Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10194
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Görüş bildirebileceğiniz Ana Kategoriler
Anayasal Düzen (154) | Dış Politika (2285) | Ekonomi (234) | Eğitim (91) | Devlet Kurumlarımız ve Memurlar (63) | Adalet (71) | Milli Kültür (423) | Gençlik (27) | Siyasi Partiler ve Siyasetciler (848) | Tarım (147) | Sanayi (13) | Serbest Meslek Mensupları (5) | Meslek Kuruluşları (2) | Basın ve Televizyon (19) | Din (542) | Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız (54) | Bilim ve Teknoloji (13) | Milli Güvenlik (623) | Türk Dünyası (889) | Şiir (77) | Sağlık (185) | Diğer (3429) |

Görüş bildirebileceğiniz Diğer konuları
Görüş bildirmek istediğiniz diğer konular (3429)


Diğer - Görüş bildirmek istediğiniz diğer konular konusu hakkında görüşler
Mustafa Mete İSLAMOĞLU - (Ziyaretci) 16.12.2014 22:43:59

VİCDANLARA ve TARİHE SORU? YORUM!

Mustafa Mete İSLAMOĞLU
YAZIYOR
VİCDANLARA ve TARİHE
SORU? YORUM!
Devletin ve hükümetlerin varlık nedeni ve Gayesi Halkın Mutluluğunu Sağlamaktır. Bu fonksiyon yerine geldiği, mutluluk sağlandığı müddetçe meşru bir devlet otoritesi var demektir. Yoksa bu otorite gökten inmemiştir. Diğer bir deyimle bir yanda devletin amacı halkın mutluluğunu sağlama öte yandan bu mutluluğu sağlamanın amacı da devlet otoritesidir. Bu itibarla kanunlar ve devlet müesseselerinin verdiği her türlü hukuki emirler özü itibariyle bu amaca karşı olamazlar. Yandaşlarıyla yoldaşlarıyla çalma çarpma gizli kasalar kurulu masalarla milletin hakkını gaspla bir düzen varsa asla meşru değildir.
Ayakkabı kutularındaki çalınan trilyonlardan hiç ses çıkmaz oldu ve bu mllete onuda onutturdular. Olan millete oldu...
Siyasi partilerin mevcudiyet sebebi de, ulusal iradenin yönünden saptırılması değil, bilakis halkın gerçek kollektif menfaatlerinin aksettirilmesidir. Aksi halde halkın egemenliğinden söz edilemez.
Türkiye`de hukuk ve siyasi ahlak bakımından genel prensiplere uyulup uyulmadığına göre iddia ve ikrar etmek gerekir. Türkiye politikasını yönetenler, parlamentosu ile ve hükümeti ile halka ve gerçek halk hakimiyetine karşıdırlar. Bu sakatlığın ne kadar farkındasınız?
Türkiye`de devlet idaresinin meşru olup olmadığını ortaya koyabilmek için halkın, onun ihtiyaçlarının karşılanıp karşılanmadığını anlamak gerekir. Bunu yurdumuzda sosyal dengenin nisbi de olsa bulunup bulunmadığından çıkarabiliriz.
Çevremize bakalım. Aslında bir birinden müstakil olmayan alanların, ekonomi, politika, eğitim, askerlik, din ve ahlak dallarından, hangisinde büyük çatışmalar yoktur.
Devletçe sosyal huzur sağlandığı görülmekte midir? Buradan çıkaracağımız sonuç halk ihtiyaçlarının geniş ölçüde ortaya çıktığı, devletin bunları uzlaştırıcı bir fonksiyon yerine, aksine uyuşturucu bir tutumda bulunduğudur.
Devlet otoritesinin meşruluğu, ``Halk yararına davranışındadır´´. Yani diğer bir ifade ile otorite devlet davranışlarının ancak halkın gerçek iradesine uyulduğu nispetinde meşrudur ve halk yararınadır.
Öyleyse bütün mesele gerçek halk iradesinin tecellisidir. Halkın ve toplumun çıkarına ve demokrasiye karşı tutum söz konusu ise yukarıdaki mantığa göre irade saptırılmış, yanlış yollara sevk edilmiş demektir.
Acaba, Türkiye`de milli irade ulusun ve yurdun çıkarlarına uygun bir şekilde tecelli etmiş midir, yahut ettirilmiş midir?
Bunun için devlet iradesinin işleyişine önce anayasadan bazı prensipleri tekrarlayarak, sonra da olayları ampirik açıdan ele alarak bakmak gerekir.
Türk Halkı`nın kaderi tarih boyunca aldatılmışlığın bir serüvenidir. Tanzimat da hayatı değiştirmedi, Birinci Meşrutiyet onun dışında bir hareketti. İkinci Meşrutiyet çilelerine yeni acılar ekledi. Bütün bunlardan sonra Kurtuluş Savaşı, Türk milletinin bağımsızlık azminin şuurlu şahlanışı ve Atatürk devri, halkın kendi kişiliğini idrake hazırlayış yılları idi. Bunu halkın yeniden aldatılışı olan çok partili devir takip etti. Ve halen devam etmektedir.
İtham edilmesi gerekenler parlamento ve başkanı ile birlikte onun sorumlu hükümetleridir.
Anayasaya bir göz atalım. 2`nci maddede söyledim. ``Türkiye Cumhuriyeti insan haklarına başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan milli, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.´´ Buradaki demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti deyimi anayasa gerekçesinde açıklanmaya değer. 27 Mayıs öncesinin sosyal ve ekonomik tasarruflara karşı haykırışını dile getiren 2`nci maddesinin gerekçesini okuyalım:
``Siyasi hayatının demokratik olabilmesi için iktidarın karşısında halkın fikrini, reaksiyonlarını, umumi efkara açıklayacak, ortaya çıkaracak, kanalize edecek, vasıta ve müesseselerin üzerinde siyasal iktidarların baskısından dolayı vesayetin olmamasıdır. Bu fasıldaki siyasi haklar önce siyasi iktidarı halkın serbest rızasına, halkın muvafakatine dayanmaktadır. Siyasi haklar bu suretle kişi hakları bölümünde zikrolunan haklarla birlikte Türkiye`deki siyasi rejimin kaynağına halktan alan bir umumi efkar rejimi haline getirmektedir.
Çağımızın karmaşık sosyal iktisadi dünyası içinde daha fazla hürriyet ise, iktisadi ve sosyal bakımdan zayıf olan kişileri, grupları korumak, bunların maddi ve manevi varlıklarını geliştirme şartlarını hazırlama ve bunlara klasik kişi hak ve hürriyetleri yanında iktisadi ve sosyal haklar tanımakta kabildir.
Zamanımızın demokratik devleti bu öneme sahiptir. Devlet hayatı içinde bu himayenin ve hizmetlerin sağlamasını bu alandaki engellerin kaldırılmasını istemek de sosyal haktır. İnsana israf olunmaktan mani olunacak şartlar içinde görmek hakkı tanınmıştır. Fakat yine zamanımızın bir gereği ve gerçeği olarak iktisaden az gelişmiş memleket olan Türkiye bakımından bir zaruretle karşılaşılmaktadır. Yüzyılların ihmali sonucu gelişmemiş olan sosyal ve iktisadi yapımızı kalkındırma... bu da iktisadi, sosyal, kültürel kalkınma yolu ile devlete bir ödev olarak yüklenmiştir. Devlet bu geniş kalkınma politikasını milli tasarrufu arttırmak ve yatırımları toplum yararının gerektirdiği önceliklere yöneltmek sureti ile planlamak zorundadır. ``ferdi mülkiyet, özel teşebbüs ve aile gibi esasları toplumsal değeri içinde düzenlemiştir´´ Anayasa tasarısının 2nci maddesinin gerekçesinde Türkiye Cumhuriyeti`nin vasıfları dört prensip içerisinde ifade edilmiştir:
1- Türkiye demokratik bir Cumhuriyettir. Halk idaresi ve hak idaresine dayanır.
2- Türkiye Cumhuriyeti laiktir.
3- Türkiye Cumhuriyeti hürriyetçidir, insan hak ve hürriyetlerine dayatılır.
4- Türkiye Cumhuriyeti Sosyal bir devlettir. Sosyal Devlet fertlere yalnız klasik hürriyetleri sağlamakla yetinmeyip aynı zamanda onların insan gibi yaşamaları için maddi ihtiyaçlarını karşılamalarını da vazife edinen bir devlettir.
SORU? YORUM! Bunların hangisi var?
Her sınıf halk tabakaları için refah sağlamayı kendisine vazife edinen zamanımızın devleti iktisaden zayıf olan kişileri bilhassa işleri bakımından başkalarına tabi olan işçi ve müstahdemleri her türlü dar gelirlileri ve yoksul kimseleri (güya) himaye edecektir.
SORU? YORUM! Bu anlatılanlar günümzde nasıl seyrtmektedir.?

Bu suretle hem insan şahsiyetine hürmet etmek vazifesini yerine getirecek klasik hürriyetlerin gerçeklerle alay eden bir mahiyet almasına izni olacak hem de geniş halk tabakalarının refaha kavuşması sayesinde toplum hayatı için daha verimli olmaları hedefine ulaşılacaktır.
Gerçekten maddi ve iktisadi imkanlarından yaşama için zaruri olan gelir kaynaklarından ve o varlıktan mahrum olan halk tabakaları için klasik hürriyetler yalnız kağıt üstünde parlak fakat boş laflardan başka bir değere sahip olamaz.
Ulusal irade adı altında iradenin tahakkuna mani olanlar, Parlamento ve Partiler, Devrimleri ve Atatürkçü gelişimi kendi menfaatleri karşısında gören, menfaat gruplarıdır
Bu bakımdan ulusal irade adı altında iradenin tahakkuna kimin mani olmakla gayri meşru hale geldiğinin tarihi tespit edilebilir.
Bunlar gerçekten milli iradenin temsilcileri iseler, cumhurbaşkanı seçimi ve hükümetlerin kuruluşunda güya muhalefet yerine nifaklar yaratmamalıydılar.
Parlamento, anayasanın emrettiği reformların yapılması ve ilkelerinin gerçekleştirilmesi görevlerini yapmakta ruh ve niteliğinden yoksun kalmıştır. Meclisin devamı, toplanma ve çalışma tarzı bu gerçeği ortaya koymaya kafidir.
``Bir gün bu parlamentonun bazı mensupları bir hareket olur da memleketi felakete götürürlerse, mutlaka demokrasiye sahip çıkmamak suçuyla yargılanmak ve cezaların en ağırına, amma en ağırına maruz bırakılmalıdırlar´´
``Bu milletvekilleri sıkıştıklarında; &8216;Memlekette demokrasi düşmanları var! Memlekette dikta idaresi var!` diye haykıran milletvekilleridir. Hiç fütur duymadan, bazılarının yüzleri kızarmadan .. bunu söylemek aldatmanın başka yüzüdür.
Halbuki demokrasinin bir numaralı düşmanı kendileridir ve kendilerine hiçbir müeyyide tatbik etmeyen, o canlarından çok sevdikleri paralarını kesmeyen, o milletvekilliği sıfatlarını kaldırmayan görevini ciddiye almayan, görevini yapmayan Başkandır, Başkanlık Divanı İdarecileri`dir.
Eğer demokrasinin böyle yürüyeceği, eğer demokrasinin böyle itibar bulacağı bugünkü bir şahsın tarihi omuzları üstünde yükselen binanın, ondan sonra da, böyle ayakta kalacağı hayal ediliyorsa, feci şekilde aldanıldığını Türkiye`nin bütün damlarının üstüne çıkıp, haykırmak lazımdır. O bina mutlaka onun temelini kemirenlerin başına yıkılacaktır. Türk Milleti ondan kurtulmasını, onu bertaraf edip şimdiki yolda yürümeyi mutlaka bilecektir. Ve bunun usulü, çaresi kabul ettiğimiz Anayasada yazılıdır.
Yazıklar olsun gelmeyenlere, yazıklar olsun en ufak ciddiyetten mahrum bulunanlara, haram olsun kendilerine ve yedi sülalelerine. Bu fakir milletin cebinden aldıkları, bu fakir milletin ahı mutlaka kendilerini tutacaktır. Parlamentonun işte bu işlemezliği ve çalışmazlığı yüzündendir ki bugün dahi gündeminde görüşülerek karara bağlanacak bir sürü madde birikmiş bulunmaktadır. Çünkü Parlamento ulusun ve yurdun bugünkü ve yarınki menfaatleri ile ilgili kararlar alacakları yerde kişisel ve küçük çıkarların çözümü peşinde koşan tipteki politikacıların kulisi haline gelmiştir.
Parlamentonun ve Partilerin reformlar ve plan hakkındaki tutumları, aldıkları kararları, onların kimden yana olduklarının tarihsel belgeleri olarak kalacaklardır.
Buna sonra temas edeceğiz. Halk adına halk için politik kararların alınacağı meclisin üstünlüğü cumhurbaşkanı ve başbakan seçimi, çalışmaz ve işlemez görülen meclisin sık sık ordu ile tehdit edilmesi, gerçekte meclise ciddi hiçbir reformcu teklifle gelmemiş olan hükümetin, meclise karşı kişisel tahakkümü değil de nedir? Bu tehditleri savuranların halk adına haklı olabilmeleri, halka gerçekten yararlı tasarılarla meclisi çalışmaya zorlamaları halinde kabul edilebilirdi. Meclis`i, ordu ile tehdit edip parlamentoda hakimiyet kurmak çabasında olanlar, aslında kişisel tahakkümleri peşinde koşan demagoglardan başka bir şey değildir.´´
Garip olan, Türkiye`de demokrasiye karşı bulunanların da demokrasiden bahsetmeleridir.
b) Partiler
Elbette partiler, demokratik hayatın kaçınılmaz unsurlarıdır. Kaçınılmaz bir husus da partilerin, oyları aldıkları kitlenin iradesiyle aynı yönde hareket etmeleridir. Başka bir ifade ile, partilerle temsil ettiklerini iddia ettikleri halk iradeleri arasında politik hayatın her kademesinde görünen (Parlamento dahil) bir ayniyet bulunmasıdır. Bu ayniyet olmayınca meşruluk kendiliğinden ortadan kalkmakta, Türkiye`de gördüğümüz aldatma ve uyutma başlamaktadır. Böylece ulusal irade katledilmektedir.
Hem bu ayniyetten bahsedilip hem de şef hakimiyeti hüküm sürüyorsa (bunun misalini sayın yargıçlar hatırlarlar.) halkla parlamento arasında ayniyet nasıl olacaktır? Garip olan, Türkiye`de demokrasiye karşı bulunanların da demokrasiden bahsetmeleridir.
Acaba sayın yargıçlar, böyle bir ayniyetin sosyal gruplar itibariyle tezahürüne imkan verilip, yol açılıp, kamu oyunun ortaya çıkmasına ve onun en yüksek seviyede bir politik karar haline gelmesine, 1946`dan 1960`a kadarki dönemi bir yana, 27 Mayıs`tan zamanımıza kadar aldatılmadan çalışıldığına kani midirler?
Bu aldatmanın tezahürleri değişiktir.
Sosyal ve ekonomik hakların halk tarafından elde edilmesini sağlayacak zinde kuvvetlerin temel reformlar dediği reformlara kimler engel olmaktadır?
c) Devrimleri ve halkçılığı kendi çıkarları karşısında gören politik, ekonomik ve sosyal menfaat grupları
Biz bahis konusu sosyal grupları, doğrudan doğruya ortaya koymayacağız. Yalnız şu soruyu soracağız: Anayasanın klasik hürriyetleri yanında ulusal iradenin tecellisi için adeta emrettiği sosyal ve ekonomik hakların halk tarafından elde edilmesini sağlayacak zinde kuvvetlerin temel reformlar dediği reformlara kimler engel olmaktadır? Toprak reformu, vergi, eğitim reformu ve diğer reformlar aleyhinde çalışanlar kimlerdir? Bunların kimler olduğu hakkında Türk halk oyunda, bu arada sayın yargıçlarda inancın tam olduğundan şüphemiz yoktur. Bir çok çevrelerce ısrarla propagandası yapılmasına rağmen uyutucu, aldatıcı, vaat edip unutturmaya çalışan CHP`nin yöneticileri bu gruplara dahildir.
Olumlu bir toprak reformu, hem sosyal adaleti ve onunla birlikte hem de azından büyük fakat aç ve çıplak anadolu halkını besleyecek ölçüde istihsal artışını sağlayacak toprak reformu nerede?
Kaderine bırakılmış Anadolu`da küçük topraklar büsbütün küçülürken, ekonomik bir istihsal ünitesi olmaktan çıkarken, büyük toprakların daha da büyüdüğünü görüyoruz
Nüfusu gittikçe artan Anadolu`nun halkının huzurundan söz etmek, sayın yargıçlar güç değil midir? Hele yaşamak, barınmak imkanından gittikçe mahrum kalan bu halk kitlelerinin büyük şehirlere akarak, hemen de yarısına yakın kısmını kaplayan gecekondu inşaatının durdurulmasını, yasaklanmasını isteyen yönetici zihniyet, Türkiye`nin davalarını anlamanın ötesinde olanların zihniyetidir. Bugünkü tutumla gecekonduların artmasının kaçınılmazlığını anlamayanları ve onların getirdiği problem karşısında anlayışsız olanları, özellikle bu gibi konulara derinden bakanları tarih önünde itham edenleri tarih önünde en büyük vatan haini olarak gösteriyoruz. Çünkü inanıyoruz ki temel reformlar, bu ve diğer konuların önüne geçtiği takdirde meselelerimiz çözülecektir. Daha açık bir ifade ile netice yerine sebeple uğraşıldığı takdirde çözülecektir.
Anayasa`nın sosyal devlet prensibini, sosyal adalet ilkesinde buluyoruz. Daha doğrusu bu ilkenin; geri kalmış bir memleket olduğumuz için, sosyal adalet için kalkınmak prensibinde kristalleştiğini görüyoruz. Zaten anayasaya dayanarak hazırlanmış bulunan plan hedef ve stratejisinin gözüyle sosyal adalet içerisinde kalkınmadır. Oysa planın gerektirdiği amme hizmetlerini ve kalkınmayı sağlayacak olan vergiler geniş fakir halk kitlesine yüklenmiştir.
Son kanunlarla tenkitlere cevap vermek amacıyla vergileme alanına sokulan tarım gelirlerinden alınan vergilerin hasılatı kırk elli milyon liradır. Bunun alınabileceği de şüphelidir. Bu şüpheyi ihzar eden Tarım Bakanı Mehmet İzmen`dir. Oysa zaten öbür gruplara vergi yükü esasen ağır bulunan devlet memurlarına yüzde onbeşlik zamdan alınacağı kesin vergi 100 milyon liradır. Yalnız bu misal dahi parlamentonun ve onun sorumlusu bulunan hükümetinin zihniyetini ve kimleri koruduğunu, sosyal adalet ilkesiyle nasıl alay ettiğini gösterir. O ilke yeni anayasanın milli iradenin tecellisinde klasik hürriyetlerin yetersizliği sebebi ile ortaya çıkardığı sosyal devlet prensibinin ifadesinden başka bir şey değildir.
Şimdi Anayasa`nın bazı maddelerinden söz edelim:
Madde 61 - Herkes kamu giderlerini karşılamak üzere mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür.
Yalnız bu madde bile açıkça göstermektedir ki, Parlamento ve hükümet Anayasaya karşı tutumdadır.
Başka bir madde:
Madde 129 - İktisadi, sosyal ve kültürel kalkınma plana bağlanır. Kalkınma bu plana göre gerçekleştirilir. Devlet planlama teşkilatının kuruluş ve görevleri, planın hazırlanmasında, yürürlüğe konmasında, uygulanmasında, değiştirilmesinde gözetilecek esaslar ve bütünlüğünü bozacak değişikliklerin önlenmesini sağlayacak tedbirler özel kanunla düzenlenir.
Gerçekte ise plandaki kamu harcamalarına yeterli kaynak bulmak için başvurulan tedbir, plan hedef ve stratejisindeki genel amaçla çatışmaktadır. Söz konusu tedbirlerle bir yana atılan sosyal adalet şeklen ve çevreyi uyutmak için plan hedef ve stratejisinde muhafaza edilmiştir. Öyleyse plan araç ve hedefleri arasında kesilen irtibat ile planın bütünlüğü açıkça bozulmuştur.
Kendi çıkarları için Anayasa`yı hukuki yollarla değiştirmeye lüzum görmeksizin, fiilen çiğneyenler kimlerdir.?
Türkiye de inceleme yapan Amerikalı profesörün (Prof. Enos`un) de Anayasa`ya aykırı tedbirler dediği bu tasarruflar kimin için ve yoksul Türk halkının hangi grubunun yararına yapılmıştır? Bizim anlayacağımıza göre kendi çıkarları için Anayasa`yı hukuki yollarla değiştirmeye lüzum görmeksizin, fiilen çiğneyenler kimlerdir? Veya bu amaçla hangi güçleri alet olarak kullanmaktadırlar? Yerli plan uzmanlarının istifalarının, hele planın hazırlanmasına başkanlık eden dünyaca tanınmış Prof. Tinbergen`in fiili münasebetinin kesilmesi sebebi nedir? Ulusal irade adına oynanan oyun burada da sırıtmaktadır. Özünden veya Anayasa`dan kopmuş bir plan sadece demagogların propaganda aleti olabilir.
Ekonomik ve sosyal münasebetler bakımından parlamentonun ve onun sorumlu hükümetinin, Türk Ulusu`nun bağımsızlığı bir yana, uluslararası hukuka dahi aykırı olan kromit olayındaki tutumu hayrete şayandır.
Olay, neden uzatıldığını bilmediğimiz sebeple bir davanın konusu iken yerli bir firmanın bir Amerikan firmasına olan borcuna ait bir anlaşmazlığı, mahkemelerde halletmek yerine parlamentoda karar aldırıp ödemeyi, zaten adil vergileme altında bulunmayan halka yüklemesi, utanılacak bir olay değil de nedir? Bu şirketin avukatının oynadığı oyunlar ve buna meydan verenlerin politika ve ekonomik menfaatlerinin işbirliğini iyi açıklar. Biz bu tablo hakkında sadece bir soru soracağız ve onunla yetineceğiz. Amerikalıların (güya) yardım yaptıkları memleketlerden özel alacaklarını tahsil edebilmek için çıkardıkları bir kanuna dayanarak yapılmış bir Amerikan talebi karşısında Türk Hükümeti`nin bir itirazı olmuş mudur? Olay sırasında bazı şikayetlere karşılık böyle bir tutum açıklanmadığına göre itiraz yok sayıyoruz.. Ve iddia ediyoruz ki; kapitülasyonların ekonomik ve politik sonuç olarak milli bağımsızlığımızı ve haysiyetimizi nasıl darbelediğini bilen bizler, bugün burada bu yöneticilerin nereden nereye geldiklerini büyük üzüntü ile gördük.
Bütün bunların altında nüfuz ticareti, soygunlar, akraba kayırmaları yatmakta ve ekonomik, politik münasebetleri ile, basınıyla, diğer müesseseleri ile halkın gerçek iradesinin dışında hatta karşısında kalınmaktadır.
Şimdi soruyoruz:
Bu şartlar altında statükoyu koruma, hatta restore etmek rolünde olan Başbakanla, parlamento, büyük halktan yana mı, yoksa onun karşısında mı? Halkın ve yurdun gerçek çıkarının gerçekleşmesine kimler engel olmaktadır? Kimler o engel olanların savunucusudurlar?
Politikası böyle, ekonomik tutumu böyle olan bir yöneticiler kadrosunun Türk yurduna armağanı sadece sosyal dengesizlik ve huzursuzluk olacaktır.
Bu huzursuzluğun ulusal güvenliğe ve savunmaya nasıl zaaf ve kötülükler getireceği açık değil midir? Soruyoruz: bu dengesizlik ve huzursuzluk artmakta mıdır? Ağırlaşmakta mıdır? Bunları giderecek gerçek tedbirleri almak yerine sonuçlarla uğraşan kadro vatan ihanetinin içinde midir, değil midir? Anadolu`nun ve büyük şehirlerin yoksul halkı milli savunmaya milli bağımsızlığa ne derece hizmet edebilirler. Burada efsaneleri, devrini tamamlamış sloganları ve tükenmiş kişileri bir yana bırakıp gerçeğe inmenin yeri ve tarihi zamanıdır. Denilmekteydi.

Ulusal iradenin gerçekten tecellisi için, politik, ekonomik, bölgesel ve sosyal oyunlara gelmeyin. Vatan hepimizin vatanıdır. Yıllardır çektiğimiz acılar, bilinçsizce atılan adımlarım emaresidir.
Bu münasebet yarın mutlaka koparılacaktır. Bu koparmayı kimlerin aracılığıyla yapacaktık? Kafasıyla yeni nesil Atatürk`ün Cumhuriyet`i emanet ettiği, aslında halkın mutluluğunu sağlamayı tavsiye ettiği gençliği harcayanları asla unutmayın.
Yukarıda öz`ü anlatılan toplum hayatımızın meşruiyete dayanan tüm gerçekleri, milletçe haklılığımızın, dos doğru ve kısa ifadeleridir. Bu sebeple tarihi vicdan ve insani hislerinizi bu ülkenin insanları olarak muhakeme edin. Siz de mutlaka, değişip-gelişecek gerçek ulusal irade egemenliğinin hakim olacağı, Türkiye tarihinde yerinizi, vereceğiniz kararla belli etmiş olacaksınız.´´ Önümüzdeki seçimlerde futbol takımı tutarcasına parti tutmak yerine ülkenin ve milletimizin menfaaterini gönülden isteyerek ve düşünerek hareket etmeniz dileklerimle...
Selam ve dua ile
16- ARALIK-2014
( mustafameteislamoglu@hotmail.com


Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.