi söylüyor.

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk felsefeci olmasa bile, onun deyişleri felsefe değerindedir. Çünkü o, şanlı Türk tarihinin, acılı Türk yazgısının doğurduğu müstesna bir şahsiyettir. Bu sebeple, konuya daha da yalın bir açıklık getirmek amacıyla, ondan alıntılar sunuyorum:

Atatürk diyor ki, ``Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir. Yazan yapana doğrulukla bağlı kalmazsa, değişmeyen gerçek insanlığı şaşırtıcı bir nitelik alır.´´

Atatürk diyor ki, ``Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır&8230;´´

Atatürk diyor ki, ``Türk kabiliyet ve kudretinin tarihteki başarıları meydana çıktıkça, bütün Türk çocukları kendileri için lazım olan atılım kaynağını o tarihte bulabileceklerdir.´´

Evren, evrenin terkibindeki güneş sistemi, yaşadığımız dünya, bu dünya üzerinde evrimin sonucu olarak meydana gelen tüm varlıklar ve bu varlıklar arasında düşünme-konuşma yeteneği olan biz insanlar-insanlık&8230; Bu varlıklar, şimdilik bizim bildiğimiz bilgilerin zihnimizdeki doğru veya yanlış yansımalarıdır. Doğru yansımalar, araştırmanın, yüksek zihin gücünün mantığa dayanan diyalektik düşünmenin ürünüdür. Bu ürüne bilim denilir. Yanlış yansımalar, çıkara dayanan hayal ürünüdür. Bu ürüne din denilir. İlkel bilimin de, ilkel dinin de meydana gelmesi, insanların evrim sonucu düşünmeye başladığı ilk çağlara-aynı zamana rastlar. Antik Çağ`daki bu ilkel bilim ile uğraşanlar daha güçlü zihin yapısına sahip olan antik insanlar olduğu gibi, ilkel din ile uğraşanlar ise daha düşük zihin gücüne sahip olan antik insanlardı. Bu ilkel bilim ile ilkel din arasındaki ölüm kalım savaşı da ta o günlerden başlanmıştır.

En eski dinlerin yaratıcısı olan Şaman-``bilen´´ anlamındaysa, daha da en eski dinlerin biri olan Budizm`in yaratıcısı olan Buda-``aydın´´ anlamındaysa, son din İslam`ın temel kitabı olan Kuran-``oku´´ anlamındaysa, insanlığın en çok sevdiği olgunun ``aydınlık´´ olduğu anlaşılır. O zaman günümüzdeki ``cahillik´´ (bilgisizlik) nerden geldi ?! Cahilliğin sahibi kimdir? Cahilliğin temelinde çıkar düşkünlüğü yatmaktadır. Kim çıkarcı ise o cahildir. Çıkarına düşkün insan, her ne kadar bilen-aydın-okuyan olursa olsun, o hep cahil kalacaktır. Yeri iken burada şu bir hayati açıklamanın altını çizeyim: Bilim ve felsefe mantık eksenlidir; tüm dinler, bilhassa İslam dini çıkar eksenlidir. Mantık ile çıkar arasındaki bu derin uçurum, bilhassa toplumu feodal-dini yapılı olan-aydınlanma çağını yaşamamış Orta Doğu ülkelerinde daha da belirgin-Türkiye de buna dahildir. Türkiye her ne kadar Atatürk devrinde (1920-1938) kısa bir müddet aydınlama çağını yaşamışsa da, bu devir gökten inmiş gibi tam kalıcı bir etkinlik yaratamamıştır. Atatürk tarafından anayasaya yazılmış 05.02.1937 tarihli laiklik ilkesi de yazı olarak kalmış, yaşama-devlet yönetimine tam egemen olamamıştır. Bu sebeple Türkiye`deki demokrasi, insanların aklına değil çıkarına hitap eden sahte demokrasidir. Erdoğan`ın tanımıyla bu demokrasi-``İleri Demokrasi´´dir. Gerçek demokrasiler, yukarıda tanımı geçen mantık ile çıkarın kesiştiği noktaları bulur-eğer bu noktalar varsa-ve ona göre seçimini yaparlar.

Türkler tarihte her ne kadar derin iz bırakmış, yaşam mücadelesini seven bir ulus ise de, İngilizler, Almanlar, Japonlar gibi başarılı ulu uluslardan olamamıştır. Bunun başlıca sebebi Türklerdeki düşün-bilim gelişiminin çok gerilerde kalmış olmasıdır. Bu geri kalmışlığın başlıca sebebi, hem Çinlilerin, hem Arapların saldırısı karşısında, iki cephede savaşmak zorunda kalan Türk ulusunun, Arap işgali sonucu 100 (651-751) yıllık oluk oluk dökülen kan pahasına, İslam`ın kabul ettirilip, bu işgalin kalıcı ve meşru duruma getirilmesinde saklıdır. Türk ulusunun tarihteki gerilemesi, İslam`ın tarihteki ilerlemesinin sonucudur. İslam`ın işgalinden sonra Türk dünyasında ileriye dönük yeni düşüncelerin-bilimsel buluşların önü kesilmiş, düşünmek başta olmak üzere Türklüğün tüm hayati varlığı şeraitin kontrolü- egemenliği altına alınmıştır. Türk ulusunun geçmişine ve günümüze özgü bu hayati durumunu anlamak-yanıtlamak ve çare aramak için tarihe-tarihin felsefesine müracaat etmek gerekmektedir.

Şimdi tarihimizden ve günümüzden örnekler sunayım:

Bilgin Uluğ Bey (1394-1449) ve onun devrinden bahsedeceğim. Uluğ Bey öldürülünce, hocasının ölümünden son derece kaygılı olan Ali Kuşçu (?-1474) Semerkant`tan İstanbul`a kaçmıştı.

Yapımı 1420`li yıllarda tamamlanmış Buhara ve Semerkant`taki Uluğ Bey Medreseleri günümüze kadar sağ salim gelebilmiş, yıkılmamış ayaktaysa, bu yapı hiç kuşkusuz 600 yıllık uzun ömrü için Uluğ Bey devrinin bilimine borçludur. Uluğ Bey 40 yıllık saltanatı devrinde, Timuroğullarının sonu gelmeyen taht kavgalarının yarattığı huzursuzluklar arasında, medreselerde ders vermekle yetinmeyip, gözlemevindeki günümüzde bile geçerli olan bilimsel çalışmalarından da sonuç almayı başarmıştır.

Timur (1336-1405), Cengiz Han (1155-1227) kadar şanslı değildi. Timuroğullar arasında cereyan eden taht kavgalarını ve sonu gelmeyen suikastları, Cengizoğulları yaşamamıştır. Bunun başlıca sebebi Cengizoğullarına İslam egemen değildi. Timuroğuuarına ise İslam egemendi. Timurlular devrinde İslam da, bilim de çetin rekabetler sonucu kendi yollarında güç kazanmaktaydı. Görünürde taht kavgası gibi cereyan eden tüm olayların temelinde bilim-din çatışması yatıyordu. Bilimin temsilcisi Uluğ Bey, dinin temsilcisi Fars kökenli Hoca Ahrar idi. Hoca Ahrar`ın kışkırtmasıyla Abdullatif, babası Uluğ Bey`i öldürmüştü. Abdullatif, ``Şeriat hükümlerinin gerektiğini yapacağım. Şeriat kaidelerine babam ile oğlum hilaflık ederse onlara bile acımam´´ diye, din hocalarına söz vermişti.

Uluğ Bey`in öldürülmesiyle beraber, Onun gözlemevini toz-duman basar unutulur gider. Gözlemevi çevresini camiler sarar. Uluğ Bey Medresesindeki öğretime özgü bilimsel disiplininin yerini şeraitin korkunç hüküm ve eylemleri alır. Timurlular Türkistan`dan kovulup, İslam Türkistan`ın egemen düşünce sistemi haline gelir. Artık tüm Türkistan için Rus-Çin işgali kaçınılmaz vaziyet alır.

Türk Aydınlanma Çağı, Uluğ Bey`in adıyla özdeşleşmektedir.

Avrupa Aydınlanma Çağı, Martin Luther`in (1483-1546) adıyla özdeşleşmektedir.

Osmanlı Aydınlanma Çağı, Mustafa Reşit Paşa (1800-1858) adıyla-Tanzimat Fermanıyla özdeşleşmektedir. Aydınlanma Çağı`nın ilk olarak nerede ve kimin adıyla, ne zaman başladığı tartışılabilir. Bu konuda her ulusun diyebileceğimiz, bu çağ ile özdeşleşebilir ünlü şahsiyetleri vardır. Örneğin, 10. yüzyıl Arap şairi ve feylesofu el-Marri şöyle diyor, ``Müslümanlar, Hıristiyanlar, Yahudiler ve Mecusiler bunların hepsi yanlış yolu izliyor. Aslında insanlık ikiye ayrılır: İnançtan şüphe eden akıllı kişiler ve inanç sahibi cahiller.´´ Bir de ünlü Alman Feylesofu Kant (1724-1804) diyor ki, ``Hiçbir otorite, hiçbir gelenek, aklın mahkemesi önünde kendini ispat etmekten kurtulamaz.´´

Yukarıda sıralanmış tarihlerden de görülüyor ki, Aydınlanma Çağı`nın en geç geldiği bölge-Osmanlı İmparatorluğudur. Bu sebeple Avrupalılar Osmanlılara ``Hasta Adam´´ adını koymuşlardır. Osmanlıları bu gecikmeden, bu hastalıktan Mustafa Kemal Atatürk (1881-1938) kurtarmıştır.

İnternette, 22.12.2010 tarihinde yayınlanmış ``TÜRK ULUSU ve ONUN YAZGISI´´ başlıklı yazımda, ``Kimsenin dokunmadığı halde diktatörler ölüyor, diktatörlükler çöküyor´´ diye yazmıştım.

Ünlü Tatar şairi Gabdulla Tukay (1886-1913), ``Halk büyüktür, güçlüdür, dertlidir, hüzünlüdür, ediptir, şairdir´´ diyordu.

Yaşam acımasız, tarih kirlidir. Tarih tekrarlanabilir ama geriye dönmez. Yalanlar er geç yok olup gidecek, gerçekler ise enkazların altından yeniden doğacaktır

Tunus diktatörü Bin Ali`nin, Mısır diktatörü Hüsnü Mübarek`in, Libya diktatörü Muammer Kaddafi`nin başına gelenler-halk isyanıyla tahttan indirilmeleri, yarın veya öbür gün, Çin diktatörü Hu Cintao`nun da, Rus diktatörü Vladimir Putin`in de, Özbekistan diktatörü İslam Kerimov`un da başına gelebileceğinin habercisidir. İşte yaşayan tarihimizin felsefesi budur.

Batı ile Doğu`yu, Hindistan, Çin ve Rusları karşılaştıralım. Batı bilimiyle, Hindistan kültürüyle üstün ve ünlüdür. Doğu diniyle, ezeli ve ebedi düşmanımız olan Çin ve Ruslar ise zalimliğiyle-arsızlığıyla üstün ve ünlüdür. Türk dünyası bunların ortasında yer almaktadır. Ulusların yazgısında konumu her ne kadar etkili olursa olsun, seçeneklerinin de payı büyüktür. Türk ulusunun bilime meyil bir yapıya-isteğe sahip olduğunu Türk tarihi söylüyor.

Tarihimizdeki saygın ve başkalarını imrendirebildiğimiz devirler, din ve dogmalardan mümkün olduğu kadar uzak kaldığımız devirlerdir: Kültigin ve Bilge Kağan`ın adına dikilmiş taş anıtlardan yansıyan 8. yüzyıla özgü, fakat bugün de geçerli olan ölümsüz Türk ruhunun yaşandığı devir. Farabi (870-950), Biruni (973-1048), İbni Sina (980-1037), Kaşgarlı Mahmut, Yusuf Hashacip`lerin temsil ettiği bilim, felsefe ve Mutezile devri. Büyük Timur`un, Uluğ Bey`in ve Alişir Nevayi`nin (1441-1501) temsil ettiği Timurlu Rönesans`ı devri (15-16. yüzyıllar). Son olarak Mustafa Kemal Atatürk`ün bir cumhuriyet kurup, ``10. Yıl Marşı´´nı seslendirdiği yıllar (1923-1938). Bu devirler-bu yıllar, Türkün cihanşümul bilime, cihanşümul özgürlüğe kanatlandığı devirler-yıllar idi. Onun içindir ki, bu devirler-bu yıllar bizden uzaklaştıkça, özlem duygularımızla anımsadığımız devirler-yıllar olarak gerilerde kalmıştır.

Bilimin, aklın ve felsefenin gelişerek gizemlerin derinliklerine inebildiği günümüz dünyasında, hile-yalan-baskı ve şiddete sığınmış dini eğilimlerin gerilemesi-yerini akla-mantığa bırakması gayet doğaldır. Bu gün El Kaide başta olmak üzere tüm siyasi İslam`ın, yanı sıra İslamcı-diktatör AKP iktidarının da kudurmalarının-can çekişmelerinin asıl sebebi bilim, akıl ve aydınlık korkusudur. Çok zorlu da olsa, insanlık aydınlığa doğru ilerlemeye devam edecek, dinler yerini bilime bırakacak, diktatörlükler yerini özgürlüğe bırakacaktır ki, bu gelişmeler ölüm kadar kaçınılmaz gerçektir.

Özgürlük bu, insanlık tarihinin en karanlık günlerinde bile hiç dinmeyen sonsuz bir şarkıdır ki, insanlık var olduğu müddetçe bu şarkı da hiç susmayacak yankılanmaya devam edecektir. İşte, TARİHİN FELSEFESİ budur.



İklil KURBAN

14.03.2011



Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.