Mezhebi bir hesaplaşma başlıyor mu?
Mezhebi bir hesaplaşma başlıyor mu?
06 Ocak 2016
ABD liderliğindeki emperyalist ittifak güçlerinin Afganistan ve Irak`ı istilası ve sonrasında yaşanan kaos ile İsrail devletinin Filistin ve Lübnan`a saldırıları yetmezmiş gibi İslam dünyası bu sefer de mezhep temelli kutuplaşma ve şiddet yoluyla kendi kendini yok etme sürecine girdi.
Mısır, Libya, Afganistan ve Tunus`ta iktidar kavgaları sürerken; Yemen, Irak ve Suriye`de mezhepçilik üzerinden iç savaşlar tüm şiddetiyle devam ediyor. Lübnan, Bahreyn ve Pakistan`da ise savaş öncesi çatışmalar bir türlü önlenemiyor. Şimdi ise Suudi Arabistan ile İran mezhepsel nefret politikaları yüzünden karşı karşıya gelmiş durumda.
İki ülke arasında tarihin derinliklerinden gelen Arap-Fars anlaşmazlığı bilhassa İran İslam Devrimi sonrası mezhebi bir husumete dönüştü.
Suudi Arabistan`ın ülkedeki Şiilerin lideri kabul edilen Şeyh Nimr Bakır el Nimr`i idam etmesinin ardından karşılıklı restleşme ve tehditlerle bu gerilim her an savaşa dönüşebilecek tehlikeli bir boyuta taşındı.
Riyad, diplomatik temsilciliklerinin ateşe verildiği İran`la ilişkileri kesme kararı almış ve diplomatik tepkisini ortaya koymuştur.
MEZHEBİ KUTUPLAŞMAYI
İRAN DEVRİMİ TETİKLEDİ
İslam dünyasında mezhebi anlaşmazlıklar Peygamberimizin vefatıyla başlar. Tarihin her döneminde bazı münferit veya gruplar arası hizipler ve çatışmalar olsa da asıl kutuplaşma 1979`da İran`da Ayetullah Humeyni önderliğinde gerçekleşen İslam Devrimi sonrasında başladı.
Devrimden bugüne İran`da pek çok siyasetçi, vaiz ve hatta bazı entelektüeller bu mezhepçi nefret ve bağnazlık ateşine odun taşıdılar, taşıyorlar. İran rejiminin kışkırtıcı telkin ve propagandaları İslam dünyasında mezhebi farklılıkların çatışmaya dönüşünü tetiklemiştir.
İran`da medreselerde hücreleşen &8216;Şii Uleması` devrimle birlikte devlete hâkim olmuştur. Verilen fetvalarla İslam dünyasına devrim ihraç etme faaliyetlerinde devlet imkânları seferber edilmiştir.
İran, İstihbarat ve Devlet Güvenlik Örgütü (SAVAK) farklı Sünni ülkelerde azınlık olarak yaşayan Şii azınlıkların isyana varan kalkışmaları organize ederek desteğini sürdürüyor.
Birleştirici sloganların yerini ayrıştırıcı sloganlar ve Şii tehdidi türünden söylemler bölge ülkelerinde yüksek sesle dillendirilmeye başlanmıştır.
İran &8216;Kültürel Hizmetler` adı altında kışkırtıcı ve bölücü faaliyetlerini finanse ediyor ve silahlandırıyor. İran`ın Şii azınlıklar üzerinden Sünni ülkelerin içişlerine müdahalesi bölge ülkelerinin tepkisine sebep oldu.
Yemen, Irak ve Suriye`deki mezhebi iç savaşların olduğu gibi Bahreyn, Pakistan, Lübnan ve Afganistan gibi ülkelerindeki mezhebi çatışmaların arkasında İran vardır.
İran`ın &8216;Şii mezhebinin hamiliği` olarak kendini görmesi ve kışkırtıcı politikaları Suudi Arabistan, Katar, Bahreyn, Pakistan ve Afganistan gibi ülkeler başta olmak üzere bölge ülkelerini ciddi anlamda rahatsız etmektedir.
GERİLİMİN SORUMLUSU İRAN`DIR
Bugün, İslam dünyasındaki mezhepsel husumetin en büyük sorumlusu İran`dır. Hatta Suudi Arabistan`daki Şiilerin idamının da müsebbibi de İran`dır. Çünkü İran, asırlardır Sünnilerle bir arada yaşayan Şiileri Sünni yönetimlere karşı kışkırtıp, isyana yönlendirmek suretiyle suç işletmiştir.
Suudi Arabistan yönetimi bu suçları ``Vatana İhanet´´ olarak değerlendirdi ve idam kararı verdi. İran`ın; ``Şii Şeyh Nimr Bakır el Nimr idam edilirse dünyayı başınıza yıkarız´´ şeklinde küçümseyen bir tavır içinde meydan okuması Suudi Arabistan`ı idam kararını uygulamaya zorladı.
İdam edilen 47 mahkûmun sadece 3`ü Şii ve çoğunluğu El Kaide terör örgütü militanlarıdır. Şii Şeyh Nimr Bakır el Nimr, İran`ın kışkırtmalarından etkilenerek, Suudi Arabistan`ın doğusundaki petrol zengini Katif bölgesindeki Şiileri isyana teşvik ettiği için idama mahkûm edilmişti.
Bu gerçeklere bakıldığında idamlarda en büyük suçlu İran`dır. Şimdi ise İran rejiminin en tepesindeki zat Ayetullah Ali Hüseyin Hamaney ``İlahi İntikam´´ diyerek kin ve nefret kusuyor.
Suriye`de kendi halkını katleden diktatör Esed`e destek veren, Şii toplulukları Sünni yönetimlere karşı kışkırtan İran`ın Suudi Arabistan`daki idamları eleştirerek İnsan Hakları Örgütleri`ni harekete geçmeye davet etmesi inandırıcı değil. Çünkü; BM İnsan Hakları raporuna göre Suudi Arabistan`da 90 kişi idam edilirken, İran`da 289 kişi idam edilmiştir. İran, idamlara değil, idam edilen kişilerden 3`ünün Şii mezhebinden oluşuna karşıdır.
İran istihbaratının gizli yönlendirmesiyle S. Arabistan`ın, Tahran Büyükelçiliği ve Meşhet Konsolosluğu`nu ateşe verdirmişti. Bu olaylar milletlerarası hukuka göre suçtur ve barbarca bir tavırdır.
Suudi Arabistan ile İran arasında jeopolitik ve jeostratejik olduğu kadar birde enerji rekabeti vardır. Tahran Şii yönetiminin asıl hedefi, &8216;bölge gücü` olmaktır. Suudi Arabistan ve Sünni müttefikleri ise İran`ın bölgedeki yükselişini frenlemeyi amaçlıyor.
Peki, bundan sonra ne olur? Neler yapılmalı?
Şiilerin çoğunlukta olduğu Bahreyn`de İran`ın kışkırtmalarıyla başlatılan isyan Suudi Arabistan`ın askeri desteğiyle bastırılmıştı. İran bugünkü yaptığı tehditlerin benzerini o zaman da yapmıştı. Bahreyn ve Tunus ile Lübnan Hizbullahı için de ``İlahi İntikam´´ yeminleri edilmişti. Ancak geçen zaman içinde İran`ın tehdit ve intikam yeminlerinin karşılığının olmadığı görülmüştür.
İranlılar idealisttir ama İran diplomasisi ise realisttir. Bu gerilimin de bir savaşa dönüşmeyeceği inancındayım. Aksi bir gelişme iki ülke arasında kalmaz ve ilerleyen zamanda önce Ortadoğu`yu sonra ise tüm İslam dünyasını etkiler. Mezhebi bir hesaplaşmaya dönüşür ve İslam dünyası topyekûn bir ateşin içine sürüklenmiş olur (Allah korusun)
Bu gerçekler doğrultusunda Türkiye ve Arap Birliği`ne önemli görevler düşmektedir. Taraf olunmamalı ve arabulucu olarak görevler üstlenerek, diplomatik kanallar açık tutmak suretiyle olumlu katkı sağlanmalıdır...
|