Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10791
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Görüş bildirebileceğiniz Ana Kategoriler
Anayasal Düzen (154) | Dış Politika (2278) | Ekonomi (234) | Eğitim (91) | Devlet Kurumlarımız ve Memurlar (63) | Adalet (71) | Milli Kültür (522) | Gençlik (27) | Siyasi Partiler ve Siyasetciler (844) | Tarım (147) | Sanayi (13) | Serbest Meslek Mensupları (5) | Meslek Kuruluşları (2) | Basın ve Televizyon (19) | Din (1052) | Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız (54) | Bilim ve Teknoloji (13) | Milli Güvenlik (623) | Türk Dünyası (888) | Şiir (77) | Sağlık (185) | Diğer (3429) |

Görüş bildirebileceğiniz Milli Kültür konuları
Milli kültürümüzü nasıl geliştirebiliriz? (14)
Toplum giderek dejenere mi oluyor? (9)
Milli Kültür ile ilgili diğer konular (499)


Milli Kültür - Milli Kültür ile ilgili diğer konular konusu hakkında görüşler
Yaşar KALAFAT - (Ziyaretci) 29.01.2013 18:59:37

NUH KÜLTÜR COĞRAFYASINDA MİTOLOJİK SÖZLÜK DENEMESİ -1-






NUH KÜLTÜR COĞRAFYASINDA MİTOLOJİK SÖZLÜK DENEMESİ

Mustafa Aksoy -Yaşar Kalafat

GİRİŞ:
Bize göre her ilahî duyurucu gibi, Hz. Nuh`un da bir kültür coğrafyası vardı. Bu coğrafyayı sadece ve muhakkak O`nun duyurusu ve tabi olanları ile sınırlamak belki mümkün değildi ama Bu coğrafya yaşam biçimi ve ilişkileri bakımından pek de bu sınırlamanın dışında da değildi. Nuh`un üzerinden binlerce yıl geçmiş olmasına rağmen hala bu coğrafyadan bahsedilebilirdi. Bu coğrafyada Hz. Nuh`un çağından kalma kültür özelikleri haliyle tıpa tıp yaşamıyor olmakla beraber, bu kültür coğrafyası değişen şartlarla birlikte kendisini bilhassa yeni ilahî duyurucularla yenileyerek sürdürmüştür. Bu coğrafyanın sınırlandırılması veya sınırlarının çizilmesi kolay olmamakla birlikte, Nahçıvan`ı ve Hakkâri`yi de içine alan Ağrı Dağı merkezli bir coğrafyadan bahsedilebilir.
Nuh kültür coğrafyasının tarihî ve kültürel sınırları kadar ve hatta daha önemlisi, onu yenileyerek yaşatabilen kültürel hayatın tanınıp tanıtılmasıdır.
Nuh kültür coğrafyasının dil ve dinî inançlarına rağmen değişmeyen onun mitolojik muhtevalı mirasıdır. Bu arkaik dokunun izlerinin takip edilebilmesi, bu coğrafyadaki halk kültürünün çeşitliliği daha kolay hale getirmiştir. Bu coğrafyanın kuzeyden , doğudan ve güneyden de inanç göçü alarak katmanlaşmış olması, uzak geçmişe gidebilme yollarını çoğaltmıştır.
İnsanı, sosyokültürel bir varlık olarak tanımlayan antropoloji, onu toplumsal düzeyde gelenekleri, seronomileri, davranış biçimleri ve dilleri ile kültürel antropolojinin kapsamında ela alır .
Mevlana gibi bilgeler ``Aynı dili konuşanlar değil, aynı şeyi hissedenler anlaşırlar.´´ Demektedirler. Aynı şeyi hissedebilmek için tarafların ne hissettiklerini, taraf olarak bilmelerini gerektirir ki anlaşma vasıtasını lüzumlu kılar. Nitekim keza bilgeler, ``Âlimler anlaşırlarsa âlemler de anlaşırlar.´´ Demektedirler. Âlimlerin anlaşabilmelerinin yanı sıra, ortak mesleki dil arayışları, halk kesimlerinin birbirlerini ve ayrıca aydının içerisinden çıkmış olduğu halkı kültürleri ile tanıyabilmesinin ilk adımlarını oluşturacaktır. Konu mitoloji olunca, konuşulan diller Slav, Arap, Fars ve Türk dilerinden kaynaklanabilmektedirler. Farklı kaynak dillerinden kaynaklara ulaşabilmek için asgari düzeyde de olsa mesleki dillerde buluşabilmelidir. Bu gerçeğe paralel diğer huusus ise bu coğrafyada yapılabilecek alan çalışmaları için yaşayan bölge dillerinin bilinmelerindeki önemdir. Alan çalışmasının edinimleri için yapılması gerekli olan etimoloji çalışmaları da için de keza giderek ortak kol/branş dilinde buluşabilmelidir.

Sosyal antropoloji, toplumlar arasındaki toplumsal ve kültürel benzerlik ve farklılıkları ortaya koyar. Sadece günümüz toplumu ile geçmiş dönemdeki insanların toplumsal ve kültürel özelliklerini inceler. Bu arayış etnografı ve etnoloji çalışmaları için de geçerlidir .
Ortak ilmî terminoloji de buluşulabilmesi ilgili literatüre/edebiyata sahip olabilmek kadar önemlidir. Biz evvelce yapmış olduğumuz bir çalışma ile edebiyatın önemi üzerinde durmaya çalışmıştık. Bu kere aynı gerekçe ile bir başlangıç olmak üzere, mesleki sözlük üzerinde durmaya çalışacağız.
Üzerinde durulan Nuh Kültür coğrafyası, Aras Havzası Kültür Coğrafyası ve Van Gölü Kültür Coğrafyalarından esasta farklı değildir. Muhakkak ki bir anlamda onların toplamıdırlar.
Bu deneme yaklaşık 100 kelimeden oluşan bir başlangıçtır. Edebiyat denemesinde olduğu gibi bu çalışma da ortak metot arayışında sadece bir adımdır.
METİN:
Alkarısı:
Türk Dünyasının hemen her yerinde görülen ve günümüzde de tüm etkinliğini sürdürdüğüne inanılan bu iye, adeta Umay koruyucu iyesinin zıddıdır. Üremenin ve çoğalmanın düşmanı gibidir. Daha çok yeni doğum yapan loğusa kadınlara ve yeni doğan çocuklara musallat olduğuna inanılır. Türk Dünyasında bu iye, muhtelif adlarla anılır: Türk boylarında ise, bu iye, Kara Albastı ve Sarı Albastı şeklinde, farklı iki iye olarak tasavvur edilir.
Su merkezli bir iye olan Al Karısı, İnanca göre su kenarlarında yaşamakta veya kapıp kaçırdığı yeni doğum yapmış annenin veya bebeğinin ciğerini su kenarlarında yemektedir. Bazı izahlara göre de Al Karısı/Al Avradı/Al Kızı, su değirmenlerini bilhassa yıkık eski su değirmenlerini mekân tutmaktadır. Azerbaycan ve Doğu Anadolu`nun bazı kesimlerinde doğum yapmak üzere iken eşini al karısından korumak için hastanın erkeği, eşikte ateş yakar, silah atar, erkek at kişnetir ve bu arada akarsuyu hançerler. Akarsuyun hançerlenmesi de Al Karasına karşı bir korunma şeklidir.
Çıldır`da, alkarısı, alkızı veya kara kura olarak da bilinir. Doğum yapan kadınların eşlerini ve ciğerlerini söküp, ıssız harabelerde ve değirmenlerde kendilerine ziyafet çektiği inancı vardır.

Çıldır`ın Karabeyi köyünde yeni doğum yapmakta olan bir kadını al basmasın diye beyaz bir erkek at eyerlenip, doğum yapılan evin kapısına çekilir. Kapının önünde ateş yakılır. Al kızının eve gelmemesi için ateş alevli ve havlı tutulur. Böylece al kızının eşikten girip, doğum yapan kadın veya bebeği öldürmesi önlenmiş olunur. Ayrıca doğum yapan kadının bu tür kötülüklerden korunması için başucunda Kur`an-ı Kerim asılı durur.
Al karısının eve girmesini önlemek üzere kapıya çekilen at, sair zamanlarda görülemeyeceği derecede azgınlaşarak, kişner, huzursuz olur. Sürekli tepinir ve şahlanır. İfadeye göre al kızına beyaz at ve beyaz ata da görünürmüş ve al kızı beyaz at ile ateşten korkar, çekinirmiş.
Kara iyelerden al karısı loğusa kadınların kırkı çıkıncaya kadar onlara musallat olur. Eski Türk dini inançlarına dair bilgi veren kaynaklarda geniş açıklamaları yapılan bilhassa A. İnan`ın bilgi verdiği bu iye ile ilgili Kars yöresinde de bir takım inanç ve pratikler yapılmaktadır. Çıldır`da al karısının hasta kadını rahatsız edişine "al basması" ve rahatsızlığa da "baskına uğrama" denir. Korunmak için kırkı çıkmamış loğusa kadın yalnız bırakılmaz. Çıldır Arpaçay ve Kars`tan yapılmış bir başka tespite göre, al karısının diğer bir ismi bu yörede ``hal karısı" dır. Loğusa kadınları bundan korumak için, hastanın yanında geceleri ışık yakılır. Aksi takdirde hal karısı hasta kadının ciğerini götürüp suya atar. Böylece kadının ölümüne yol açar. Hal karısı yakalanır ise kaçmaması için üzerine iğne takılır ve çalıştırılır. Eli çok bereketlidir. Çıldır`ın Karahan köyündeki bir inanca göre, hal karısının uzun sarı saçları vardır. Değirmenin harkında, suyun kenarında oturur ve saçlarını suya tarar. Her tarafı sapsarı olan hal karısını gören insanlar, suya atlarlar ve hal karısı kaybolur. A. İnan`ın Sarı Albız`a dair verdiği bilgiler hatırlanınca bunlar eski inanç sistematiğimizin uzantılarını düşündürüyor.
Kûr vadisinde al basmasından korunmak için, kırkı çıkmamış annenin bulunduğu evin önüne ateşli kül dökülür. Bu tür evlere "kırklı ev" veya "kırkı çıkmamış ev" denir. Ateşli külün dökülme işlemi akşamüzeri güneş batmadan, hava kararmadan yapılmalıdır. Ateşin, anneyi al karısından koruyacağına, al basmasını önleyeceğine inanılır. Ateşin koruyucu fonksiyonunu ve güneş battıktan sonra, ocaktan dışarıya ateş çıkarılamayacağını biliyoruz.
Rize`de loğusanın bulunduğu eve ikindi namazından sonra gelenlerin ellerini ateşe veya sıcağa tutması istenirdi. Ayrıca loğusa ziyaretine gelene güle güle denilmesi halinde sütünün kaçacağına inanılırdı.

Iğdır yöresinde loğusa kadın Fatüme`tün Zehra (Fatma Ana) nın adını zikrederse Ona Al Karısı`nın musallat olmayacağı inancı vardır.
Yakut Türkleri kara iyelere Abaası demektedir. Alkarısı, Türk dünyasında Albastı, Alkarısı, Al, Albıs, Almış olarak bilinirken Doğu Anadolu ise bu iye Kara kura olarak bilinir.
Al Karısı/Hamam Karısı/Ağaç Karısı:
Şahseven Türkleri iyeler için ``özümüzden eyler´´ derken, Azerbaycan Türkü ``bizden yeğler´´ der. Anadolu`da bu tanımlama ``bizden iyiler´´ şeklinde yapılır. Al karısı, Hamam karısı, Ağaç karısı bu tür kara iyelerdir.
Kızılbaş Türk inancında Hamam karısı emcekleri/memeleri anormal büyük olan bir dişi kara iyi olarak tasavvur edilir. Bu arada emcek ata, genelde dişi ecdadı anlatmış olur.
Alkarısı:
Türk Dünyasının hemen her yerinde görülen ve günümüzde de tüm etkinliğini sürdürdüğüne inanılan bu iye, adeta Umay koruyucu iyesinin zıddıdır. Üremenin ve çoğalmanın düşmanı gibidir. Daha çok yeni doğum yapan loğusa kadınlara ve yeni doğan çocuklara musallat olduğuna inanılır. Türk Dünyasında bu iye, muhtelif adlarla anılır: Türk boylarında ise, bu iye, Kara Albastı ve Sarı Albastı şeklinde, farklı iki iye olarak tasavvur edilir.
Su merkezli bir iye olan Al Karısı, İnanca göre su kenarlarında yaşamakta veya kapıp kaçırdığı yeni doğum yapmış annenin veya bebeğinin ciğerini su kenarlarında yemektedir. Bazı izahlara göre de Al Karısı/Al Avradı/Al Kızı, su değirmenlerini bilhassa yıkık eski su değirmenlerini mekân tutmaktadır. Azerbaycan ve Doğu Anadolu`nun bazı kesimlerinde doğum yapmak üzere iken eşini al karısından korumak için hastanın erkeği, eşikte ateş yakar, silah atar, erkek at kişnetir ve bu arada akarsuyu hançerler. Akarsuyun hançerlenmesi de Al Karasına karşı bir korunma şeklidir.
Çıldır`da, alkarısı, alkızı veya kara kura olarak da bilinir. Doğum yapan kadınların eşlerini ve ciğerlerini söküp, ıssız harabelerde ve değirmenlerde kendilerine ziyafet çektiği inancı vardır.
Çıldır`ın Karabeyi köyünde yeni doğum yapmakta olan bir kadını al basmasın diye beyaz bir erkek at eyerlenip, doğum yapılan evin kapısına çekilir. Kapının önünde ateş yakılır. Al kızının eve gelmemesi için ateş alevli ve havlı tutulur. Böylece al kızının eşikten girip, doğum yapan kadın veya bebeği öldürmesi önlenmiş olunur. Ayrıca doğum yapan kadının bu tür kötülüklerden korunması için başucunda Kur`an-ı Kerim asılı durur.
Al karısının eve girmesini önlemek üzere kapıya çekilen at, sair zamanlarda görülemeyeceği derecede azgınlaşarak, kişner, huzursuz olur. Sürekli tepinir ve şahlanır. İfadeye göre al kızına beyaz at ve beyaz ata da görünürmüş ve al kızı beyaz at ile ateşten korkar, çekinirmiş.
Kara iyelerden al karısı loğusa kadınların kırkı çıkıncaya kadar onlara musallat olur. Eski Türk dini inançlarına dair bilgi veren kaynaklarda geniş açıklamaları yapılan bilhassa A. İnan`ın bilgi verdiği bu iye ile ilgili Kars yöresinde de bir takım inanç ve pratikler yapılmaktadır. Çıldır`da al karısının hasta kadını rahatsız edişine "al basması" ve rahatsızlığa da "baskına uğrama" denir. Korunmak için kırkı çıkmamış loğusa kadın yalnız bırakılmaz. Çıldır Arpaçay ve Kars`tan yapılmış bir başka tespite göre, al karısının diğer bir ismi bu yörede ``hal karısı" dır. Loğusa kadınları bundan korumak için, hastanın yanında geceleri ışık yakılır. Aksi takdirde hal karısı hasta kadının ciğerini götürüp suya atar. Böylece kadının ölümüne yol açar. Hal karısı yakalanır ise kaçmaması için üzerine iğne takılır ve çalıştırılır. Eli çok bereketlidir. Çıldır`ın Karahan köyündeki bir inanca göre, hal karısının uzun sarı saçları vardır. Değirmenin harkında, suyun kenarında oturur ve saçlarını suya tarar. Her tarafı sapsarı olan hal karısını gören insanlar, suya atlarlar ve hal karısı kaybolur. A. İnan`ın Sarı Albız`a dair verdiği bilgiler hatırlanınca bunlar eski inanç sistematiğimizin uzantılarını düşündürüyor.
Kûr vadisinde al basmasından korunmak için, kırkı çıkmamış annenin bulunduğu evin önüne ateşli kül dökülür. Bu tür evlere "kırklı ev" veya "kırkı çıkmamış ev" denir. Ateşli külün dökülme işlemi akşamüzeri güneş batmadan, hava kararmadan yapılmalıdır. Ateşin, anneyi al karısından koruyacağına, al basmasını önleyeceğine inanılır. Ateşin koruyucu fonksiyonunu ve güneş battıktan sonra, ocaktan dışarıya ateş çıkarılamayacağını biliyoruz.
Rize`de loğusanın bulunduğu eve ikindi namazından sonra gelenlerin ellerini ateşe veya sıcağa tutması istenirdi. Ayrıca loğusa ziyaretine gelene güle güle denilmesi halinde sütünün kaçacağına inanılırdı.
Iğdır yöresinde loğusa kadın Fatüme`tün Zehra (Fatma Ana) nın adını zikrederse Ona Al Karısı`nın musallat olmayacağı inancı vardır.

Yakut Türkleri kara iyelere Abaası demektedir. Alkarısı, Türk dünyasında Albastı, Alkarısı, Al, Albıs, Almış olarak bilinirken Doğu Anadolu ise bu iye Kara kura olarak bilinir.
Al Karısı/Hamam Karısı/Ağaç Karısı:
Şahseven Türkleri iyeler için ``özümüzden eyler´´ derken, Azerbaycan Türkü ``bizden yeğler´´ der. Anadolu`da bu tanımlama ``bizden iyiler´´ şeklinde yapılır. Al karısı, Hamam karısı, Ağaç karısı bu tür kara iyelerdir.
Kızılbaş Türk inancında Hamam karısı emcekleri/memeleri anormal büyük olan bir dişi kara iyi olarak tasavvur edilir. Bu arada emcek ata, genelde dişi ecdadı anlatmış olur.
Al Düşmesi:
Acaristan`da doğum evde yapılmış ise, anne ve çocuğu 40 gün evin eşiğinden dışarıya çıkarılmaz. Bebek her gün banyo yaptırılır. ``Her gün banyo yaptırılan bebeğe Al düşmez´´ inancı vardır. Al, kara iye ise, kara iyeler temizliği sevmezlerken her gün banyo yapılması anlamlı olmalı. Ayrıca ``al düşmek´´ tabiri de ilginç. Böylece, ``Al Aparma´´ ``Al Basma´´ ve ``Al düşme´´ ile tanışıyoruz.
Altı Parmak;
Tatar Türkleri arasında da bilinmekle beraber, Mısır bölgesinde bunlara Rafaim deniliyordu. Uzun boylu, uzun boyunlu, uzun kol ve bacaklı çok güçlü bu varlıkların Davut Peygamber zamanında yer gömüldüklerine inanılır. Sarı Öküzün boynuzu sallamak suretiyle boynuzundaki dünyada depreme yol açışına bu iyenin marazasının yol açtığına inanılır.
Aydar/Ayder/Hayder:
Karaçuha`nın inanç etimolojisi bize Aydar / Ayder / Hayder, Aybastı gibi sahipliliği hatırlattı. Kars`da Karaurgan ve Karaçuha gibi yer adları ve soyisimler vardır. Kara veya Ak iyelerin toponomiye yansımışlıklarını örneklemek adına bize göre H. İsmailov önemli bir tespittir bulunmuştur. Buarada karaçalı fenalık yapan ara açan kimseleri tanımlamak için kullanılırken, bazen nazarlıklarda karaçalı`nın da yer aldığını hatırlıyoruz.
Türk kültürlü halkların birçoğunda olduğu gibi Uygurlarda da boş beşik sallanılmaz. İçinde bebek yokken sallanılan beşik için `kara kuvveleri çağırmak olur kadagandır / yasaktır` denir.Bu durum Tabu konusunu düşündürmektedir. Nazardan / Kemgözden korunmak ve kurtulmak için üzerlikten, muskadan ve Ayetel Kürsiden istifade edilir.
At Binen Cin:
Türk kültür coğrafyasının diğer halklarında olduğu gibi Hal Ahtacılarda da atları biner. Böyle at terli olur. Sabahleyinki terinden onun hal tarafından gece binildiği anlaşılr. `gece atı hal binip çapır` denir. Kara iyeler tarafından binilip koşturulan atlara iyi gözle bakılmaz. Bu tür atlara `Hal binen attır` denir. Halı yakalamak için atın sırtına hal binince yapışıp kaçamayacağı bir şeyler sürülür.
Hasanan aşiretinde de ``at binen Cin´´ inancı vardır. Meryaman olarak bilinen bu varlık ahırdaki atları binmekte terletmekte, yelelerini örmekte, yakalanıp giysisine iğne batırınca esir alınabilmekte, eli bereketli ve becerikli bir esir olarak insanlar tarafından çalıştırılmakta, iğnesi çıkarılınca özgürlüğüne kavuşmakta, kendi âlemine dönünce özeleştiri vermekte ikna edilemez ise ceza olarak hemcinsleri tarafında öldürülmektedir.
Cin Binen At inancı Ağrı`daki Karapapak Türklerinde de vardır. Atları binip terlettiğine onların yelelerini ördüğüne inanılır. Bu toplumda bu varlığın ismi Cingoloz olarak bilinmektedir. Ayrıca bölgede Cingoloz deresi vardır. Cingolaz etrafında birbirinden çok da farklı olmayan değişik inançlar oluşmuştur.
Hasananlı Halk inanmalarındaki bir diğer kara iye de Mêrîstê` (yatakların Kocası) dir. Yatak yüklüklerinin üzerinde yaşadığına inanılır ve bununla daha ziyade haylaz çocuklar korkutulur.
Azar-bezar:
Bu iye, Azer olarak da bilinir keza hastalık, hastalığa yol açabilen illet anlamındadır. Azar-bezara gelesin denilirken bir hastalığa yakalanasın denilmiş olunur .
Baba,
Onulmaz yara anlamındadır. ``baba vura´´ veya ``baba çıka´´ ve bazen da ``babalara gelesin´´ denir´´ kara Yara bu türdendir.
Baba Dıykan/Bobo Dehhon/Baba İhyan/Dıykan Baba/Dıykan Ata/Dıyhan Baba/Bobo Dehan Türk kültür coğrafyasının Uluğ Türkistan ellerinde Çiftçilerin koruyucu iyesi piridir. Edebiyata yaşlı bir kimse veya kuş olarak yansımıştır. Sadece çiftçileri korumakla kalmıyor Manas Destanında olduğu gibi kahramanı da koruyordu.
Bazı yörelerde Düldül`ün seyisinden hareketle Kamber Ata, atların piri veya koruyucu ruhu olarak kabul görmüşken bazı yerlerde de kopuzun, dutarın piri olduğu inancı benimsenmiştir. Bu arada Oysul Ata/Veysel Karani devenin piri olarak bilinir. Çolpan Ata, koyunların ve Çıçang Ata da keçilerin piri olarak bilinir. Konumuz olan koruyucu ruh veya bir kültü bakımından tespitin önemi itibariyle nebatat, hayvanat ve insanatın olduğu gibi cemadatın da bir piri onu koruyan bir ruhu vardır. Buradan hareketle, ``halk inançlarındaki bitkilerin, hayvanların ve insanların bir ruhu oldukları gibi cansız bilinenlerin de nefs anlamında bir ruhları ve onları koruyan kollayan pir anlamında bir iyeleri ruhları vardır.´´ Başka bir ifade ile korunanların ve koruyanların ruhları vardır. Diyebiliyoruz. Özetlemek gerekir ise; toprak ve su üzerinde yaşayanlar, onların duygu, düşünce ve inançlarını yansıtmadaki araçları sadece madde olmama anlamında aynı sınıf içindedirler. Buradan hareketle, komutanların komuta düzeyleri nispetinde mistik değer sahibi olduklarını anlayabiliriz.
Behur:
Hemşinden yapılmış bir tespittir. Behur bir özneden ziyade muhtemelen yapılan fiilin adıdır. Çürükay/Temmuzun son haftası ile Ağustos`un ilk haftası arasında çok kısa bir an yaşanır ki, yıldırım çakması gibi çok kısadır. Bu olay suyun içerisindeki canlı ve cansız her şeyi etkilemektedir. Kumaş parçalarını çürütür insanların su ile temas halindeki kısımlarında benekler oluşur. Behur`un bu tesirinden kurtulabilmek için suya bir demir parçası veya çivi atılmalıdır. Demirin Behur`u çekeceği ve canlıların zarar görmesini önleyeceğine inanılır. Demir`in Türk kültürlü halklarda koruyuculuğuna inanılan bir kod olduğu bilinmektedir. Nitekim Hemşin yöresindeki ``Çuh Tedavisi´´ nde kızgın ateşte ısıtılmış saban demirinin bakır leğen içerisine konulduğunu ve üzerine yavaş yavaş su döküldüğünü nazardan hastalanmış kimselerin bunun buharına tutularak tedavi edildiğini biliyoruz.

Cin:
Doğu Anadolu`da olduğu gibi Uygurlarda da Dev / div ve Perilerle ilgili inançlar da vardır. Cinlerin insanlara rahatsızlık verip hastalandırabilecekleri inancı vardır. İnsanlardan cinleri kovanlara cindar veya periham denir. Bunların Uygurlara eski dinlerinden kalma inançlar olduğuna inanılır.
Anadolu Türk kültür coğrafyasında cindar daha ziyade cinlere muhatap olan kimse olarak bilinir. Cindarlar cinleri vasıtasıyla tedavi yapmakla kalmaz, cinleri musallat ederek insanları hasta da edebilirler. Cinlerin sakladıkları definelerin yerini bulurlar. Cinlere yaptırılmış muskaları bozabilir.
Kars`ın merkez köylerinde cin ve peri türünden varlıklardan bahsedildikten sonra, o gücün zarar vereceğinden çekinilir. Tehlikeden korunmak için, konu değiştirilip kapatılmak islenir. Âdeta "iyi saatte olsunlar" dermişçesine "üstüne toprak serpin" veya "toprak atın kapatsın" denir. Toprağın örten, kapatan gücüne inanılır. Bu bize "yer iyesi" diye sistematiğimizde yer verdiğimiz gücün hiyerarşik etkinliğini düşündürüyor.
Çile :
Yeni doğum yapmış kadına ve bebeğine musallat olur. Çile vurmuş uşak/bebek zayıf olur .
Çile/Çille Dökmek:
Çil, kırk ve çile dökmek de kırk çıkarmak farklı şeyler değillerdir. Bu, Kuzey ve Güney Azerbaycan Türk Kültür coğrafyasındaki uygulama şeklidir ve Doğu Anadolu`daki uygulamalarla çok benzeşirler .
Çille Kovması:
İran`ın Karapapah Türklerinde dört Çarşamba`dan birincisi ``Yalancı Çarşamba´´, ikincisi ``Doğrucu Çarşamba´´, üçüncüsü ``Kara Çarşamba´´, dördüncüsü ``Pay/ Hediye Çarşamba´´ olarak bilinir. Birinci çarşambada gençler tepelerde ateş yakarlar, havaya silahla ateş ederler ve buna ``Çille Kovması´´ denir.
Çarşamba Hatun:

İran Afşar Türklerinde Çarşamba Hatun diye bilinen bir inanç vardır. Bu hatunun evlere girip mutluluk getirdiğine inanılır. Bu inancı uyarlama adına Çarşamba günü her evden bir hanım evin damına çıkar. Onun bir elinde demir şiş diğer elinde de kavurga vardır. O damın üzerinde şişle bir dikdörtgen çizer İkinci Hanım kavurgayı eker gibi yapar ilgili Türkçe duayı okur ve Nevruz uygulamaları devam eder. Bu özellikleri ile Çarşamba hatun, Kara İye değil, kara iyenin olumsuz etkilerini gideren adeta ak iyedir.
Çor:
Kara anlamına gelirken ``çor çıksın suratına´´ denir. Böylece yüzünde sağalmaz yaraların çıkması temenni edilmiş olunur. Çorlanmak yenen içilenin hayrını görmemek anlamındadır. ``Çorlan, zıkkımlan´´ denir. Çorlu çocuk gelişip serpilemeyen iştahsız sürekli hasta olan çocuktur. Bu arada zıkkım`ın zakkum ile ilişkilendirildiği de bilinmektedir. Artvin yöresinde çorlu ile marazlı eş anlamlı olarak kullanılır .
Congoloz;
Hemşin yöresinde varlığı bilinen bir kara iyedir. Kısa ve iri yapılı her tarafı kıllarla örtülü bir yaratıktır. Yılın son ayının son haftası ile ilk ayının ilk haftasında görülür. O, özellikle yiyeceklere ve ambarlara musallat oluşu ile bilinir. Karadan nefret ettiği için onun çıkacağı zamanlar ambar kapıları kömürle karartılırdı. Daha ziyade ikindiden sonra ve gece insanların karşısına çıkar ve demir dili yün tarağı/tapul tarağı ile insanlara zarar verdiğine inanılır. Korunmak için onun sorularına içerisinde kara kelimesi geçecek şekilde cevaplar verilir. Mesela ismim Kara Mürsel, Kara Köyden geliyorum, Kara Dağa gidiyorum gibi. Erkek ve dişisinin de olduğuna inanılan congoloz tarafından beğenilip kaçırılmaya karşı tedbirli olmak üzere kişi ``adım Musa, boyum kısa, kendim köse´´ gibi ifadeler kullanılırmış. Congoloz sair zamanında deniz kenarında elek ile kum edinmeye çalışırmış ve bu ona verilmiş bir ceza imiş. Congolozdaki kömür kara, çirkin görünme ve akşamdan sonra etkili olma motifleri ilginç olmalı. Diğer taraftan kara Türk halk tefekküründe adeta bir koddur Türk Halk İnançlarında Kara Congoloz`un ismi ile ayın tutulmasında ismi geçen Cıngoloz ismi arasındaki benzerlik de anlamlı olmalı.
Cangolaz//Celmavuz/Cemouz/Yerimaağız/Yelbegen/Eger/Div:
Bu iye de gök iyeleri ile yeryüzünde yaşayanlar arasındaki bağlantıyı gösteren iyelerdendir. Cangolaz, Ayı ve çok kere de güneşi koruyan iki görevli köpek uyuyunca onu yemek için gelen dev yılanın adıdır. Güneş tutulunca insanlar gürültü yaparak görevlilerin uyanmalarını amaçlarlarmış, şeklinde bir inanç vardır.
Cazı/Kuyruklu/Poçikli:
Cazı, cadı inancı Doğu Karadeniz halk inançlarında çok yoğundur. Daha ziyade kedi veya örümcek şeklinde göründüğüne inanılır. Logusa hanımlara musalat olur ane ve bebeğinin ciyerini yiyen kuyruklu bir yaratıktır. Parmak büyüklüğündedir ve kuyruğu sadece suda görünebilir. Gözleri insan gözlerine benzer. Bir kısım cazılar insanları öldürürlerken bir kısmı öldürmezler. İnanca göre cazılar olabilecekleri tahmin edebilirlermiş. Can alacak cazının can almadan kuyruğunun sızladığına inanılır. Bu varlık, öldürme işlemini avının kanını emerek ve ciyerini yiyerek yapar. Cazıyı dövmek veya öldürmek isteyen kimse onun hangi şekle girdiğini bilip o halindeyken dövüp veya öldürmesi gerektiine inanılır. Cazı etrafında Trabzon ve Rize halk inançlarında efsaneler oluşmuştur. Çeşitli hayvan donlarına bilhassa Merkep, Keçi donlarına giren, bazen körpe bebek gibi görünen ve bazen da tabut şekline giren bu iyenin görüldüğü coğrafya da çok geniştir. Doğu, Kuzey Doğu Anadolu ve Kuzey Irak`ta da bilinmektedir .Cadı kelimesi giderek anlam kaymasına uğramış arabozan, kara büyü yapan, kara ruhlu çirkin kadın kişi tiplemesine dönüşmüştür. Ardanuç`un Ferhat İle Şirin Efsanesindeki ara vuran, bozan kadın hile yaparak onların birleşmesini ebedi engeller.
Halk inanmalarında kadın kişiye, çocuksuz kadın kişiye, dul kalmış kadın kişiye bazı majik muhtevalar mal edilmiştir. Gelin kınası karmak, kız istemesine gitme ve benzeri durumlarda bu tür hanımlara izleri kırsal kesimlerde yaşamakta olan bazı uğursuzluklar yüklenilmiştir.
Saha Türklerinin yaşayan halk inançlarına göre, eğer Üöre dönüşen kimse kandın ise kocasının, eğer erkek ise karısının yeni kocası hortlamak suretiyle ızdırap verdiğine inanılır. Ayrıca Saha Türklerinde özellikle evlenemeyen çok geçikmiş kızların Üöre dönüşebilecekleri inancı vardır. .Orta Anadolu`nun bazı bölgelerinde ilk eşi öldüğü için bir süre sonra evlenme kararı alan erkek, yeni evliliğini yapmadan evvel ilk eşinin mezarına gider onunla halleşir adeta helâlık alır.
Azerbaycan Türk kültür coğrafyası bölgelerinden Lenkeranda oğlan evinden gidecek hediye paketini kız evinde `Başı Bütöv` bir hanım açar. Başı Bütov dul olmayan eşi ve doğurmuş olduğu çocukları bulunan hanımdır. Seyidneslinden bir hanımın olması tercih edilir. Seyid neslinden hanımların bu tür meclislerde olmaları ve dualarının alınmasına dikkat edilir.
Kamizmde, dul kadına özel önem verilir, himaye edilir. ``Allah bunu kesdi, sen kesme´´ denir. Kındık Enesi (ebe) anneden daha fazla önemsenir. Kındık Ene, çocuğun annesinden önce gördüğü için itibarlıdır. ``Bebek ebesine benzer inancı vardır. Sütü olmayan annenin bebeği ebesinin sütü ile beslenir.
Anadolu Türk kültür coğrafyasında cindar daha ziyade cinlere muhatap olan kimse olarak bilinir. Cindarlar cinleri vasıtasıyla tedavi yapmakla kalmaz cinleri musallat ederek insanları hasta da edebilirler. Cinlerin sakladıkları definelerin yerini bulurlar. Cinlere yaptırılmış muskaları bozabilir.
Azerbaycan Dağlılarında cadıyı / büyüğü bozmak için o bulunur içi boşaltılıp ayakyoluna / Tuvalete atılır veya toprağa gömülür.
Türk Kültürlü halklardan Dağlıların inancına göre ayağına süpürge deyen kimse onun üzerine tu tu tu yaparak tükürür gibi davranmalıdır. Bu inanç bu coğrafyanın diğer halklarında da vardır. Bunu yapmayanın iftiraya uğrayacağına inanılır. Süpürge-cadı-kara büyü bağlantısı ile ilgili inançlar da yaşamaktadır.
Ciz Tırnak,
Tatar Türk mitolojisindeki diğer dişi ruhlar; Ciz Tırnak, Kadın şeklinde bakır burunlu, bakır tırnaklı ve sesi çok gür olan bir varlıktır. Bu sesi ile kuşlar gibi varlıkları öldürebilir. Gecelerin ocak yakan yolcuların ve avcıların yanına gelir. Onlardan yemek ve yatacak yer ister onlar uyuyunca onları tırnakları ile öldürür
Tatar Türk halk inançlarındaki Er/Ervah (can/ruh) ölmüş ata babaların ruhu olup insanlara yardım ettiklerine inanılır.
Çalma,
Çalma da bir zarar verici isim ve zarar verme fiilidir. Yılanın iyesi çalar. Böyle haller için yılan soktu, yılan ısırdı, denilmez de ``yılan çaldı´´ denir. Artvin yöresinde felçli kimselere Çalık denir. Buarada, ısırgan otu da çalar veya dağlar.
Çarşamba/Çerşembe:
``Nevruzdan önceki dört Çarşamba kutsal sayılmaktadır. Bu çarşambalar; &8216;İlahır Çarşambaları/Yılın Son Çarşambaları denilmektedir. İlk Çarşamba ``Su Çarşambası´´, İkincisi ``Od Çarşambası`, üçüncüsü &8216;Yel Çarşambası`, dördüncüsü &8216;Toprak Çarşambası/Ahır Çarşamba/Son Çarşambası` dır. Azerbaycan`ın Türk Kültürlü halklarında Hemşerilerde de Çarşambalar Hava Çerşembesi, Su Çerşembesi, Od Çerşembesi ve Toprak Çerşembesi olarak bilinir Çalışmamızın merkezine Ahır çarşambayı almış olmakla birlikte konunun açıklığa kavuşturulması adına diğer 3 çarşambaya da farklı vesilelerle değinilecektir.
Kuzey Azerbaycan`da Nevruz 20&8211;21 ve 22 Mart`ta yapılır. Halk Nevruz`a Kırk gün kala bayram hazırlıklarına başlar. İlk Çarşambaya kadar büyük temizlik yapılır. Sayacılar uygulamalarını başlatırlar. İkinci Çarşambaya kadar zirai hazırlıklar tamamlanır. Arpa kuyuları açılır, erzakı bitenlere yardım edilir. Üçüncü Çarşamba/Su Çarşambasında özel drama şenlikleri sergilenir. Ahır Çarşamba/Son Çarşamba`da uygulamalar doruğa çıkar. Bu uygulamalar aynı zamanda Türk sahne sanatları hayatının tarihi köklerine ışık utabilecek halk kültürü verileridir.
İran`ın Karapapah Türklerinde dört Çarşamba`dan birincisi ``Yalancı Çarşamba´´, ikincisi ``Doğrucu Çarşamba´´, üçüncüsü ``Kara Çarşamba´´, dördüncüsü ``Pay/ Hediye Çarşamba´´ olarak bilinir. Birinci çarşambada gençler tepelerde ateş yakarlar, havaya silahla ateş ederler ve buna ``Çille Kovması´´ denir. İkinci Çarşamba yok sayılır atlanır. Üçüncü çarşambada başsağlığına gidilir, mezarlıklarda hayırlar işlenir, yaslı aileler ziyaret edilir, onlarla birlikte mezar ziyareti yapılır. Dördüncü çarşambada hediyeler verilir. Baca- Baca, Şal Sallama, Nava, akarsuya gitme merasimleri yapılır. Nevruz`da kış için muhafaza edilmiş, milah diye bilinen salkım şeklinde üzüm yenilir. Karapapah Türklerindeki Çille Kovma, anne ve bebekler için yapılan Kırk Çıkarma, Kırk Uçurma, Kırklama inançlarından tamamen bağımsız değildir.
Yalancı Çarşamba, Haberci (Cıdırcı, müjdeci) Çarşambası, Ölü Çarşambası (Kara Çarşamba ve ya Ölü Bayramı´´, İlin-Ayın Axır Çarşambası şeklinde olmaktadır ki tahlilleri mantıklı ve gerçekçi görünmektedir.


Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.