Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10791
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Görüş bildirebileceğiniz Ana Kategoriler
Anayasal Düzen (154) | Dış Politika (2278) | Ekonomi (234) | Eğitim (91) | Devlet Kurumlarımız ve Memurlar (63) | Adalet (71) | Milli Kültür (522) | Gençlik (27) | Siyasi Partiler ve Siyasetciler (844) | Tarım (147) | Sanayi (13) | Serbest Meslek Mensupları (5) | Meslek Kuruluşları (2) | Basın ve Televizyon (19) | Din (1052) | Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız (54) | Bilim ve Teknoloji (13) | Milli Güvenlik (623) | Türk Dünyası (888) | Şiir (77) | Sağlık (185) | Diğer (3429) |

Görüş bildirebileceğiniz Türk Dünyası konuları
Türk Dünyası (888)


Türk Dünyası - Türk Dünyası konusu hakkında görüşler
Prof. Dr. Gülzura Cumakunova - (Ziyaretci) 12.12.2013 19:19:33

20.Yüzyılın Yükünü Arkalayan Adam

20.Yüzyılın Yükünü Arkalayan Adam







Cengiz Aytmatov`a sormuşlar ``Sizin eviniz neresi? Eseleriniz sanki dünyayı ev edinmiş´´ diye.Verdiği cevap da: ``Herhalde benim evim 20.yüzyıl olsa gerek. Bu asrın başından sonuna kadar cereyan eden olaylar sanki benim hayatımın bir senaryosu gibiydi´´ olmuş. Gerçekten de savaşlarıyla, devrimleriyle, kutuplaşmalarıyla, küreselleşmeleriyle, yozlaşmalarıyla, kayıplarıyla ve baş döndürücü kazançlarıyla 20.yüzyıl insanoğlunu hem çok acıtan, çok üzen, hem çok sevindiren ve şaşırtan bir asır olmuştur. Ne var ki bu asrın inişli çıkışlı yollarını, gerçek yüzünü yansıtmaya, tarihlendirmeye kalkışan kimi aydın, yazar, tarihçilerin çoğu onun burhanlarına kapılarak yok olmuşlardır.



Aytmatov da bu asrın çocuğuydu. Onunla beraber büyüdü, acılarını çekti, kendi seçtiği alanda üzerine düşen görevini yaptı ve onunla beraber yaşlandı. Tanrının nasip ettiği 80 yıllık ömrünün her basamağıyla özdeşleşmiş bu asrın yükünü taşıyarak yaşadı. Onun dahiliği, dünyada olup bitenleri her nerede: bir Kırgız köyünde, bir Kazak çölünde, bir okyanus açıklarında veya uzay boşluğunda anlatmasın, insanoğlu için şerefli sayılabilecek faziletleri, erdemleri bulabilmesi, onu eserlerine yansıtabilmesidir. Bu duygular insanın yaşadığı her yerde aynı olduğu için dünya insanı Aytmatov eserlerinden kendini buldu ve bu güzellikleri milyonlarla paylaşmak için onlarca dillere çevirdiler. Bugünkü gibi bir soğuk günde ve dönemin de soğuk yıllarında doğmuş olan yazar, hayata da kötülüklerin peş peşe sıralandığı bir dönemde gözlerini açmış.



Bir Kırgız köyünde dünyaya gelen Aytmatov`un dünyanın bir dev yazarına dönüşmesindeki yolunu hazırlayan kader, onu öyle bir çizmiş olmalı ki, bu çocuk çok acı çeksin, yoksulluğu, çaresizliği öğrensin, insanların şeytana dönüşebileceği öteki yüzünü görsün, görsün ki yine de insan olarak kalabilmenin yolunu bulsun diye. Bu engebeleri aşarken yüreği katılaşmasın, kinle beslenmesin, kaderin attığı tokada karşı ellerlini ancak hayır dua ile kaldırsın diye. Yaradan`dan hayrı, sadece kendisi ve çevresi için değil bütün dünya insanı için dilesin, tanrının lütfettiği aklı, kaleminin gücünü bütün dünyada barışın, insanlık duyguların göğermesi için tohum saçarak kullansın diye. Onun, öyle çizilmiş bir hayatı yaşadığına inansak da, hayatı, metaneti, peygamber sabrı, dahiyane öngörüleri karşısında birçok sorunun cevabını yine aramaktan kendimizi alamıyoruz. Örneğin,



Nasıl oldu da küçüklüğünden Stalin`in, arkasından Hitler`in katliamlarına şahit olup, daha düşman kelimesinin anlamını bilmediği yaştayken ``düşman çocuğu´´ damgası vurularak dışlanan, okula alınmayan, soy ismini dahi söylemekten çekinip hayatın dayanılmaz eziyetlerine katlanan Cengiz`de insan sevgisi bu kadar temiz ve yüksek kalabildi? Nasıl oldu da bu delikanlı etrafındaki ölüm, göz yaş, açlık, umudun tükendiği yerde bu kadar güzellikleri görebildi ve zamanı gelince canlandırmak üzere hafızasına, yüreğine yazabildi? Nasıl oldu da kendine yapılan onca ihanet, adaletsizlik, babadan mahrum eden canavarlık kin olup, öç olup yüreğini taşa çevirmeden akıl olup, yetenek olup, merhamet olup onun insanlık, yazarlık mayasını hazırladı? Kendisine ayan olan bu asil sezgileri bütün insanlık ile paylaşmaya, hayatının, tabiatın lütfettiği hünerinin amacı edinmesine, seçtiği mesleğini bırakıp edebiyatın engebeli yollarına düşmesine sevk etti? Bu gücü ve bu erki nereden veya kimden aldı?



Cevabı acaba şöyle olabilir mi?



Kader Kırgız halkına dünya edebiyatına Cengiz Aytmatov gibi bir dev yazarı kazandırma şansını verdi. Kazandırma diyoruz, çünkü onun doğduğu ve yetiştiği yer Talas, Aytmatov`a doğuştan gelen yeteneğinin farkına varmasına, o yeteneği geliştirmek için gösterecek inada, yeni zirveleri fethetmede yorulmak bilmeyen mücadeleci ruha, yarattığı eserlerini çevreden gelecek her tür darbeye karşı koruyabilecek akla ve beceriye sahip olmayı da öğretmişti. Tıpkı ta MÖki zamanlardan beri yer olarak Talas adını, ulus olarak Kırgız adını koruyabildiği gibi. Talas Savaşları adıyla ünlenen tarihin en büyük iki savaşına - MÖ 36 yılında Hunlarla Çinliler arasında geçen ve MS 751 yılında Araplar ve Çinliler arasında geçen savaşalara tanıklık eden Talas, 20. asra gelindiğinde koynunda dünyaya ``savaşa hayır´´ restini çekecek bir çocuğu beslemekteydi. Kırgızın 2000 yıllık tarihini ``Manas´´ adını verdiği bir destanın satırlarına sığdırıp yaşata gelen Talas, bir eserin nasıl yaratılacağı kadar onun nasıl korunabileceğinin da binlerce yıllık tecrübesine sahipti.



Cengiz Talas`ta yetişirken Manas Destanı başta olan Kırgız halk edebiyatı hala doruğunu yaşamaktaydı. O yüzden o yaratcılığının mayasını tam pınarından yudumlayarak oluşturdu. Akşamları Ayımkan ninesi ile Karakız halasının söylediği masallar, efsaneler ona gündüzleri gördüklerini veya işittiklerini unutturan bir siper olmuştu. Tıpkı Beyaz Gemi´´deki adsız çocuk gibi onun kendi kurduğu temiz ve küçük dünyasına ne Stalin, ne Hitler girebiliyordu. Halkın hayalinden yaratılan güzellikler onu bu acımasız dünyanın kötülüklerinden koruyan, güzellik aşılayan pencere olmuştu.



Savaşın, göz yaşlarının, acının tam ortasında Cemile ile Daniyar`ınki gibi temiz bir aşkın doğabileceğini, bir kadının komşunun son umudu olan ineğini çalıp nefsine yenik düşen kocasını ihbar edip polise yakalatacak kadar vicdanının sesini dinleyebileceğine, yarınlar bugünden daha aydın olsun diye bir öğretmenin canı pahasına 3-5 çocuğa ahırdan yapma mektepte harf öğretebileceğine o küçük dünyasının penceresinden bakarak inanmış ve bunları hafızasına yazmış. Bunlar - dünyada ne kadar kötülük varsa, onu yenebilecek güzelliğin daha da fazla bulunabileceğine insanları inandıran Aytmatov`un en güçlü yönleridir.



Aytmatov, o küçük dünyasını sonra büyük yazar olduğunda da terk ettiğini sanmıyorum. Zira onun kahramanları her ne yapsa yapsınlar, ne tür felakete maruz kalsa kalsınlar hep temiz kalplı kalmayı başarırlar. Belki hayatta büyük başarı elde edemezler, yüksek mevki sahibi olmazlar, ``Fuji Yamadaki´´ Sabır`ın arkadaşları gibi, milyarlarca dolar zengini olamazlar ``Dağlar Yıkılırken´´deki Orta Doğu`dan Tanrı Dağlarına kaplan avına giden Arap Magnatları gibi, hatta Orozkul gibi bir kordon şefi bile olamazlar, fakat onların fakirlikleri, zayıflıkları, yenilgileri, hatta ölümleri bile Aytmatov tarafından bir umut ışığı olarak takdim edilir.



Dünya okuru onları sevdi, o horlanan, alay edilen, dışlanan ve yenilen Momunları, Abutalipleri, Tanabayları sevdi. Hatta Gülsarı atı, Karanar deveyi, dişi kurt Akbara`yı ve Caabars kaplanı çok sevdiler ve severken de yanı başlarında gittikçe insanoğlunca değeri düşürülüp, soyu tüketilip, nefsi tatmin edici eğlence eşyasına dönüştürülen bu varlıkların kaderini bir kere daha düşünmeye zorlandılar. Bu temiz kalplı küçük insanları ve doğanın masum öğeleri olan hayvanları sevdirmesi, düşündürmesi Aytmatov`un bir edip olarak insanlık, yazarlık görevini yerine getirmesiydi.



Aytmatov en güzel eserlerini Sovyet sansürünün en sıkı zamanında Sosyalist realizmin en ufak kaymayı bile affetmediği dönemlerde yazdı. Bu en güzel eserler aynı zamanda rejimin çürüklerini, gidişatının tehlikeli yol aldığını açıkça gösteren Sovyetlerin ilk eserlerdi. ``Elveda Gülsarı´´, ``Beyaz Gemi´´, ``Gün Olur Asra Bedel´´ bunlar gerçekten de bir yazarı her şeyinden, hürriyetinden, parti mensubiyetinden alıkoyacak türden başkaldırı olarak değerlendirilebilirdi. Ama öyle olmadı. Her biri merkezi gazetelerde şiddetli tartışmalara neden olsa da sonuç korkulan boyutlara kadar gitmedi. Aytmatov o eleştiri oklarını geri çevirecek cevapları verebildiği kadar yurt içinde ve yurt dışında güçlü desteği almayı da her defasında başarıyordu. Bu onun sadece güçlü bir yetenek sahibi değil, yazdıklarının arkasında durabilecek, savunabilecek güçlü kişiliğinin de göstergesi idi.



Bir yazar toplumun önünde onu bekleyen felaketleri görebiliyorsa, onun yaklaştığına dair alarm çalabiliyorsa o gerçek bir yazardır.Aytmatov`un son yazdıkları ``Kasandra Damgası´´, ``Kıyamet´´, ``Dağlar Yıkılırken´´ romanları küreselleşmenin beraberinde getirdiği felaketleri uyaran çığlıkları ve öngörüleri idi. Bu eserler, insanoğlunun dünya gezegenine sığmayıp, husumetlerini uzaya kadar taşıyabileceğini, doğanın dengesi ile istediği kadar oynayıp, insan sağlığını, genini bile ticarete, para kaynağı yapanların rekabetine çevirebileceğini gösteren bugünkü dünyanın anatomisi niteliğinde idi. O artık bir dünya yazarı olmuştu. Dünyanın sorunlarını inceler, dünya insanının vicdanına sesleniyordu.



Evet, Aytmatov belki dünya edebiyatının en büyük ödülü Nobel ödülünü alamadı.Fakat dünya halkının onun eserlerini 155 dile çevirerek kendi dillerinde okuması bile onun sanatının zaten taçlandığı anlamına gelir. Kader, onu zorluklarla nasıl sınadıysa, o kadar mükafatını vermeyi de esirgemedi. Bir insanın, bir yazarın dünya gözü ile görebilecek saygı, hürmet, şöhret, ün, nam ve ödüllerinden mahrum etmedi.



Böylesine bir şahsiyetin, dünya yazarının hemşerisi olmak kolay değil. Kardeşi olmak da kolay değil. Bize bırakılan mirasa ona yakışır şekilde sahip çıkmamız, onun felsefesini algılamak, analize etmek, anlayarak okumak ve anlatarak okutmak boynumuzun borcudur.

Prof.Dr.Gülzura Cumakunova

Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi





Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.