Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10791
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Görüş bildirebileceğiniz Ana Kategoriler
Anayasal Düzen (154) | Dış Politika (2278) | Ekonomi (234) | Eğitim (91) | Devlet Kurumlarımız ve Memurlar (63) | Adalet (71) | Milli Kültür (522) | Gençlik (27) | Siyasi Partiler ve Siyasetciler (844) | Tarım (147) | Sanayi (13) | Serbest Meslek Mensupları (5) | Meslek Kuruluşları (2) | Basın ve Televizyon (19) | Din (1052) | Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız (54) | Bilim ve Teknoloji (13) | Milli Güvenlik (623) | Türk Dünyası (888) | Şiir (77) | Sağlık (185) | Diğer (3429) |

Görüş bildirebileceğiniz Milli Kültür konuları
Milli kültürümüzü nasıl geliştirebiliriz? (14)
Toplum giderek dejenere mi oluyor? (9)
Milli Kültür ile ilgili diğer konular (499)


Milli Kültür - Milli Kültür ile ilgili diğer konular konusu hakkında görüşler
DOÇ.DR. RUHİ ERSOY - (Ziyaretci) 28.10.2019 11:15:08

``HAVUÇ RAYDAN ÇIKTI´´ DOLAYIMINDA TELEVİZYON DİZİLERİNİN TOPLUM ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ


Medya- Toplum
Medya işlevsel açıdan bir iletişim aracı olmakla birlikte aynı zamanda çok önemli bir eğitim aracıdır. ``Yaşantı ve öğrenme yoluyla bireyde istendik yönde (olumlu) davranış değişikliği meydana getirme süreci´´ olarak tanımlanan eğitim, medya kanalıyla da geniş halk kitleleri üzerinde etkisini gösterir. Eğitim, bireyin, toplumun istek ve beklentilerine uygun doğrultuda değiştirilmesi temeline dayanır. Bir başka anlatımla medya, çok etkin bir sosyalizasyon (toplumsallaştırma) aracıdır. Scannell`in de belirttiği gibi, basın ve yayın araçları, kültürel üretim sisteminin çok önemli bir parçasını oluşturur. Aynı bağlamda, çok farklı insanlara, çok sayıda ve farklı mesajları iletebilme gücü ve yetisine sahip olan bu iletişim araçları, üretilen kültür ürünlerini insanların yaşam alanlarının da içlerine, evlerine, oturma odalarına kadar taşır.

Sosyalizasyon ya da toplumsallaşma dediğimiz bu süreç, bireylerin varlığı kadar toplumların varlığı bakımından da hayati bir önem taşır. Toplumların varlığının sağlıklı bir şekilde sürmesi ancak sosyalizasyon sürecinin sağlıklı bir şekilde sürmesi ile mümkün olur. Büyük Türk düşünürü ve Türk sosyolojisinin kurucusu Ziya Gökalp`in de belirttiği gibi, bu süreç sayesinde yetişkin kuşak, yetişmekte olan kuşağa duygu ve düşüncelerini aktarır. Bir başka anlatımla, önceki kuşaklardan devralınıp geliştirilerek yaşatılan toplumsal ve kültürel birikim, bu süreç sayesinde yeni nesile aktarılıp, onlara öğretilir.
Genel anlamda insanlığın, özel anlamda da ulusların toplumsal ve kültürel varlıklarının yaşatılması, yeniden üretilerek (geliştirilerek) yeni kuşaklara aktarılması; daha öz bir anlatımla ``Öğrenme-Yaşatma-Geliştirme-Aktarma´´ işlemlerinin zincirleme devam ederek ulusal ve evrensel mirasın sonsuza kadar yaşatılması bu süreçle gerçekleşir. Bütün bu süreç sayesindedir ki;
1. Bireylerin bilişsel (zihinsel ve zeka bakımından) gelişmesi,
2. Bireylerin ahlaki kimlik kazanması,
3. İnsanın kişiliğinin ve benliğinin gelişmesi (bireysel ve sosyal kimlik kazanımı),
4. Bireyin içinde bulunduğu grubun değer, norm ve temel tutum-davranış örüntülerini öğrenmesi,
5. Bunları içselleştirmesi,
6. Genel anlamda ise içinde bulunulan fiziki ve sosyal çevrede kabul gören ve beklenen; bunun da ötesinde bu çevrelerle iletişimin sürdürülebilmesi için zorunlu olan her türlü yetenek ve yeterliliğe sahip olabilmesi mümkün olur.
20. yüzyılla birlikte gelişen teknoloji, kitle iletişim araçların çeşitlenmesini ve yaygınlaşmasını sağlamış, böylelikle kitle kültürü adı altında tektürleşen bireyler ortaya çıkmıştır. Medyanın bireylere sunduğu ``örnek rol modeller´´ yoluyla aynı şekilde giyinen, aynı eğlence mekanlarında eğlenen, aynı tarzda konuşan insanlar türemiştir. Özellikle belli yaş dönemlerindeki bireylerin, özdeşim kurarak kendilerini geliştirmek arayışı içinde oldukları herkesçe bilinen bir gerçektir. Hatta bireylerin bu özdeşim kurma eğilimlerinin yalnızca çocuklarla ve gençlerle sınırlı kalmadığını da sosyologlar, psikologlar ve eğitim bilimciler tarafından gerçekleştirilen araştırmalar ortaya koymaktadır. Dünya ülkelerinin büyük çoğunluğunda, ortalama bir insanın, günde asgari birkaç saatini televizyon karşısında harcadığı da herkesçe aşikardır.
Bütün bu gerçekler hatırda tutulduğunda, amaca uygun olarak kullanılmayan ya da medya etiğinden sapmış bir şekilde işleve bürünen iletişim araçlarının ve özellikle de televizyonun ne kadar güçlü bir silah olabileceği bütün çıplaklığıyla gözler önüne serilir. Hem de öylesine bir silah ki, en gelişmiş teknolojiler kullanılarak imal edilmiş, silah sanayinin en güçlü ürünleri bile yanında bir hiç kalır. Klasik silahlarla, tüfekle, tabancayla ancak birkaç kişi, bilemediniz birkaç on kişi yaralanır ya da ölebilir. Nükleer, biyolojik silahlarla binler, on binler ya da belli bir bölgede yaşayan insanlar zarar görür. Fakat ehil olmayan ellerde, insani ve toplumsal amaçlar dışında kullanılan medya, öylesi bir silaha dönüşür ki, bir anda milyonları imha edebilecek konuma ulaşır. Hem de hedefi tam on ikiden vurarak.
``Toplumu anlamak-yorumlamak için iletişim kurma araçlarına ve ortamlarına (medyaya) bakmalıyız; Medyayı anlamak-yorumlamak için ise, topluma bakmak zorundayız´´. GROSSBERG

Medyanın Dönüştürücü Gücü
Medyanın kitlelere rahatlıkla ulaşabiliyor olmasından kaynaklanan insanları etkileme gücü ve kamuoyu oluşturma kabiliyeti sayesinde, günümüzde medya en büyük güçlerden biri haline gelmiştir. Bununla birlikte medyanın sahip olduğu bu güç, beraberinde büyük sorumluluklar da getirmektedir. Örneğin medya organları, bilgileri ve haberleri kitlelere tarafsız ve doğru bir şekilde sunmalı, yapımcılar düzenleyecekleri çeşitli program ve dizilerle insanların bilgi ve kültür seviyelerini artırmayı, toplumsal dayanışmayı geliştirmeyi hedeflemelidirler.
Popüler kültür yaratmada temel güç olan medya, özellikle görsel medyayla kitleler üzerinde etkisini sürdürmektedir. Televizyonun toplumda hâkimiyet kurmadığı dönemlerde sinema kanalıyla Amerikan kültürünün empoze edilmesi, ardından televizyon yayınlarıyla ``Amerikan medyası kökenli ürünler bütün dünyada dolaştırılmakta ve bu süreç içerisinde çoğunlukla yerel medya ve aktörlerle işbirliğine girilip içerik açısından yerelleştirilen küresel kitle kültürünün tüketimi sağlanmaktadır´´.
Televizyon dünyasının kahramanları birçok noktada izleyici üzerinde imgeler bırakmaktadır. Bu imgeler, gündelik yaşamda kimi zaman cep telefonu melodisi olarak, kimi zaman karakterlerin giyim tarzı, saç sekli, konuşma biçimi, jest ve mimikleri şeklinde kendisini göstermektedir. Hülasa görsel medya üzerinden bir toplumun istenilen yere kanalize edilmesinin mümkün olacağı gün gibi aşikardır, hele bazı yereli ve dini motifleri de bu yapımlara ilave ederseniz o imgelerin ardında istenilen her türlü mesajın kitlelere verilebileceği bilinen bir gerçektir.Bu durumun pek çok örneğini Türkiye özelinde görmek mümkündür.


Türkiye`deki Televizyon Dizileri Mantığına Genel Bir Bakış
Kentleşmeyle birlikte büyüyen kitlesel çoğunluk, hızla yalnızlaşarak, kalabalık içinde tecritleşen yaşamını, televizyona odaklayarak başka hayatlarda kendisine sunulan zenginliğin, gücün, umudun, sevginin içinde hayatına bir anlam katmaya çalışmaya mecbur bırakılmaktadır.
Türk sinemasının ve tiyatrosunun içinde bulunduğu ekonomik durum göz önünde bulundurulduğunda, bu sektörlerin tatminkar ücretler kazanamayan, özellikle eğitimli ve tiyatro kökenli kaliteli oyuncu, senarist ve yönetmenler açısından televizyon dizileri, kurtarıcı görev üstlenmektedir. Ülkemizde henüz bir endüstriye dönüştürülemeyen (Hollywood`da olduğu gibi) sinema sektörü, memur mantığı ile sanat yapmaya uğraşan devlet tiyatroları sanatçıları, sponsor desteği ve büyük prodüksiyonların katkısı ile hem ekonomik anlamda doyuma ermek hem de çok daha geniş kitlelere ulaşabilmek, kolay yoldan şöhreti yakalayabilmek amacı ile sinema filmi yada tiyatro oyunu yapmak yerine dizilerde oynamayı tercih etmektedirler.
Maddi imkanlardan yoksun olan televizyon kanalları, bir dönem Dallas, Cesur ve Güzel, Yalan Rüzgarı gibi yabancı dizilerle yayınlarını doldururken bugün pembe diziler, yerlerini kanalların sponsor destekleriyle ve gelişen ekonomik güçleriyle kendi prodüksiyonlarını ekranlara getirmeye başlamışlardır. Reyting rekorları kıran diziler, hem oyuncuları için hem de yayınlayan kanallar için çok iyi bir gelir kapısı haline gelmiştir. Ama bu kez şu sorun ortaya çıkmıştır ki yüksek reyting oranı kaygısıyla kimi zaman gerçekler değiştirilip daha izlenilebilir bir hale sokulmakta, kimi zaman olmazlar olur yapılmakta, kimi zaman da hep aynı konular üzerine gidilerek insanların duygularıyla, beklentileriyle oynanmaktadır. Çoğumuz kendi sorunlarımızı ve ideallerimizi unutmuş bir biçimde dizideki kahramanlarımız için üzülüyor, onun için seviniyor, ona destek oluyor ve hatta dizideki kahramanımız öldüğünde yas tutup temsili cenaze töreni bile yapabiliyoruz. Randevularımızı dizi saatlerine göre ayarlıyor, hafta sonu planlarımızı televizyonun yayın akışına göre düzenliyoruz.
Her ne sebeple olursa olsun, son yıllarda büyük bir patlama yaşayan diziler, ülkemiz ekonomik koşulları açısından ele alındığında oyuncu, yönetmen, senarist istihdamı bakımından olumlu çalışmalar olarak görülebilir.
Özellikle Tuncel Kurtiz, Halil Ergün, Erdal Özyağcılar, Metin Akpınar, Zeki Alasya, Perran Kutman, Çetin Tekindor, Halit Akçatepe, Cihan Ünal, Haluk Bilginer gibi hem eski hem de kaliteli, aynı zamanda eğitimli değerli sanatçılarımızı diziler sayesinde ekranda izleme fırsatı bulabiliyoruz. Bir dönem manken ve türkücü-arabeskçi sözde oyuncuların ekran kirliliği yarattığı son derece kalitesiz yapımların çok popüler olduğu hatırlanacak olursa, bugünkü yapımların gerek oyunculuk, gerekse yönetmenlik ve çekim teknikleri açısından görsellik olarak çok daha iyi durumda olduğu aşikardır. Ancak dizilerin, günümüzde belli bir kaliteyi yakalamış olmalarıyla birlikte ne yazık ki, özel bir durum olarak popüler anlayıştan kendisini tam olarak kurtaramadığı gözlenmektedir.
Senaryo anlamında çok büyük sıkıntılar yaşanan ülkemizde, belki de asıl sorun reyting uğruna halkın nabzına göre şerbet verme anlayışından kaynaklanmaktadır. Sanat değeri yüksek olan bir eser kendini beğendirme, toplumun takipçisi olma eğilimleri yerine, kitleleri peşinden sürükleyen, kendine ait bir üslubu olan, toplumla kaynaşan, ama toplumun beklentileri altında ezilmeyen bir anlayışa sahip olmalıdır. Dünyada pek çok örneklerini bildiğimiz televizyon dizileri (Lost, Büyük Kaçış) böyle özgün bir çalışmaya örnek niteliğindedir. Yani senaryosu haftalık olarak seyircinin tepkisine göre yazılmayan, her bölümü merak ve ilgiyle beklenmesine karşın beyin fırtınalarına yol açan, sürpriz gelişmeleri ve aynı zamanda verdiği toplumsal mesajlarla seyirciyi eğitebilen, ticari kaygısı ikinci planda kalan diziler.( Buna rağmen sadece kendi ülkelerinde değil tüm dünyada izlenme rekorları kırması da düşündürücü!) Ancak ülkemizde reyting uğruna verilen savaşın kötü bir sonucu olarak bu tarz yapımlarla fazla karşılaşamıyoruz.
Ülkemizde diziler genel olarak yaş, cinsiyet ve popüler konulara göre farklı hedef kitlelere hitap etmektedir. Gençlik dizileri, kadınların veya erkeklerin daha çok ilgisini çeken diziler, çocuk dizileri, aşk dizileri, ağalık dizileri, tarihi konular gibi. Bu hususta gözlemlediğimiz dizilerden hareketle, bu dizilerin toplum üzerindeki etkisini örneklendirmekte yarar var.
``Sihirli Annem, Selena, Acemi Cadı, Bez Bebek´´ gibi gerçek yaşamla hiçbir ilgisi bulunmayan, çocukların ruhsal ve fiziksel gelişimini olumsuz yönde etkileyecek büyülü, uçan, zamanı durduran, yok olan insanlar, normal bir anne tipinden çok, az sonra sahne alacak assolist havalarında modeller, son derece renkli kaliteli veya pahalı giyeceklerle çocuktan çok, yetişkin edalarında bilmiş ve ukala tipler olumsuzluklar olarak sıralanabilir. Çocuklara enjekte edilen, suni bir kültür bulunmaktadır. Amerika`da yapılan bir çalışma, özellikle dizilerde yer alan, cinsel içerikli imajların yer aldığı dizilerin yoğun izlenimi ile erken hormonal değişimlere uğrandığını, erken ergenliğe girildiğini kanıtlamıştır. Amerikan toplumu ergenlik yaşının 8-9 yaşlarına kadar gerilediğini açıklamıştır. Artık çocuklar, çocuk olmadan büyüklüğe doğru hızlı bir yatay geçiş yaşıyor. İzledikleri çizgi filmlerde şiddet, taşkınlık, garip yaratıklar, sevimsizliklerle büyüyorlar. Sık sık gazete köşelerinde kendini Süperman, Batman ve son zamanlarda Bakugan, Ben Ten karakterleriyle özdeşleştirip balkondan atlayan çocuk haberlerine rastlıyoruz.
Bunun yanında kaybedilen değerlerden en önemlisi Türk aile yapısının sarsılmasıdır. Örneğin ``Sihirli Annem´´ dizisinin babası bir köpektir. Hem de bir buldog, kırışık yaşlı ve çirkin. Bu hayvan, peri olan karısı tarafından cezalandırılmış bir erkek ve baba. Dizide örnek olan bu baba figürünün, en çok çocukların izlediği bu dizilerle, onların bilinç ve zihninin derinlerine gönderdiği mesaj açık olarak, Türk aile yapısının bozulmasına sarsılmasına yöneliktir.
Gençlere yönelik diziler ise ``Küçük Sırlar, Arka Sıradakiler, Kavak Yelleri´´ vs sorunlarıyla baş edemeyen, sapmış, alkolü su gibi tüketen, hayatlarının merkezinde aşk adı altında sunulan doyumsuz, kimin eli kimin cebinde belli olmayan ilişkilerin anlatıldığı diziler.
Bir eleştirmen soruyor, acaba dünyanın hangi ülkesinde bir koleje dudağında kan kırmızısı rujla, süper mini eteğiyle mücevher veya benzeri ziynetlerle, apartman topuk ayakkabılarla gidiliyor? Ama bizde var işte ``Küçük Sırlar´´ denilen dizi. Tek bir öğretmenin bile yer almadığı bir okul seti. Mega zenginliğin, varoşları kışkırtıp potansiyel birer suçlu haline dönüştürmesine yetecek kadar bu sahneleri işleyen bu diziler maalesef var ve seyrettiriliyor.
Yakın tarihimizin işlendiği dizilerden küçük kahramanının sempatisiyle izleyici rekorları kıran ``Öyle Bir Geçer Zaman ki´´ adlı dizi, güya dönem filmi ve bir aile dramını anlatıyor, ancak dizi, 1967 yıllarının olaylarını canlandırıyor ve 68 kuşağı denilen dönemin sol kanadını yüceltiyor, hem de öyle sözle sazla değil, çok basit bir teknikle. Seçilen tiplemelere baktığımızda yeşil parkalı solcu çocukların son derece parlak, yakışıklı tiplerden seçilmesine karşı ülkücülerin sinsi, çirkin suratları dizinin nereye, kimlere hizmet ettiğini belli ediyor. Dizinin yayımlanan son bölümünde Deniz (Gezmiş) geliyor nezaretteki sol görüşlü yoldaşlarının yanına, ayakları ve parkası görünüyor sadece. Ağır çekimde hepsi peygamber gelmiş gibi, büyülü gözlerle bakıyorlar. Öte yandan ülkücü gençlik bunlara sürekli haksızlık yapıyor. Zaten hiçbir şey yapmadan dizide dursalar bile adamların tipi mide kaldırıyor. Bu gibi birçok dizi var, siyasi içerikli olan. Dönem filmi adı altında biraz aile dramı, biraz aşk sosuna batırılarak aslında komünizmin kapalı propagandası yapılıyor. Çemberimde Gül Oya, Hatırla Sevgili v.s. dizilerde aynı yöntem kullanılmıştı.
Bir de ``Çocuklar Duymasın´´ var tabii. Taş fırın erkeği, modernleşme ve geleneksel yaşam arasında sıkışmış bir model. Yeni çekimlerinde kızları Denizli`den bir ailenin oğluyla nişanlanıyor. Daha geleneksel bir aile yapısı imajı ve ağız özellikleri güldürü unsuru olarak sunuluyor. Geleneksel misin? Komik olursun, modern Meltem hanımın yanında gülünecek bir unsur olarak kalırsın. Zaten bir çok dizide hizmetçi, kahya, uşak vs. roller memleketinden kalkıp gelen, modernizmin hizmetkarları olarak yansıtılan Anadolu insanı değil midir?
``Çocuklar Duymasın´´ın yanında Yahşi Cazibe, Türk Malı, Geniş Aile gibi komedi dizilerinde daha çok deyim ve atasözlerinin yanlış söylenmesi yoluyla mizah unsuru yakalanmaya çalışılmaktadır. Dilimizi yozlaştıran bu durum, yeni yetişen nesilde dil bilinci oluşmasına engel olmaktadır.
Diğer bir fenomen yaklaşık dokuz yıldır ülkemizde yayını süren bir dizi olması münasebetiyle aslında önemle ele alınması gereken ``Kurtlar Vadisi´´ dizisidir.
``Bu bir mafya dizisidir´´ sloganıyla başlayan Kurtlar Vadisi`nin konusu, Türkiye`de yaşanan mafya, derin devlet, istihbarat örgütleri ve karanlık ilişkiler ağıdır. Her ne kadar eleştiri alsa da, toplumun büyük bir kesimi tarafından beğenildiği, izlenme oranlarının dışında dizide yaşanan olaylara gösterilen toplumsal tepkiyle de ortaya çıkmıştır. Dizide rol gereği öldürülen ``Çakır´´ tiplemesi (mafya) dünyada örneğine pek rastlanmayacak bir olayın yaşanmasına sebep olmuştur: Süleyman Çakır`ın dizide rol gereği ölmesi üzerine halk tarafından gıyabında cenaze namazı kılınması, mevlid okutulması, vefat ilanları verilmesi tirajikomik bir durumdur. Kendilerine ``Polat Alemdar, Memati´´ gibi isimler takan ve suç işleyen çeteler, kendilerini dizideki karakterlerle özdeşleştirip, cinayete karışan gençler kamuoyunda çokça tartışılmıştır.
Dizinin çıkış amacı olarak olumlu bir bakış açısı sergilenecek olursa, Türkiye`de yaşanan karanlık olaylar, iç ve dış güçlerin kirli hesapları, pek çok tarihi ve siyasi konuda kafa karıştıran komplo teorileri ve faili meçhul cinayetlerin kamuoyuna bir dizi kurgusu olarak irdelenmesi bir bakıma yapılan işi taçlandırıyor. Ancak daha öncede belirtmiş olduğumuz gibi, halkın taleplerine karşılık verme gibi ticari (ya da belki de bilinçli-siyasi) nedenlerle iyiden iyiye mafya lideri ve iktidar kuklası haline gelen Polat Alemdar`ın hala devam eden fenomeni, izleyici kitlesinin büyük bir kısmının, dizinin içeriği ile değil, kavga ve şiddet ağırlıklı şekilci yanıyla ilgilendiği su götürmez bir gerçektir.
Diğer taraftan Türk delikanlılık modeli olarak vadinin Polat`ı var, güya sağcı kutbun milliyetçi gençliğine rol model iddiasında, ama diziyle beraber yaşlanıyor ve saf kayması yaşıyor yavaş yavaş. Tüm kurşunlar üzerine aksa da kafasını eğmeyerek ve de asla ölmeyerek hepimizi kurtarıyor. Bu arada dizide terör örgütünden olan Muro karakteri terör örgütünde ne kadar sempatik insanların olabileceğini bize göstererek, bu konudaki ön yargılarımızı sorgulamamız istiyor. Bir de Muro karakterine ayrıca bir sinema filmi çekiyorlar ``Lanet olsun içimdeki insan sevgisine´´ repliği ile, bir örgütün felsefesini açıklayarak bizi aydınlattılar. Bir de Polat Alemdar derin sözler sahibi bilge, Abduley`e, ``Sonunu düşünen kahraman olamaz´´ diye nasihatte bulunarak nasıl kahraman olunacağının sırrını açıklamış oluyor. Düşünme savaş, düşünme itaat et, biraz cemaat prensibine benziyor.
Bütün bunların yanı sıra hakikatleri dizilerden öğrenme eğilimini teşvik eden bu tarz diziler, bir adım sonra siyaset arenasının da bir enstrümanı oluveriyor. Kurtlar Vadisi başlangıç itibariyle milli karakter gösterirken son yıllar da AKP çizgisinde devleti dönüştürme projesinin toplumsal algıdaki en büyük destekçisi olmaktadır. Aynı doğrultuda iktidarın açılım politikalarına töre dizileriyle, ağalık dizileriyle güneydoğu eksenli yapımlar destek olmaktadır. Sıla, Aşk Bir Hayal, Aşk ve Ceza gibi dizilerde konu aşk olarak görünse de arka planda siyasi mesajlar verilmeye çalışılmaktadır.
Yeni tartışma konusu ``Muhteşem Yüzyıl´´ dizisi de tarih mi kurgu mu sorusunu sordurmuş ve ülkede bir hafta içinde fikir beyan etmeyen kalmamıştır. Dikkatlerden kaçan nokta ise dizinin İngiltere kralı VIII. Henry`nin hayatını anlatan The Toudors dizisiyle olan benzerliği. Zaten Kanuni döneminin İngiltere kralı olan Henry`nin hayatı da, kadın teması üzerinden çekilmiş olup, her iki dizinin fragmanına bakıldığında aynı pozları nerdeyse bire bir görmek mümkün. Ayrıca filmin özensizliği baş karakterin endamından belli oluyor. Bütün oynadığı rollerde aynı tarzda, birilerine ders verir gibi bir ses tonu ve vurgulamalarıyla gayet itici bir tip seçilmiş. Ayrıca Kanuni`yi sarışın, mavi gözlü mü hayal ettiler bilinmez, baş oyuncu zahmet edip burnundan kıl aldırmamış, Kanuni`ye kendini benzetmek için. Ben onu oynayacaksam o bana benzesin hesabı. Bir Avrupalıya benzeme kompleksi hissediliyor sarışın Kanuni`de.. Diğer yandan yabancı film sektöründe herhangi sosyal içerikli bir film için yirmi kilo birden alan, dünyanın en güzel kadını seçilip, çirkin bir psikopatı oynayan oyuncular var, hiç bir aşağı duyguya kapılmadan. Ayrıca şehveti ve cinselliği ön plana çıkarmak adına 19. yüzyıl Fransız kadın modasını çağrıştıran derin dekolteli, geniş etekli kadınlar giyim- kuşam geleneğimizle de örtüşmemekte.
Bunun yanında ``Ekmek Teknesi, Baba Evi, Süper Baba´´ gibi dizileri anmadan geçmemek gerekir. Bu dizilerin Türk aile yapısını oldukça olumlu katkı sağladığı ve beslediği söylenebilir. Ancak sayıları oldukça az olduğu için genelin içinde eritildiler.
Bu arada gözden kaçmaması gereken bir dizi de ``Deli Saraylı´´ adlı yapıttı. Fakat reyting kurbanı(!) olarak yayından kaldırılması, gerek konusu, gerekse usta oyuncu kadrosu ile değerli bir çalışmaya hakaret niteliği taşımaktadır. Konusu itibariyle bakacak olursak, bir grup birbirine yabancı vatanseverin, Kurtuluş Mücadelemiz sırasında büyük bir aileymiş gibi roller üstlenerek, İngiliz işgali altındaki İstanbul`da bir konağa yerleşerek asilzade görüntüsünde Türk ordusu ile İngilizler arasında ordu lehine yapılan ajanlık faaliyetleri, hem mizah hem dram tadında, Çetin Tekindor, Perran Kutman gibi her biri son derece değerli ve eğitimli oyuncular eşliğinde anlatılmaktaydı.


NEDEN BU DURUMDAYIZ VE NE YAPILABİLİR

NEDEN? Gerçekten reyting kaygısı mı? Eğer öyleyse yine soralım; bu ülkede destekleyici olmak için vatansever, tarihine saygılı hiç mi büyük kuruluş yok? Onca seviyesiz yapımlar ekranlarda kol gezerken, ve bu yapımlara sponsor yağmurları yağarken bu mümkün mü? O halde başka yaptırımlar mı söz konusu? Halkı bilinçlendirecek, motivasyonunu artıracak, gelecek umutlarını yeşertecek yapıtlar yerine halkı karamsarlığa itecek, kötü örnek-modeller doğurabilecek, çarpık aile yaşamı özentisi uyandıracak, en hayasız davranışların bile normal kabul edilebileceği bir düzen yaratabilecek seviyesiz yapımlar neyin işareti?
Aslında herkesçe bilinen ama görmezlikten, duymazlıktan gelinen bu soruların cevapları yeterli eğitim seviyesinin altında oluşumuzda yatıyor. Evet, burada sadece toplumu eleştirmek, medyayı ``Zavallı ne yapsın parasının derdinde!´´ konumuna getirmek anlamını taşıyor olabilir. Ancak bu durum, ``Medyanın toplum üzerindeki etkisi´´ mi?´´, yoksa belki de sadece eğitim seviyesi düşük toplumlarda ortaya çıkabilecek ``Toplumun medya üzerindeki etkisi mi ?´´ çelişkisi ile muammadır.
Acemi Cadı, Sihirli Annem, Bez Bebek, Selena gibi mitik unsurlar içeren diziler çekilebiliyorsa, Umay Ana, Korkut Ata, Tanrı Ülgen, Erlik gibi milli kültürümüzün birer mahsulü olan kahramanların konu edildiği diziler pekâlâ çekilebilir. Kırmızı Başlıklı Kız, Kül Kedisi gibi tv yapımları yerine Nardaniye Hanım, Dürdane Hanım gibi yapımları da görme imkânımız vardır. Bu tür sözlü geleneğe bağlı ürünlerin yapılması elbette ki sevindirici, fakat bunların Batı, Yunan gibi merkezlerden değil, Türk sözlü geleneğinden yararlanarak yapılacak olması bizi daha da sevindirecektir. Unutulmamalıdır ki gelenek, yeni gelenekler doğurduğu sürece gelenektir. Neden okul öncesi dönemde ve ilköğretim dönemindeki çocuklarımızın gözdesi, Kanada yapımı çizgi filmdeki ``kel´´ ``Caillou´´nun yerini kendi kültürümüzün ürünü olan Keloğlanlar, Karagözler almasın.
Bütün bunların ötesinde yüreğimin yarası Emine IŞINSU`nun Sancı adlı romanı malumunuz Ülkücü Şehit Dursun ÖNKUZU`nun hayatı etrafında 1980 öncesi olaylarını anlatır, neden bu romandan hareketle sıkı bir senaryo ile biz kendi dizilerimizi yapamayız yine aynı şekilde H.N.ATSIZ`ın Bozkurlar serisi neden bir sinema yapımı olmasın? Tüm bu soruların cevabı için milli burjuva şar, onun için de milli bir iktidar lazım diyoruz.
Öte yandan dönüşen, değişen, değiştikçe de yeni bir karaktere bürünen kültürümüzü köklerinden kopmadan yaşayabilmek için daha bilinçli bir televizyonculuğa, daha şahsiyetli yapımcılara Türk televizyonculuğunun ihtiyacı olduğu aşikardır.
Senaryolardaki her türlü şiddet, öldürme, yaralama, yargısız infaz gibi sahneler, oyuncuyu izleyici gözünde tabiri caizse tanrılaştırarak modern bir tapınmayı da beraberinde getirmiştir. Evdeki televizyon sayısının artmasıyla beraber aile içi iletişim kopmakta, televizyona bağlı kendi kabuğuna çekilmiş bireyler yetişmektedir. Evler, gündüz çalışan akşam televizyon karşısında uyuya kalınan pansiyonlara dönüşmüştür, aynı hanenin yabancıları gibi.
Ataerkil bir yapının temsilcisi olan babanın otoritesi zayıflamış ve çocukları üzerindeki denetçi özelliği kaybolmuştur. Düşünme, okuma ve araştırma yetisini kaybeden insanımızın bugün yaptığı en iyi şey 19.00 Ana Haber bültenlerini takip etmeye çalışmasıdır. Bir araştırma sonucu, bir saatlik televizyon izlemenin verdiği hasarın ancak bir haftada ortadan kalkabildiği gerçeği olayın vahametini gözler önüne sermektedir. Büyüklerimizin masal anlatmama nedeni televizyon dizilerinin buna fırsat vermemesi ve bunu unutturmasından başka ne olabilir ki?
Unutulmamalı ki, ülkemizin kültürel değerlerini hızla yok edebilecek büyük bir potansiyel var. Dizi yapımcısı, senaristi, yönetmeni, oyuncusu, en küçük görevli olan set çalışanına kadar yaptıkları işin ortaya çıkardıkları ürünün bir sosyal sorumluluk bakış açısına sahip olması gerektiği bilinci yerleşmezse, hafızamızda kalan kültürel bilgiler hızla silinecek, geriye ``Fatmagül`ün Suçu Ne?´´ sorularıyla baş başa bırakılacak bir nesil yetişecek.
Televizyonları yönetmek, gıdadan giyime tüm sektörleri besleyen kaynak durumunda olmak, aynı zamanda kapitalizmin yönetimi demektir. Türk halkının bilinçli bir tüketici olması, sadece televizyon tüketimi açısından değil, tüm yaşam biçimiyle ilgili olmalıdır. Bu nedenle temel eğitimden başlayarak, uzun bir süreci kapsayacak eğitim programlarının, kesinlikle kültür politikalarıyla işbirliği içinde uzun hedefler saptaması gerekmektedir. Eğitim kurumlarının, dolayısı ile bizim temel sorumluluğumuz bu olmalıdır.
Özellikle genç kesimi televizyonun, bilgisayarın başından, yalnızlığından uzaklaştırıp, yaylalara şenliklere kendi benliğine doğru götürerek, halaylarla horonlarla titretecek ve kendine getirecek yegâne manevi gücümüz üzerine geliştirilecek kültür politikalarına ülkemizin şiddetle ihtiyacı vardır.

Kaynaklar
Arslan, Ali; ``Medyanın Birey, Toplum ve Kültür Üzerine Etkileri´´, Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, ISSN: 1303-5134, http://www.insanbilimleri.com
Güneş, Ferhat; ``Diziler ve Toplum Üzerindeki Etkiler´´,
http://www.stratejikboyut.com/haber/dizilerin-toplum-uzerindeki-etkileri--28576.html
Kejanlıoğlu, Beybin D.; ``Medya- Toplum İlişkisi ve Küreselleşmenin Yerel Medyaya Sunduğu Olanaklar´´, http://eski.bianet.org/diger/pdf/01/medya_toplum.pdf.
Konukman, Emrah Alparslan (2006); Medya ve Kültür: Son Dönem Televizyon Dizilerinin Yaşam Tarzı Üzerindeki Etkisi, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, (Yüksek Lisans Tezi).
Nalçaoğlu, Halil; ``Medya ve Toplum İlişkisini Anlamak Üzere Bir Çerçeve´´, http://eski.bianet.org/diger/pdf/01/medya_toplum.pdf.
Özdemir, Nebi (2008); Medya Kültür ve Edebiyat, Ankara.


Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.