Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10198
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Görüş bildirebileceğiniz Ana Kategoriler
Anayasal Düzen (154) | Dış Politika (2287) | Ekonomi (234) | Eğitim (91) | Devlet Kurumlarımız ve Memurlar (63) | Adalet (71) | Milli Kültür (423) | Gençlik (27) | Siyasi Partiler ve Siyasetciler (848) | Tarım (147) | Sanayi (13) | Serbest Meslek Mensupları (5) | Meslek Kuruluşları (2) | Basın ve Televizyon (19) | Din (542) | Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız (54) | Bilim ve Teknoloji (13) | Milli Güvenlik (624) | Türk Dünyası (889) | Şiir (77) | Sağlık (185) | Diğer (3430) |

Görüş bildirebileceğiniz Dış Politika konuları
Irak`ın kuzeyinde yapılan sınır ötesi harekat ne olmalıdır? (5)
Barzani mi daha tehlikeli PKK mı? (15)
Avrupa Birliği ile olan ilişkilerimiz nasıl olmalıdır? (198)
ABD ve İsrail ile ilişkilerimiz nasıl olmalıdır? (279)
Türk Dünyasıyla ilişkilerimiz yeterli mi ?hedef ne olmalıdır? (5)
Beşli Shangay örgütü ile ilişki kurmalı mıyız? (110)
Dış politika ile ilgili diğer konular (1675)


Dış Politika - Beşli Shangay örgütü ile ilişki kurmalı mıyız? konusu hakkında görüşler
İklil KURBAN - (Ziyaretci) 10.11.2010 11:41:40

BATILILAŞMA VE KARŞITI

BATILILAŞMA ve KARŞITI



Uluğ Bey`in (1394-1449), Alişir Nevayi`nin (1441-1501) temsil ettiği Timurlular Devri Türk Rönesans`ı (Uyanışı), yarıda kalır, amacına ulaşamaz. Bilgin Uluğ Bey, Fars kökenli din adamları olarak bilinen hocalar tarafından öldürülür. Arap, Fars gezginlerinin yoğun çabasıyla tüm Türkistan`a, Altın Orda`ya ve Kazan Hanlığı`na şeraiti ilke edinmiş hocalar zihniyeti yanı sıra siyasi çıkar kaygısı egemen olur. Bu Doğu ve Kuzey Türklüğünün çöküşünün başlangıcı idi. Timurlular Türkistan`dan Hindistan`a kovulur. Timur Oğullarından Ekber`in (1542-1605), hocalara atıfta bulunarak, ``Allaha tapmak iddiasında bulunanların ekserisi kendi emellerine taparlar´´ demesi boşuna değildir. Ekber, dedesi Babur`un kurup yönettiği Hindistan`daki Türk devletini ayakta tutabilmek için giriştiği reformlarında en büyük zorluğu bu hırslı hocalardan görmüştür. İşte bu hırslı hocalar Kaşgar`da-Yarkent`te Hocalar Devri (1678-1755) olarak bilinen ve başkalarının işgaline hazır yarım müstemleke bir din devletini kurarlar. Çok geçmeden buralarda Rus ve Çin işgali gerçekleşir. Farslar şeriat zihniyetinin kuludur-kurbanlarıdır. Onlar bu ölümcül kadere-hastalığa Türkleri de ortak yapmak istemiş ve bugün de istemektedirler. Fakat Rönesans ile birleşen Türklüğün cihanşümul kaderi uğruna yapılan çetin savaş hiç bitmez, yüzyıllar boyu sürüp gidecektir.

Osmanlı Devleti`nin Avrupa ülkeleri karşısındaki gerilemesine karşı daha XVII. Yüzyıldan itibaren çeşitli reform girişimleri olmuştur. Ancak bu reformlar genellikle başarısız kalmıştır. Genç Osman ve III. Selim bu girişimlerinden dolayı öldürülmüşlerdir. Fakat XIX. Yüzyıla girerken, bu girişimin-bu savaşın ciddiyeti daha da artar, savaş yükünü ve sorumluluğunu daha da eğitimli-kararlı kişiler üstlenir. Osmanlıların 300 yıllık gecikmeyle başlatmış olduğu bu Batılılaşma hareketi Tanzimat adıyla bilinir. Bu girişim, Timurlular Rönesans`ını izleyen dünya Türklüğünün, dinin çürütmesine karşı var olma savaşının devamı şeklinde cereyan edecektir.

Batılılaşma yanlısı devlet adamı Mustafa Reşit Paşa`nın hazırladığı, devlet yaşamında köklü değişiklikler öngören Tanzimat Fermanı 8 Kasım 1839`da ilan edilir ve Osmanlı tarihindeki en kapsamlı reformlar başlatılır. Mustafa Reşit Paşa (1800-1858) Fransa`da Büyükelçi görevinde bulunmuş ve Avrupa`da yükselen bilimin-aklın-ulusçuluğun nimetlerinden nasibini almış, fikir özgürlüğünün esintilerinden esinlenmiş fikri hür aydın bir şahsiyettir. O, Tanzimat Fermanı`nı okurken, ``Peki şeriata ne olacak ?´´ diye üzülenler olmuş, Paşa da, ``Burada şeraitin yeri yoktur´´ diye, kestirip atmıştır. Tanzimat Devri (1839-1876) Osmanlı Devleti`nin Batı`yı örnek alarak, siyasi, hukuki ve iktisadi alanlarda yaptığı yeni düzenlemelerin uygulandığı devirdir. O zamanın Osmanlı padişahlarından olan II. Mahmut (1784-1839) ve Onun oğlu Abdülmecit de (1823-1861) reform taraftarı olmalarına rağmen, şeraitin kaygısını kılıp direnen gericilerin hiç sonu gelmez. Devlet hayatında aydınlık ile karanlığı simgeleyen ölüm kalım savaşı aralıksız sürüp gidecektir. Birinci Dünya Savaşının yenilgisi (1914-1918) ve Osmanlı reformcularından olan Enver Paşa`nın (1880-1922) Ruslar tarafından öldürülmesiyle Osmanlı Devleti de, Osmanlı Batılılaşma hareketi de sona erir. Artık Türklüğün kaderini, bambaşka bir kişi, bambaşka bir yol ile üstlenecektir. Bu kişi Mustafa Kemal Atatürk (1881-1938) olacak, bu yol Laik Türkiye Cumhuriyeti olacak ve dinin devlet yaşamındaki rolüne son verilecektir. Bu uygulama rastgele ortaya çıkmış keyfi bir uygulama olmayıp, Türk tarihinin hükmü gereği, Türk devletinin-Türk ulusunun hayati zorunluluğudur.

İslam dininin tarih boyunca hiçbir zaman Türklüğe-Türk devletine hizmet etmediği artık anlaşılmıştır. Çünkü bu dinin Türk malı olmayıp, Arap ırkçılığının-Arap emperyalizminin felsefesi olduğunu, Türk tarihi, kayıpların-acıların-dökülen kanların ve sonu gelmeyen çöküşlerin kanıtlarıyla söylemektedir. Selçuklu devletinin, Osmanlı devletinin, Altın Orda devletinin, Kazan Hanlığı devletinin dini-İslam dini idi. Bu din, bu devletleri ayakta tutan Türk ulusunun ulusal kimliğini-ulusçuluğunu-tarihini-dilini-şuurunu zedelemiş ve devletin yıkımına önayak olmuştur. Çünkü devleti ayakta tutan asli etken-asli güç, o devletin sahibi olan ulusun ulusal kimliğinde-ulusçuluğunda saklıdır. Ulusal kimlik-ulusçuluk doğaldır, hiçbir manevi varlık, ulusal kimliğin-ulusçuluğun yerini dolduramaz, görevini yapamaz.

Başka ulusların devletleri, mesela, Çinlilerin, Arapların, Rusların devletleri 1000 yıllar boyu ayakta kaldığı halde, Türklerin devletleri neden hep çökmüştür ?! Çünkü Türklerin kendi yaşam tarzına uygun kendi dinleri yoktu-kendi felsefesi yoktu, ondan. Fakat, şu da yanıt bekleyen bir konu ki, Türkler destan üreten bir ulustu, bu destanlar Türk devlet yaşamında neden işe yaramadı? Destanlar yazılı ve tüm Türk ulusuna inanç seviyesinde mal edilmiş bir olgu değildi, ondan. Manevi olgular tüm topluma mal edildikten sonra ancak maddi güce dönüşür. Bugün Türkiye`de cereyan eden laik-dinci arasındaki ölüm-kalım savaşı, Türk ulusunun kimi mal edebileceğinin savaşıdır. Aslında Türk ulusu dini olmayan laik bir ulus olduğuna göre, er geç laikliği mal edebileceğine inanmak mümkündür. Fakat şu da bir gerçek ki, tarihte ve yaşamda çoğu zaman ve yıllardır, haklı hakkını kaybeder. Neden ? Haklı hile bilmez, ondan.

Laik-dinci savaşının aradan yüzyıllar geçmesine rağmen, çetin ve maceralı bir şekilde halen devam ettiğine üzülerek şahit olmaktayız. Keşke bugünkü Osmanlıcılar, ünlü Alman bilgini Friedrich Nietzsche`nin (1844-1900), ``Ben her şeyin kökenine bakarım´´ dediği gibi, tarihlerinin de, dinlerinin de kökenine bakmış olsalardı. Süre tanımayan bu savaşın çetin ve zahmetini, Büyük Atatürk çok iyi kavramıştır ki, geleceğe dönük, Gençliğe Hitap etmeyi unutmamıştır.

Yıl 2010, Eylül ayının 12. günü, AKP hükümetinin yargıyı ele geçirmek amaçlı ``Yeni Anayasa´´ girişimiyle yapılan halk oylamasının sonucu belli oldu, hükümet taraftarı olarak ``Evet´´ oyu verenlerin sayısı 58, hükümete karşı olarak ``Hayır´´ oyu verenlerin sayısı 42 oldu. Ertesi sabah, bu oran, VATAN Gazetesinin ilk sayfasında, büyük harflerle ``Erdoğan`ın olağanüstü başarısı´´ övgüsüyle yayınlanmıştır. Demokrasinin kural ve geleneklerine aykırı halde korkutmak-aldatmak yoluyla elde edilen bu sonuç, aslında başarı değil, demokrasinin nasıl çiğnendiğini belirten bir ibrettir. Asıl başarı, hükümetin bu kadar baskılarına rağmen 42 oy oranı ile ``Hayır´´ diyebilmiş cesur ve aydın insanların başarısı idi. Onun içindir ki, AKP`liler bu ``Hayır´´ı hazmedemeyerek araştırmada bulundu. Oylamaya katılan kişilerin eğitim seviyesi yükseldikçe, ``Evet´´ oyunun azaldığına şahit oldular. Bu sonuca Erdoğan çok şaşırmışmış. Anlaşılın, asıl başarı, 42`lik oy oranı ile ``Hayır´´ diyenlerin idi. Çünkü bu oranı oluşturan kişiler, eğitimli aydın kişilerdir. 58 oy oranını oluşturan kişilerin bir kısmı korkutulan-aldatılan kişiler olmakla beraber, kalanları, halen şeriata bağlı kalmayı-Orta Çağ Arap zihniyetiyle yaşamayı tercih eden cahil kişilerdir. AKP hükümetinin dayandığı bu Orta Çağ toplumu ve onun önderleri hakkındaki görüşlerimi, 2007 yılında yayınlanmış GERÇEKLER ve YALANLAR adlı kitabımın 244. sayfasında yazmıştım ve çok doğru da yazmışımdır:

``Bilimin yerine dinin, mantığın yerine çıkarın egemen olduğu-yönlendirdiği toplum, araştırma-öğrenme zahmetine katlanıp doğruyu bulmaktansa, kolayına kaçan önyargılı, görünümü olduğu gibi olmayan ikiyüzlü-kinci-kıskanç bireyler yetiştirir. Toplumun-bireyin bu düşün-karakter yapısı, hazır kutsal inançlar kalıbının dökümüdür-ürünüdür. Ünlü yazar Aziz Nesin, ``Türklerin yüzde 60`ı aptaldır´´ diye boşuna yakınmamıştır. Böyle bir toplum, ``hizmet aşkıyla yanıp tutuştuğunu´´ söyleyip, hastalıklı demokrasi ile iktidara gelen, fakat kendi çıkarına endekslenmiş-kendi maaşının kaygısını kılan ikiyüzlü siyasilerin, devletin tüm alanlarında at oynatmalarına olanak sağlar. Evet, sütüne göre kaymağı.´´

Bülent Arınç, türbanlı cumhuriyet resepsiyonuna katılmadığı için, Kılıçdaroğlu`nu şöyle eleştirmiştir: ``CHP`nin gözü askerde, kulağı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı`nda olacaksa böyle bir parti hiçbir zaman demokrat olamaz, hiçbir zaman sivil olamaz, hiçbir zaman da iktidar olamaz.´´

Kılıçdaroğlu şöyle diyor: ``Cumhuriyet özgürlüktür, bağımsız birey yaratmaktır. Bireyi kulluktan çıkarıp, özgür hale getirmektir, bilimdir, akıldır, yaşamı sorgulamaktır.´´

Erdoğan`a gelince, türban gerektiğinde inanç özgürlüğü, gerektiğinde bir parça bezdir.

İşte Arınç-Erdoğan ve Kılıçdaroğlu arasındaki zihniyet farkı. Arınç, 58`lik oranın bir kısmı olan Orta Çağ Arap zihniyetini kabul etmiş topluma dayanıp, yukarıda bahsettiğim ``Peki şeriata ne olacak ?´´ diyenlerin rolünü oynarken, Kılıçdaroğlu ise bilime-akla-ulusallığa dayanıp yukarıda bahsettiğim Mustafa Reşit Paşa`nın rolünü oynamaktadır. Arınç`ın dediği bu ``demokrat´´ din devleti uğruna çalışan bir demokrat ise, böyle bir demokratın, laik-çağdaş Türk devletinin karşıtı olduğunda hiç kuşku yoktur. Timurlular Devri Türk Rönesans`ını baltalayan hocaların rolünü, günümüz Türkiye`sinde AKP hükümeti oynamaktadır. AKP hükümetinin Bakanı Prof. Ömer Dinçer şöyle diyor : ``Cumhuriyetin laiklik ve milliyetçilik gibi birçok temel ilkelerinin, yerini daha Müslüman bir yapıya devretmesi zamanının geldiği düşüncesini taşıyorum.´´ İşte AKP hükümetinin tartışılmaz kimliği.

AKP hükümetinin iktidara gelir gelmez, ``Avrupa Birliği`ne gireceğiz´´ söylentilerinin, gerçek niyetlerini gizlemek için uydurdukları yapay bir girişim olduğunu, 8 yıllık uygulamaları yalın bir şekilde kanıtlamıştır. Zaten Avrupa Birliği ``gel´´ dese bile gitmeyecekleri bellidir. Bilimin-aklın egemenliğini ilke edinmiş Avrupa Birliği, şeriat özlemiyle yanıp tutuşan 58`lik Orta Çağ toplumuna sahip Türkiye`yi ne yapsın?! Çağımız için çoktan ölmüş olan Orta Çağ Arap ideolojisi olan dinin, devletin siyasi yaşamına sokularak, Türkiye`mizde halen tartışılır konumda tutulması çok üzücüdür. Olan, Türkiye`nin 42`lik aydın insanlarına olmuştur. Aydınlık ile karanlık arasındaki bu ölüm kalım savaşının, bundan sonra daha da şiddetlenerek devam edeceği kesindir. Asker, Cumhuriyet`in 87. Kuruluş Yıldönümü nedeniyle Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından verilen resepsiyona katılmamıştır. Hayrünnisa Gül`ün türbanına askerin selam durması elbette beklenemezdi. CHP de katılmamıştır. Din simgesi olan türbanın laik devlet yaşamında ne işi var?! Bu durum, askerin bundan sonra laiklik uğruna, dinci AKP hükümetinin her dediğine ``evet´´ demeyeceğinin belirtisidir, laik-dinci savaşının gelecekteki şiddetinin habercisidir. Cumhuriyetin gelenek ve kurallarını çiğneyen Gül ailesinin Köşk`teki uygulaması, ``demokrasinin gereğidir´´ diye kabul edilecekse, eğer birileri sokakta çıplak geziyorsa, bu da ``özgürlüğün gereğidir´´ diye kabul edilecekse, bu ``kabul´´, dünyamızın yaşanmaz duruma gelmesini kabul etmek anlamına gelmektedir. Dünyamızın saygıdeğer en güzel şeyleri gelenekleriyle-kurallarıyla güzeldir ve vardır. Şeriatın simgesi olan türban Köşk`e hakim olacaksa, o zaman ``Laik Cumhuriyet´´ tanımının ne gereği var ?! Şeriat Arap malıdır-Arap kanunudur, onun Türkiye`de ne işi var ?! Köşk başta olmak üzere tüm Türkiye`de cereyan eden İslamlaşma olayları, Türk ulusunun 500 yıldır uğrunda savaş verdiği laikleşme ilkesine karşı, AKP`nin direnişidir-meydan okumasıdır. Evet, Rusların-Çinlilerin yanı sıra Arapların da, Abdullah Gül`e olan minnet borçları ve saygıları sonsuzdur.

Türkiye`nin Rusya, Çin ve İran ile stratejik ortaklık yapması, bilhassa Çin ile birlikte askeri tatbikat uygulaması, doğal olarak ABD`nin-Batı`nın dikkatini çekmiştir. ABD, ``Türkiye kumarını dikkatli oynamalı´´ demiş. Düşünüyorum ve durup dururken gökten inmiş gibi bu olup bitenler birden bire nereden çıktı, diye, kendi kendime soruyorum. Fakat düşündükçe bu olup bitenlerin birden bire değil, planlı-programlı olarak, saklı bir amacın açığa çıkmasıymış. Artık Türkiye Batılılaşan değil, Batı düşmanı ve şeriat ile yönetilen bir ülke konumundadır. Ortada gizli saklı hiçbir şey kalmamıştır. Bakalım bu gidişata kimler nasıl dur diyebilecek !? Demokrasi mi, asker mi ? Fakat, Türkiye`deki zedelenmiş, kuralsız, baskı altındaki demokrasi bir işe yarar mı ?!



İklil KURBAN



Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.