Diyanet`in camileri ibadete kapanIrken
Diyanet`in camileri ibadete kapanırken Mihail Sergeyeviç Gorbaçov`un izlemiş olduğu politikalar sayesinde Sovyetler Birliği dağılıp, onlarca bağımsız cumhuriyet ortaya çıkınca Türkiye olarak pek sevinmiştik! Özellikle Türkiye`deki tarikatlar ve cemaatler, koltuklarının altına Mushaf-ı Şerifleri aldıkları gibi soluğu bağımsız Türk Cumhuriyetleri`nde aldılar. Arkasından çantalar dolusu dini kitaplarla gittiler oralara. Durumdan istifade etmek isteyen Diyanet İşleri Başkanlığı girdi arkasından devreye. Diyanet`in ölçeği büyük olduğu için Diyanet kamyonlarla, tırlarla Kur`an-ı Kerim ve dini kitap göndermeye başladı Türk Devletleri`ne. Arkasından hummalı bir şekilde cami yapımına başladı Diyanet. Bütün Türk Cumhuriyetlerini baştan başa adeta bir şantiyeye çevirdi. Azerbaycan, Nahçıvan, Kırgızistan, Türkmenistan, Kazakistan, Dağıstan, Kırım gibi bağımsızlaşan devletler ve özerk bölgeler Diyanet`in yoğunlukla faaliyet gösterdiği ülkeler oldu. Cami inşaatları özellikle Azerbaycan`da yoğunlaştı. Bakü, Karaçukur, Yevlak, Kuba, Gence, Kusar, Mehtabat, Leki ve Nahçıvan gibi Azerbaycan şehirlerinde yeni camiler yapıldı, bazı eski camiler onarıldı. Benzer çalışmalar Kırgızistan, Kazakistan, Türkmenistan gibi ülkelerde de yapıldı. Ayrıca Azerbaycan, Kırgızistan, Türkmenistan gibi ülkelerde İmam-Hatip Liseleri ve ilahiyat fakülteleri inşa edilerek tedrisata başlatıldı. Dağıstan ve Afganistan`da ilahiyat fakültesi girişimleri oldu. Bütün bu hummalı çalışmalarla Kafkasya`yı ve tekmil Orta Asya`yı baştan başa Sünni İslam yapacağımızı zannettik! Oysa bizim göremediğimiz, belki de ısrarla görmezden geldiğimiz bir ayrıntı vardı. Türk Cumhuriyetleri, bağımsızlıklarına yeni kavuşmuşlar ve hemen tamamı kuruluş sancıları çekiyordu. Sovyet döneminde kıt kanaat geçinmeye, ancak sürekli bir gelire alışmış olan insanlar, tıpkı sudan çıkmış balık gibi aç açık kalmışlar, bu sebeple bu devletlerden yabancı ülkelere kaçış ve göçüş başlamıştı. Bu ülkelerden Türkiye`ye gelen kadınların ortak adı ise din ve milliyet ayrımı gözetmeksizin NATAŞ idi ve bu kadınlar birer seks kölesi idiler. Öte yandan Suudi Arabistan`ın Vahhabilik öğretisi ile İran`ın Şii öğretisi, bu ülkelerde Türkiye`nin Sünni İslam öğretisi ile rekabet halindeydi ve her ülke, bağımsızlığına yeni kavuşmuş bu ülkelerde din üzerinden köşe kapmaya çalışıyordu. Ancak bu yarışta, Türkiye dezavantajlı idi. Çünkü Arabistan`ın ve İran`ın elinde bol miktarda petrodolar vardı ve bu ülkeler, Türk Cumhuriyetleri`nde Kur`an dağıtırken, Mushaf`ın arasına yeşil yeşil petro dolarlar koymayı ihmal etmediler ve böylece yarışta Türkiye`nin önüne geçtiler. Özbekistan ve Tacikistan gibi ülkeler zaten kendilerini Türk Kültürü`nden öte Fars kültür dairesi içinde görüyorlardı ve bu sebeple İran, Tacikistan`ı ve Özbekistan`ı zaten elde etmişti. Açıkçası Türkiye Kafkasya ve Orta Asya`da Arabistan ve İran ile giriştiği dini yarışı büyük ölçüde yitirmişti. Diyanet İşleri Başkanlığı, Türkiye Diyanet Vakfı vasıtasıyla Azerbaycan`ın başkenti Bakü`de, "Şehitler Kıyabanı" denilen bir mevkide çok güzel bir cami yapmıştır. "Şehitlik Camii" adını taşıyan iki minaresi ve çok güzel bir şadırvanı da bulunan Şehitlik Camii, yüksekçe bir mevkide bulunduğundan Hazar Denizi`ne tepeden bakan bir konuma sahiptir. İki minaresiyle,Türkiye Cumhuriyeti Devleti`nin, tekmil Orta Asya`yı, yani ata yurdumuzu selamlaması gibi bir anlam ifade eder. Cami inşa edilip ibadete açıldıktan sonra camide Türkiye`den gönderilen bir İmam-Hatip görev yapmaya başlamıştır. Ayrıca caminin müştemilatındaki bölümlerde Din Hizmetleri Müşavirliği çalışmaya başlamıştır. Gelin görün ki; aynı zamanda KGB Ajanı ve Azerbaycan Mafyası`nın adamı olduğu söylenen Azerbaycan Baş Müftüsü Allahşükür Paşazade bu durumdan rahatsız olmuş ve aynı camiye bir de Şii molla tayin ettirmiştir. Yani söz konusu camide aynı anda iki ayrı mezhebe mensup iki din adamı görev yapmaya başlamıştır. Zaman içinde Allahşükür Paşazade çok daha etkili olmuş ve cami tamamıyla Şiilerin eline geçmiş, arkasından da büsbütün ibadete kapatılarak müze haline çevrilmiştir. Bu durumdan, ilk olarak, Azerbaycan`da Din Hizmetleri Müşaviri olarak da görev yapan Diyanet İşleri Başkanlığı Emekli Başmüfettişi Dr. Abdülkadir Sezgin`in yazısıyla haberdar oldum. Abdülkadir Bey, "Türkiye`nin İlk Azerbaycan Büyükelçisi Altan Karamanoğlu ve Bakü`lü Günler" başlıklı yazısında bu caminin hikâyesini şöyle anlatıyor: "Bir ara İranlı dostlarımızın teşviki ile ve şeyhülislamın tahriki ile Bakü vali ve Belediye Başkanı (Bakü İcra hakimiyeti Başçısı) `Şehitler Hıyabanı` Mescidi yapılırken inşaatı durdurma kararı vermişti. Haberdar olduğumda hemen gidip, Büyükelçi Altan Karamanoğlu`na durumu anlattım. Bakü İcra hâkimiyeti Başçısı Rauf Gülmemmedov`a telefon ederek, `inşaat ekibini topla, konuşmaya geliyoruz` dedi. Arabalara binip, İcra Hakimiyetine gittik. Heyetle toplantı başladı. Durdurma kararının, `yapılan caminin Sünni Camisi olduğu, halbuki Bakü`de çoğunluğun Şii olduğu` anlatıldı. Halktan şikâyet aldıkları ifade edildi. Büyükelçimiz bana dönerek, ne diyorsun, dedi. Ben de, Azerbaycan`da minarelerin külahının uç kısmı sivri olursa Sünni, Selçuklu minarelerinde görülen ucu pot olursa şii minaresi sanıldığını bu iddianın da bundan kaynaklandığını anlattıktan sonra, yanımda getirdiğim 70X100 ebadında bir Kâbe resmini çıkartıp gösterdikten sonra Azerbaycanlılara sordum: &8212; Bu mukaddes Kâbe`dir. Buradaki minareler Şii mi Sünni mi? Kâbe minareleri hiç birine benzemiyordu. Ben devam ettim: &8212;Bu mescidi Suudiler İtalyanlara yaptırdılar. Beyler, binanın, caminin, minarenin; taşın, toprağın dini olmaz, mezhebi olmaz. Altan Karamanoğlu birden ayağa kalktı ve: &8212;Beyler, ben Büyük Türk Devletinin Büyükelçisiyim, inşaat tamamlanacaktır. Gücü olan gelir, durdurur! Bana eliyle gel işareti yaptı, hızlıca salonu terk ettik. Şehitler Hıyabanı böyle tamamlandı. Olayı hatırladıkça hep aklıma gelir, Altan Bey, Ömer Seyfettin`in Pembe İncili Kaftan adlı hikâyesini okumuş muydu? Tavır aynı tavırdı. Cami yıllarca hizmet verdi. Oğul Aliyev, İranlıların baskısına dayanamadı ve tamir edilecek diyerek Şehitler Hıyabanı Mescidini kapattı. Büyük Türk Devleti halktan toplanan paralarla yapılan camiyi açtıramadı."(1). Şehitlik Camii başta olmak üzere Azerbaycan`da yapılan pek çok camiyi ve dünyanın cennet köşelerinden birisi olan Azerbaycan`ı 1997 yılında yerinde görmüş bir insan olarak Abdülkadir Sezgin`den duyduklarım bir hayli canımı sıkmıştı. Durumu facebook arkadaşım da olan Azerbaycan vatandaşı Mehdi Genceli`ye ilettim. "Doğru" dedi Mehdi Bey. "Diğer camilerde problem yok ama, Şehitlik Camii ibadete kapalıdır" dedi. Sayın Genceli`nin özelime gönderdiği ve yayınlamam konusunda yetki verdiği "O Memleketin Garip Halleri" başlıklı yazısı(2) ise bizim, Azerbaycan başta olmak üzere, Türk cumhuriyetlerindeki dini faaliyetlerimizin ne kadar çürük, temelsiz, öngörüsüz ve dünya gerçeklerinden uzak olduğunu gözler önüne sermektedir. Daha doğrusu, bizim, nasıl bir topluma din hizmeti götürmeye çalıştığımızı açıklar gibidir... ________________ 1-http://www.haberiniz.com.tr/yazilar/koseyazisi54844-Turkiyenin_Ilk_Azerbaycan_Buyukelcisi_Altan_Karamanoglu_ve_Bakulu_Gunler.html 2-http://www.haberakademi.net/2012/makaleoku.aspx?mkl=16097&yzr=237
|