DİL, DİN ve TÜRKÇE (2) Ortaçağdan Bugüne Türkçe ve Din
Mustafa Mete İSLÂMOĞLU DİL, DİN ve TÜRKÇE ( 2 ) Ortaçağdan Bugüne Türkçe ve Din : Osmanlı hazinesinden beslenen, ``arpalıkları`` ele geçirmek için her türlü dolana başvuran yozdinselci (gerçek Müslüman, içten dindar bambaşkadır; eli öpülesi insandır) ``ulema-yı rüsum``dan bazıları (resmi din adamları), çağın bilimlerinin Osmanlıya aktarılmasını önlemişlerdir. ``Kadızadeliler`` adlı din adamı zümresi, dini siyasete alet aracı durumuna getirmiş; insanlar üstünde etkinlik kurma yöntemi olarak olarak ilk kez sistemli biçimde kullanmaya başlayan grup olmuştur. (İ.H. Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti`nin İlmiye Teşkilatı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1988), (İ.H. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 3.Cilt, 1.Kısım, [Sofiye Ricali ve Kadızadeliler], Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1983) Bu grup ve türevleri, din dilinin Türkçe olmasına karşı çıkarak halkın din bilgilerinin doğrusunu öğrenmesini engellemişler ve hâlâ da engellemektedirler. Bu yolla kendi yoz anlayışlarını yaymışlardır ve yaymaktadırlar. Bu tür din adamı tavrının çok eski tarihsel geçmişi vardır : M.Ö. 3.000 yıllarında Sumer din adamlarının kurduğu dinin dili olan Sumerce, M.Ö. 2.400 yıllarından sonra Akad ve Babil rahiplerince, halkın konuşma dili değişmesine karşın, din dili olarak Hz. İsa`nın doğum yıllarına dek korunmuştur. Hıristiyan rahipleri de, yine aynı anlayışla, İncil`in eski diller Grek ve Latinceden, konuşulan halk dillerine çevrilmesine karşı çıkmışlardır. 16. yüzyılda, İncil`i ulusal dili Almancaya çeviren din adamı Luther, büyük tartışılara neden olmuştur. Akılcılığın ve bilimin Avrupa`da önem kazandığı ``Aydınlanma Dönemi``, İncil`in ulusal dillere aktarımıyla başlamıştır. Kuran-ı Kerim`in başka dillere çevrilmesiyse yobaz din adamlarınca engellenmiştir; engellenmektedir. (Bunun sonuçlarından biri de dünyada İslam inancına sahip olan insanların Hıristiyanlara oranla çok daha az sayıda kalması ve misyonerlere çalışma alanı oluşturmasıdır.) Saka (İskit) asıllı İmam-ı Azam Ebu Hanife`nin, Arapça olmayan dille ibadet edilebileceği yolunda fetva vermesi (kimi yazarlara göre bu görüşünden sonra caymıştır), Hanefiliğin yaygın yandaş bulduğu 800-1200 yılları arasında başka ulusların İslam`ı kendi dillerinde okuyup anlama kolaylığı sağlamıştır. (Cengiz Özakıncı, Dünden Bugüne Türklerde Dil ve Din, s. 106, Bellek Yayınları, 1994) Daha sonraları, Fatih Sultan Mehmet`in çağdaşı, Türkmen Beyi Akkoyunlu Uzun Hasan, Kuran-ı Kerimi Türkçeye çevirtip huzurunda zaman zaman okutmuştur. (T. Akpınar, Türk Tarihinde İslamiyet s.157, İletişim Yayınları, 1994) Oysaki Osmanlıda yobaz görüş Cumhuriyet`e dek sürmüştür. (Osmanlı elbetteki bizim atamızdır. Ancak yanlışlarından ders; doğru işlerinden örnek alınmalıdır.) Üstelik 20. yüzyılın başlarında Araplar bile bayrı (kadim, eski) Arapça dilde yazılı olan Kuran-ı Kerim`in çağdaş Arapçaya çevrilmesini istemekteydiler. Aydın Arap din bilginleri bile Kuran-ı Kerim`in başka dillere çevrilmesinin uygun olacağını savunuyorlardı. Mısırdaki ünlü İlahiyat Üniversitesi Cami-ül Ezher`de öğretim üyesi Prof. Ferid Vecdi bunların arasındaydı. (H.Z. Ülken, Türkiye`de Çağdaş Düşünce Tarihi, s.76, Ülken Yayınları, 1979) Söz konusu görüşlere karşı çıkanların başındaysa Osmanlı uleması gelir. Sonuncu Osmanlı Sultanı Vahidettin döneminde, Damat Ferit Paşa`nın Bakanlar Kurulu`nda Şeyhülislam görevini üstlenmişken Anadolu`daki kurtuluş hareketine katılanlara daha sert davranılması isteği yerine gelmediği için bu görevden çekilen ve de Vahidettin`le birlikte İngilizlere sığınan Tokatlı Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi ve onun gibi niceleri, Kuran`ın Türkçeye çevrilmesine şiddetle karşı çıkmıştır. Mısır`da Arapça olarak yazdığı ``Kuran`ın Tercüme Meselesi`` adlı betiğinde (kitabında) görüşlerini savunmuştur. Din adamlarımızın Arapça ibadet diretmesi, günümüzde bile aşılamamış Türkçenin gelişimine, Türklük bilincine son derece zararlı bir anlayıştır. Dini kendi çıkarlarına alet eden yobazlar (gerçek Müslüman, içten dindar bambaşkadır; eli öpülesi insandır), matbaa makinesinin ülkemize gelişine ``Şeran caiz değildir.´´ diyerek karşı çıkmış; Türkçe yayın birikimini ve dolayısıyla aydınlanmayı geciktirmişlerdir. En sonunda 1727 yılında, din adamlarının matbaa makinesine izin verdiği Şeyhülislam fetvasında, din ve şeriat kitaplarının basılmaması koşulu konulmuştur. (A. Sayılı, Bilim, Kültür ve Öğretim Dili Olarak Türkçe, s. 45, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1994) Abdülaziz döneminde Türk Dili`nin ateşli savunucusu olan, ``sarıklı ihtilalcı``, ``baş veren inkılâpçı`` Ali Suavi, yaşamı, düşünceleri, eylemleriyle bir Türk Volteyr`i (Voltaire`i) işlevi üstlenmiştir. Suavi meslek yaşamına bir din adamı olarak başlamış olmakla birlikte ibadetin Türkçeleştirilmesini ve namaz surelerinin Türkçeye çevrilmesini önermiştir. (H.Z. Ülken, Türkiye`de Çağdaş Düşünce Tarihi, s.76, Ülken Yayınları, 1979) II Abdülhamit, sadrazamlığa atadığı Türkçe bilmeyen Çerkez Hayrettin Paşanın yönlendirmeleriyle, devletin resmi dilinin Arapça olmasını istemişse de Sait Paşa`nın, ``Devlet dili Arapça olursa Türklük ortadan kalkar.`` diyerek karşı çıkması üzerine bu isteğinden vazgeçmiştir. (İ. Ulçugür, Agah Sırrı Levent, s. 195, TDK Yayınları, 1982) Ancak yine de ``Arapça güzel dildir, resmi dil keşke Arapça kabul edilseydi. Arapçanın resmi dil olmasını ben önerdim. O zaman Sait Paşa başkatip idi; direndi. Sonra Türklük kalmaz dedi O da boş laf idi. Neden? Tersine Araplarla daha sıkı bağlanmış olurduk.´´ demekten de kendini alamamış; Kuran-ı Kerim`i Türkçeye çeviren hocaları mahkemeye vermekten de geri kalmamıştır. Kaynak:(H.S. Payzın, Tarihte Dil, Yazı, Buluş ve Toplum, s.161, Doğruluk Matbaacılık, 1992.) DEVAMI 3. BÖLÜMDE
|