TARİH`E TARİH YAZAN YAZAR
Mustafa Mete İSLAMOĞLU YAZIYOR
TARİH`E TARİH YAZAN YAZAR 17. yüzyılın en önemli gezginlerinden Evliya Çelebi`nin 400`üncü doğum yıldönümü için, hazırlığı iki yıl süren bir kitap çıktı. Çelebi`nin 10 cilt tutan &8216;Seyahatnâmesi`ni özetleyen ve bilimsel yorumlarla sunan &8216;Evliya Çelebi Atlası`, tarih ve coğrafya tutkunlarının ilgisini çekecek bilgilerle dolu&8230; ``İnşaallah helaldir´´ diyerek zürafa kebabı yemesinden, gerçek adını kimsenin bilmemesine işte o kitaptan bazı anekdotlar&8230;
Gezginler, hem kendi medeniyet birikimlerini dünyaya taşır hem de başka medeniyet havzalarının zengin ürünlerini bölgelerine aktarmak, anlatmak ve tanıtmak isterler. Üç kıtaya yayılan Osmanlı Devleti`nin sahip olduğu hazineleri bize aktarmaya çalışan Evliya Çelebi, tam bir medeniyet gezginiydi. Ömrünün 40 yılını seyahatle geçiren bu büyük gezgin, iyi eğitim görmüş, üslup sahibi bir edip, şair, hattat, nakkaş, musikişinas, zarif ve entelektüel bir İstanbul çelebisiydi. Gezilerindeki gözlemlerini ve deneyimlerini paylaştığı Seyahatname, İstanbul`da başlayıp Kahire`de son bulur. Evliya Çelebi, Türk tarihi kadar o yıllarda Osmanlı sınırları içinde yer alan Avrupa ve Afrika tarihine de ışık tutmuştur yazılarıyla. Belki de bu yüzden Avrupa Konseyi, Osmanlı İmparatorluğu coğrafyasının insanlığa yön veren en önemli 20 kişisinden birinin Evliya Çelebi olduğuna karar vermiştir. UNESCO da Çelebi`nin 400. doğum yıldönümü olan 2011 yılını Evliya Çelebi Yılı ilan etti. Bahçeşehir Üniversitesi ve MEDAM (Medeniyet Araştırmaları Merkezi) işbirliğiyle 400. yıla özel hazırlanan ve hazırlığı iki yıl süren başyapıt niteliğinde bir eser de bu ay satışa çıktı: Evliya Çelebi Atlası. Evliya Çelebi`yi daha iyi tanımak, yaşadığı dönemin ve gezdiği yerlerin tabiatını, kültürünü, siyasetini ve ticaretini solumak isteyenler için güzel bir kaynakça oluşturmuşlar. İşte o kitaptan bazı satırbaşları&8230; Evliya Çelebi hakkında, Seyahatnâme diye isimlendirilen eserinde bahsettiği kadar bilgiye sahibiz. O, gözlemlediği bütün olayların içinde olmasına rağmen hep perde gerisinde kalmayı yeğleyerek, âdeta mahlası olan &8216;hakîr-i fakîr` ibaresine uygun davranarak kendisini arka planda tutmuş. Ama işinde iddialı. Bu yüzden kendisine &8216;seyyâh-ı âlem` demeyi de ihmal etmez ve bununla övünür. On cilt eser bırakan müellifimiz, lakabı olan &8216;Evliya Çelebi` ile öyle şöhret bulmuştur ki gerçek ismini bile yazmaya gerek duymamış ve asıl ismi unutulmuştur. Bu aslında müellifin yaptığı işin büyüklüğüne rağmen tevazuunu da göstermektedir. Seyahatlerine, 17. yüzyılın en ciddi para operasyonunun yapıldığı tarihte (1640) başlayan Evliya Çelebi, gerek Osmanlı topraklarında tedavül eden paralara gerekse gittiği yabancı memleketlerin paralarına değinirdi. Evliya, gezdiği coğrafyalardaki paralara çeşitli vesilelerle temas eder. Bunlardan ilki, bir malın kıymetini belirlemektir. Mesela, bir meyvenin, objenin veya gayrimenkulün kıymetini belirtmek için parasal karşılığını verir. Evliya, aynı zamanda gezdiği pazarlardaki mal fiyatlarını aktarırken de paraya vurgu yapmıştır. Değer tayini için seyyahın en fazla kullandığı iki para türü, Osmanlı topraklarında çok yaygın olan akçe ve guruştur. Öyle ki, seyyahın akçeye yönelik vurgusu, iktisat tarihçilerinin, 17. yüzyıl ortalarından itibaren akçenin önemini kaybederek piyasalardan silindiği yönündeki kanaatinigözden geçirtecek kadar yoğundur. Yüzyılın sonlarına doğru, Osmanlı, tarihinde o vakte kadar görülmemiş bir para operasyonuna girişti. 1689-1691 arasındaki 32 ayda, teki bir akçe değerinde olan 600 milyon mangır basarak piyasaya sürdü. Ödemelerin önemli bir kısmının yeni bakır paralarla yapılması zorunlu hâle getirildiği için mangırın piyasada kabul görmesi pek zor olmadı. Böylece mangır, yüzyılın sonlarına doğru piyasada en fazla dolaşan para birimi hâline geldi.
Evliya Çelebi`nin 1646`da gittiği Urfa`ya dair ilginç tespitleri var: Şehrin en önemli yapısı olan Urfa Kalesi`nde yaklaşık 200 personel hizmet verirmiş. Harran tarafındaki bağ ve bahçelerde her biri yaklaşık 1,5 kilogram ağırlığında narlar yetişirmiş. Beyaz lavaş ve yufka ekmekleri, tandır kebabı, helvası, dut şarabı ve ipeği meşhurmuş. Bu veriler Urfa`da canlı bir ticari, zirai ve kültürel hayatın varlığını gösteriyor. Evliya Çelebi`nin ilgi alanlarının başında yeme-içme gelmektedir. Eskilerin tabiriyle bir &8216;şikemperver`, yeni tabirle bir &8216;gurme` olan bu zarif insan, padişah saraylarındaki yemeklerden eşkıya sofralarına, zengin konaklarındaki yemek ziyafetlerinden fakir bir köylünün paylaştığı ekmeğe kadar pek çok şeyi tadar gezdiği yerlerde. Yeni şeyler denemekten çekinmez. Bu, Afrikalı bir kabile reisinin ikram ettiği zürafa kebabı olsa bile ``İnşaallah helaldir´´ deyip yiyiverir. Yemeye içmeye meraklı olduğundan gittiği yerlerde hemen, ne yenir, ne içilir sorup öğrenir ve mutlaka tatlarına bakar. Tadına bakıp beğendiklerini de aynı lezzetteki üslubuyla anlatır Seyahatname`de. ``İnsan yemeye doymadan ölürse şehit olur´´ diye abartılı bir biçimde ifade edecek kadar sever Bursa`nın kestanesini. Eserinde kimi zaman listeleyerek, kimi zaman ayrıntılı bir biçimde yediklerinin neye benzediklerini anlatır ancak hemen hemen hiçbir yemeğin nasıl yapıldığını kaydetmez. Evliya, eğer resmî bir görevle ve askerlerle birlikte yolculuk etmiyorsa, ``Önce yoldaş, sonra yol´´ düsturuna uyarak oldukça kalabalık bir hizmetkâr ve dost kafilesiyle birlikte yolculuk ederdi. Kafilede elbette atlar, bazen develer, ayrıca yazarın çok sevdiği köpekleri de yer alırdı. Malzeme olarak da en başta silahlar, giysiler, çadırlar ve tencere, kazan, ibrik gibi mutfak araç gereçleri taşındığını rahatlıkla tahmin edebiliriz. Seyyah, güzergâhı uygun olduğu ve şansı yaver gittiği zaman, özellikle Anadolu ve Balkanlar`ın yaylalarında konakladığında, çeşitli kuşlar, derelerden balıklar avlayarak, hediye edilen koyunları kebap ederek &8216;zevk [u] safâlar` sürebiliyordu&8230;
Evliya Çelebi`nin kendisi doğum tarihini 1020 Muharremi`nin onuncu günü (25 Mart 1611) olarak bildirmiştir. İşte bu tarih, yani Aşure Günü, başka bir tılsım olarak Evliya`nın yaşam öyküsünü ve Seyahathame`yi başından sonuna sarıyor. Evliya, kendisine bir doğum günü seçmiştir ve seçtiği bu tarih hayatının dönüm noktalarında hep tekrarlanmaktadır. Tüm bu tekrarlar, zamanı bir çember gibi algılamanın ifadesidir. Cetvel gibi çizgisel değil, kağnı tekerleği gibi döngüsel bir zaman anlayışıyla yere ve göğe bakmanın anlatısıdır. Evliya Çelebi için Aşure Günü, çember içinde çember bir evrenin başlangıcı ve bu yüzden sonudur. Evliya Çelebi, sıklıkla elinde bir kuş tüyüyle yazı yazarken temsil edilir. Osmanlı toplumunda (ve hatta daha genel olarak İslâm toplumlarında) hiçbir zaman kuştüyüyle yazı yazılmamıştır. Üzerine Seyahatnâme`sini güya kaydettiği parşömen tomarı gibi, Evliya`nın elindeki kuş tüyü de Batı ikonografisinden körü körüne ithal edilmiştir&8230; Evliya Çelebi`nin seyahate çıkıp anılarını kaleme aldığı 1640-1672 yılları, Osmanlı İmparatorluğu`nun yazı kültüründe önemli bir döneme tekabül eder. O dönemde kamış kalemle yazılırdı. Zaten &8216;kalem` kelimesi de Yunanca &8216;kamış` anlamına gelen kálamos`tan Arapça`ya girmiş... Kamış kurutulur, gübreye yatırılarak terbiye edilir, yüksekten bırakılarak sert bir yüzeye düşürüldüklerinde belirli bir tıkırtı çıkardıkları zaman hazır addedilirler. O zaman &8216;kalemtıraş` denilen özel bir bıçakla uçları kesilir, içlerindeki &8216;şeytan` denilen lifler çekilip çıkartılır, uçları inceltilir ve şekillendirilir, sonra &8216;makta` denilen fildişi, sedef yahut kemikten mamul yüzey üzerine yatırılarak uçları &8216;şakk` edilir, yani yarılır ve &8216;kat` edilir, yani meyilli bir şekilde kesilir&8230; günümüzde bunlar tarihe karışanlar arasındadır. İnsanlığın tertemiz hisleri gibi bunlarda tarihe karıştı. 18-OCAK-2015 ALANYA
|