Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10192
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Görüş bildirebileceğiniz Ana Kategoriler
Anayasal Düzen (154) | Dış Politika (2285) | Ekonomi (234) | Eğitim (91) | Devlet Kurumlarımız ve Memurlar (63) | Adalet (71) | Milli Kültür (422) | Gençlik (27) | Siyasi Partiler ve Siyasetciler (847) | Tarım (147) | Sanayi (13) | Serbest Meslek Mensupları (5) | Meslek Kuruluşları (2) | Basın ve Televizyon (19) | Din (542) | Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız (54) | Bilim ve Teknoloji (13) | Milli Güvenlik (623) | Türk Dünyası (889) | Şiir (77) | Sağlık (185) | Diğer (3429) |

Görüş bildirebileceğiniz Milli Güvenlik konuları
Milli Güvenlik (623)


Milli Güvenlik - Milli Güvenlik konusu hakkında görüşler
Mustafa Mete İSLAMOĞLU - (Ziyaretci) 17.10.2015 21:51:02

GİZLENEN ERMENİLERİN İHANET OYUNLARI (3)


Mustafa Mete İSLÂMOĞLU
YAZIYOR
GİZLENEN ERMENİLERİN
İHANET OYUNLARI
(3)
Prof. Dr. Özbay da çalışmasında, 1962`de Akşam Gazetesi`nde Ermeni bir karı-kocanın dayılarını aramak üzere İstanbul`a geldikleri haberinin yer aldığını kaydediyor. Yugoslav göçmeni Müslüman bir aileden gelen annelerinin Fransız Konsolosluğu tarafından Ermeni yetimlerle birlikte yurtdışına kaçırıldığını, Marsilya`daki yetimhaneye yerleştirildiğini, onun da bu gerçeği çok uzun süre sakladıktan sonra kendilerine anlattığını belirten çocuklar, İstanbul`a Türk ve Müslüman dayılarını bulmaya geliyorlar. Bunda da başarılı oluyorlar.

Dr. Atnur kitabında, Fevzi Paşa`ya atfen bin kadar Müslüman çocuğun kaçırıldığını belirtiyor.
`Evlatlık` travmaları
Ermeni evlatlıklar konusu bugüne kadar pek araştırılmadığı için, bu insanlar üzerinde ne tür travmalara sebep olduğu da bilinmiyor. Bu çocuklar çoğunlukla 12 yaşından küçük de olsalar, tehcir sırasında yaşanan dramları hatırlıyor; hatta Hıristiyan olduklarını biliyorlar. Peki, bu durumda Müslüman ailelerin yanında kalmaları ve Türk ismi almaları, onların bütün bu travmaları aşıp İslam`ı içselleştirmeleri için yeterli mi? Yazar Çetin, annesini de dayısı gibi genç sayılabilecek bir yaşta kaybettiklerini, iki evladının acısına katlanmanın anneannesine çok zor geldiğini anlatıyor: "Günlerce seccadenin üzerinden kalkmadı, namaz kıldı, seccade üzerinde ağladı." Çetin, "Belki de bir tek Tanrı`ya sığınabilecekleri için böyle davranıyorlar. Oradan yaşama gücü alıyorlar." görüşünü savunuyor.
Yazar Palalı ise, anneannesinin Fatiha`dan başka sure ve dua bilmediğini, Fatiha`yı da eksik okuduğunu anlatıyor. İlk kocası Derviş, ona Fatiha`yı ezberletirken sinirden kolunu kırmış. Palalı, anneannesinden yine Urfa`da kilisede iken Ebula isimli bir Arap kadın tarafından zorla sabah namazına kaldırıldıklarını ifade ediyor. Palalı, bu durumu şöyle değerlendiriyor: "Tek Tanrılı dinler arası değişim olduğu için, kabullenmeleri belki daha kolay oluyor. Ama, onlara yapılan baskının tek sebebi Müslüman yapmak değil, Müslüman ailelerin evlatlık ya da besleme olarak ancak Müslüman kızları alacakları gerçeği aynı zamanda."
Buna rağmen, ölmeden önce anneannesini hacca götürdüğünü kaydediyor, Palalı. Kitabında, hac vazifesini ifa eden başka `dönme` erkek akrabalarından da bahsediyor. Ancak, çok sayıda aksi örneklere de yer veriyor. Bunlardan biri Hamdi Usta. Tehcirde ailesi tarafından gönüllü olarak, yolculukta zarar görmemesi için komşulara teslim edilmiş. Daha sonra onun kimlik babası olan Çerçi Selim, bir kez Ramazan Bayramı`nda onu namaza götürmüş. Bu Hamdi Usta`nın hayatında kıldığı tek namazmış.
Komşuları Saadet Teyze ve Münip Amca için de benzer ifadeler kullanıyor yazar Palalı. "Saadet Teyze, Urfa`ya 15-16 yaşlarında gelmiş. Pek çok adam ırzına geçmiş. Sonra Antep`te kerhaneye düşmüş. Münip Amca onu orada görmüş ve kendinden büyük olduğu hâlde onu kurtarmış. Münip Amca da, bir Ermeni dönmesiymiş." diyen Palalı, kendi annesinin Münip-Saadet çifti için şu yorumuna yer veriyor: "Onlar haza gavur. Bilmiyorum dönmeler işte. Hiç Müslüman olmadılar. Ben Saadet Teyze`nin namaz kıldığını hiç görmedim…"
Çetin de `Anneannem` kitabında, kendisi gibi Maden`de yetişmiş aile dostları kitapçı Hasan ile Kadıköy`deki işyerinde aralarında geçen bir sohbeti şöyle anlatıyor: "Ben çocukken nenemle birlikte sizin eve gelmiştik. Anneannen çörek yapmıştı. Sizde bir süre oturup, anneannenin çöreğinden yedikten sonra, aynı gün Şaşo İbrahim`in karısı Seher Teyze`yi ve Tadımlı Teyze`yi ziyaret ettik. O gün dikkatimi çeken, gittiğimiz bütün evlerde aynı çörekten ikram edilmesiydi. Diğer evlerdeki çörekler de, sizde yediğimiz gibi mahlepli, üstü yumurtalı ve çörek otluydu. Yıllar sonra ziyaret ettiğimiz bu evlerdeki ortak bir özellik dikkatimi çekti. Şaşo İbrahim`in karısı Seher Teyze Ermeni`ydi. Tadımlı Teyze ise anneannen gibi sonradan Müslümanlaştırılmıştı."
Çetin, "Biraz düşününce aklıma Ermeni komşularımız geldi. Aznif Hanım, Yıldız Hanım Paskalya Yortusu`nda aynı çörekten yapıp ikram ederlerdi." diyor. Çetin`e göre, evlatlık verilen bu kadınlar torunlarından, çocuklarından saklasalar da kendi aralarında sessizce bir geleneği yaşatıyorlar. Kutsal günleri unutmuyor, kutluyorlardı.

100 bin mühtedi Ermeni var

Bu bilgiler ister istemez, evlatlıklar veya mühtediler arasında `gizli Hıristiyan Ermeniler` var mıdır? sorusunu akla getiriyor. Prof. Dr. Cöhce, bu gruplar arasında `Kripto Hıristiyanlar` yani `Gizli Ermeniler` olduğunu iddia ediyor. Cöhce, bu insanların Müslüman gözüküp gerçekte Gregoryan Hıristiyan geleneklerini sürdürdüklerini kaydediyor. Malatya`da yaptıkları saha araştırmasında 3 bin 500`den fazla bu şekilde gizli Ermeni olduğunu tespit ettiklerini dile getiriyor.

Prof. Dr. Cöhce, bir başka ilginç veriye de Tunceli`de ulaşıldığını belirtiyor. 2.000 (iki bin) kişinin kendileri göçmedikleri hâlde nüfus kütüklerinin Aydın`a alındığını; iki yıl sonra bu kütüklerin din hanesinin `Hıristiyan` iken `Müslüman` hâline dönüştürüldüğünü ve tekrar Tunceli`ye alındığını vurguluyor.

Türkiye`de tehcir ve sonrasında kaç Ermeni mühtedi olduğu yönünde de ciddi bir çalışma bulunmuyor aslında. Tek tük belgelere ulaşmak mümkün. 31 Kasım 1918 tarihinde Diyarbakır Nüfusu ile ilgili Dahiliye Nezareti`ne geçilen telgrafta şu bilgiler yer alıyor: "Halen vilayet dâhilinde beş-on karyede bir ya da iki aile teşkil edebilecek dağınık Ermeni bulunabilir. Merkez ve mülhakat kasabalarda ise, bu köylerle beraber toplam 3 bin 44 mühtedi ve 3 bin 818 gayri mühtedi Ermeni mevcuttur." Prof. Dr. Cöhce, tehcir sonrası mühtedi rakamının 100 bin civarında olduğunu belirtiyor.

Amerikan Ulusal Arşivi`nde (US Archives NARA) yer alan 10 Ocak 1923 tarihli bir belgede de, Ermenilerin dünyadaki sayısı 817 bin olarak verilmekte ve bu sayıya Milletler Cemiyeti verilerine göre `İslam dinine geçmeye zorlanan 95 bin Ermeni`nin yer almadığı ifade edilmekte. Bu durumda, 100 bin mühtedi rakamının gerçeğe yakın olduğu kabul edilebilir. Tabii, bunlar arasında gerçekte İslam`ı benimseyen ve hayatlarına tatbik edenler bulunuyor. Kendisini Müslüman olarak sunanlar arasında ne kadar `Gizli Ermeni` olduğunu tespit etmek de tabii ki mümkün değil.

40 bin Gizli Ermeni var!

1988`de Garbis Papazyan ödülünü alan Dr. Tessa Hofmann 2002 yılında yayımladığı `Armenians in Turkey Today` başlıklı çalışmasında, Türkiye`de hâlen Türk veya Kürt gibi yaşayan 30-40 bin Gizli Ermeni`nin bulunduğu iddia ediyor. Almanya`ya siyasi iltica için başvuran Ermeni asıllı Türklerin mahkemelerinde `bilirkişi` olarak yer alan Dr. Hofmann, Trabzon ve Erzurum arasındaki bölgede yaşayan ve 16. Yüzyıl`da ihtida etmeye başlayan 20 bin `Hemşinli` Ermeni olduğunu da ileri sürüyor. Hofmann, Türkiye`de toplu ihtidaların 1980 ortalarına kadar devam ettiğini de belirterek, Siirt`in Acar Köyü`nü örnek veriyor. 600 haneli Acar, 1983 yazında topluca Müslüman olarak, köylerindeki Kilise`yi de camiye çevirmiş. Dr. Hoffmann, Kudüs Ermeni Patrikliği`nin 1988`de yayımladığı, `Türkiye`de zorla Müslümanlaştırılmış bir milyon Ermeni Hıristiyan var` raporunu da hatırlatıyor.

1916-2004 yılları arasında Türkiye`de din değiştirerek Hıristiyanlığa geçenler arasındaki Ermeni asıllıların çokluğu da, Türkiye`de `Gizli Ermeniler` olduğunu doğrular nitelikte. Türkiye`de söz konusu 88 yılda 2 bin 630 kişi din değiştirirken, bunların 2 bin 172`si eski dinlerine dönenlerden oluşuyor. 1340 kişiyle asıllarına dönenlerin yüzde 60`tan fazlasını da Ermeniler oluşturmakta. Din değiştirenler büyük oranda, İstanbul, Diyarbakır, Adıyaman, Batman, Sivas, Tunceli, Malatya, Elazığ, Kayseri, Mersin ve Mardin gibi değişik illere kayıtlılar.

Gizli Ermenilerin rakamları bazı kaynaklarda kasıtlı olarak abartılıyor. Bu şekilde, Müslümanlığı benimsemiş Ermeniler, gerek misyonerlik gerekse nüfuz çalışmaları için hedef hâline getiriliyor. Mesela, Hemşinlilerin çok büyük kısmı kendilerini Ermeni olarak kabul etmemekte. Aliye Alt`ın 2005 yılında yayımlanan `Hemşin Ermenileri` isimli Almanya`da yürütülen tez çalışması da bu gerçeği ortaya koyuyor. Bu sayının yüksek gösterilmesiyle, gerçek Müslüman hâline gelen Ermeniler de etkilenmeye çalışılıyor.

Salim Cöhce, Malatya`da 1995 sonrasında Gizli ve Mühtedi Ermeniler üzerinde faaliyetlerin arttığını, 2003 yılında isimleri Müslüman 120 kadar Ermeni asıllının Çavuşoğlu`ndaki kilisenin yeniden açılması için dilekçe verdiğini anlatıyor. Cöhce, Ermeni asıllı vatandaşlar üzerinden, tapu kayıtlarına ve eski mal varlıklarına ulaşmak için de el altından girişimler yürütüldüğünü vurguluyor.

İddiaların aksine Ermeni asıllı Müslümanların çok azı, belki hiç biri `Gizli Ermeni` olmayabilir de. Ancak, toplumda dönmeler konusunda çoğunlukla şüpheler bulunduğu görülüyor. Bu durum, evlatlıklar ve mühtedilerin hayatlarını zorlaştırıyor. Kimi zaman dışlanmalarına sebep oluyor. Hatta bu dışlanma bazen devlet kademesinde de karşılarına çıkıyor.

Dışlanınca, kayıt değiştirmişler

Fethiye Çetin, kitabında Mahmud dayısının, burslu yatılı olduğu için askerî okula başvurduğunu, notları yeterli olduğu hâlde annesi `muhtedi` olduğu için alınmadığını iddia ediyor. Bu durum anneanne Seher hanımı çok üzer. Kızı Zehra`nın kayınpederi Kâzım Efendi, Maden`de nüfus müdürü olduğu sırada bu kaydı değiştirir. Böylece, resmî kayıtlar üzerinde bu sorun bir daha yaşanmaz. Çetin, dayısını genç sayılabilecek bir yaşta kaybettiklerini belirtiyor. Dayısının öldüğü sırada milletvekili olduğunu kaydeden Çetin, yüzeysel bazı eleştirileri olsa da resmî ideolojinin pek dışına çıkmadığını belirtiyor.

Çetin, teyzesi evlenirken, damadın yakınlarının bu evliliğe, `kızın soyu bozuk` diyerek karşı çıktığını ifade ediyor. Buna karşılık teyzesinin görümcesi Methiye`nin de bir `dönme` oğluyla evlendirildiğini vurguluyor. Görümce Methiye bu çelişkiyi Çetin`e şöyle değerlendiriyor: "Zaten bizim oralarda `soyu bozuk` olmayanı biraz zor bulursun."

Evlatlık Ermeniler konusunun bir de çocuklar ve torunlar üzerinde oluşturduğu `şok etki` söz konusu. Özellikle, ilk öğrenildiğinde kabul etmekte çok zorlanılıyor. Yazar Fethiye Çetin anneannesinin gerçeği kendisine anlattığında yaşadıklarını şu şekilde ifade ediyor: "Öğrendiklerimi o günlerde kimseye anlatamadım. Yaşadığım sarsıntıyı kimselerle paylaşamadım. Anneannem öyle istiyor diye mi ya da utancımdan mı bilmiyorum ama duyduklarımı ben de başkalarından gizliyor, yaşadığım bu yoğun duygu kargaşasıyla ve alt üst oluşla tek başıma başa çıkmaya çalışıyordum… Kendimi sokaklara atıp, bağıra bağıra ağlamamak için kendimi zor tuttum. İçimdeki korkunç karmaşa ile beynim çatırdıyor, zonkluyor, içindekiler de fışkıracak, her şeyin, herkesin üstünü kaplayacak diye bir korku kaplıyordu bedenimi… O gece hiç uyuyamadım. Ertesi gün bir hayalet gibi dolaştım durdum, ortalıklarda."

`Öcümüzü alalım diyenler var`

Üç amcası daha Ermeni evlatlıkların kızlarıyla evli olan İrfan Palalı ise, gerçeği öğrendiğinde bunun kendisinde pek bir sarsıntıya sebep olmadığını kaydediyor. "O dönemlerde üniversitedeydim ve hümanist akımların etkisindeydim." diyor. Palalı buna karşılık, ailesinden bu olgunluğu tam olarak göremediğini, tarih profesörü olan öz kardeşinin bile bunu kabullenemediğini, bu sebeple de kitabını isimleri değiştirerek yazdığını ifade ediyor.

Adana Bahçe`de büyük bir konaklama tesisi işleten teyzesinin oğlu Kemal`in yaşadıkları da çocukların neler hissettiğine ışık tutuyor. Kemal`in herkesleri kıskandıran dışa dönüklüğü ve herkesin iyilik meleği gibi sandığı davranışlarını, yazar Palalı derin bir `aşağılık kompleksi`nin yansıması olarak görüyor. "Kemal ancak 15-16 yaşlarına geldiğinde, babasının bir Ermeni dönmesi olduğunu, soyadını taşıdığı ailenin yanına Birinci Dünya Savaşı yıllarında besleme gittiğini öğrenmiş, çok şaşırmış, kendini çok ezik hissetmişti. Bu kadar dindar, hac ziyareti bile yapmış, babasının bir Ermeni dönmesi olduğunu öğrenmesi onda inanılmaz bir hayal kırıklığı yaratmıştı. Ne garip tecellidir ki, annesi de bir beslemenin, bir Ermeni dönmesinin kızı idi." diyor Palalı.

Kemal bir gün kendisine "Acaba Çerkez mi neney?" diye sorduğunu anlatan Palalı, gerçeği kabullenmek istememesinin bu arayışlara sebep olduğunu kaydediyor. Urfa`da benzer yönteme başvuran başka ailelerin hikâyesine de yer veriyor. Fatma Nene kendisine, "Tenekolların avradı olmuş ve kendisine `Çerkez kızı` denen Zeliha`nın kendisi ile beraber kiliseden verilme bir dönme" olduğunu söylüyor.

Palalı, "Asimilasyon, kişi güçsüz ve yalnız kaldığında inanılmaz güçlü işler. Hatta hedefini aşıp, aşırı fanatik kişilikler oluşturur." diyor. Teyze oğlu Kemal`in Türk milliyetçiliğinin ardında da bu kompleksin yattığını ileri sürüyor. Palalı, öğretmen olan Recep dayısının da, milliyetçiliği bazen `kafatasçılığa` varan oranda savunduğunu belirtiyor. Daha da ilginci, dayısı Urfa`da Ülkü Ocakları`nı kuranlar arasında yer alıyor. Prof. Cöhce de, Malatya`da yaptıkları çalışmalar sırasında, MHP İl Başkanlığı görevini üstlenmiş `mühtediler` tespit ettiklerini dile getiriyor.

Peki, tehcir trajedisine şahit olan, şartların zorlamasıyla Müslümanlaşan ve bu hâlde dışlanmalara maruz kalan bu insanlar ve çocukları arasında, yaşadıklarının intikamını almak isteyenler olmuş mudur? İrfan Palalı, "Tabii, planlı çalışanlar var. Öcümüzü alalım diyenler var. Ne kadar olduklarını bilemem. Ama, az olmalarını temenni ederim." diyor.

Prof. Cöhce ise, bu konuda daha iddialı. Ermeni mühtedi ve evlatlıklar arasında, `Kripto Hıristiyanlar` ya da `Gizli Ermeniler` olduğunu, bunların Müslüman görünüp Gregoryan geleneklerini sürdürdüklerini söylüyor. Cöhce, bu insanlar üzerinde son dönemlerde kimliklerine döndürmek için çalışmalar yapıldığını, yakın gelecekte bunların Ermenilerin hayallerini gerçekleştirmek için kullanılacaklarını ileri sürüyor.

Tehcirin karanlıkta kalan yüzü Ermeni evlatlıklar, etkileri bugün de hissedilen trajedileri barındırıyor. Türkiye`de bugüne kadar ciddi çalışmaların olmaması, gerçekten büyük eksiklik. Sayılarının binlerle ya da on binlerle ifade edilmesi değil, kendi rızaları dışında onların yaşamak zorunda kaldıkları hayatlar ve dramlar önemli. Bir o kadar önemli olan da, bugün sayıları en az yarım milyonu bulan evlatlıkların çocukları ve torunları üzerinde oluşturduğu etkiler ve sosyal sonuçları. Tehcirin çocukları evlatlık Ermeniler, daha fazla ilgiyi hak ediyor.

HRANT DİNK: BÖYLE YAZMIŞTI. EN ÇOK ERMENİ`Yİ KÜRT ALEVİLER KURTARDI

-Ermeni çocukları kurtaranlar arasında tehciri uygulamakla sorumlu çok sayıda subay olması da bir tenakuz mu?

`Kurtarma` kelimesi üzerinde birtakım sert eleştiriler ve tartışmalar var. Kurtarma olmadığını, aksine `ganimet` olarak bu çocukların alıkonduğunu söyleyenler var. Kız ise onun daha sonraki hayatından istifade etmek, erkekse gücünden istifade etmek gibi. Bu iddiaları doğrulayacak vakalar da var.

-Aksini gösteren örnekler yok mu?

Halkın arasında hakikaten kurtarma çabası içinde olanlar da var. Özellikle Aleviler ve Kürt Aleviler arasında çok var. Ama, çok homojen değil ve bu konuda bir genelleştirme yapılamaz. Bir de, giden aileler arasında geri dönecekleri beklentisiyle çocuklarını komşularına teslim edenler, emanet bırakanlar var. Yolculuk sırasında kaçırılan kadın, kız ve çocuklar da var. Ama, korumanın suç olduğunu bile bile kendi köyünde saklayanlar da var. Onun için, `kurtarıldılar` demek de `kaçırıldılar` demek de sadece gerçeğin bir parçasını yansıtıyor.

-Peki, bu alıkoymalarda bu çocukları `Müslümanlaştıralım` gibi bir hedef de var mı?

Alalım da bunları Müslümanlaştıralım önyargısıyla olmamıştır, ama eğer yaşayacaklarsa varlıklarını ancak Müslüman olarak sürdürebilirler düşüncesi rol oynamış olabilir. Başka çaresi de yok zaten. Hatta bu sebeple, toplu ihtidalar da olmuştur. Köy köy bile olanlar var. Müslümanlığı, hayatta kalmak için bir araç olarak kullanmak söz konusu.

-Bu şekilde `evlatlık` ya da `besleme` alınan 300 bin Ermeni`den bahsediliyor. Sizce doğru mudur?
DEVAMI 4. BÖLÜMDE



Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.