Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10192
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Görüş bildirebileceğiniz Ana Kategoriler
Anayasal Düzen (154) | Dış Politika (2285) | Ekonomi (234) | Eğitim (91) | Devlet Kurumlarımız ve Memurlar (63) | Adalet (71) | Milli Kültür (422) | Gençlik (27) | Siyasi Partiler ve Siyasetciler (847) | Tarım (147) | Sanayi (13) | Serbest Meslek Mensupları (5) | Meslek Kuruluşları (2) | Basın ve Televizyon (19) | Din (542) | Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız (54) | Bilim ve Teknoloji (13) | Milli Güvenlik (623) | Türk Dünyası (889) | Şiir (77) | Sağlık (185) | Diğer (3429) |

Görüş bildirebileceğiniz Milli Güvenlik konuları
Milli Güvenlik (623)


Milli Güvenlik - Milli Güvenlik konusu hakkında görüşler
Mustafa Mete İSLAMOĞLU - (Ziyaretci) 16.10.2015 21:05:36

GİZLENEN ERMENİLERİN İHANET OYUNLARI (1)


Mustafa Mete İSLÂMOĞLU
YAZIYOR
GİZLENEN ERMENİLERİN
İHANET OYUNLARI
(1)
BAŞLARKEN: Bu yazımızda 1915 Ermeni Tehciri`nin yıllardır karanlıkta kalan bir yüzü daha ortaya çıkıyor. Zorunlu göç sırasında hayatını kaybedenlerin yetim çocukları Müslüman aileler tarafından evlatlık ya da `besleme` olarak alınarak korunmuş. Bu çocukların bir kısmı, aileleri tarafından, yolculuğa dayanamazlar düşüncesiyle Müslüman komşulara emanet olarak verilmiş... Yıllardır pek üzerinde durulmayan bu gerçeği ilk nesiller saklamakta.Osmanlı İmparatorluğu döneminde Ermenilere yönelik 1915`te uygulanan zorunlu göç ya da bilinen adıyla tehcirin yıllardır karanlıkta kalan bir yüzü daha gün yüzüne çıkacak sanırım. Ermeni evlatlıklar. Tehcir sırasında yetim kalan, zorla alıkonan veya aileleri tarafından Müslüman komşulara teslim edilen on binlerce çocuk olduğu belirtiliyor. 1915 Mayıs ve Kasım aylarında kaç Ermeni`nin tam olarak tehcire tâbi tutulduğu, kaçının bu göç sırasında hayatını kaybettiği tarihçiler arasında halen tartışılan bir konu. Diaspora Ermenilerinin önde gelen tarihçileri, 1 milyon 800 bin kişinin zorunlu göçe tâbi tutulduğunu ve 1 buçuk milyonunun öldüğünü iddia ediyor. Türk tarihçiler ise Osmanlı ve uluslararası arşiv belgelerine dayanarak farklı rakamlar veriyor. Bu konuda Türk Tarih Kurumu`nun yayımladığı son araştırmaya göre, 442 bin Ermeni göç ettirildi. 50 bin kadarı, göç esnasında çetelerin saldırıları, kötü hava şartları ve hastalıklardan öldü. Ancak, Ermeni tarihçiler evlatlık edinilen veya din değiştiren Ermenileri yok sayarken, Türk tarihçiler bu akamları da kullanmaktadır.. İki yeni `anneanne` romanı Ermeni veya Türk tarihçilerin rakamının esas alınması, yerinden yurdundan edilmiş insanların yaşadığı trajediyi göz ardı etmeyi mümkün kılmıyor. Tehcirin haklı sebeplere dayanması da aynı şekilde Ermenilerin acı yaşamadıkları anlamına gelmiyor. Tehcirin geride bıraktığı acı hatıralardan biri, hiç şüphesiz son zamanlarda üzerindeki vurguların arttığı, tehcire tâbi tutulanların Müslüman aileler tarafından `evlatlık` ya da `besleme` olarak kabul edilen çocukları. Ermeni evlatlıkların tehcirden 90 yıl sonra gündeme gelmesinde, son dönemde yayımlanan iki roman önemli bir rol oynadı. Biri Fethiye Çetin`in `Anneannem`, diğeri de İrfan Palalı`nın `Tehcir Çocukları: Nenem Bir Ermeniymiş` anı romanları. Her iki roman da yazarlarının ilk eseri. Aslında, yazarlık profesyonel meslekleri değil. Çetin, İstanbul`da azınlıklar hukuku konusunda uzman bir avukat. Palalı ise İzmir`de görev yapan beyin cerrahı bir doçent. Çetin, anneannesinin 2000 yılındaki cenazesi sırasında hayatını yazmaya karar vermiş. Hem yaşananlara ışık tutmak hem de insanlara `barış içinde yaşayalım` mesajı vermek için hatıraları yayımlamış. Her iki anı roman da, anneannelerin yaşadığı sıra dışı hayat öykülerine ve trajedilere yer veriyor. Her iki romanın önemini artıran esas unsur, bu konuda yayımlanmış ilk eserler olmaları. Bugüne kadar, `evlatlıklar` toplumdan dışlanmamak için çoğunlukla saklanmış. Nitekim Palalı, Çetin`den farklı olarak yaşanmış öyküde yakınları ve komşularının adlarını değiştirmeyi yeğlemiş. Her iki yazar da, anneannelerinin bir Ermeni olduğunu sonradan öğrenmiş, ama anılarını bizzat ağızlarından dinlemişler. Türkiye`de çok sayıda evlatlık Ermeni olduğu bilindiği hâlde, bunların bizzat kendilerinin kaleme aldıkları yayımlanmış hatıra veya biyografi bulunmuyor. İlginç bir şekilde, Çetin ve Palalı da bu saklı gerçeği esere dönüştüren ilk torunlar. En azından şimdiye kadar.
Çetin kitabında, Seher olarak bildiği anneannesinin gerçek adının Heranuş olduğunu belirtiyor. Kendisini evlatlık alan Hüseyin Onbaşı kimliğinde `babası`, eşi Esma Hanım da `annesi` olarak gözüküyor. Oysa Heranuş`un gerçek annesinin ismi İnguhi, babasının ismi de Hovannes Gadaryan imiş. Baba Hovannes, tehcir sırasında çalışmak için amcasıyla Amerika`da bulunuyormuş. Heranuş, tehcir sırasında 10 yaşlarında olduğu için birçok olayı hatırlıyormuş. Heranuş`un anlattığı olaylardan biri şöyle: "Havler Köprüsü`nü geçtikten sonra babaannem iki torununu suya attı. Amcam da yengem de öldürülmüşlerdi. Çocuklardan biri hemen sulara gömüldü, ama öbürü başını çıkardı. Babaannem çocuğun başını suya itekledi. Sonra kendisi de çılgın gibi akan sulara kendisini bıraktı." Kimlik babası Hüseyin Onbaşı Anneanne hayatta olmadığı veya olayın diğer şahitlerine ulaşamadığımız için bu anlattıklarını teyit etme imkânımız yok. Olaylar vuku bulduğunda 10 yaşında veya daha küçük olması, bütün bu detayları aklında tutması için yeterli mi onu da bilmiyoruz. Ama her iki roman da anneannelerinin ağzından benzer birçok drama yer veriyor. Anneanne, Çermik Hamambaşı`na geldiklerinde jandarma komutanı olduğunu sonradan öğrendikleri atlı bir onbaşının kendisini, Çermik`in Karasu Köyü`nden Hıdır Efendi`nin de kardeşi Horen`i annesinin rızası olmadan aldıklarını ifade eder. Heranuş, kendisiyle birlikte evlatlık verilmek üzere alınan 8 kız çocuğunun daha olduğunu kaydeder. Hüseyin Onbaşı, Heranuş`u evine götürür. Heranuş`un adı, Seher olarak değiştirilir. Hüseyin Onbaşı, kendisine `baba` diye hitap etmesini sağlar. Ama, eşi Esma Hanım ona hep `besleme` olarak muamele eder. Karamusa Köyü`nden Hıdır Efendi tarafından alınan Horen`in adı da Ahmet olarak değiştirilir. Çobanlık yaptığı için ona `Nahırcı Ahmet` derler. Alışveriş yapmak için Çermik`e geldiği bir gün, Seher`le birlikte köyde bulunan diğer sekiz kızdan birisi onu tanır. Ona ablasının yeni evini ve ismini söyler. Aynı hızla haber Seher`e de ulaştırılır. İki kardeş, gizli gizli buluşmaya başlar. Anneanne Seher, ilerleyen yıllarda farklı bir buluşmayı daha anlatır; "Bir gün evin önünü süpürüyordum. Bir kadın geldi bizim evin önünde durdu. Kafamı kaldırdım, ona baktım. Olduğu yere çöktü ve hüngür hüngür ağlamaya başladı. Yöredeki Kürtlerin giydiği kofik ve rengârenk giysiyle ağlayan bu kadın, Tehcir sırasında kaçırılan benim küçük teyzem Siranuş`tu." Anneanne, Siranuş için "Siverekli bir Kürtle evlenmiş, yeri rahatmış." Diye anlatmakta. Teyze araştırarak Heranuş`u bulur. Hediyelerle gelir. Seher evlendikten sonra, teyze ile sık sık bir araya gelirler.`Evlatlık` Seher, 15 yaşındayken, Esma hanımın kız kardeşinin 16 yaşındaki oğlu yetim Fikri ile evlendirilir. Bir süre sonra, kardeşi Horen (Ahmed) gelir. Tehcir sırasında Amerika`da olan babalarının Halep`e gelerek kendilerini aradığını ve bir mektup yazdığını belirtir. Horen, kaçak yollardan babasının gönderdiği ulakla birlikte Halep`e geçer. Babasıyla ABD`ye gider. Tehcir sırasında Halep`e ulaşan annesini de orada görür. Horen (Ahmed), anne ve babasıyla birlikte kardeşi Seher`e fotoğraf gönderir, mektuplar da atar. Seher de yaşamakta olduğu Elazığ Maden`deki ailesiyle birlikte fotoğraf çektirir ve 1949`da onlara gönderir. `300 Ermeni kızdık, kiliseden dağıtıldık` Anneanne ölünce, Türkiye`deki Ermeni Cemaati`ne yönelik yayın yapan Agos gazetesine bir ölüm ilânı verir yazar Çetin. 11 Şubat 2000`de Agos`a verilen ilânı, Fransa`da Ermenilere yönelik yayımlanan Haraç gazetesi 24 Mayıs 2000`de eleştirel bir yorumla haber yapar. Haber, Başpiskopos Mesrob Aşçıyan`ın ilgisini çeker. Kendisi de anneanne Seher gibi Habab Köyü`ndendir çünkü. Gadaryanlar`a ulaşmayı başarır. Agos gazetesi üzerinden Çetin ile akrabaları buluşturur. Çetin daha sonra, ABD`ye ziyarete gider ve anneannenin akrabalarıyla tanışır. Anneannenin anlattıklarını ve hikâyenin eksik kısımlarını tamamlar.

Palalı`nın anneannesi Fatma Nene`nin de hikâyesi farklı değil. Palalı`nın anneannesi 8 yaşında veya çok daha erken yaşta evlatlık veriliyor. Anneanne, ne ismini ne köyünü ne de ailesinin isimlerini hatırlıyor. Ya da Palalı`nın belirttiği gibi, hiçbirini hatırlamak istemiyor. Aktarmıyor da. Köyden zorunlu yolculuk başladığında, kafile yaklaşık 80 kişidir. Yolda, baskına uğrarlar. Erkekler öldürülür. Babasının da pala ile kafasının kesildiğine şahit olur! Annesi dâhil, 15 kadın `muhtemelen` tecavüze uğrar. Bu olaylar olurken, 4 atlı zabıt çetecilere baskın yapar. Kadın ve çocukları kurtarır. Kafile, zabitlerin refakatinde yola devam etmiş. Ancak kış mevsimi olduğu için aynı arabada 10 kadar kız çocuğu, yorganların altında yatıyormuş. Annesi ve 3 çocuk, ertesi gün gece donarak hayata veda etmişler. Çocukları götüren araçlara, güzergâh boyunca çocuk dolu üç araç daha katılmış. Aralarında kundakta çocuklar da varmış. Kafilenin komutanı zabıt, kundaktakileri yolculuğa dayanamazlar diyerek köylülere teslim etmiş. Diğer çocuklar, Urfa`da bugün Selahattin Eyyübi Camii olan eski kiliseye götürülmüşler. Palalı`nın anneannesi o sırada kilisede 300 kadar çocuk olduğunu iddia ediyor. Buradan, Urfalı Türk, Kürt ve Arap ailelere `besleme` ya da `evlatlık` olarak dağıtılmışlar. Urfa`nın tanınmış ailelerinden Hacı Orhan da, yaklaşık 8 yaşlarında olan anneanneyi `besleme` alıyor. 12 yaşına gelince, evin en küçük oğlu Derviş`le evlendiriyor. Derviş, o sırada 40 yaşında dul kalmış bir adam. Derviş`ten Halil ve Emine adında iki çocuğu oluyor. Anneanne 19 yaşına gelince Derviş ölüyor. Bu sırada görümce ile yapılan bir kavga ve ailenin ekonomik durumunun bozuk olması sebebiyle, `besleme` anneanne kendisini çocukları olmadan sokakta buluyor. Başarısız bir evlilik sonrasında eve geri döndüğünde, oğlu Halil`i büyümüş buluyor, kızınınsa öldüğü söyleniyor. Çok sonraları aslında Emine`nin de `evlatlık` verildiğini öğreniyor ve bulmayı başarıyor da. Fatma Nene`ye Hacı Orhan`ın evinde üçüncü bir evlilik daha yaptırılır. Ailenin en büyük oğlu Bekir, Şam`da 20 yıl hapis yattıktan sonra salıverilmiş. Kardeşinin dul karısı, kendisine layık görülmüş. Anneanne, Bekir`den de 3 çocuk sahibi olmuş. Ama çok geçmeden `Bekir Dede` de ölmüş.Fatma Nine, yeniden dul kaldığında 30 yaşlarındadır. Çocuklarını geçindirmek için Urfa Şehit Faik İlköğretim Okulu`nda hademe olarak çalışmaya başlar. Urfa`da çalışan ilk kadın olur ve bu sebeple `Hademe Fatma` adıyla bilinir. Bu durumun avantajları da olur tabii. Çocukları kız erkek okula kaydolur ve bir oğlu, bir kızı öğretmen çıkar.Gerek Çetin`in gerekse Palalı`nın anlatıları yaşanmış dramlara yer veriyor. `Besleme` oldukları için dışlanan, hor görülen, bazen hizmetçi olarak istifade edilen çocuklar. Çetin ve Palalı`nın kitapları, başka torunlara da asıllarını, nene tarafından akrabalarını arama cesareti veriyor. Türkiye`deki Ermenilere yönelik yayın yapan "Hye-tert" isimli internet sitesinin ziyaretçi defterinde anneannelerinin yakınlarını arayan gençlere ait birçok elekronik posta yer alır.

Fethiye Çetin ve İrfan Palalı da, kitaplarını yazdıktan sonra çok sayıda telefon aldıklarını belirtiyor. Özellikle, benzer şekillerde Ermeni akrabalara sahip olanlar arayıp tebrik ediyorlarmış. Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, (Öldürüldü) yakınlarını veya asıllarını arayan insanların kendilerine de çok sık başvurduklarını anlatır. "Günde, beş-altı e-mail aldığım oluyor. Geçmişlerini arıyor insanlar. İlân verenler de oluyor. Çoğunlukla yeni kuşaktan gençler, bunlar." diyen Dink, daha çok torunların geçmişini aramasını ise, "Zamanın ruhu. Şimdi herkes, kendi kimlik tünelinde dolaşıyor." şeklinde cevaplıyor.

GİZLENMEK İÇİN YAPILAN EVLİLİKLER

Aslında, bölgesel bazda `evlatlık` ya da `beslemeler` birbirlerini büyük oranda tanıyor. Çetin, bu insanların birbirlerine `o da teyze kızı` gibi şifreler verdiklerini, ziyaretler gerçekleştirdiklerini anlatıyor.

Palalı da, iç evliliklere öncelik verildiğini arkadaşı Malatyalı bir doktor çiftin babaannesi üzerinden anlatıyor. Bayan doktor arkadaşı Ümit`in dedesinin, sadece evlenmek için İstanbul`dan kalkıp Malatya`ya geldiğini bu özverinin düz mantıkla izah edilemeyeceğini kaydediyor: "Ama asıl gerçeği, babaannesinin evlendiğinde tek çeyizinin bir kilise orgu olduğunu öğrendiğinde buluyor. Dedeleri de, babaanneleri de birer Ermeni dönmesiymiş." demekte..

Palalı ve Çetin`in anneannelerinin evlatlık veriliş öyküleri arasında farklılıklar var. Çetin`in anneannesi tehcir sırasında annesinin itirazlarına rağmen zorla alıkonuyor. Teyze Siranuş örneğinde olduğu gibi, kaçırılanlar da söz konusu.

Bunların dışında bir de Ermeni ailelerin yakın komşulara bıraktıkları emanet çocuklar var. Bazı aileler geri dönecekleri düşüncesiyle çocuklarını `emanet` bırakıyor. Bazı aileler de, çocuklarının tehcir yolculuğuna dayanamayacağı düşüncesiyle hayatta kalmaları için komşulara gönüllü teslim ediyor. Bir kısmı da bu çocukları aileleriyle birlikte saklıyor. Hrant Dink, bu tür `toplu kurtarmaların` özellikle Alevi Kürtler arasında çok olduğunu söylüyor.

Palalı`nın anneannesi ise kendisi gibi yetim kalmış çocuklara sahip çıkan ailelere dağıtılıyor. Başbakanlık Osmanlı Arşivleri`nde yer alan `gizli` telgraflar da, Ermeni yetimlerin hâli vakti yerinde olan ailelere evlatlık verildiğini, hatta bunun bir devlet politikası gibi uygulandığını doğruluyor.

Bab-ı Ali Dahiliye Nezareti Emniyet-i Umumiye Müdiriyesi tarafından Halep Valisi Bekir Sami Bey`e gönderilen 9 Ağustos 1915 tarihli şifreli telgrafta, "Erkekleri olmayan Ermeni ailelerinin büyük şehirlere gönderilmemesi, kimsesiz Ermeni çocukların İslam karyelerine dağıtılabileceği" belirtiliyor.

Bab-ı Ali Dahiliye Nezareti Aşayir ve Muhacirin Müdüriyet-i Umumiyesi tarafından 30 Nisan 1916 tarihinde, Adana, Erzurum, Edirne, Halep, Hüdavendigar, Sivas, Diyarbakır, Ma`muretu`l-aziz, Konya, Kastamonu, Trabzon, İzmit, Canik, Eskişehir, Karahisar-ı Sahib, Mar`aş, Urfa, Kayseri ve Niğde mutasarrıflıklarına gönderilen şifreli telgrafta da dikkat çeken dört talimat bulunuyor:

1- Genç ve dul Ermeni kız ve kadınların evlendirilmesi;

2- On iki yaşına kadar olan çocukların bizim Darü`l Eytam (Yetimhane) ve öksüz yurtlarına tevzi`i;

3- Darü`l Eytamların mevcudu kifayet etmediği takdirde sahib-i hal Müslümanlar nezdine verilerek adab-ı mahalliye ile terbiye ve temsillerine;

4- Bunları kabul ve terbiye edecek sahib-i hal Müslümanlar bulunmadığı takdirde muhacirin tahsisatından ayda 30 kuruş i`aşe masrafı verilmek şartıyla köylülere tevzi`ine ve erkama müstenid olarak pey-der-pey ma`lumat i`tası.

Kimsesiz Ermeni çocukların `evlatlık` verilmesi uygulaması aslında Osmanlı`da ilk değil. Prof. Dr. Ferhunde Özbay "Savaş Çocukları - Öksüzler ve Yetimler" isimli çalışmasında, 1864 Kırım Savaşı sonrasında bir buçuk milyon Kafkasyalı Çerkez`in Anadolu`ya göç ettiğini ve o dönemde de devlet desteğiyle özellikle kimsesiz kız çocukların varlıklı ailelere evlatlık verildiğini kaydetmektedir.
DEVAMI 2. BÖLÜMDE


Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.