106 Kur’an-ı Kerim’in Hattatı: Kayışzâde Osman Efendi
106 Kur’an-ı Kerim’in Hattatı: Kayışzâde Osman Efendi Dursun Gürlek Geçenlerde Sümbül Efendi Camii’ne gitmiştim. Namaza daha on, on beş dakika olduğu için tarihi mabedin etrafında dolaşmaya başladım. İstanbul’un uhrevi semtlerinden biri olan bu manevi mekânın süsü Sümbül Sinan Hazretlerinin türbesini ziyaret ettim. Çevredeki mezar taşlarını okumaya çalışırken içlerinden biri dikkatimi çekti. “Hüvelbâki” başlığı altında şu şiir yazılıydı: “Akıllı isen aklın al başına Salınıp gezerken neler geldi başıma Âkıbet türâb oldum taş dikildi başıma” Sadrazam hocası ve Cerrahpaşa Cami-i Şerifi hatibi merhum Hafız Ahmed Efendi’nin ruhiyçün Fatiha. Sene: 1266 Hemen itiraf edelim ki, İstanbul mezarlıkları kelimenin tam manasıyla bir tarih hazinesidir. Daha doğrusu hazinesi idi. Bir bir çalınan, yakılan, yıkılan, yurt dışına kaçırılan, atılan, satılan mezar taşlarıyla ne yazık ki bu hazine talan edildi ve bu cinayet hâlâ sürüp gitmektedir. Milletlerin hafızası veya ölülerin dirilere mesajı diye nitelendirilen mezar taşları aynı zamanda tarih kitaplarına, biyografi eserlerine, şuara tezkirelerine de kaynaklık etmektedir. Serin serviler altında hazırladıkları mezarlıklar ile camilerin çevrelerini, mahalle aralarını süsleyen, ötelerin işaret taşlarıyla beridekilere müjdeler sunan atalarımız, bu hareketleriyle ölümü munisleştirmişler, onu hayatın ayrılmaz ve korkulmaz bir parçası haline getirmişlerdir. Ahiret yolculuğunun ilk menzili olan mezarlıklar, bu uhrevi güzelliği ile sadece Müslümanların değil, bazı Avrupalı seyyahların ve yazarların da dikkatini çekmiş olmalıdır ki, eserlerinde Eyüp Sultan Kabristanının manevi atmosferini, Karacaahmed’in serin serviliklerini anlatmaktan kendilerini alamamışlardır. Başta Piyer Loti olmak üzere birçok batılı yazar için İstanbul mezarlıkları büyük bir milletin tarihi zenginliğini gözler önüne seren, İslam imanının taşa yansıyan tezahürlerini ortaya koyan uhrevi mekânlardır. Başta da belirttiğimiz gibi, mezar taşlarındaki yazılar sadece içinde yatan şahsın biyografisini vermekle kalmaz, hat sanatının güzelliklerini de sergiler. Taşa vurulan bu medeniyet damgasıyla eski ihtişamımıza işaret eden mezar taşlarından biri de Kayışzâde el - Hac Hacı Osman Efendi’ninkidir. Şimdi bu büyük hattatı tanımaya çalışalım: Osman Nuri Efendi aslen Burdurludur. Gençliğinde İstanbul’a geldi ve tahsilini bu ilim merkezinde tamamladı. Meşhur hattatlardan Kazasker Mustafa İzzet Efendi’den sülüs ve nesih meşketmek suretiyle icazetini aldı. Hat sanatının en büyük üstadlarından olan hocasının dâr-ı bekâya rıhlet buyurmasından sonra onun seçkin talebelerinden Muhsinzade Abdullah Bey’den feyiz almaya devam etti. İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ın verdiği bilgiye göre özellikle nesihte büyük bir maharet kazandı. Hayatını Mushaf-ı Şerif yazmaya vakfetti. Bu vadide öyle bir gayret gösterdi ki, yüz altı Kur’an-ı Kerim yazmayı başardı. Kitab-ı Mübin’in şefaatine müstehak oldu. Yüz yedinci nüshayı Cennet-i Âlâ’da tamamlamak üzere Miladi 1894, Hicri 1311 yılının ramazanının dördüncü gecesi teravih namazını kıldırırken âlem-i bekaya intikal etti. Merkez Efendi Kabristanı’na defnedildi. Kabrinin kitabesi şöyledir. “Yüz yedinci Mushaf-ı Şerifini Sure-i Yusuf’taki ‘Ersilhü maanâ ğaden yertağ’ âyeti kerimesine kadar tahrir eden ve teravih namazını kıldırırken esnay-ı rükûda vefat eden meşâhir-i hattat ve muallimin-i sıbyandan Burdurî Kayışzâde el- Hac Hafız Osman Efendi’nin ruhiyçün rızaen lillâh fatiha. 4 Ramazan 1311 yevmi pazartesi” İbnülemin, Kayışzade Osman Efendi hakkında daha sonra şu bilgileri vermektedir: “Bir zamandan beri mezar taşlarına – tabir yerindeyse- suikast yapılmakta, bu suretle kabirlerde – tarihin yardımcılarından olan – mezar taşı kalmayacağı anlaşılmakta olduğundan Kayışzade merhumun taşındaki kitabeyi vaktiyle ihtiyaten yazmıştım. Bütün evrakımı ve kayıt defterlerimi alt üst ettim. Kitabenin suretini bulmak kabil olmadı. Rahatsız olduğum halde iki kere Merkez Efendi kabristanına gittim. Çamura batarak Kayışzade’nin mezarını aradım. Eski taşları kırıp atmışlar. Yahut başka yerde kullanmışlar. Eski mezarlar yok olmuş, yerine yenileri yapılmış. Me’yusen avdet ettim. Tercüme-i halinin az, fakat mühim noktalarını ihtiva eden kitabe – perakende evrak arasında – nasılsa çıktı ve beni mesrur etti. Merhum bazen İstanbul’da, bazen Burdur’da oturur, İstanbul’da bulundukça – bilahare Sultan Abdülhamid’e ikinci, sonra birinci imam olan – Zeyrek Camii imamı Hafız Raşid Efendi’nin evinde çoğu zaman ikamet ederdi. Sıbyan mektebi hocalığında ve Arnavutköyü’nde “Feyz-i Âti” Lisesi olan kârgir yalının yarısının sahibi bulunan Seniye Hanım Sultan’ın zevci Müşir Hüsnü Paşa’nın bir müddet Ramazan imamlığında bulundu. Pek nefis surette yazıp pek dilrüba tarzda tezhip edilmiş olan müteaddit Mushaf-ı Şerif ve Delâilü’l - Hayrat’ını gördüm.” Kaynak: Altınoluk Dergisi Aralık 2022, Sayı:442, sayfa:32-33 HASEBİ
|