Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10795
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Görüş bildirebileceğiniz Ana Kategoriler
Anayasal Düzen (154) | Dış Politika (2280) | Ekonomi (234) | Eğitim (91) | Devlet Kurumlarımız ve Memurlar (63) | Adalet (71) | Milli Kültür (522) | Gençlik (27) | Siyasi Partiler ve Siyasetciler (846) | Tarım (147) | Sanayi (13) | Serbest Meslek Mensupları (5) | Meslek Kuruluşları (2) | Basın ve Televizyon (19) | Din (1052) | Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız (54) | Bilim ve Teknoloji (13) | Milli Güvenlik (623) | Türk Dünyası (888) | Şiir (77) | Sağlık (185) | Diğer (3429) |

Görüş bildirebileceğiniz Dış Politika konuları
Irak`ın kuzeyinde yapılan sınır ötesi harekat ne olmalıdır? (5)
Barzani mi daha tehlikeli PKK mı? (15)
Avrupa Birliği ile olan ilişkilerimiz nasıl olmalıdır? (198)
ABD ve İsrail ile ilişkilerimiz nasıl olmalıdır? (275)
Türk Dünyasıyla ilişkilerimiz yeterli mi ?hedef ne olmalıdır? (5)
Beşli Shangay örgütü ile ilişki kurmalı mıyız? (110)
Dış politika ile ilgili diğer konular (1672)


Dış Politika - ABD ve İsrail ile ilişkilerimiz nasıl olmalıdır? konusu hakkında görüşler
Ahmet Kılıçaslan Aytar - (Ziyaretci) 27.08.2016 22:03:31

İNSAN VE ABD


İNSAN VE ABD


İnsan özgür akıl ve vicdanın temsilcisidir.

Bu çağda O`nun yolunda siber uzay ve kültürün de katkısıyla yerelinden küreselleşiyor.

O noktada entellektüelizmin doğal etkileşimi ve iletişim; insanlığın ortak aklını mütemadiyen geliştiriyor.



Milyarca insan "daha, daha olmak" için mütemadiyen bu kurguya dahil olmanın kavgasını veriyor.

Böylece denetimsiz, açık entellektüel sermaye birikimi bütün üretim faktörlerinin önüne geçmiştir...






Ne ki, ABD`deki başkanlık seçimi kampanyası, kapitalizmin ve onun iki partili siyasi sisteminin insan ve insanlık üzerindeki krizini açığa vuruyor.

Amerikalılar taktiksel farklılıkları ne olursa olsun, kendilerini stratejik olarak ABD emperyalizminin pervasız dünya egemenliği yönelimine adayan Demokrat H.Clinton ile Cumhuriyetçi D.Trump`tan birini tercih etmekle karşı karşıyadır.






En başta D.Trump ve H.Clinton`ın kayıtsız şartsız hizmet ettiği ABD emperyalizmi ve onun dünya egemenliği şu iki esasa dayanıyor:

1-Dördüncü Başkan James Madison güçlü bir merkezi hükümetin savunucusuydu.

1787`de Philadelphia Konferansında oluşturulan ABD Anayasası`nın öncüsüdür ve "Anayasa`nın Babası" lâkabı ile anılıyor.

Amerika o gün-bu gün J.Madison`ın işaret ettiği güçlü bir merkezi hükümetin buyruğunda "Zengin azınlığı çoğunluktan korumak ilkesi üzerine kurulmuştur" temelindeki anayasadan yükseliyor.

Buna göre zenginler monarşiden kaçınmak için birbirini dengeleyen üç ayrı yönetim alanı yasama,yürütme ve yargı oluşturmuş,

Bu alanları özel mülkiyet, özel sözleşmeler ve bilumum çıkarlarında mütemadiyen kendilerini koruyan ve nesilden nesile geçen hizmekârlarıyla doldurmuşlardır...

ABD; Plutokrasi denilen bu esastan yükseliyor.






2- Otuzüçüncü Başkan Harry Truman, 1940`ta Cumhuriyetçi muhafazakâr ve Demokrat liberaller arasında "Dış Politika Uzlaşması" oluşturdu.

Buna göre ABD plutokrasisinde hizmetkârlar ya da siyasetçiler ve vatandaşların; "Küresel Liderliğe": "Liberal Uluslararası Düzen"in yayılmasına ve güçlenmesine: ABD`nin nüfuzu, güvenliği ve gelişmesi ile onun "liberal uluslararası düzen"de liderliği arasındaki ilişkiye: "Demokrasinin Yayılmasına" bağlılık göstermesi esastır...






Bu noktada Trump ve Clinton arasındaki başkanlık seçimi kampanyasına yön veren fakat en az tartışılan konu Amerikalı zenginlerin yaygın askeri müdahalelere yönelik oldukça geliştirilmiş planları, Rusya ve Çin ile bir nükleer soykırım tehlikesine yol açacak doğrudan bir çatışmayı içeren savaş yönelimleridir.






Trump`ın başkan seçilmesi halinde ABD`nin son 70 yıldır egemen olan dış politika teorisinden ciddi biçimde sapmalar bekleniyor.

Avrupa`ya karşı hayli sert ve pragmatik tutumun şekillenebileceği,

Rusya`ya daha pragmatik ve tarafsız bir tutum oluşacağı,

Ortadoğu`ya daha duyarsız, iç işlerine karışmama ilkesi temelinde yaklaşılacağı

Ama Çin`e yaklaşımın daha düşmanca olacağı düşünülüyor.






Trump; Amerikan zenginlerinin çıplak şiddetini ve çöküşünü ifade ediyor.

Bir yanda "Önce Amerikalılar" milliyetçiliğini yükseltirken, öte yanda sınırsız askeri güç kullanımı ile CIA işkenceleri ve suikastları talebini birleştiriyor.

Meksika sınırına bir duvar inşa edilmesi çağrısı ile Müslümanlara ve Latin göçmenlere yönelik faşist ajitasyonu,

Savaşa ve mali seçkinlerin diktatörlüğüne yönelik tüm muhalefeti susturup yıldırmayı hedefliyor...






Nitekim "Bizim kesin askeri üstünlüğümüzün amacı Amerika`yı yeniden büyük yapmaktır" diyor... Buysa, ekonomik rakiplerin yükselişini engellemek ve on yılların ekonomik gerilemesinin, ticaret ve ödemeler dengesinde büyüyen açıkların ardından Amerikan egemenliğini yeniden kurma çabasında askeri gücün sınırsız kullanımı ve mali suçların en kötü biçimlerine batmak anlamına geliyor...






H. Clinton`ın elleri ise zaten kanlıdır.

Eşinin yönetiminde Irak`a karşı yarım milyon çocuğun ölümünden sorumlu olan korkunç yaptırımları ve Yugoslavya`nın bombalanmasını,

Sonra New York senatörü olarak Irak`ın canice istilasını desteklemiştir.

Obama`nın dışişleri bakanı olarak Ukrayna`daki faşist destekli darbe hazırlıklarını ve Libya ile Suriye`deki kanlı rejim değişikliği operasyonlarını yönetmiştir.

Bugün de yurtdışı askeri angajmanlar konusundaki isteğinde kimse Clinton`ın eline su dökemiyor.

New York Tımes onun için "yarışta kalan son gerçek şahindir" diyor...

Zaten kampanyasında Trump`a Rusya Devlet Başkanı V.Putin`in bir aracı olduğu iddiasıyla sağdan saldırıyor, böylece kendisini saldırgan bir başkomutan olma yeterliliğine odaklamış bulunuyor.






İkisinin de kampanyasında ekonomi politika demogojinin ötesine geçmiyor.

Trump zenginler için daha fazla vergi kesintisi talep ederken,

Clinton, ABD tarihinde halktan zenginlere en büyük servet aktarımına başkanlık etmiş olan Obama yönetiminin politikalarının sürekliliğini ilan ediyor...






Milwaukee`de bir polis cinayeti yaygın öfkeyi ve huzursuzluğu kışkırtmıştır.

Trump, polisin şiddetine yönelik her türlü eleştiriye karşı polis savunuculuğu yapıyor.

Clinton ise polisin egemen seçkinlerin servetinin savunucusu olduğunu örtecek şekilde meseleyi bütünüyle ırksal bir sorun olarak resmediyor...






Ne ki ABD seçimleri 2008 çöküşünden sonra ABD`deki on milyonlarca insanın yaşadığı ekonomik ve sosyal sefalet, Obama`nın ABD tarihindeki en büyük servet aktarımını yönetmiş olduğu gerçeğini gösteriyor.






Başkan Obama`nın yoksulluk gerçeğini yansıtan raporlara dikkat etseydi, ABD`nin böylesi bir hüsranı yaşamayacağı belirtiliyor.

Mesela, ABD`deki en zengin 20 milyarder, en alttaki 150 milyon Amerikalınınki kadar servete sahip bulunuyor.

Mesela,yoksul 45 milyon Amerikalının dışında, yaklaşık yüzde 14`lük bir kesim ya da 6,3 milyon insan aşırı yoksuldur ve ülkenin genelindeki perişan mahallelerde yaşıyor.

Mesela, zenginler yalnızca muazzam servetin ve ayrıcalığın tadını çıkarmıyor, aynı zamanda daha uzun yaşıyor.

Mesela, ABD`de işsizlik, düşük ücret, hacizler, cinayet, boşanma ve intiharların yoğunlaşmıştır.






Bunun gibi verilebilecek bir çok örnek ve özellikle bitmek bilmez savaşlar, artan borçluluk ve ekonomik güvencesizlik;

Başka bir şey görmemiş olan Amerikalı genç kuşağın toplumsal bilinci üzerinde çok derin etkiler bırakmıştır.

Amerikan gençliği; sağlık hizmetlerinin, beslenmenin ve barınmanın temel insan hakları olduğunu savunuyor!

Trump gibi milyarder bir demagogun destek görmesi, üst orta sınıfın yaşam tarzının tüketilmiş olması, çalışanların ekonomik ve sosyal sorunlarına ilgisiz kalınmasındandır.






Üstelik 90`lardan bu yana ABD`nin inandığı değerlerin çöküşü hızlanmış, dünyanın ABD ve onun ideolojisinin lehine geliştiğine yönelik düşünceler çökmüş, Amerikan ideolojisinin evrenselliğine olan inanç yok olmuştur.

Küreselleşme ve demokrasinin kusursuzluğu konusunda tasavvurlar da giderek zarar görmüş, Çeşitli bölgelerde yaşanan sorunların çözümünde uluslararası ilişkilerde hukuki çerçevenin gözetilmesinde,

Farklı kültürel değerlere karşı hoşgörünün, ülkelerin güvenliğinin sağlanmasında ve piyasa ekonomisinin etkin gelişiminde hergün birbiri ardından ciddi sorunlar meydana çıkıyor...






Bütün bunlar, Amerika`nın iç ve dış politikası için önemli olan uzlaşma kavramının yenilenmesi gerekliğini gösteriyor.

Bir çok analist,stratejist ve siyasetçi yenilenme ihtiyacından bahsediyor.

Bunlar başkanlık seçim kampanyasında belirtilen tezlerle ilgileniyor ve D.Trump`ın son yıllarda ABD toplumunda bedbinliği yansıtan ruh halini siyasi ortama taşıdığını ve uzun yıllardan sonra "Dış Politika Uzlaşması"na aykırı davrandığını belirtiyorlar...






Başkanlık seçiminin işbu özeti, ABD`nin egemenlerinin H.Clınton ya da D.Trump`ın şahsında dünyayı ve kendi halklarını kontrol etmeye kararlı oldukları izlenimi veriyor.

Onların sözcüleri, şimdi " savaş baltalarının ortaya çıkması"nın an meselesi olduğu uyarısında bulunuyor.






Amerikan dış politikası özgür akıl ve vicdanın temsilcisi olan "İnsan"a uygun yanıtlar vermiyor.

Dünyanın çeşitli bölgelerindeki çatışmalar, başkalarının içişlerine kaba müdahale, Washington`a yarayan siyasi grupları iktidara getirme girişimleri,suç çetelerini kendi siyasi amaçları için kullanma, çifte standartlar politikası ve nice faktör;

Amerika başta olmak üzere, super devletlerin politikalarında değişiklik yapmaları gereğini zorluyor..

Küresel gelişmelerle çok kutupluluk farklı siyasi konseptlere ihtiyac duyuyor.




28.8.2016




































Ahmet Kılıçaslan AYTAR
ahmetkilicaslanaytar@gmail.com


Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.