Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10192
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Görüş bildirebileceğiniz Ana Kategoriler
Anayasal Düzen (154) | Dış Politika (2285) | Ekonomi (234) | Eğitim (91) | Devlet Kurumlarımız ve Memurlar (63) | Adalet (71) | Milli Kültür (422) | Gençlik (27) | Siyasi Partiler ve Siyasetciler (847) | Tarım (147) | Sanayi (13) | Serbest Meslek Mensupları (5) | Meslek Kuruluşları (2) | Basın ve Televizyon (19) | Din (542) | Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız (54) | Bilim ve Teknoloji (13) | Milli Güvenlik (623) | Türk Dünyası (889) | Şiir (77) | Sağlık (185) | Diğer (3429) |

Görüş bildirebileceğiniz Din konuları
Açıklamalar (30)
Görüşler (512)


Din - Görüşler konusu hakkında görüşler
Ömer Sağlam - (Ziyaretci) 12.03.2010 22:43:53

DİYANET DARKAFA(LI)LARDAN MUTLAKA ARINDIRILMALIDIR (1)

Diyanet Dar Kafa(lı)lardan Mutlaka Arındırılmalıdır!

Aklı başında her Türk vatandaşı gibi ben de kabul ve iddia ediyorum ki; Diyanet İşleri Başkanlığı, ülkemiz için son derece önemli Anayasal bir kurumdur. Diyanet İşleri Başkanlığı, en başta laik cumhuriyetimizin teminatıdır. Eğer böyle bir kurum olmasaydı, şimdilerde laik sistemimizin yerinde mutlaka yeller esiyor olurdu! Çünkü Diyanet İşleri Başkanlığı, en başta devletin, toplumun dini hayatını kontrol altında tutma ve disipline etme mekanizmasıdır. Eğer devletin elinde böyle bir mekanizma olmasaydı, inanın Türkiye, tarikatlar ve cemaatler sayesinde, bugünkü İran olmasa bile, en azından bugün Afganistan ve Pakistan`ın yaşadıklarını yaşıyor olurdu. Bu bakımdan, laikliğin sigortası olarak Diyanet İşleri Başkanlığı`nı kuran ve onu anayasal bir kurum olarak hayata geçiren büyük Atatürk ve arkadaşlarına ne kadar teşekkür etsek azdır&8230;

Gelin görün ki; Diyanet İşleri Başkanlığı, bünyesinde zaman zaman öyle adamlar barındırır ki; bu adamların sayesinde Diyanet, laikliğin sigortası olmaktan çıkar, adeta laik sistemin temelini oymaya çalışan bir kurum haline geliverir. Geçmişte Atatürk`e ve laik cumhuriyete dil uzatan Hasan Mezarcı, Şevki Yılmaz, Ramazan Yenidede gibi adamların, Diyanet`in yetiştirmesi olmasalar bile en azından bir dönem Diyanet`te görev aldıkları bilinmektedir. Bugün çeşitli soruşturmalar sebebiyle gündeme gelen bazı cemaatlerin liderlerinin de Diyanet`te çeşitli görevlerde çalıştıktan sonra emekli oldukları biliniyor. Çok uzaklara gitmeye gerek yoktur; daha geçenlerde uluslar arası bir terör örgütünün Türkiye`deki lideri olarak Muş`ta yakalanan bir kişinin Diyanet`ten emekli bir İmam-Hatip olduğu yansıdı gazetelere&8230;

Diyanet İşleri Başkanlığımızı bu tür adamlardan temizleyebilmek için benim bir teklifim vardır: Bana göre tıpkı TSK`deki muzır adamları ayıklayan Yüksek Askeri Şura (YAŞ) gibi, Diyanet İşleri Başkanlığı`ndaki muzır adamları ayıklayan bir kurum mutlaka oluşturulmalı ve mümkünse bu kurumun kararları da tıpkı YAŞ ve HSYK kararları gibi yargıya götürülememelidir.

Diyanet İşleri Başkanlığı`nda Başmüfettiş olarak çalışan Dr. Abdulkadir Sezgin, sevip saydığım bir şahsiyettir. En azından görünüşte sözünü esirgemeyen, yiğit bir adamdır. Bilgili ve aydın kafalı birisidir. Özellikle Alevilik üzerine araştırma ve incelemeleri, dolayısıyla kitapları bulunmaktadır. Ancak yazmış olduğu bir makalede dile getirdikleri, adı geçen hakkında şüphe duymamıza sebep olmuştur. Daha doğrusu yazdıklarını okuyunca, Diyanet`in en aydını böyleyse, dar kafalısı kim bilir nasıldır diye düşündük! Sayın Sezgin`in 06 Şubat 2010 tarihinde yazmış olduğu ``28 Şubat Hukuku, 2010 Diyanet Uygulaması, Demokrasi ve Hukuka Uygun mu?´´ başlıklı makalesinde yazdıkları, gerçekten ürpertici önyargılarla doludur. Umarım bu önyargılar, sadece onun şahsına ait önyargılar olup, Diyanet çalışanlarının ortak kanaatleri değildir. Makalesinde diyor ki; Abdulkadir Sezgin:

``28 Şubat deyimi laikçi, askeri vesayetçi, &8216;post modern` bir darbeyi ifade ediyor. Günümüz iletişim araçları Özellikle de iktidar yanlısı olarak bilinen sesli, görüntülü ve basılı iletişim araçlarında vurgu yapılmayan günümüz yok. Bir takım &8216;tarikat` ve/ya &8216;cemaat` adıyla anılan, bin yıl süreceği söylenen 28 Şubat günlerinde mağdur oldukları bilinenlere ait basın-yayın araçlarında özellikle bu terimler kullanılıyor. Bu satırların yazarı, o dönemde, herkesin sustuğu sıralarda, zamanın Cumhurbaşkanı ve diğer yetkililerine mektuplar yazarak, 8 yıllık taşımalı eğitim sebebiyle Atatürk`ün hedeflediği ve uyguladığı kabullere bunun aykırı olduğu; köylerin sosyal, kültürel, ekonomik ve eğitim olarak yükselme açısından yanlış olduğuna işaret etmiş ve düzeltme talebinde bulunmuştu.´´(1).

Görüldüğü gibi Sayın Sezgin 28 Şubat sürecinde ``Herkesin sustuğu dönemde, 8 yıllık zorunlu temel eğitimin sakıncalı olduğu konusunda dönemin Cumhurbaşkanı ve diğer yetkililerine mektuplar yazdığını´´ söyleyerek, kendisine ayrı bir paye vermektedir. Oysa bu yaklaşım doğru değildir. Çünkü o dönemde kendisi gibi davranan pek çok aydın olmuştur Türkiye`de. Ki; bunlardan birisi de bu satırların yazarı olan ben fakirdir.

Zorunlu temel eğitimin 8 yıla çıkarılmasıyla özellikle din eğitiminin (Kur`an Kursları, İmam-Hatip Liseleri ve İlahiyat Fakülteleri) bundan zarar göreceğini düşündüğüm için, o dönemde başta MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli olmak üzere, birçok kişiye mektuplar yazdım. Hatta Din eğitimi veren İmam-Hatip Liseleri`nde okuyan öğrencilere umut ve moral vermek için 1998 yılında yayınladığım ikinci şiir kitabım olan ``Balyoz Harekâtı´´nı bu okullara hizmet edenlere ithaf ettim. İthaf cümlesi aynen şöyledir; ``17 Ekim 1951 yılında başlayan İmam-Hatip hareketinin 46. Sene-i devriyesinde bu okullara maddi ve manevi yönden destek olanların aziz hatırasına&8230;´´.

Yani, 28 Şubat sürecinin en ceberut şekliyle uygulamaya konulduğu bir zaman diliminde sıradan bir insan olarak ortaya çıktım ve böyle bir deli cesareti gösterdim ben. O dönemde Diyanet İşleri Başkanlığı`nda çalışan zevatı muhteremden hiçbir ses çıkmazken ve dönemin Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz ortaya çıkıp ``Din eğitiminde oluşması muhtemel eksikliği biz yaz kurslarıyla giderebiliriz&8230;´´ anlamında laflar ederek 28 Şubat`a açık destek verirken, biz aksini söyledik. Yani Sayın Sezgin hiç merak etmesin, o dönemde bu ülkenin gerçek dindarları ve vatanseverleri bir şekilde mutlaka üstlerine düşeni yapmaya çalışmışlardır.

O gün için öyleydi: Ancak ben, ülkemizin bugün geldiği noktada, bu kadar sayıda İmam-Hatip Lisesi`ne ihtiyaç bulunmadığını, Diyanet`in ihtiyacı dışındakilerin, başka liselere dönüştürülmesini savunanlardanım.

Abdulkadir Sezgin`in makalesinden, adı geçenin, Diyanet İşleri Başkanlığı Teftiş Kurulu`na İlahiyat mezunu olmayan, hukuk, iktisat, işletme ve kamu yönetimi mezunu olanlar arasından müfettiş alınmasına yönelik olarak 28 Şubat sürecinde hazırlanan ve geçtiğimiz günlerde işlerlik kazandırılan mevzuata karşı olduğu anlaşılıyor. Bu karşı oluşun sebebini anlamakta güçlük çektiğimi söylemek isterim. Sayın yazar her ne kadar;

``Kadere bakın ki, darbecilerin &8216;terör örgütü` suçlamalarına muhatap olarak, vesayetsiz tam demokrasinin konuşulduğu günümüzde bu 28 Şubat hukukunun iptal edileceği beklenirken, bu tüzük değişikliğinin uygulama yönetmeliği 3 Mart 2010 tarihli ve 27510 sayılı Resmi Gazetede güncelleştirildi. Yani 28 Şubat Diyanet`te yeniden dirildi ve yaşamaya başladı. Hayırlı olsun´´(2) diyerek, sözde 28 Şubat sürecinin düzenlemelerine karşı çıktığını söylüyor ise de aslında maksadı bambaşkadır. Asıl maksadı, ilahiyatçıların ele geçirdikleri mevzii başkalarıyla paylaşmaya yanaşmama düşüncesidir. Kısaca büyük ölçüde tarafgirlik yapıyor Sayın Sezgin.

Daha da önemlisi; Sayın Sezgin`in bu karşı çıkışına gerekçe olarak ileri sürdüğü hususları, son derece önyargılı, yakışıksız, hatta aydın bir din adamına yakışmayacak tarzda çirkin bulduğumu söylemek isterim. Diyor ki makalesinde:

``Diyanet Laik, demokratik, hukuk devleti olan T.C.`nin dinle ilgili kuruludur. Ülkemiz halkının büyük çoğunluğu Müslüman`dır. Sosyo-kültürel ve psiko-sosyal sebeplerle halkımız Diyanet mensuplarının tamamını &8216;din adamı` yahut &8216;dindar adam` kabul etmektedir. Diyanet`in kurumsal kimliği, geçmişi ve halkın kabulü de bu yöndedir. Bu kurumun bu yönü ile son derece önemli ve yadsınamaz bir yanı bulunmaktadır. Bu sebeple de Diyanet Müfettişleri de halkın bu güvenine de sahip olmalıdır. Şimdi değişikliği kabul edersek şöyle bir olay cereyan edebilir ve bundan Diyanet bütün olarak güven ve itibar kaybeder. Yani Diyanet`ten beklenen kamu yararı zarar görür.´´(3).

Anlaşılıyor ki; Sayın Abdulkadir Sezgin, Diyanet İşleri Başkanlığı`nı Meleklerin çalıştığı bir kurum, İmam-Hatip liselerini ve İlahiyat fakültelerini de Huri ve Melek yetiştiren birer fabrika olarak görüyor. Ona göre; işletme, iktisat, hukuk, siyasal ve kamu yönetimi gibi okullarda okuyanlar ise genelde dinsiz adamlardır! Onların dinle imanla alakaları yoktur. Diyanet`e, İmam-Hatip ve İlahiyat Fakülteleri dışındaki okullardan mezun olanlar giremesinler ki; Diyanet, ``Melekler Yurdu´´ ya da ``Melekler Ülkesi´´ olma özelliğini ila nihaye korusun! Maazallah başka okullardan mezun olanlar Diyanet`e yerleşirlerse Diyanet de tıpkı cumhuriyetin eseri olan diğer kurumlar gibi dinden imandan çıkar! Düşünce kısaca budur.

``Kadere bakın ki, darbecilerin &8216;terör örgütü` suçlamalarına muhatap olarak, vesayetsiz tam demokrasinin konuşulduğu günümüzde&8230;´´ şeklindeki sözleri ise adeta bir yerlere mesaj yollar gibidir.

``Neden Diyanet Müfettişi(nin) İlahiyatçı ve Mesleki Tecrübesi Olmak Zorundadır?´´ şeklinde sormuş olduğu soruya Vermiş olduğu şu çirkin cevaba bakar mısınız lütfen:

``Olay Şu: Konya`ya iki Diyanet müfettişi birlikte göreve gitseler ve bunlardan biri meslekten İlahiyatçı, diğeri de hukukçu, iktisatçı, İşletmeci veya kamu yönetimi mezunu olsa, mesai bittikten sonra biri yatsı namazına, diğeri de iki kadeh bira içmek üzere bir yere gitseler. Biracı veya meyhanede bu adamın kimliği 15-20 dakika sonra anlaşılır mı anlaşılmaz mı? Elbette anlaşılır. İçki içenler bile bunu hazmedemez. Ayrıca biraz sonra falan efendinin Diyanet müfettişleriyle falan yerde içki içtiği haberi Konya`ya yayılır mı yayılmaz mı? Önce Konya`ya yayılan bu iş basın yoluyla ülke geneline yayılır. Bütün Diyanetçilerin içki içtiği şekline döner. Diyanet misyonunu kaybeder. Onun yerini illegal din adamları, cemaatler ve tarikatlar alır. Buna izin vermemek lazımdır&8230; Öyle veya böyle Diyanet içinde fitneye sebep olacak ve ilahiyatçıların yanında yardımcılıkla ezilerek yetişecek, yetişirken dışlanacak biri nasıl Müfettiş olabilir? Hiçbir olumsuz yanı olmasa bile demokrasi ve hukuk dışı: laikçi, askeri vesayetçi, &8216;post modern` bir darbeyi ifade eden 28 Şubat hukukunu on yıl sonra uygulamak ne kadar demokrasi ve hukuka uygun olur?´´(4).



Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.