Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10795
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Görüş bildirebileceğiniz Ana Kategoriler
Anayasal Düzen (154) | Dış Politika (2280) | Ekonomi (234) | Eğitim (91) | Devlet Kurumlarımız ve Memurlar (63) | Adalet (71) | Milli Kültür (522) | Gençlik (27) | Siyasi Partiler ve Siyasetciler (846) | Tarım (147) | Sanayi (13) | Serbest Meslek Mensupları (5) | Meslek Kuruluşları (2) | Basın ve Televizyon (19) | Din (1052) | Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız (54) | Bilim ve Teknoloji (13) | Milli Güvenlik (623) | Türk Dünyası (888) | Şiir (77) | Sağlık (185) | Diğer (3429) |

Görüş bildirebileceğiniz Diğer konuları
Görüş bildirmek istediğiniz diğer konular (3429)


Diğer - Görüş bildirmek istediğiniz diğer konular konusu hakkında görüşler
Ramazan K.KURT - (Ziyaretci) 13.06.2009 22:24:08

TÜRK MİLLETİ MİLLİ BEKASI İÇİN ARA BİLANÇOSU ÇIKARMAK ZORUNDADIR


TÜRK MİLLETİ MİLLİ BEKASI İÇİN ARA BİLANÇOSU ÇIKARMAK ZORUNDADIR



Sadece iktisadi kurumlar değil, insanlar ve milletlerin de zaman zaman kendi geçmişleriyle hesaplaşmaları, ARA BİLANÇOsu çıkarmaları, hem zorunlu hem faydalıdır.

Böylelikle nereden kalkılıp nereye vasıl olunduğu, ikisi arasındaki süreçte nelerin kazanılıp nelerin kaybedildiği ve ROTA DÜZELTMESİ yapmanın gerekli ve hatta mecburi olup olmadığı ortaya çıkar.

Bana göre, Türk milletinin 10 Kasım 1938`den bugüne kadar geçen dönemi kapsayan bir ara bilânçosuna ivedilikle ihtiyacı var.

Elbette ki milletler ve beşeri olgular ve olaylara ilişkin bilânçolar, maddi durumlara ilişkin bilânçolar gibi matematiksel kesinlik taşıyamaz.

Biz 20. yüzyılın ilk çeyreğinde, tasavvur edilebilecek en kanlı ve en feci biçimde, Enderun Mektebi siyasası ve Selefi / Eşari ulemanın işbirliği - Batı`nın ittirmeleri - Dâhildeki etnik isyanların sebep olduğu kombinezonun etkisiyle bir cihan imparatorluğunu kaybettikten sonra ve tahmini olarak altı milyon Müslüman Türk`ün hayatını kaybetmesiyle 23 Nisan 1920`de Cumhuriyet Türkiye`sini kurduk.

23 Nisan 1920 diyorum, zira 29 Ekim 1923 çocuğun resmen adının konulup nüfusa kaydının işlendiği bir tarihtir. Aradan geçen 89 yıl boyunca Padişahın emir erliğinden 1512`den itibaren iktidarına ortak hatta hâkim olan Gulam / köle Enderun kliğinin; "barışta reçber, savaşta asker" "kul"`u olmaktan kurtulup "vatandaş" olma gayesine varamasak bile, o noktaya kararlı adımlarla yürüyorduk.

Ancak 1946`da Batı`nın Türkiye`yi siyasi ve ekonomik yeni bir formata tabi tutmasına gözü kapalı EVET diyen zamanın siyaset ve bürokrasi ekâbirlerinin Mustafa Kemal Atatürk`ün "milli, laik, üniter sistem artı Müslüman Türk milleti eşittir Türkiye Cumhuriyeti"ni "siyasal laisizm" bataklığına sürüklemeleri&8230; Derken Dünya Bankası memurları; Kemal Derviş, Jaime de Mello ve Sherman Robinson tarafından yazılan ve Türkiye`ye 1978`de dayatılan "Ekonomik dönüşüm" programı. (General Equilibrium Models for Development Policy, Cambridge University Press, Cambridge 1982) Ekonominin bütünüyle açıklanmasında gelişmemiş bir ekonomi için bilim-kurgu bile olmayan bu "dönüştürme modelinin" esaslı bir tenkidini T.N.Sriniuasan "Economic Journal, June 1983, ss. 441-442" de yapmaktadır. Ama maalesef Türkiye`de yukarıdaki dönüşüm projesi sadece "dış borçlanma ile kalkınabilirsiniz" dayatması, içerdeki "borç lobisi" siyasetçi ve bürokrasisi tarafından hemen kabullenildi. Aslında bu dayatmanın iki ayağı daha vardı: Biri döviz kurlarıyla alakalı: Kemal Derviş - Jaime de Mello - S. Robinson tarafından hazırlanan "A General Equilibrium Analysis of Foreign Exchange Shortages in Developing Economy, Washington D.C 1981" adlı Dünya Bankası Raporu. Diğeri ise doğrudan Türkiye`ye yönelik olan, Türkiye`nin dışa açılması manipülasyonu ile sanayileşme politikasından serbest ticaret politikasına yönlendiren, gerekçe olarak da Türk ekonomisinin döviz yaratamadığıdır. Kemal Derviş - Sherman Robinson tarafından kaleme alınan bu raporun adı: "The Foreign Exchange GAP, Growth and Industrial Strategy in Turkey 1973 - 1983, Washington D.C, 1978.

Aslında yukarıda belirttiğimiz üç raporun Türkiye`yi yönlendirdiği "model"; 1838 Balta Limanı Serbest Ticaret Antlaşması, 1839 Tanzimat Fermanı, 1856 Islahat Fermanı, 1854 dış borçlanmanın başlangıcı, 1875 Morotoryum, 1881 Muharrem Kararnamesi ile Osmanlı Türkiye`sini mali-iktisadi-siyasi vesayet altına alan Duyunu Umumiye İdaresi, Tütün Reji İdaresi ve Avrupalıların "doğrudan yabancı sermaye yatırımları"nın daha modern laflarla kurgulanmış hali. Günümüzdeki etkin aktörler ise IMF, WB ve WTO ile Wall Street ve City`nin banker tefecileri. Sonuç, Osmanlı`da sanayileşememe ve iflas. Ya Türkiye?

Yeri gelmişken belirtelim. Kemal Derviş`in iki büyük dedesi de Osmanlı Türkiye`sini "borçla kalkındırma" ve "Batılılaştırma" ihtiraslarının kurbanı oldular ve vatana ihanetten idam edildiler. (Mahmut Çetin, "Dededen Toruna Genetik İhanet Tepedelenli Ali Paşa ve Halil Paşa`dan Kemal Derviş`e", Emre Yayınları, İstanbul 2006)

Yukarıdaki üç rapora dayalı ekonomik model Süleyman Demirel ve Turgut Özal ikilisi tarafından 24 Ocak 1980`de yürürlüğe kondu. Böyle bir modelin iyi kötü işleyen bir parlamentoda hukuki düzenlemesini sağlamak mümkün değildi. 12 Eylül 1980`de Amerikalıların "Our boys have done it" (Darbeyi bizim çocuklar yaptı.) diyerek alkışladıkları Kenan Evren cuntası ülke yönetimine el koydu. Türk halkı son yedi sekiz yılda sokak çatışmalarından ve kardeşin kardeşi her ne hikmetse aynı silahlarla vurduğu terörden bıkmıştı. Millet derin bir "oh" çekerken, terörün bir gecede durmasını ilk zamanlar hiç kimse sorgulamadı. Türk ekonomisi 12 Eylül cuntası ve arkasından Turgut Özal iktidarı ile 1989 yılına kadar hukuki ve iktisadi olarak dünyanın en liberal ekonomilerinden biri haline getirildi. Sermaye piyasası tamamen dış etkilere dirençsiz bir yapıda kurgulandı. 1994, 1999, 2000 ve 2001 finansal tabanlı krizlere adeta zemin hazırlandı.

28 Şubat 1997 Post Modern Darbesi ile de esas olarak Türkiye`nin "siyasi dönüşümü", "türban -laiklik" üzerinden manipüle edilerek sağlandı. Bu manipülasyonun esas aktörleri Necmettin Erbakan-Tansu Çiller ve Çevik Bir`dir. ABD-İsrail-İngiltere patentli bu siyasi dönüşümün iki somut sonucundan söz edebiliriz: a)Başörtüsü üzerinden Türk ordusu ile mütedeyyin Müslüman Türk insanı arasına "karakedi" sokuldu. Bu oyunun benzeri 1978`den sonra İran`da oynanmıştı. b) 12 Eylül ve 28 Şubat`ın en net sonucu "siyasal İslamcı" geleneğin Türkiye`de iktidar yapılmasıdır. Böylelikle, yukarıda değinmiştik laik devlet modelinden 10 Kasım 1938`den sonra "siyasal laisizme" geçiş kendi antitezini yaratmıştı. Aslında her ikisi de "Batı beslemesi"dir. Her ikisi de milli ve muasır medeniyet yanlısı değildir.

"Siyasal İslam" Arnold Toynbee`nin "Güney İslam`ı" dediği Suudi Arabistan - Kahire ekseninden beslenen Selefi / Eşari - Vahabi / Müslüman Kardeşler modeline dayanır. Batı`nın İslam ülkelerindeki / toplumlarındaki ileri karakoludur. Türk Müslümanlığı ise amelde Hanefi, itikatta Maturidi olan Kuran - Hadis-Akıl temeline dayanır.

Nitekim Dr. Said Başer Matbuat Dergisi`nde (Kasım 1998, sayı 30) yayımlanan uzun mülakatında Eşari İslam anlayışı "akli bilimlerin önünü kapamış, sadece kelam, fıkıh, hadis gibi nakli bilimlere imkan tanımıştır." Buna karşılık "Maturidi İslam anlayışı Türk tasavvuf sistemi olarak Yeseviliği hem de akli bilimleri temellendirmiştir." diyor.

Ünlü Fransız filozofu ve Müslüman R. Garaudy "siyasal İslam"ı Amerikan / Batı İslami olarak tanımlayarak, İslam dünyasının içine sokulmuş bir nifak olarak değerlendirir. Toynbee ise "Kuzey İslam`ı" adını verdiği Semerkand - Bahara - İstanbul eksenindeki Hanefi - Maturidi İslam`ın hala Batı için tehlikeli olduğunu, bu coğrafyadaki Müslümanların "Mustafa Kemal gibi Batı`ya karşı isyan bayrağını açan liderler çıkarabileceğine" dikkat çekerek Batı`nın siyasi mahfillerini ikaz eder.

Aslında kocaman bir kitap konusunu özetin özeti haline getirmeye çalıştım.

Batı sistemi Türklüğün ve İslam`ın son kalesi olan Türkiye`ye Din - Felsefe - Siyaset - Ekonomi - Milli Şuur üzerinden bütün hatlarıyla saldırıya geçmiş durumda. Lozan`ın rövanşını almak istiyor.

"Bugün içinde bulunduğumuz onursuz durumu, sadece dış güçlerin oyunlarıyla izah etmek mümkün değildir." (Mahmut Çetin, Aydın Yabancılaşması, Biyografi Net, İstanbul, 2009, s. 13) Mahmut Çetin`in "Aydın Yabancılaşması" dediği aslında Osmanlı Türkiye`sini adım adım felakete taşıyan gulam/köle Enderun bürokrasisinin Cumhuriyet Türkiye`sindeki halidir. Ben bu yapıyı "Neo-Enderun kliği" siyasası, bürokratı, aydını ve işadamı olarak tanımlıyorum.

Türkiye`deki sağ-sol, Türk-Kürt, Sünni-Alevi, dindar-laik, başörtülü-başı açık benzeri tartışmaların tamamı suni/yapay tartışma malzemeleridir. Türkiye bir tarafta 99 Müslüman Türk milleti, öbür tarafta bu yapay tartışmaları kurgulayan, bunlardan siyasi-iktisadi nemalar elde eden 1`in son 150 yıldır (19 Mayıs 1919 - 10 Kasım 1938 dönemi hariç) sert mücadelelerin yaşandığı bir ülkedir. Yüzde birin içinde nasıl ki Osmanlı Türkiye`sinde "Yeni Osmanlılar" adıyla anılan laikler ve İslamcılar var idiyse; Cumhuriyet Türkiye`sinde de aynı yapı özellikle 3 Kasım 2002`deki AKP iktidarıyla birlikte iyice gün yüzüne çıkmış durumda. Bunu en iyi "Taraf gazetesi"ne ve kendini "İslamcı" olarak tanıtan gazete yazarlarına bakarak, TV ekranlarına bir akşam göz atarak anlayabilirsiniz.

Arnold Toynbee`nin şu tespiti sanki günümüzün Neo-Enderun kliğini anlatıyor; "Osmanlı rejiminin paradoksu şuydu: Kanuni olarak Osmanlı İmparatorluğu`nun birinci sınıf vatandaşı olan, kurucu unsur, hür Sünni Müslüman Türkler, Hıristiyanlıktan dönmüş ve ömür boyu köle olan idarecilerin emri altına sokulmuştu." (Arnold Toynbee, Osmanlı İmparatorluğu`nun Dünya Tarihindeki Yeri, Hazırlayan Kemal Karpat, Osmanlı ve Dünya, Ufuk Kitapları, İstanbul 2000)

Siyasi yelpazenin neresinde olursanız olun, başörtülü-başı açık, az dindar-çok dindar, bir vakit, beş vakit veya hiç vakit namaz kılın. Dedenizin kim ve nereden geldiğine takmayıp "bu vatan benim", "Ne mutlu Türküm diyene"yi yüreğinizde hissedebiliyorsanız. Evet ferd olarak da, topyekun millet olarak da milli bekamız için ara bilançosu çıkarmak mecburiyetindeyiz.

Türk milleti "kadavra kokusu" ile "doğum sancısı"nı bir arada yaşıyor. Hangisinin galip geleceği çıkarılacak ara bilânçosunun zamanının kısa veya uzun olmasına bağlı.Ramzan K.KURT



Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.