Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10788
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Görüş bildirebileceğiniz Ana Kategoriler
Anayasal Düzen (154) | Dış Politika (2275) | Ekonomi (234) | Eğitim (91) | Devlet Kurumlarımız ve Memurlar (63) | Adalet (71) | Milli Kültür (522) | Gençlik (27) | Siyasi Partiler ve Siyasetciler (844) | Tarım (147) | Sanayi (13) | Serbest Meslek Mensupları (5) | Meslek Kuruluşları (2) | Basın ve Televizyon (19) | Din (1052) | Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız (54) | Bilim ve Teknoloji (13) | Milli Güvenlik (623) | Türk Dünyası (888) | Şiir (77) | Sağlık (185) | Diğer (3429) |

Görüş bildirebileceğiniz Din konuları
Açıklamalar (33)
Görüşler (1019)


Din - Görüşler konusu hakkında görüşler
Mustafa Mete İSLÂMOĞLU - (Ziyaretci) 24.01.2018 19:59:51

NİSA SURESİ`NİN IŞIĞINDA KADIN ve ERKEK ARASINDA ADALET ve EŞİTLİK (1-2)

Mustafa Mete İSLAMOĞLU
( 1 )

NİSA SURESİ`NİN IŞIĞINDA KADIN ve ERKEK ARASINDA ADALET ve EŞİTLİK
BU YAZI; İNSAN HAYATINA İMANİ MANADA YÖN VEREN BİLGİLER TAŞIMAKTADIR..
BAŞLARKEN: İnsan hayatının anlamına ve hayatın nasıl yaşanacağına ilişkin değerler ve yargılar noktasında kaotik bir zamanda yaşıyoruz. Göreceli, birbiriyle çatışan ve sürekli değişen değer ve yargılar, dinlerin öngördüğü hayat tasavvurlarıyla çatışıyor. İnsan-insan, kadın-erkek ilişkilerine dair kavramlaştırmalar ve ideal tiplemeler de bu çatışma sürecinden nasibini alıyor. İnsanlar, semavî hakikatlerden uzaklaştığı ölçüde, belirsiz ve kaygan bir zeminde yürümeye, deneme-yanılma yöntemiyle ve zikzaklar çizerek yol almaya çalışıyor.
Bugün sadece Batı`da değil, Müslüman ya da geleneksel toplumlarda da, ve özellikle bu toplumların okumuş-yazmış kesimlerinde, kadın ve erkek konusunda "eşitlik"çi bir anlayışın hüküm sürdüğünden söz edilebilir. Dikkat çekici şekilde, hemen her konuda olduğu gibi, kadın-erkek ve karşılıklı ilişkileri konusunda da, bu eşitlikçi yaklaşım, insanın varoluşsal gerçekliğine hiç değinmeden, sadece sosyal statü ve rollerine odaklanıyor.

Bu eşitlikçi yaklaşımın taraftarları en çok İslâm`ın sosyal hayata dair düzenlemelerinden, kadın-erkek konusundaki genel prensiplerinden rahatsız oluyorlar. Her ne kadar Müslüman yazarlar İslâm ülkelerinde "kadına reva görülen" kimi uygulamaların dinden değil, toplumsal geleneklerden kaynaklandığını savunsalar da, seküler modernist eleştirmenler bizatihî Kur`an`da ve Sünnet`te somutlaşan hükümleri "adaletsiz muamele" kategorisine sokuyorlar.

Donuklaşmış, sabit ve değişmez diyerek evrensel her ilkeye ve tasavvura karşı çıkan seküler modern/postmodern zihniyet, İslâmiyet`in Kur`an ve Hadis`te billurlaşan kadın-erkek modellemelerini şiddetli bir eleştiriye tâbi tutuyor ve Müslüman toplumları, kadına adaletsiz muamele edildiğini ileri sürdüğü bu modellerin dışına çıkmaya teşvik ediyor.
Hâl böyle olunca, eşitlik paradigması zihinlerimizi ne kadar esaretine almış olursa olsun, bazı soruları sormak kaçınılmaz oluyor:
- Kadın ve erkek konusundaki çıkmaz yol gibi görünen sorunları çözmek mümkün değil mi?

- Eşitlik adaletin yerine ikame edilebilir mi, ya da tek başına eşitlik adaleti ve hakkaniyeti tesis edebilir mi?
- Âhir zamanın mü`minleri Kur`an`ın ve Sünnetin ışığında kadın-erkek ilişkilerine savunmacı olmayan, sahici bir yaklaşım geliştirebilir mi?

İlerleyen sayfalarda, seküler modernist eleştirilerin en fazla yoğunlaştığı dinî hükümlere kaynaklık yapan Nisa sûresi`ni, Risale-i Nur`dan alınan bakış açısıyla tahlil etmeye; ve her bir sûre gibi, Kur`anî maksatların bir özetini sunan Nisa sûresi`nden günümüzün sorunlarına Kur`anî bir bakış açısı ve çözümler için ilham almaya çalışacağız.

LÜTFEN DİKKATLE VE DÜŞÜNEREK OKUYUNUZ
ERKEK VE KADININ YARATILIŞI

"Kadınlar" ismini taşıyan sûre, çoğunlukla kadınları (ve erkekleri) konu alan emirler, tavsiyeler ve hükümleri içerir.(1) Sûre,
"Ey insanlar! Sizi bir tek ne¬fisten/kişiden yaratan ve ondan da eşini yaratan, ikisinden birçok erkek ve kadın üre¬tip yayan Rabbinize itaatsizlikten sakının."
ifadeleriyle başlar.

Hemen hemen bütün geleneksel müfessirler ve âlimler, Hz. Peygamber`in (sav) hadislerine de dayanarak, âyette bahsi geçen nefsin/kişinin Hz. Âdem olduğu konusunda hemfikirdir; bununla birlikte, feminizm ideolojisinin içselleştirildiği postmodern zamanlarda, âyetteki "tek nefs"in Hz. Âdem, ondan yaratılan "eş"in de Hz. Havva olamayacağı, çünkü böyle birşeyin kadını erkekten daha aşağı bir konuma indireceği ileri sürülüyor. Kimi Müslüman kadın yazarlar, neredeyse bütün âlimlerin üzerinde ittifak/icma ettiği bu hususa dair reddiyeler yazıyorlar, hatta Kur`an`a "kadın bakış açısıyla" tefsirler geliştirmeye çalışıyorlar.

Oysa, insan algısı seçiciliğe mahkum olduğu için, feminizmden şu ya da bu ölçüde etkilenmiş bir bakış açısı, ya da karşı tez olarak erkeğin kadına ontolojik üstünlüğüne şartlanmış erkekçi bakış açısı, âyetin yüksek sesle dile getirdiği aslî bir hakikati ıskalamakta, en azından bu hakikatın önemini kavrayamamış görünmektedir.
Said Nursî`nin şu ifadeleri Nisa sûresinin ilk âyetinin ilk cümlesi üzerindeki tefekkürümüze önemli bir ölçü getirebilir:
"Ey insan! Cenâb-ı Hakkın mâsivâsından hiçbir şeyi, ona taabbüd edecek bir derecede kendinden büyük zannetme. Hem, sen kendini hiçbir şeyden tekebbür edecek derecede büyük tutma. Çünkü mahlukat mâbudiyetten uzaklık noktasında müsâvi oldukları gibi, mahlukiyet nisbetinde de birdirler."

Bu son derece önemli bir başlangıç ilkesidir: Kadın-erkek, bütün insanlar yaratılmıştır; varlıklarını başka bir Kudret Sahibi`ne borçludurlar. Dolayısıyla da, sorumlulukları, görevleri öncelikle ve nihaî olarak, varlıklarını borçlu oldukları Yaratıcı`ya karşıdır. Ve birbirleriyle ilişkileri ancak- Kur`anî ifadeyle-takva prensibi üzerine, yani Onun rızası ve izni çerçevesinde hareket etme bilinci üzerine, kuruludur. Ne erkeğin kadına, ne de kadının erkeğe ontolojik üstünlüğünden bahsetmek mümkün değildir. Ne erkek bizatihî -ibadet edercesine- teslim olunacak, itaat edilecek bir varlıktır, ne de kadın. Erkeğin de kadının da birincil paydası, yaratılış noktasında bir olmaları ve tanrılık iddiasından uzaklık noktasında eşit olmalarıdır.
Ayrıca, âyetin hitabı, erkek ya da kadın, insanadır. Hem erkek hem kadın, Yaratıcı huzurunda yalın insandır. Kendisine verilen yaratılış özellikleriyle, ama son kertede bir insan ve kul sorumluluğuyla, hayat imtihanını yaşamakla yükümlüdür. Kadınlık ve erkeklik insan olmanın farklı ve birbirini tamamlayan tezahürleri olup Yaratıcı`nın nazarında değil, birbirine izafeten anlam ve önem kazanır. Diğer bir deyişle kadın da erkek de Allah`a karşı insan, ancak birbirlerine karşı kadın ya da erkektir.
Âyetin ders verdiği diğer bir husus, hiçbir insanî ilişkinin, sûrenin genel konusu itibariyle de erkek-kadın ilişkilerinin, Yaratıcı dolayımından geçmeden kurulamayacağıdır. Ne erkeğin ne de kadının yaratılış noktasında birbirlerine üstünlüğü yoktur.
Çünkü ikisi de mahluktur, yaratılmıştır. Yaratılmışlık statüsü açısından birbirine eşit olan erkek ve kadının aralarındaki hak ve sorumlulukları neye göre düzenleyeceklerini ise ilâhî hikmet, aynı âyetin bir sonraki cümlesiyle ders verir:
DEVAMI 2. BÖLÜMDE




















Mustafa Mete İSLAMOĞLU
( 2 )


HAKLARIN KAYNAĞI
"Adını anarak birbirinizden dilek ve istekte bulunduğunuz Allah`tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sa¬kının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir."(4)
Âyet, yukarıda sözü geçen ilişkiyi lâtif bir üslupla hükme bağlamaktadır. Yani, kadının erkekten ya da erkeğin kadından istek ve dilekleri, hak talepleri ancak ve ancak "O`nun adına" gerçekleşebilir. Âyette, sakınılacaklar için "Allah`tan ve akrabalık haklarına riayetsizlik"in zikredilmesi bu açıdan çok anlamlıdır.
İslâmî bir çerçevede, yani bütün varlığın ve varlıklar arasındaki ilişkilerin Yaratıcı`nın ilkeleri dahilinde anlaşılacağı bir bağlamda, takva esasen O`nun adına bakmayı, O`nun adına hareket etmeyi, O`nun adına yasaklardan ve adaletsizlikten kaçınmayı içerir. Allah, âyette de belirtildiği üzere, başta eşler olmak üzere, akrabaların haklarına riayeti emreder. Çok açıktır ki, insanın yakınlarının haklarına riayetsizlikten sakınması Allah`tan sakınmasına, Ona takva ile yaklaşmasına dahildir, veya Allah`tan sakınmanın tezahürlerindendir.
Hakların mücadele ve çatışmalarla alınmasına, kuvvetlinin daha fazla hak kazanmasına alışkın bir bakış açısı için, herşeyi kuşatan ve herşeyi hakkıyla bilen ilâhî hikmetin herşeye hak ettiğini verdiği tasavvuru belki kavranması zor gelebilir. Ama İslâmî hak ve adalet çerçevesi, anlamını ve değerini tam da burada bulur. Hiçbir zümre ya da kişi, hakkını veya arzu ettiğini, kendi ya da mensup olduğu zümre adına değil, ancak bütün hakların ve adaletin kaynağı olan Adl-i Hakîm adına talep edebilir ve kullanabilir.(5)
Sûre`nin başlangıç kısmında geniş biçimde yer verilen "yetimler, yetimlerin haklarının gözetilmesi, onlara adaletle muamele edilmesi" gibi noktalar elbette ki spesifik olarak babadan mahrum yetimler için nazil olmuştur ve birincil konusu onlardır. Bununla birlikte, "yetim" kelimesinin kökünün "yalnızlık"tan geldiği, bu kavramın tekbaşına, korumasız ve savunmasız gibi anlamları da içerdiği düşünüldüğünde, âyetlerde yetimlere karşı emir ve tavsiye edilen ilkelerin erkeklerin kadınlara muhatabiyeti için de düşünülmesi makuldür.(6) Bediüzzaman`ın bu geniş anlamıyla yetimliği ontolojik bir bağlamda eserlerinde pek çok defa kullandığını görmek mümkündür. Diğer bir deyişle, Nisa sûresi`nde sık sık zikredilen "yetim" kelimesinin, tarih boyunca erkek karşısında zayıf ve savunmasız kalan kadını da içine aldığı ve erkekleri kadınlara karşı adalete ve hakkaniyete davet ettiği düşünülebilir.
"Yetimlere mallarını verin. Temizi murdara değişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza (katarak) yemeyin. Çünkü bu, muhakkak ki büyük bir günahtır." (Nisa, 4/2).
Sûre`nin üçüncü ayetinde, birçok seküler modern/ist zihniyetli insanın yüzünün buruşmasına sebeb olabilecek çokeşlilik meselesi zikredilir. İlginçtir, bu kısa âyette iki defa adaletten, bir defa da haksızlığa düşmek/doğruluktan uzaklaşmaktan söz edilir.
Batılı/seküler modern zihnin anlamakta güçlük çektiği tam da bu husustur. Her konuda erkek-kadın eşitliğini gerçekleştirerek adaleti sağlayacağı iddiasındaki seküler modern bakış açısının tersine, Kur`an erkek ve kadın arasındaki ilişkiyi tamamen adalet/hakkaniyet esası üzerine bina eder. Kadın-erkek eşitliğine şartlanmış bir zihin için, bir erkeğin birden çok kadınla evlenmesine izin verilmesi haksız ve adaletsiz bir durumdur. Çünkü bu zihin adaleti eşitlik ile tanımlamakta, eşitliğin olmadığı yerde adaletin de olmadığını düşünmektedir. Oysa, Kur`anî bakış açısı, adaleti esas tutar ve tekeşlilik tavsiyesi dahi "adaleti gözetmekten korkma"ya dayanır--eşitliğe değil!
Bu durumda şu soru kaçınılmaz olur: Kadın ve erkek eşit midir? Cevap, hem evet ve hem de hayır`dır. Allah katında, iman ve kulluk bilincinde, takva yarışında, eşit; ama sorumluluklar ve görevler noktasında, eşit değil, farklı. Zira, adalet eşitliğe indirgenemeyecek kadar evrensel bir hakikattir. Gerçek adalet hukuk ve kurallar karşısında eşit olmaktır. Buna karşılık, eşitlik her zaman adaleti içermez.
Hak, özgürlük ve sorumluluk tanımlarının tarihî mücadelelerle belirlendiği; güçlünün gücü nisbetinde hak ve yetkiye kavuştuğu, zayıfın daha fazla hak ve özgürlük için güç arayışına girdiği bir zihniyet ikliminde varılabilecek en optimum nokta "eşitlik" olabilir. Ancak, Nisa sûresinin daha ilk âyeti, izleyen ahkâm âyetlerinin ontolojik temelini teşkil etmek üzere, bize esaslı bir ilkeyi hatırlatır: İster erkek ister kadın, insan yaratılmıştır! Varlık âlemine tesadüfen gelmiş değildir. Görevleri öncelikle varlıklarını borçlu oldukları Zât`a karşıdır; insanların aralarındaki ilişkilerin hangi esasa göre düzenleneceğinin cevabı da yine O`nun kurallarında bulunabilir. Yaratılışın Sahibi olan Zât, yaratılışta gözettiği farklılıkları hukukî kurallar diyebileceğimiz alanda da gözetmektedir.
Ki, İslâm`da temel hak ve özgürlüklerin kaynağının ilâhî canib oluşu, sûremizin ilk âyetinin işaretiyle, karşılıklı hak taleplerinin ancak O`nun dolayımından geçmesi halinde meşruluk kazanması; Kur`an`da konu edilen sosyal ilişkilerin, bu ilişkilerin nasıl düzenlenmesi gerektiğinin, meselâ erkek ve kadın arasındaki hak ve sorumlulukların nasıl şekilleneceğinin ancak ve ancak ontolojik bir temele yaslanması halinde sağlıklı bir çözüm bulabileceğini gösterir.
İslam, hem âlem tasavvuru hem de hayat tarzı öngören bir ilâhî/semavi hidayet olarak, erkek ile kadını hem birbirinden kesin hatlarla ayırır, farklılıklarının, farklı hak ve sorumluluklarının altını çizer; hem de mucizevi bir şekilde nikâh ve aile kurumuyla bu farklılıkları bütünleşmeye ve kemale götürecek vesilelere çevirir. Modernist/seküler yaklaşımlar ise bütünlüğü ve kemali değil, bağımsızlığı ve ayrılığı esas aldıklarından adaleti eşitlikte ararlar. Haklar ve özgürlükler noktasında erkek ya da kadın bir müslümanın seküler bir insandan farkı, hakların ve özgürlüklerin kaynağının Cenab-ı Hak olduğunu bilmesidir. İslam`da, Batı`daki gibi yatay bir hak ve özgürlük mücadelesinden bahsedilemez; tarihî olarak da buna şahit olunmamıştır. Tersine, her çatışma ya da gerginlikte olduğu gibi kadın ve erkek arasındaki anlaşmazlıklarda da, söz sahibi hakem ancak -kadın ve erkeği hikmetle yaratan, onları onlardan daha iyi bilen- Allah ve O`nun Resulu olabilir!(7)
Diğer bir ifadeyle, hak ve özgürlüklerin kaynağı ne toplum, ne doğa ne de insanın kendisidir. Erkeğin ya da kadının haklarının ve sorumluluklarının kaynağı hem Yaratıcı hem de Hüküm Koyucu olarak Cenab-ı Hak`tır. Bu haklarda veya ruhsatlarda insanın aklına ters görünen birşey varsa, bunun nedeni, o aklın yanlış ölçülerle -meselâ, adaleti eşitliğe indirgemek gibi- çalışıyor oluşudur.
DEVAMI 3. BÖLÜMDE



Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.