Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10791
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Görüş bildirebileceğiniz Ana Kategoriler
Anayasal Düzen (154) | Dış Politika (2278) | Ekonomi (234) | Eğitim (91) | Devlet Kurumlarımız ve Memurlar (63) | Adalet (71) | Milli Kültür (522) | Gençlik (27) | Siyasi Partiler ve Siyasetciler (844) | Tarım (147) | Sanayi (13) | Serbest Meslek Mensupları (5) | Meslek Kuruluşları (2) | Basın ve Televizyon (19) | Din (1052) | Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız (54) | Bilim ve Teknoloji (13) | Milli Güvenlik (623) | Türk Dünyası (888) | Şiir (77) | Sağlık (185) | Diğer (3429) |

Görüş bildirebileceğiniz Dış Politika konuları
Irak`ın kuzeyinde yapılan sınır ötesi harekat ne olmalıdır? (4)
Barzani mi daha tehlikeli PKK mı? (15)
Avrupa Birliği ile olan ilişkilerimiz nasıl olmalıdır? (198)
ABD ve İsrail ile ilişkilerimiz nasıl olmalıdır? (275)
Türk Dünyasıyla ilişkilerimiz yeterli mi ?hedef ne olmalıdır? (5)
Beşli Shangay örgütü ile ilişki kurmalı mıyız? (110)
Dış politika ile ilgili diğer konular (1671)


Dış Politika - Avrupa Birliği ile olan ilişkilerimiz nasıl olmalıdır? konusu hakkında görüşler
Mustafa Mete İSLÂMOĞLU - (Ziyaretci) 25.09.2016 21:44:51

A.B. BİRBİRİNE DÜŞTÜ




Mustafa Mete İSLÂMOĞLU
ALÇAKLAR BİRL
İĞİ
BİRBİRİNE DÜŞTÜ
BAŞLARKEN.- Avrupa Birliği`nde Neler Oluyor? Avrupa Birliği (AB)&8223;nin bir süredir içinden geçmekte olduğu, bazılarının ``meşruiyet´´ krizi, bazılarının ise ``varoluş krizi´´ diye nitelendirdiği zorlu sürecin Lizbon Antlaşması&8223;nın yürürlüğe girmesi ile sona ereceği düşünülmüştü. Lizbon Antlaşması&8223;nın yürürlüğe girmesinin hemen ertesinde Yunanistan&8223;da patlayan ekonomik/mali kriz ile bu kriz ve krizin sona erdirilmesi için gerekli yöntem tartışmalarının, Ekonomik ve Parasal Birlik (Euro) ve AB&8223;deki yansımaları ``AB nereye gidiyor?´´ sorusunu tekrar gündeme getirdi.
Anayasal Antlaşma Krizi
AB&8223;nin ``meşruiyet´´ veya ``varoluş´´ krizinin temelleri 2000&8223;li yılların başında, ``Anayasal Antlaşma´´ tartışmaları ile atıldı. Daha önceki tüm antlaşmaların yerine geçecek olan Anayasal Antlaşma, AB içinde var olduğu ileri sürülen ``demokratik açığı´´ olabildiğince kapatmayı ve karar alma mekanizmasını daha etkin hale getirmeyi amaçlıyordu. Ayrıca Antlaşma&8223;da, AB bayrağı ve AB marşı gibi dolaylı da olsa ``siyasi birlikle ilişkilendirilebilecek´´ AB sembollerine de atıfta bulunulacaktı.
AB&8223;nin iki kurucu üye devleti olan Fransa ve Hollanda halklarının 2005 yılında yapılan referandumlarda bu antlaşmayı ret etmeleri AB tarihindeki önemli krizlerden birinin başlangıcı oldu. Fransa ve Hollanda halkları, hakkında yeterince bilgilendirilmedikleri, dolayısıyla anlayamadıkları bir antlaşmaya geçit vermemişlerdi. Bu durum bazıları tarafından ``Anayasal Antlaşma, küreselleşme ve genişlemenin olumsuz etkileri ile özdeşleştirildi ve günah keçisi oldu´´ şeklinde yorumlandı. Bazı yorumcular ise iki ülkedeki ``hayır´´ oylarını, ``AB vatandaşlarının artık, kendilerinin dışında kaldığı, elitler tarafından yön verilen bir bütünleşme sürecini onaylamayacakları´´ şeklinde değerlendirdiler.
Bu durum Antlaşma&8223;nın daha mütevazi hale getirilmesini zorunlu kıldı. Öncelikle, çeşitli açılardan çok iddialı olan ``Anayasal Antlaşma´´ adı bir tarafa bırakıldı ve Antlaşma&8223;nın adı ``Reform Antlaşması´´ olarak değiştirildi. Reform Antlaşması 2007 yılında Lizbon&8223;da AB liderleri tarafından imzalandıktan sonra ``Lizbon Antlaşması´´ adını aldı. Lizbon Antlaşması tüm diğer antlaşmaların yerine geçmek yerine Maastricht ve Roma Antlaşmalarına değişiklik getirmekle yetindi ve AB sembollerine yapılan atıflar kaldırılmak zorunda kalındı. Bu durum bazı kesimler tarafından AB üye devlet vatandaşlarının henüz tamamen ``devletlerüstü bir AB kimliğini´´ kabullenmekte zorlandıkları şeklinde yorumlandı. 1 Aralık 2009&8223;da yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması, güçlenen bir Avrupa demokrasisinin, daha etkin ve daha saydam bir karar alma mekanizmasının ve Avrupa vatandaşlarının artan katılımcılığının çerçevesini ortaya koymasının yanı sıra, AB&8223;ye, uluslararası platformda, ekonomik ağırlığını dengeleyecek bir siyasi güç kazanması için bir potansiyel de sağladı. Bu potansiyelin nasıl kullanılacağı gene de AB&8223;nin yarattığı yeni makamlar olan `` tam zamanlı´´ bir AB başkanlığı ve güçlü bir dış politika temsilciliğine atanan kişilerin performanslarına ve AB kurumları arasında işbirliğine bağlıdır. Gözlemciler ``AB Başkanlığı´´na atanan Belçika eski başbakanı Herman VAN ROMPUY, çarpıcı bir siyasi kimliğe sahip olmaması nedeniyle uluslararası platformda çok etkili olamayacağını ifade etmekte, VAN ROMPUY&8223;un yanı sıra Dış İşleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilciliği&8223;ne atanan Ticaretten Sorumlu eski Avrupa Komisyonu üyesi Barones Catherine ASHTON&8222;ın ise dış ilişkiler alanında deneyimsizliği ve daha önce seçimle gelmiş olduğu bir konumda bulunmayışını eleştirmektedirler

Slovakya/Bratislava`da, AB devlet ve hükümet başkanları ilk kez Britanya olmadan gayrıresmi bir zirve için toplandılar.
Zirve öncesinde Almanya Başbakanı A.Merkel "Avrupa`nın sorunlarına tek bir zirvede çözüm bulunmasını bekleyemeyiz. Kritik durumdayız " dedi...


Başbakan A.Merkel`in "kritik durumdayız" dediği tablo şudur:
1992`de Maastricht Antlaşması`yla ilan edilen bütün Avrupa projesi çökme belirtileri vermektedir.
SSCB`den sonra kapitalizm savunucuları komünist tehlikenin sona ermesinin Avrupa`da birlik yaratacağını iddia etmişlerdi.
Ancak AB`nin barış, refah ve birlik yuvası olması şöyle dursun yeni bir şovenizmin, kemer sıkmanın ve savaşın kaynağı olduğu her gün daha çok anlaşılıyor...
Britanya`nın birlikten çekilmesi ve olası komplikasyonlarına karşı birliğin bir duruşu bulunmuyor.
Kapitalist sistem, 2008 malî krizinden bu yana hızlı bir şekilde uçuruma yol almaya devam ediyor.
Sistem bankalara ve hisse senedi piyasalarına kredi enjekte edilmesiyle ancak ayaktadır.
Yoksulluk, işsizlik ve eşitsizlik çarpıcı biçimde artıyor.
Servette, gelirde ve yaşam kalitesinde ortaya çıkan uçurum mütemadiyen büyüyor.
Rusya`ya uygulanan yaptırımlar ağır fatura yüklemiştir ve burjuva demokrasisi yerini otoriter rejimlere bırakıyor...

Ne ki, Bratislava Zirvesinde Britanya`yı Brexit`e götüren nedenler ve Birliğin geleceğine ilişkin öneriler gündeme dahi gelmedi.
Brexit sırasında Buckingham Sarayı`nın ve İngiliz yönetici sınıfının etkili bir bölümünün Washington`la araya mesafe koyması,
Çin`le ekonomik ve Rusya`yla askeri olarak yakınlaşmaları,
Downing Street`in bundan sonraki planlarının ne olduğu konu dahi olmadı. Londra`nın ne hazırladığına ilişkin bir fikir sahibi olma çabası gösterilmedi.

Ya? Bratislavya Zirvesi`nde devlet ve hükümet başkanları tehlikenin nedenini ve özellikle içeride olduğunu anlamadan terörizmden söz ettiler.
Herkesin Avrupa`ya elini kolunu sallayarak girmemesine dikkat edilmesi gerektiğini söylendi ama teröristlerin çoğunun Avrupalı olduğu gözardı edildi.
Büyük Ortadoğu Projesi`nin sonucu olan kitlesel terörizme yönelik bir düşünceye sahip olunmadığını gösterir bir tutum sergilendi.

İtalya Başbakanı Matteo Renzi, göçmen krizine yönelik eleştirilerini sürdürdü.
Renzi, AB Konseyi`nin Afrika`dan Avrupa`ya olan ve çoğunlukla İtalya`nın karşı karşıya kaldığı düzensiz göç sorununa hiç değinilmemesini gündeme getirdi.
"Bu Avrupa`nın sorunudur. Eğer Avrupa böyle devam ederse İtalya olarak biz kendi özerk metodumuzu yapmak durumundayız" dedi.
A.Merkel, bir ikinci göçmen dalgasının örgütlenmesi olasılığı konusunda uyarıldı...
Uyarı; bir süre önce Avrupa`da sığınmacı krizine yönelik AB sınırlarının kapatılmasını savunanlar ile "bir Avrupa çözümünün" destekçileri arasında yaşanan çatışmayı ve AB karakterini gözler önüne seriyordu...

O günlerde ve bugünde Afrika, Afganistan, Irak ve Suriye`deki emperyalist savaşlarla harap edilen ülkelerinden kaçan milyonlarca sığınmacının çaresizliği;
Avrupalıların yoğunlaşan jeostratejik ve ekonomik çatışmalarının odağına oturmuştur.
Bu durum siyasal ve tarihsel olarak Avrupa kapitalizminin kanlı çelişkilerinden kaynaklanan sınırlarına, ekonomi politikasına ve dünyanın çeşitli bölümlerine, özellikle Doğu Avrupa`da çatışan çıkarlara yansıyor ve çatışmaları tetikleme potansiyelini taşıyor...
Almanya Başbakanı A.Merkel ile Yeşiller ve Sol Parti kesimlerinin "bir Avrupa çözümü";
Avrupa`nın sınırlarının kapatılması: Ege Denizi üzerinden tehlikeli yolculuğu göze alan sığınmacıların alıkonulması: Yunan adalarında tel örgülerle çevrili toplama kampları: Makedonya sınır polisinin coplarla ve gazla sığınmacılara saldırması: zulmedilen ve sınır dışı edilen çaresiz insanlara yönelik bürokratik acımasızlık: Bir kez daha hapsedilmek ve geldikleri ülkeye geri gönderilmek üzere Türkiye`ye iade edilmesi demekti.
Merkel`i ulusal ihanet ve AB Anayasasını ihlâl etmekle suçlayan karşıtlar ise sığınmacıların AB`yi parçalayacağı korkusunda "Sınırların topyekün kapatılması"nı istiyordu.
Onlara göre; Almanya yeniden bir dünya gücü rolünü oynayabilmek için AB`ye ihtiyaç duyuyor, bu yüzden milliyetçi kartı oynamayı göze alamıyordu...

Fransa; Suriye, Irak ve Afganistan`daki savaşlardan kaçan yüz binlerce sığınmacının bir kota sistemi üzerinden Avrupa geneline dağıtılması yönündeki Merkel`in önerisinden yana olmadığını açıklamıştı.
"Bizim, artık daha fazla sığınmacı almıyoruz biçiminde açık bir mesaja ihtiyacımız var" denilmişti...
Açıkça sığınmacıların Avrupa`ya kaçmaya devam etmesi halinde AB`nin siyasi ve ekonomik olarak parçalanacağı öngörülüyordu.
Ekonomik sonuçlarla birlikte Avrupa`daki uluslararası ticaret ve serbest dolaşımla ilgili Schengen mutabakatının çökeceği vurgulanıyordu.
Fransa, Merkel`e muhalefetini belirtmekle yetinmedi, Avrupa`daki sağcı milliyetçi politikacılar arasında destek aradı.
Bankaların 1 trilyon Euro batık krediyle karşı karşıya olması ve AB genelinde işten çıkarmaların yayılması, mali piyasalardaki elden çıkarmaların Avrupa`da bir ekonomik çöküşü tetiklemesi halinde,
Berlin`in Yunanistan`dan İtalya`ya ve Fransa`ya kadar şiddetli kemer sıkma önlemleri için bastırabileceği argümanını kullandı...

Bugün Merkel`in savunucuları halâ onu desteklemeyi sürdürüyor ama Avrupa Çözümü`nün;
Milliyetçi karşıtlarının politikasından daha az acımasız olmadığı da anlaşılmıştır.
Sığınmacılara büyük çaplı halk desteğine rağmen, medya ya da resmiyette hiç kimse onları savunmuyor.Nitekim Bratislava`da, Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker Lüksemburg`lu bankacıların çıkarlarını savunuyor.
Ve Lüksemburg`daki mali cenneti temel alan bir kurum olan Avrupa Yatırım Bankası`nın eski bir projesi olan ve "Juncker planı" adıyla anılan stratejik yatırımlara yönelik Avrupa Fonu`nun 2017`de arttırılması kararlaştırılıyor.
Bu kararla Avrupa`daki eşitsizlik daha da artmıştır.
Mesela;AB buna en çok ihtiyacı olan Yunanistan`a neden hiç müdahale etmemiştir sorusunun yanıtı bulunmuyor...
Bu paradoks AB`nin; kıtayı birleştirmenin bir aracı değil, ama Avrupa`yı en güçlü mali ve endüstriyel çıkarlara ve onların emirlerine bağlı kılmanın, halklara saldırmanın ve polis ile orduyu silahlandırmanın aracısı olduğu karakterini gösteriyor.


Bütün bu gelişmeler NATO`nun Ukrayna üzerine Rusya`yla bir meydan okuma içinde Doğu Avrupa`nın büyük kısmını militarize ettiği,
Berlin`in dış politikasını yeniden askerileştirmeye başlamasından bu yana Avrupalı güçlerin ordularına fazladan yüz milyar


Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.