Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10791
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Görüş bildirebileceğiniz Ana Kategoriler
Anayasal Düzen (154) | Dış Politika (2278) | Ekonomi (234) | Eğitim (91) | Devlet Kurumlarımız ve Memurlar (63) | Adalet (71) | Milli Kültür (522) | Gençlik (27) | Siyasi Partiler ve Siyasetciler (844) | Tarım (147) | Sanayi (13) | Serbest Meslek Mensupları (5) | Meslek Kuruluşları (2) | Basın ve Televizyon (19) | Din (1052) | Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız (54) | Bilim ve Teknoloji (13) | Milli Güvenlik (623) | Türk Dünyası (888) | Şiir (77) | Sağlık (185) | Diğer (3429) |

Görüş bildirebileceğiniz Türk Dünyası konuları
Türk Dünyası (888)


Türk Dünyası - Türk Dünyası konusu hakkında görüşler
Roza KURBAN - (Ziyaretci) 18.11.2011 10:39:07

1921-22 YILLARINDA İDİL-URAL BÖLGESİ`NDEKİ AÇLIK

1921&8211;1922 Yıllarındaki İdil-Ural Bölgesi`ndeki Açlık



Roza KURBAN



459 yıldır Kazan Tatarları Ruslar tarafından çeşitli baskı, zulüm, sürgün ve ölümlere duçar edilmiştir. 1552 yılının sonbaharında Korkunç İvan`ın Kazan Hanlığı`nı işgali ile başlayan bu süreç bugünlerde de hız kesmemiştir. Rus işgali sırasında çoluk-çocuk, genç-yaşlı herkes son damla kanına kadar Kazan`ı savunmuş, Ruslar şehre girdikten sonra da hiç kim kaçmamış kahramanlarca mücadele vererek şehit olmuştur. Ruslara gelince, onlar karşılarına çıkan herkesi kılıçtan geçirip yere düşmüş şehitlerin üzerine basarak adım adım şehrin merkezine doğru ilerlemişlerdir. Son en büyük çarpışma Kul Şerif Camisi`nde olmuştur. Vatanı için şehit olan bu kahraman dedelerimizin bugün Kazan`da heykeli bile yokken, işgalci Rus askerlerinin anıtı çoktan dikilmiştir. 1552 Rus işgalinden sonra Tatarlar için günleri yıla bedel olan çile dolu yıllar başlamıştır. Zorla Hıristiyanlaştırma, Ruslaştırma siyasetine karşı ayaklananlar da, ülkesini terk etmek zorunda kalıp muhaceret edenler de, zorbalığa boyun eğip Hıristiyanlığı kabul edenler de olmuştur. 1917 Şubat ve Ekim Devrimlerini İdil-Ural bölgesi Türkleri de büyük bir sevinçle karşılamıştır ki, bunu Rus zulmünden bir kurtuluş olarak görmüşlerdir. 1917 Ekim Devrimi`nden sonra Lenin başkanlığında iktidara gelen Bolşevikler herkese özgürlük, eşitlik, herkese iş ve aş vaat etmiştir. 1918 yılında Lenin`in çıkardığı karar gereği, tüm zenginlerin mal mülkleri müsadere edilmiştir. Artık herkes eşittir. Ne yazık ki bu vaatlerin sadece sözde kaldığı çok zaman geçmeden ortaya çıkmıştır. 1921&8211;1922 yıllarında İdil-Ural bölgesinde kuraklık sonucu açlık baş göstermiştir. Sovyet Hükümeti depolarda erzak stokları olduğu halde bölge halkına yardım elini uzatmamakla kalmamış, bölge halkının açlıktan ölmesine seyirci kalarak suç işlemiştir. Bölge halkı kaderi ile baş başa bırakılmıştır. İdil-Ural bölgesinde ikamet edenlerin büyük çoğunluğu Türkler olduğu için bu ölümler onların işlerine gelmiş olmalı ki, Türkleri yok etmenin daha kolay yolunu elde etmişken bundan yararlanmışlardır. Zaten amaçları Rus olmayanları yok etmek olan Sovyetlerin yarattığı bu yapay açlık bir insanlık suçudur. Fakat nedense kimse bunun hesabını sormamış, suçlu da aranmamış, olan İdil-Ural bölgesinde yaşayan Tatar-Başkurtlara olmuştur. 1921&8211;1922 yıllarındaki yapay açlık tüm İdil-Ural bölgesini kasıp kavurmuş, milyonlarca insan açlıktan öbür dünyayı boylamıştır. Bu yapay açlık, aslında bir soykırımdır ki, insanlar göz göre göre ölüme mahkûm edilmiştir. Dünyada her şey insanlık için yapılırken, Sovyetlerde ise tam tersi her şey insana karşı yapılmaktadır. Sovyetler için insanların hiçbir değeri yoktur, hale söz konusu Türkler ise&8230; Onun içindir ki, bundan bilhassa bölgede yaşayan Türkler nasibini almıştır.



1921&8211;1922 yıllarında İdil-Ural bölgesinde yaşanan açlık ile ilgili yazılanlar yok denilecek kadar azdır ki, konu siyasi olduğu için pek irdelenmemiştir. Bundan tam 90 yıl öncesinde bölgede yaşanan açlık ile ilgili o günlerin canlı tanığı olan insanların anlattıkları ve Tatar Edebiyatı`nın gelmiş geçmiş en ünlü roman yazarı, tarihçi, filolog, siyasetçi, Stalin Devri kurbanı Galimcan İbrahimov`un (1887&8211;1938) 1923 yılında kaleme aldığı ``Ademner´´ (Adamlar) romanı dışında başka bir şey yoktur. 1921&8211;1922 yıllarındaki açlığı, ilk önce o yıllarda henüz 14 yaşında olan geleceğin yazarı Mirsey Emir`den (1907&8211;1980) dinleyelim. Mirsey Emir, açlık yıllarını Başkurdistan`ın Melevez bölgesi Cirgen köyünde geçirmiştir. Rafael Mostafin, Mirsey Emir`i konu alan ``Ben İki Mahşerden Geçtim´´ başlıklı yazısında açlık yıllarının ne denli dehşet verici olduğu gözler önüne serilmektedir: `` - Ben, hayatımda yaşamla ölüm arasında olan çok zor iki dönem yaşadım. İlki &8211; Başkurdistan`daki 1921 yılındaki açlık&8230; İkincisi &8211; 1937&8211;1938 yıllarındaki kanlı mahşer&8230;

Açlık yıllarının kuraklık yazında İç Savaş ve devamlı istimlâk edilip güçsüz duruma getirilen Tatar köylerinin kökünden yok olmasını sık sık dile getirirdi. İnsanlar kazayağı, ağaç kabuğu yemişler&8230; Etraftaki kedi, köpekler kaybolmuş. Kargalar bile insanlardan korkar hale gelmiş, ellerinde taş olan çocukları fark eder etmez gaklayarak uçup gözlerden kaybolmuşlardır... Talan&8230; Öldürmeler, yalnız bir dilim ekmek için değil, bir çeşit kazayağı tohumu veya kokuşmuş bir parça at eti içindir&8230; İnsanlar, ölüleri defnetmeye yetişememişler; kararmış, şişmiş cesetler haftalarca yol kenarında yatmıştır.

O yıllarda Emirovların &8211; anne-babası, dört kardeşi, uzak ve yakın akrabaları, yani nerdeyse tüm ailesi ölmüştür. Kendisi ise mucize eseri sağ kalmıştır. Bir deri, bir kemik halinde olan, açlıktan delirmenin eşiğine gelen çocuğu Çocuk Esirgeme Kurumuna yerleştirmişlerdir&8230;

Ben ondan ne zaman daha zor olduğunu sorduğumu hatırlıyorum. Mirsey ağa, yüzünde hüzünlü bir tebessümle biraz sessiz kaldıktan sonra, şöyle demişti:

&8212; Her iki dönemde de insan varlıkla yokluk arasındadır. Böyle durumlarda çok az insan, namusunu, itibarını koruyup, insan olarak kalabiliyor. Ancak şunu söyleyebilirim: yirmi birinci yılda ben sadece bir şey düşünüyordum &8211; nasıl hayatta kalırım, aç karnımı neyle doldururum&8230; ´´ (Mostafin 2009: 117&8211;118). (Çev. R.K.) Yukarıdaki anılardan da anlaşıldığı gibi İdil-Ural bölgesi çok zor günler geçirmiş, insanlar hayatta kalabilmek için tıpkı savaş alanındaki gibi yaşam mücadelesi vermiştir.



Galimcam İbrahimov`un ``Adamlar´´ romanı da 1921&8211;1922 yıllarında İdil-Ural bölgesinde yaşanan açlık konusu üzerinedir. Yazar açlık yıllarının canlı tanığı olduğundan roman yaşanan gerçek olaylardan yola çıkarak yazılmıştır. Roman 1923 yılında yazılmış olup, açlık yıllarının daha anıları soğumamışken sıcağı sıcağına kaleme alınmıştır. İbrahimov`un bu romanı uzun yıllar yasaklanmıştır. Bunun sebebi Sovyetlerin kendi suçlarını örtbas etmek istemelerinden ileri gelmektedir. ``Adamlar´´ ilk kez 1990`lı yıllarda ``İdel´´ (İdil) dergisinde, daha sonra 1997 yılında ``Edebi Miras´´ kitabının 4.cildinde ve 1998 yılında ayrı kitap olarak yayınlanmıştır. 1921&8211;1922 yıllarındaki açlık, romanda tüm ayrıntıları ile gözler önüne serilmektedir. Romanı ilk kez 1990`lı yıllarda ``İdel´´ dergisinden okumuştum. Romanın başında &8216;kalbinden rahatsız olanlar okumasın` uyarısı vardı. Böyle bir uyarıyı ilk kez görüyordum ki, şaşırmıştım. Bu uyarının nedenini, romanı okumaya başlayınca anladım. ``Adamlar´´ romanını okurken değil kalp hastası, normal sağlıklı bir insan bile allak bullak oluyor, kendini rahatsız hissediyor. Sayfaları çevirirken, insanların çaresizliği perişan ediyor, oradakilere yardım etmek istiyorsun. Galimcan İbrahimov, o çileli acı dolu günleri tekrar yaşatıyor okura. Romanı okurken insanın kanı donuyor, &8216;yok artık bu kadarı da fazla` demek geliyor içinden. ``Adamlar´´ (1921&8211;1922 yıllarında İdil-Ural bölgesinde yaşanan trajediler) romanı şu satırlarla başlamıştır: ``Ölüm kara kanatlarını açtı. Yeryüzü sanki onun altında kaldı. Çevre korkunç karanlık mezarlıklar, lahitler, öldükten sonra tekrar dirilen canlı ölülerle doldu. İnsanların kalbi buna dayanmadı, hareket edebilenler korkudan dünyanın öbür uçuna kaçtılar. Türkistan, Kafkasya, Sibirya bozkırlarını buradan dağılmış güçsüz hayaletler bastı.´´ (İbrahimov 1998: 116). (Çev.R.K.). 1921&8211;1922 yıllarındaki açlık sırasında bölgede yaşayan birçok insan açlıktan kurtulmak için Orta Asya, Sibirya`ya göç etmek zorunda kalarak evinden, yurdundan olmuştur. İdil-Ural bölgesinde kalan büyük çoğunluk ise açlıkla burun buruna gelerek var olma mücadelesi vermiştir. Galimcan İbrahimov ``Adamlar´´ romanında bir köyü tasvir etmiştir. Köy, hayalet bir köyü andırmaktadır, etrafta ne bir ses, ne de bir hareket vardır. Köydeki evler de terk edilmiş evler gibi bazısının camı kırık, bazılarının çatısı, kapısı yoktur. Zaten açlıktan perişan olan insanların bir adım atacak halleri yoktur. Köyde soğuk kış olmasına rağmen yakacak olmadığı için evlerde sobaların yakılmaması, insanların üzerlerine giyecek kıyafetlerinin dahi olmaması açlığı daha da dayanılmaz bir hale getirmiştir. Köyde dolaşan tek tük insanlar da tıpkı hayalet gibi ya bir deri bir kemik, ya da açlıktan vücutları şişmiş durumdadır. Bir de açlığın beraberinde getirdiği tifo ve saire bulaşıcı hastalıklar insanların aç bedenlerini daha da zayıflatmıştır. Açlığın baş gösterdiği ilk aylarda ölenlerin cesetlerini gömmüşler, daha sonra ölümler o kadar çoğalmış ki hayatta kalanlar defin işleri ile baş edemez hale geldiklerinden ölüler ortada kalmıştır. Bir de buna soğuk kış koşulları da eklenince, bir adım atacak hali olmayan insanlar nasıl mezar kazsınlar? Artık cesetleri ambarlara götürüp atmışlar, bazen ölüler arasında öldü diye atılan halsiz düşmüş diri insanlara da rastlanmıştır. İnsanların pat diye düşüp ölmesi de artık alışkanlık yapmış, ölenlere kimse dikkat etmemiş, ölenler için ağlama diye bir şey de olmamıştır. Sadece ölüleri götürüp atmışlardır. Sonbahar aylarında daha oradan buradan ot toplayarak, kedi, fare, kuş, kurbağa ve saire ile karnını doyuran insanlar kış yaklaştıkça daha da çaresiz duruma gelmiştir. Aç bedenler soğuktan tir tir titrerken yakacak olmadığından önce çitleri, sonra evin damındaki tahta, saman gibi yakılabilecek olan ne varsa yakmışlar ve onun ateşinde bulabildikleri gıdaları suda kaynatarak içip içlerini ısıtmaya, daha da önemlisi hayatta kalmaya gayret göstermişlerdir. Olaylar marangoz ustası Gerey ailesinin çevresinde dönmektedir. Bir zamanlar hali vakti yerinde olan Gerey`in artık hiçbir şeyi yoktur. Eşi Satire, kızları Negıyme, Behriye, Nefise ve oğlu Zeyni`den ibaret olan 6 kişilik bir ailenin açlık ile pençeleşmesi ve sonunda tüm ailenin yok olması o yıllarda alışılmış bir durumdur. Gerey`in önce büyük kızı Negıyme tifodan ölmüş, sonra eşi aynı hastalıktan öbür dünyayı boylamıştır. İkinci kızı Behirye ise, Negıyme`nin kocası Miñlebayla evlenip köyden ayrılmıştır. Negıyme gidince bir boğaz eksilmiş fakat ev bomboş kalmıştır. Gerey çocuklarının karnını doyurabilmek için önce elinde avucunda ne varsa gıda ile değiştirmiş, sonra komşu köylere gidip iş aramış, ama komşu köyde de marangoz ustasına iş verecek kimse çıkmamıştır. Çocuklar Gerey`in gözünün önünde sararıp solmuştur. Bu durum karşısında ne yapacağını şaşırmışken aklına bir fikir gelmiştir. Gece yarısı evden çıkarak derme çatma köpek kulübesine doğru ilerlemiş ve evin sadık hizmetçisi Aktırnak adlı köpeğini yakalayıp kesmiştir. Köpek zayıf olduğundan fazla eti çıkmamış, ama yeni de çocukları sevindirmeye, karınlarını doyurmaya yetmiştir. Nefise ile Zeyni biraz canlanmış ki, küçük oğlan Zeyni hayaller kurmaya bile başlamıştır. Aç tavuk kendini buğday ambarında sanır, derler ya tıpkı onun gibi. İlkbahar geldiğinde durumlarının daha iyi olacağı, kendinin balık avlamaya çıkacağı, o sırada yeni hasat toplayacakları hayalleri herkesin gönlünde bir umut uyandırmıştır. Öyle böyle geçinip giden Gerey ailesi ilkbaharın ilk günlerini görmüştür. Fakat Gerey`in durumu kötüye gitmektedir, açlıktan gözü kararan Gerey yarım delirmiş bir vaziyette sayıklayarak evde otururken aniden gözlerini çocuklarına doğru çevirmiştir. Oğlu Zeyni babasının bakışlarından kötü bir şeyler hissetmiş olmalı ki, babasını durdurmaya çalışmıştır. O sırada Zeyni evden dışarı fırlamış, babasının da onu yakalayacak hali olmadığından bakışlarını kızı Nefise`ye doğru yöneltmiştir. Nefise de babasının ne yapacağını tahmin etmiş ve güçsüz bedeni ile karşılık göstermeye çalışmış fakat başarılı olamamıştır. Böylece Gerey kızını kendi elleriyle kesmiştir. Gerey, insan olmaktan çıkmış haliyle durumun bile farkında olmadan kızının etinin kaç güne yeteceği hesabını yapmıştır&8230; İnsan kendi evladına kıyar mı hiç? Açlık insana her türlü kötülüğü yaptırır. Gerey`in kendi evladını kesmesi, 1921&8211;1922 yılındaki açlığın doruk noktasıdır. Bu yıllarda açlıktan çıkış yolu bulamayan insanlar yalnız Gerey ile sınırlı değildir. Çaresizlik içinde kıvranan açlıktan imanı gevreyen insanlar, insan eti yemeden tutun, 15&8211;20 libre una kızlarını satanlara, ellerinde erzak olup da durumu iyi olanları öldürüp evini talan etmelere kadar birçok olay yaşanmıştır bu yıllarda. İnsanlar açlıktan ne yaptıklarının bile farkında olmamışlardır ki, bunları yapmışlar. Bölgedeki insanlar, daha diriyken cehennem hayatı yaşamıştır. Bu yaşananlar normal insanın kolay kolay yapacağı bir şey değildir. Değil bunları yapmak romanı okurken, bu satırları yazarken insanın kanı donuyor, tüyleri diken diken oluyor.



Galimcan İbrahimov, kızını kesen Gerey`in ruh halini şu satırlarla anlatmıştır: ``Gönlünde hiç vicdan azabı hissetmedi: ahlak, vicdan gibi tokken insanda olan bu hisler, artık çoktan onda sönmüştü.´´ (İbrahimov 1998: 151). (Çev. R.K.). Son anda babasının kötü niyetinden kurtulan Zeyni, tüm köy halkını toplayıp getirmiştir. Evi dolduran güçsüz hayaletler bir taraftan Gerey`e &8216;kızın nerede, ne yaptın kızına, kesip yedin mi?` sorularını yöneltirken, değer taraftan itekleyip, yere yatırıp onu ayakları ile çiğnemeye çalışmıştır. Bu kargaşada dışarıdan birisinin &8216;Yükler geliyor, Sovyet yükleri geliyor, gıda geliyor` sözleriyle herkes yerinde şaşkınlık içinde bakakalmıştır. Daha sonra köylüler kendilerine gelmiş, dövülmüş Gerey`i unutup herkes dışarı fırlamış ve şehirden gelen yola doğru koşmaya başlamıştır. İnsanlar, tüm kurtuluşu atlara yüklenmiş olan erzaklarda görmüştür ki, herkes canını dişine takarak gıda yüklü atlara ulaşma gayreti içinde umuda doğru koşmuştur. Sonunda erzak yüklü ata koşulu kızaklara yaklaştıkça insanların heyecanı ve merakı daha da artmış, bazıları heyecandan düşüp bayılmış, bazıları ise kızaklara çıkıp çuvallara saldırarak dişleri ile çuvalın bağını çözmeye başlamıştır. Yükçüler aç kurt gibi kızağın etrafına üşüşen insanlara, &8216;pişirdikten sonra yersiniz, böyle olmaz` diyerek durdurmaya çalışsalar da sözleri havada kalmıştır. Çuvallardan patates çıkmış ve açlıktan nefesi kokan insanlar sanki altın bulmuş gibi sevinç çığlıkları atarak patatesi çiğ çiğ yemeye başlamışlardır. Aç insan ne yemez ki! Aça kuru ekmek bile helva gibidir atasözünü doğrularcasına insanlar donmuş 4 çuval patatesi oracıkta yiyivermişlerdir. Sovyetlerin, iş işten geçtikten sonra gönderdiği bu ``yardım´´ aslında göstermeliktir. Sovyetlerin iktidara gelirken verdikleri vaatler anacak sözde kalmıştır. Kuraklık daha yaz aylarında başlamış olmasına rağmen yardımın ilkbaharın ilk günlerinde gelmesi Sovyetlerin ikiyüzlülüğünün bir göstergesidir. Köy halkının yarısından fazlası ölmüş, geriye kalanların da sağlık durumu dibe vurmuştur. Durum böyleyken, bu aç insanlara yardım olarak getirilen erzaklar yarardan çok zarardır. Açlıktan gözleri dönen insanların &8216;aç ne yemez, tok ne demez` atasözündeki gibi iyi mi kötü mü diye araştırmadan önlerine gelen her şeyi yemeleri kaybettikleri sağlıklarını daha da zayıflatmıştır ki, bazıları yemek yedikten hemen sonra ölmüştür. 1921 yılının yazında İdil-Ural bölgesinde kuraklık olduğu bir gerçektir, fakat depolarda erzak olduğu halde Sovyetlerin bölge halkına yardım elini uzatmaması, insanların ölümüne seyirci kalması insanlık suçu, bir Türk soykırımıdır.



İnsanlar evinden çıktıktan sonra yapayalnız kalan Gerey, önce yerden kalkıp tahta yatağa oturup düşünmüştür. Daha sonra evin ortasına gelip hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştır. Hızlı adımlarla evden çıkan Gerey, ahıra doğru gitmiştir. Yaptıklarının farkına varan Gerey intihar etmiştir. Evin küçük oğlu Zeyni`ye gelince, babasının ablasını kesme olayından sonra evine bir daha dönmemiş, köye gelen yükçülerle şehre gitmiştir. Fakat bu kaçış da Zeyni için bir çözüm getirmemiştir. Şehirdeki durum köyden daha da betermiş. Zeyni ölümün pençesinden kurtulamamış, babasının ölümünün üzerinden bir hafta geçtiğinde Cami kapısının önünde bayılıp düşmüştür. Cuma namazından çıkanlar, &8216;burada ceset var, neden almıyorlar?` diyerek Zeyni`nin yanından geçmişlerdir. Fırsattan yararlanıp, insan, kedi, köpek etlerinden yemek yapıp satan yaşlı kadın Zeyni`nin cesedini çuvalına atmış, ertesi gün Zeyni`nin etleri mantı olmuştur. Böylece bir aile tamamıyla yok olup gitmiştir. Galimcan İbrahimov`un romanında 1921&8211;1922 yıllarındaki İdil-Ural bölgesindeki açlık Gerey ailesinin aracılığıyla anlatıldıysa da, bu yıllarda birçok aileyi aynı kader beklemiştir. Değil aileler, bazı köyler bile kıtlıktan yok olmuştur. Açlık milyonlarca insanı öbür dünyaya alıp götürmüş, bölgedeki birçok Türk`ün neslinin kökü kazınmıştır. O yılların istatistiği tam olarak bilinmemekle birlikte 29 milyon insanın açlığa mahkûm kaldığı, 5 milyon insanın öldüğü söylenmektedir.



Bundan tam 90 yıl önce bu ay ve bu günlerde İdil-Ural Bölgesi`ndeki Türkler açlığa mahkûm bırakılmıştı&8230; Sonraki yıllarda bölge halkını daha da zor günler 1937&8211;1938 Stalin Devri bekliyordu, fakat onların bundan daha haberi yoktu ki, açlıktan kurtulmak için çaba gösteriyorlardı. Bazıları ise Stalin Devri üzerlerine çöktüğünde 1921&8211;1922 yıllarındaki açlık yıllarında ölmeden hayatta kaldıklarına bin pişman olacaktı&8230; İdil-Ural bölgesinde yaşayan Türkler, açlık, soykırım, zulümleri atlatarak bugünlere kadar geldiyseler de, onların durumlarında ne yazık ki değişen bir şey yoktur, yine sefalet, yine baskı ve zulüm&8230;



Kaynakça:



1.Hesenov M.H., Ehmedullin A.G., Galimullin F.G., Nurullin İ.Z., Edebiyat (XX.yüzyıl başı ve 1920`li yıllar Tatar Edebiyatı), Kazan 1994.

2.İbrahimov, Galimcan, Ademner (Adamlar), Kazan 1998.

3.Mostafin, Rafael, Repressiyelengen Tatar Ediplere (Tutuklanan Tatar Edipleri), Kazan 2009.

4.Möhemmedeva, Gölsem, Olı Yul (Esas Yol), Kazan 1994.

5.Sertel, Adem, Tecrübenin Dili: Konu Konu Atasözleri, İstanbul 2006.

6.Tatar Ediplere, Megrifetçelre ( Tatar Yazarları, Maarifçileri, XX. Yüzyıl başları), Kazan 2005.





Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.