Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10787
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Görüş bildirebileceğiniz Ana Kategoriler
Anayasal Düzen (154) | Dış Politika (2274) | Ekonomi (234) | Eğitim (91) | Devlet Kurumlarımız ve Memurlar (63) | Adalet (71) | Milli Kültür (522) | Gençlik (27) | Siyasi Partiler ve Siyasetciler (844) | Tarım (147) | Sanayi (13) | Serbest Meslek Mensupları (5) | Meslek Kuruluşları (2) | Basın ve Televizyon (19) | Din (1052) | Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız (54) | Bilim ve Teknoloji (13) | Milli Güvenlik (623) | Türk Dünyası (888) | Şiir (77) | Sağlık (185) | Diğer (3429) |

Görüş bildirebileceğiniz Diğer konuları
Görüş bildirmek istediğiniz diğer konular (3429)


Diğer - Görüş bildirmek istediğiniz diğer konular konusu hakkında görüşler
Ahmet Kılıçaslan Aytar - (Ziyaretci) 27.09.2016 22:29:35

YENİ BİR DARBENİN ŞARTI


YENİ BİR DARBENİN ŞARTI


Türkiye`de Cumhuriyet Devrimi ve esaslarının benimsenmesi ve yaşatılması için mücadele edildiği günlerdi.
Yüce Atatürk "Bütün millete hiç tereddütsüz ve gönül rahatlığıyla arz edebilirim ki, Cumhuriyet Orduları Cumhuriyeti ve kutsal topraklarını güvenle koruma ve savunma kudretindedir ve hazırdır" diyordu...


II.Dünya Savaşı sona ermiş, ABD savaştan güçlü bir konumda çıkmıştı.
Ancak hâlâ dünyayı istediği şekilde örgütleyebilecek  konumda değildi.
Japonya`ya iki atom bombası atmış, dünyaya isteklerini dikte edebileceğini ummuştu.
Ancak bu planlar Sovyetler Birliği`nin nükleer silahlar geliştirmesi ve Çin`de Çan Kay Şek rejiminin devrilmesiyle büyük darbe yemişti...


Hangi stratejinin uygulanması gerektiği konusunda görüş ayrılığı belirdi.
Bir kesim Sovyetler Birliği ve Çin`deki Mao yönetimini ne pahasına olursa olsun devirme yanlısı,
Diğer kesim ise kontrol altında tutma yanlısıydı.


İki eğilim arasındaki çelişki gelecek dönemlerde hep su yüzüne çıkacaktı...
Nitekim Kore Savaşı`nda Başkan Truman nükleer silah kullanmaya çok yaklaştı.
Küba krizinde, ordunun bir kesimi Sovyetler Birliği ile nükleer savaşa girme yanlısıydı.  Vietnam`da nükleer silah kullanımını savunanlar vardı.
Ne ki, hep "Kontrol Altında Tutma" hizbî üstün gelmeyi başardı.
Doğrusu Sovyetler Birliği`nin misilleme yapabilecek olması ABD`yi küresel egemenlik politikasını izlemekten alıkoyuyordu...


Giderek ABD`nin ekonomik ve politik düzeni önemli kapitalist güçlerin genişlemesine yol açtı.
ABD`nin "kontrol altında tutma" programı üstün gelmeyi başarıyordu.
1945-1973 arası bu süreç, kapitalizmin tarihindeki en büyük ekonomik büyüme dönemiydi...


Bu çerçevede Türkiye tek parti döneminde enformel biçimde başlayıp, çok partili hayat içinde yerleşip sistemleşen vesayet rejimini bitirmek üzere bir değişime tabi tutulmaya başladı.
Bu dinamiğin dış yüzünde Avrupa Birliği reform kriterleri ve küreselleşmenin zorunlu kıldığı kendine özgü kriterler,
İç yüzünde ise kamusal alanın dışında tutulmuş olan İslamî kimlik üzerinden merkeze yürüyen ve onu yeniden tanımlamak isteyen bir siyasi hareket bulunuyordu.


Devlet desteği ve artık bir NATO gücü olan TSK korumasıyla büyüyen büyük sermayenin ekonomik iktidarı sürüyordu.
Sürekli büyüdüler, Batı sermayesiyle birlikte küresel pazarlarla bütünleşmeyi hedeflediler. 
Güya hep Cumhuriyetçi ilkelerin arkasında durdular.
Ama Türkiye`nin algısı onların hayret verici büyümeleri ve konjonktürel hezeyanlarıyla  mütemadiyen afallıyordu.
Sofradan birlikte yaşamaya, kültürden sanata, ekonomiden hukuka "vesayetçi ve otoriter" bir değişimle Türkiye`ye " batı tarzında bir burjuva demokrasi" sine zorladılar.
Ama hiçbir zaman ne bölgesel ne bireysel yaşamın adaletini sağlamadılar... 
TSK bu dönemde sermaye ile tanışmıştı ve o muhteşem günlerdeki karakteri değişmeye-yazıyordu...


Giderek dünyada savaş sonrasına ait denge çöküyordu.
1970`lerde dünya kapitalizmi içinden çıkamadığı yeni bir dengesizlik dönemine girdi.
ABD`nin dış politikası "Kontrol Altında Tutmaktan" "Devirme" politikasına dönüştü...


Başkan Carter, Sovyetler Birliği`nin Orta Asya cumhuriyetlerinde köktendinci İslamcıları kışkırtma politikasını geliştirdi.
Bu politika Usama bin Ladin ve antikomünist İslamcı köktendinci grupların ortaya çıkmasına yol açtı.
Hep Suudi Arabistan tarafından finanse edildiler ve ABD`nin amaçlarına yakın bir doğrultu üzerinde faaliyet gösterdiler.


1991`de Stalinist bürokrasinin Sovyetler Birliği`ni nihai olarak tasfiye etmesi ABD`ye eşi görülmemiş bir durum sundu.
Artık dış politika hedefleri bir dışsal kısıtlama olmaksızın uygulamaya konulabilirdi.
Uluslararası ittifak ya da ihtilaflarda belirleyici unsurun politik ya da ekonomik ideolojiler değil, "Medeniyetler Çatışması" olacağı tezi işletildi.
Bu durum değişikliği dünyaya çok büyük bir etki yaptı...


ABD dış politikasında gittikçe daha fazla tek taraflı hale geldi.
BM`ye danışmadan yaptığı askeri müdahaleler arttı.
Dünyanın statüsü, ABD Ulusal Güvenlik Stratejisinin dört bileşeni "Güvenlik, Refah, Değerler ve Uluslararası Düzen"çerçevesi ve genel ekonominin gündeminde, 
Birbirine bağlı yapıda ve ilgileri farklı ülkelerin benzer yaklaşımları üstlenecekleri yeni bir yöne doğru dönüşüyordu.


Bu noktada ABD ve Türkiye`nin yolu kesişti ve Arap Baharı süreciyle de gelişti.
Bu dönemde Anadolu`da islami inançları kapsayan ideoloji ve  siyasal tercihlerde farklılaşma  başladı. 
Yap-satçı, ticaretçi, yerel küçük sanayiciler, tefeci erbabı kendi aralarında kolonileştiler.
Saf oluşturdukları kolonilerde cemaatler şeklinde örgütlendiler ve birliklerinden güçlendiler. 
Büyük sermayenin kendilerine bellettiklerine inkâr siyasal tercihlerinin rotasını oluşturdu.
Siyasal tercihlerini batı mahfilleriyle ortaklaşıp büyük sermayeyi de aldatmayı başararak  AKP`yi iktidar yaptılar.


Dini Lider Fethullah Gülen ve siyasi lider Tayyip Erdoğan önderliğinde AKP iktidarı,
Oluşturulan "İslam Burjuva  Demokrasi " sine  devlet himayesi sağlıyordu.
Birlikte Batı burjuva demokrasisi yerine ikame edilmenin  mücadelesini yaptılar.
Onların  gelecek garantisinin tek yolu  temel hak ve özgürlüklerden ekonominin işleyişe, sosyal yaşamdan hukuka kadar her alanda meşrulaşmalarının sağlanabilmesiydi.      
Tüm devlet kadrolarını ele geçirdiler.
Ekonominin tüm musluklarını kendilerine çevirdiler.
Sahip oldukları ekonomi, Avrupa`da küçük bir ekonomik kriz oluşturabilecek bir bombaya eşdeğerdir...



Özellikle güvenlik bürokrasisini yeniden yapılandılar.
Yeniden yapılanma sadece ordu, polis, yargı ve istihbarat kurumlarının kurumsal yapısını ve sivil siyasetle ilişkisini değil, zihniyetini de konu ediyordu.
Batı Burjuva Demokrasisi ise İslam Burjuvası Demokrasisi yönünde kendini yeniden şekillendirmeye başlamıştı.
İslam Burjuvasının bekası için AKP iktidarıyla birlikte TSK nezdinde Cumhuriyetin temel esaslarını iğdiş ettiler..


Kürt Milliyetçiliği ve Kürt Burjuvazisinin demokrasi talebi de ayrı bir bahisti.
Onlar "Öz savunmasız varlık olmadığı gibi doğanın en gelişmiş varlığı olan demokratik toplumlar da öz savunmasız gerçekleşmez, varlığını sürdüremez. Demokratik ulusal çözümlerde öz savunma ilkesinin gereklerini karşılamak durumundadır" derlerken;
TSK; Batı Burjuva Demokrasisi adına Türkiye Cumhuriyeti ve kutsal topraklarını güvenle koruma ve savunma kudretinden ödün üstüne ödün veriyordu...
Elbette Amerika; Türkiye ve Ortadoğu coğrafyasında beklentileri ve AB çıkarlarının yeniden şekillenmesine kılıf görevi yapıyordu...         
          

Bu sırada beklemeyen bir şey oldu.
Dünya Arap Baharı ile birlikte farklı sosyal, etnik özelliklere sahip, değişik mezhep, cemaat, aşiret, kabile ailesinden gelen asla kutsal savaş amacını taşımayan,
Fakat kardeşlik fikri ve dayanışma hissi içerisinde dünyevi bir dinî eğilimle yetiştirilmiş islamcı cihatçılarla  yüz yüze kaldı...
Türkiye`de AKP iktidarından İslam ülkelerine yayılmacı bir felsefe işliyordu.
İslam dininin bir siyaset teorisi olmamasına rağmen Tunus`ta, Libya, Mısır gibi İslam ülkelerinde değiştirilen sosyolojiler üzerinden,
Bireysel dini duyguları ağır basan halklar yerine dini arayışları öne çıkaran partileşmeye inanan ve kafirlerin canına-malına kastetmeye iman eden bir insan modelinden milyonlarca yetiştirildiği dehşetle görüldü...


Batı Burjuva Demokrasisi harekete geçti...
İslami Cihad ideolojisi olmazsa olmaz tasfiye edilecekti.
Henüz  İslamcı politikalarını devlet kurumsallaşmasına yansıtmamış olan Mısır`da;
Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi ve Müslüman Kardeşler örgütünün Hürriyet ve Adalet Partisi kolayca iktidardan düşürülüverdi.
Sıra Türkiye`yi Müslüman Ortadoğu`nun bir parçası olarak algılayan, tıpkı Müslüman Kardeşler örgütünün ekonomik ve siyasal anlayışına benzer bir usulle sosyo kültürel yapıyı  değiştirmeye-yazan ve İslami Cihad örgütlerini besleyen Gülen Cemaati ve AKP iktidarına gelmişti...


15 Temmuz`da TSK`dan Fethullah Gülen Cemaatine bağlı olan bir grup askeri personelin sözde darbe girişimi önlendi.
Bu suretle devletin ve sermayenin her yerinde dal-budak sarmış FETÖ`nün;
Batı burjuvazisi talimatıyla AKP iktidarının önceden hazırladığı listelerde belirlediği sivil ve askeri bürokrasiden binlerce Gülenci`nin tasfiyesi başladı.
Bu sırada dünya, Cumhurbaşkanı Erdoğan`ın islamcı paramiliter güçler üzerindeki kayıtsız şartsız hakimiyetini farketmiş, bunun olası dehşet sonuçları karşısında ürpermişti. 


Batı Burjuvasının talebi ve Türkiye`de TESEV çevresinden gelişen bir dalgayla, 15 Temmuz süreciyle beraber;
1-Savunma politikasının üretimi, yu&776;ru&776;tu&776;lmesi ve orduya dair planlamalar ile ilgili olarak Milli Savunma Bakanı yetkili kılındı,savunma politikası siyasallaştırıldı.
2-Askeri Yargıtay ve Askeri Yu&776;ksek İdare Mahkemesi kaldırıldı ve askeri suç siyasallaştı.
3-TSK`ya özgün bir müfredatla subay, astsubay yetiştiren askeri okullar kapatıldı ve yüksek okul düzeyindeki askeri okullar müfredatları siyasileştirilmek üzere Milli Savunma Bakanlığına bağlandı.
4-Genelkurmay Başkanı Cumhurbaşkanı`na,
Kara,Hava,Deniz Kuvvetleri Milli Savunma Bakanlığına, Jandarma Genel Komutanlığı İçişleri Bakanlığına bağlanarak siyasallaştırıldılar.
5- Yüksek Askeri Şura sivilleştirildi.
Bu surette TSK;Batı Burjuva Demokrasisinin ya da ABD Ulusal Güvenlik Stratejisinin dört bileşeni "Güvenlik, Refah, Değerler ve Uluslararası Düzen"çerçevesinin koruyucusu ve caydırıcı gücü NATO`nun emrine girdi. 


Bugün Batı Burjuva Demokrasisinin, Türkiye`deki İslam Burjuvası Demokrasisine teklifi açıktır.
"Dilediğine inan, dilediğine ibadet yap, istediğin gibi yaşa, giy-tak-takıştır fakat kamu alanında din uygulama!"


Böylece AKP iktidarı, şimdilerde yürüttüğü tasfiyeyi dini lider Fethullah Gülen ve cemaati çerçevesinde bırakmamakla yükümlüdür.
Tasfiyenin mutlaka İslamcı felsefeyi takip eden tüm siyasi kadrolarda ve İslam Burjuvazisi kapsamında da sürdürülmesi gerekiyor.
Zaten kimlerin tasfiye edilmesi gerektiğini herkesten çok CIA ve MOSSAD biliyor...


Batı Burjuva Demokrasisinın Türkiye`deki iktidara bu tasfiyeleri yaptırmakta bir çok enstrümanı bulunuyor. 
Suriye`de "Fırat Kalkanı Operasyonu", PKK-PYD ve İŞİD terör örgütü, Ekonomik Sorunlar,Uluslararası suçlar ve yolsuzluklar daha neler neler...
Üstelik Türkiye`deki silahlı kuvvetler Batı Burjuva Demokrasisinin koruyucusu ve caydırıcı gücü olan NATO`nun her an tetiklenebilir bir alt birimidir. 

28.9.2016




















Ahmet Kılıçaslan AYTAR
ahmetkilicaslanaytar@gmail.com


Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.