Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10787
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Görüş bildirebileceğiniz Ana Kategoriler
Anayasal Düzen (154) | Dış Politika (2274) | Ekonomi (234) | Eğitim (91) | Devlet Kurumlarımız ve Memurlar (63) | Adalet (71) | Milli Kültür (522) | Gençlik (27) | Siyasi Partiler ve Siyasetciler (844) | Tarım (147) | Sanayi (13) | Serbest Meslek Mensupları (5) | Meslek Kuruluşları (2) | Basın ve Televizyon (19) | Din (1052) | Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız (54) | Bilim ve Teknoloji (13) | Milli Güvenlik (623) | Türk Dünyası (888) | Şiir (77) | Sağlık (185) | Diğer (3429) |

Görüş bildirebileceğiniz Türk Dünyası konuları
Türk Dünyası (888)


Türk Dünyası - Türk Dünyası konusu hakkında görüşler
Roza KURBAN - (Ziyaretci) 9.08.2011 11:46:49

AHMET TEMİR`İN `VATANIM TÜRKİYE` BAŞLIKLI KİTABI ÜZERİNE.(2)

Ahmet Temir`in Almanya`ya yaşadığı yıllar Rus-Alman savaşının başladığı döneme denk gelmiştir. 1941 yılının Temmuz sonunda Doğu İşleri Bakanlığı (Ostministrium) doğulu milletlerden olan savaş esirlerini incelemek için komisyon kurmuştur. Ahmet Temir, İdil-Ural (Tatar, Başkurt, Çuvaş ve Fin halkları) komisyonunda çalışması için davet almıştır. Bunun kendi milleti ile bağlantı kurmayı sağlayacak bir iş olduğunu düşünerek teklifi büyük bir memnuniyetle kabul etmiştir. Önceleri Sovyet savaş esirleri ile tanışma-konuşma şeklinde başlayan bu ilişki, sonraları uygun olan esirlerin seçilip Tatar Lejyon`u kurulması şeklinde gelişmiştir. Ahmet Temir 15 esir kampını ziyaret etmiş, daha sonra bunu rapor etmiştir. Bu raporlarda esirlerin sayısı, yerel halklar arasındaki ilişkileri, Ruslarla olan ilişkileri, toprak konusu ve iktisadi durum hakkındaki tutumları, Bolşevizm`e karşı tutumları, din meselesi, esirlerin fiziki yapısı, istekleri ve sonuç düşünceleri yer almıştır. Raporun sonuç düşünceleri bölümünde şu satırlar dikkat çekmektedir: `` İstedikleri sadece, kendi hür memleketlerinde hür ve rahat bir hayat sürmektir&8230; Ülkeleri XVI. Yüzyılın ortalarında Moskova tarafından ele geçirilmiş, ama varlıklarını sürdürme savaşından hiç vazgeçmemişlerdir. Tatarlar, eski Çarlık Rusya`sı ve yeni Bolşevik Rusya`ya karşı tarihte en uzun ve en cesurca mücadele vermiş bir millettir. Bu sebeple, Tatar halkının Almanya`ya karşı duyduğu sempati de bilinen bir gerçektir. Bugünkü Tatarları burada düşman olarak görmek çok üzücü olur.´´ (Temir 2011: 163). Ahmet Temir o yıllarda birçok Tatar-Başkurt-Çuvaş ve Fin halklarından olan esirleri, esir kampından çıkarıp Tatar Lejyonu`na katılmasına, akıbetinde genç ve yetenekli olan esirlerin üniversitelerde eğitim almasına vesile olmuştur. Ahmet Temir`in Almanya hatıraları, 1998 yılında Kültür Bakanlığınca yayınlanan ``60 Yıl Almanya (1936&8211;1996) bir yabancının gözü ile geziler-araştırmalar-hatıralar´´ adlı kitabında dönemle ilgili geniş bilgi verilmiştir. Bu kitapta ise, bu hatıralar arada kopukluk olmasın diye kısa özetler şeklinde yer almaktadır. Ahmet Temir`in ilk Almanya dönemi, onun için yalnız tahsil değil, aynı zamanda hayat üniversitesi de olmuştur.



1944 yılında Türkiye`ye dönen Ahmet Temir`in üniversite öğrenimini Türkiye`de yapmadığı için yüksek askeri ehliyeti olmamıştır. O, önce 2 aylık hazırlık kıtası, sonra yedek subay okulunda eğitim görmüştür. Subay okulunda eğitim tamamlandıktan sonra kura çekimi ile Ahmet Temir`in kıta hizmeti yapacağı askeri birliği belli olmuştur. Adana`ya bağlı Pozantı`da yerleşmiş olan 47. Dağ Alayı`dır. Bu birlikte Temir 2 yıllık askeri hizmeti sona erdiğinde, Milli Savunma Bakanlığının 07.09.1946 gün ve 163640 sayılı kararı ile 30.09.1946`da terhis ederek kıtadan ayrılmıştır.



1946 yılında yeni çıkan Üniversite Kanunu hükümlerine göre, Ahmet Temir doçentlik sınavına girmek için başvuruda bulunmuş, fakat üniversitede yerleşip görev alma işi hallolmamıştır. Daha sonra iş arayışına giren Temir, Milli Eğitim Bakanlığına müracaat etmiştir. Ahmet Temir iş bulması hakkında şöyle demiştir: ``Bu mesele kolay çözüldü: Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürü olan hemşehrimiz Dr. Hâmit Zübeyr Koşay (1897&8211;1984), kendi Dairesinde boş bulunan Kütüphaneyi idare etmek üzere asistan unvanı ile beni memur olarak aldı´´ (Temir 2011: 191). 1947&8211;1952 yılları arasında Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü`nde asistanlık yapması Ahmet Temir`in şahsi çalışmaları için de yararlı olmuştur. 1948 yılında 700 yıl önce Anadolu`da yazılmış olan Moğolca bir belgenin bulunması üzerine Ahmet Temir de çalışmalarını o devre doğru yöneltmiştir. Bu belge, şeffaf bir kâğıt üzerine kurşun kalemle yazılmış olup, asıl metin üzerine konmuş bir kopyadan ibarettir. Uygur yazısı ile Moğolca yazılmış olan bu metin Kırşehir`in Selçuklu Emirlerinden Caca Bey`in vakfiyesidir. İşte bu vakfiye üzerinde gecesini gündüze katarak çalışmaya başlamıştır. Ahmet Temir Türkiye`de doçentlik sınavına alınmadığından, Almanya`daki herhangi bir üniversitede doçentlik diploması alması bir zaruret olduğunun farkında olmuştur. Onun içindir ki, vakfiyenin elindeki kopyaları üzerine Almanca bir tez hazırlıklarına başlamıştır. 1951 yılında İstanbul`da düzenlenen 22. Orientalistler Kongresinde bu Moğolca vakfiye üzerine bir tebliğ sunarak bilim dünyasına konu hakkında bilgi vermiştir. Ahmet Temir`in kongredeki tebliği büyük ilgi toplamış ve burada da şansı yaver gitmiş, Hamburg Üniversitesi ``Seminar für Geschichte und Kultur des vorderen Orients´´in müdürü Prof.Dr. Bertold Spuler`den Türkçe ders vermesi üzere Hamburg Üniversitesi`ne davet almıştır. Böylece Ahmet Temir, 1952&8211;1954 yılları arasında Almanya`nın Hamburg Üniversitesinde hem Türkçe lektörlük yapmış, hem de doçentlik sınavına girerek doçentlik belgesi almıştır. Ahmet Temir, Doçent olarak ders verme hakkını kazandıktan sonra 1954 yılının yaz sömestrinden itibaren ``Tatar Edebiyatı Tarihi´´ ve ``Moğolca Metinler´´ üzerinde de ders vermeye başlamıştır. Temir bu yıllarda, Almanya`nın zengin kütüphanelerinden yararlanarak Ankara`da başladığı ``Wilhelm Radloff`un hayatı ve eserleri´´ üzerindeki araştırmalarını da tamamlamıştır.



Hamburg Üniversitesi`nden doçentlik belgesini aldıktan sonra 1954 yılının Eylül ayında Türkiye`ye dönen Ahmet Temir, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi`nin Altay dilleri alanında doçentlik payesiyle görev almak istediğini belirterek başvuruda bulunmuştur. Fakülteye müracaatın neticesini beklerken 5 ay (Eylül 1954- Şubat 1955) Hasanoğlan Öğretmen Okulu`nda Türkçe öğretmeni olarak çalışmıştır. Temir, 1 Mart 1955 yılından itibaren Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde ``Moğolca Doçenti´´ olarak göreve başlamıştır. Ahmet Temir 1982 yılında emekli olana kadar bu üniversitede çalışmıştır. Doçent olarak işe başlayan Temir 21 Haziran 1962 tarihinde profesör unvanını almıştır.



Ahmet Temir, Türkiye`de çalıştığı yıllarda üniversitede hocalık yapma, bilimsel araştırmalarda bulunmanın yanı sıra Türk topluluklarının kültürünü araştırmak amacıyla kurulan Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü`nün (TKAE) kurucuları arasında yer almıştır. TKAE`nin kuruluşu ile ilgili Ahmet Temir şunları yazmıştır: `` Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Türkiye sınırları dışında kalan Türk topluluklarının kültür meseleleriyle ilgilenecek ilmi bir müessese olarak kurulmuştur. Türkiye Cumhuriyetinin dördüncü Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel zamanında Dışişlerine bağlı olarak bu amaçla çalışacak bir kurumun kurulmasına karar verilmiş ve Bakanlığın Beşinci Dairesi bu işi yürütmekle görevlendirilmiştir.´´ (Temir 2011: 207). Prof. Dr. Abidin İtil, Osman Nedim Tuna ve Ahmet Temir`den oluşan üç kişilik komisyon müessesenin tüzüğünü hazırlamakla görevlendirilmiş ve 18 Ekim 1961 tarihinde ``Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü´´ adı altında kamu yararına çalışır ilmi bir derneğin kurulması için Hükümete başvuruda bulunulmuştur. 20 Ekim 1961 yılında Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü resmen kurulmuştur. TKAE`nin ilk Yönetim Kurulu`nun başkanı Prof. Dr. Abidin İtil, başkan yardımcısı Osman Nedim Tuna ve genel sekreter Ahmet Temir olmuştur. 1962 yılında TKAE başkanlığına Ahmet Temir getirilmiş ve bu görevi 1975 yılına kadar yürütmüştür. TKAE`nin amaçlarını gerçekleştirmek için 1962 yılında ``Türk Kültürü´´ adlı dergi yayımlamaya başlamıştır. İlk sayısı Kasım ayında çıkan dergi, ``Amacımız ve Yolumuz´´ adlı takdim yazısıyla Enstitünün gayelerini ortaya koymuştur: `` Enstitümüz, Türk dünyasını bir bütün olarak ve her yönden araştırmak gayesiyle kurulmuştur. Fakat yanlış anlaşılmaması için hemen ilave edelim ki, çalışmalarımız tamamıyla ilmî olacaktır&8230; Bilim hakikati araştırır ve bu toplulukların varlığı ve Türklüğü hakikatin ta kendisidir&8230;´´ (Temir 2011: 216). TKAE, kütüphane ve arşiv meydana getirme, konferans ve kongreler düzenleme gibi etkin çalışmalarda bulunmuştur. Aynı zamanda Enstitü 3 türlü dergi yayınlamıştır. Şöyle ki, aylık Türk Kültürü dergisi, 6 aylık Türk Kültürü Araştırmaları ilmi dergisi ve yabancı dilde (Almanca, Fransızca, İngilizce) yayınlanan dergilerdir. Enstitü kitap yayınlama işini de üstlenmiştir. Yayınlanan kitaplar arasında Muharrem Ergin`in `` Dede Korkut Kitabı Metin Sözlük´´ (1964), Emel Esin`in ``Aspects of Turkish Civilisation in Cyprus´´ (1965), Akdes Nimet Kurat`ın ``Birinci Dünya Savaşında Türkiye`de Bulunan Alman Generallerin Raporları´´ (1966), Abdullah Battal Taymas`ın ``Kazan Türkleri: Türk Tarihinin Hazin Yaprakları´´ (1966) gibi kitapları saymak mümkündür. TKAE`nin en verimli çalıştığı yıllar Ahmet Temir başkanlığındaki döneme denk gelmektedir.



Ahmet Temir`in aile hayatına gelince, 1929 yılında Temir Türkiye`ye kaçtığı sırada Tataristan`ın Bügülme şehrinde ikamet eden ailesi çok zor günler geçirmiştir. Sorgu-sual, takip ve siyasi baskılara dayanamayan Ahmet Temir`in ailesi Hazar Denizi kıyısında, doğu Kafkas dağının kuzeyinde bulunan muhtar Dağıstan milli cumhuriyetinin başkenti Mahaçkale`ye göç etmek zorunda kalmıştır. Bahtsızın bağına ya taş yağar ya dolu atasözündeki gibi, burada da kara kader onların peşini bırakmamıştır. 1937 yılında Ahmet Temir`in babası Reşit Yarullin kontr-revolüsyoner, casus suçlamasıyla gözaltına alınmış ve 27 Ekim 1937`de Kazan`da kurulan askeri mahkemenin kararı ile 15 Şubat 1938 tarihinde kurşuna dizilerek idam edilmiştir. Mahkemeye sevk edilenlerin sayısı 24 kişi olup, onların 9`u idama mahkûm edilmiş, diğer tutuklular ise hapse atılmıştır. İdam edilip kurşuna dizilenler arasında Ahmet Temir`in eniştesi ünlü Tatar tarihçisi Hadi Atlasi, aynı zamanda Temir`in annesinin soyundan olan Abdulbari Fattahov (Fettah), Zekeriya Fattahov (Fettah) da idam edilmiştir.



1929 yılında Ahmet Temir evinden ayrıldıktan sonra uzun yıllar annesi ile mektuplaşmıştır. Evinden ayrılırken beraberinde götürdüğü fotoğraflara bakarak kendini avutmaya çalışmış, bu durum bir gün elbet düzelecektir diye beklemiştir. 1943 yılında Almanya`nın Berlin şehrinde yaşadığı sırada kiraladığı ev İngiliz ve Amerikan uçaklarından atılan bombalarla yanmıştır. 23 Ağustos 1943 tarihinde Temir için çok değerli olan şeyler: annesinden gelen mektuplar, hatıra defteri, resimler, kemanı ve bazı belgeler de bu bombardıman sırasında enkaz altında kalmış, yanıp kül olmuştur. Aynı zamanda Ahmet Temir`i ailesi ile bağlayan hatıralar da enkazın altında yanmıştır&8230; İkinci Dünya Savaşı yıllarında annesi ile olan irtibat da tamamen kopmuştur. Annesi Temir`in ``Babam niye yazmıyor?´´ sorusuna yanıt veremediği için mektuplar kesilmiştir: ``İkinci Dünya Savaşı esnasında ben Almanya`da iken annemin son mektubunda, Sovyetler Birliği dışından mektup alan kimselerin zor duruma düştüğünü yazması ve artık onlara mektup yazmamamı istemesi üzerine mektuplaşmamız tamamen kesilmişti. Bu tarihten sonra, ne annem ne de kardeşlerimden bir daha hiçbir haber alamamış, daha sonraları Türkiye`de yaptığım bazı teşebbüslerden de bir netice çıkmayınca bu işten ümidi tamamen kesmiştim.´´ (Temir 2011: 239). Ahmet Temir umudu kesmiş, fakat memleketi, ailesi ve yakınlarını daima kalbinde yaşatmış ve asla unutmamıştır. Temir, hık demiş anasının burnundan düşmüş, yani annesine çok benzemiştir. Temir`in annesine olan düşüklüğü, annesi hakkında yazdıklarında açık bir şekilde görünmektedir. ``Ana gibi yar olmaz, Bağdat gibi diyar olmaz´´ atasözündeki gibi Ahmet Temir kalbinde büyütmüştür annesine olan sevgisini. Fedakâr, dindar ve milliyetçi asil ruhlu annesinin adını yaşatmak için 17.03.1964 yılında doğan kızına annesi Zeynep`in adını vermiştir.



Sovyetler Birliği`nin yıkılması sonucu demir perdeler de ortadan kalkmıştır. Ahmet Temir`in yıllarca hiç haber alamadığı kardeşleri ve yakınları ile tekrar irtibata geçme ve görüşmesi 1990`lı yıllara denk gelmektedir. Akademik çalışmaları esnasında birkaç defa mektuplaştığı Kazanlı Prof. Dr. İbrahim Nurullin aracılığıyla Ahmet Temir, Hadi Atlasi ve teyzsinin oğlu Oğuz Atlasov`u bulmuş, ondan sonrası da çorap söküğü gibi kendinden ortaya çıkmıştır. Bu haberleşme sonrası Ahmet Temir, 1938 yılında babasının idam edildiğini, 1978 yılında annesinin vefat ettiği, Muhammet ağabeyinin İkinci Dünya savaşı sırasında, kardeşi Beşir`in 1955 yılında vefat ettiğini öğrenmiştir. Bu kadar acı haberi aldıktan sonra Ahmet Temir`in nasıl bir duygu ve ruh hali içinde olduğunu sözlerle ifade etmek mümkün değildir. Bu ailenin başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemiştir. 1990`lı yıllarda kardeşleri ve yakınları ile yüz yüze görüşerek dertleşmesi Ahmet Temir`in acısını bir nebze olsa hafifletmiştir. İlk olarak 1990 yılının Temmuz`unda Hadi Atlasi ve teyzesi Hüsnükamal`ın kızı Selma kızları Feride ve İnci`yle Ankara`ya gelmiştir. 61 yıl aradan sonra gerçekleşen bu buluşma Ahmet Temir`e büyük bir heyecan yaşatmış olsa gerek. Birçok hediye dışında aile fertlerinin resimlerini de getirmiştir akrabaları. Hiç şüphe yok ki, Temir`i en çok sevindiren de bu resimler olmuştur. Aynı yılın Ağustos`unda Ahmet Temir`i Bügülme tren istasyonuna annesiyle beraber uğurlamaya gelen, o zaman daha 10 yaşında olan kız kardeşi Havva (1919) kızı Dilber`le beraber gelmiştir. Havva artık 71 yaşına gelmiş olan emekli bir doktordur. Bir yıl aradan sonra 1991 yılının Haziran ayında, Ahmet Temir`in en küçük kardeşi Gamir (1926) oğlu Reşitle gelmiştir. Ahmet Temir baba ocağından ayrıldığında daha 3 yaşında olan Gamir da büyümüş doktor olmuştur. Gamir çok güzel ve büyük bir aile albümü getirmiştir Ahmet Temir`e. Volgograd şehrinde ikamet eden Gamir, 1930 yılında Bügülme`den ayrıldıktan sonra o taraflara bir daha hiç gitmemiştir. 1992 yılının Ağustos ayında ise, küçük kardeşi ziraat mühendisi Sagit, eşi Nina ile beraber Ankara`ya gelmiştir. Böylelikle Ahmet Temir hayatta olan tüm kardeşleri ile görüşmüştür. Daha sonra Ahmet Temir`in kızı Bahşayiş-Zeynep ilk kez 1992 yılının Mayıs-Haziran aylarında Moskova üzerinden Kazan`a gitmiştir. Bu ziyareti sırasında Bahşayiş-Zeynep Kazan ve Volgograd şehirlerini gezmiş, yakınları ile görüşmüştür. Zeynep`in ikinci seyahati 1993 yılının yazında gerçekleşmiş olup, Kazan dışında, Ahmet Temir`in doğduğu Elmet ve Türkiye`ye kaçana kadar ilkokul ve lise yıllarını geçirdiği Bügülme şehrine de gitmiştir. Zeynep Hanım bu seyahatinden Kazan, Elmet ve Bügülme`de çekilen birçok video filmle dönmüştür. Ahmet Temir videoları seyredince: `` Bunları Ankara`daki evimizde seyredince, oraları 63 yıl sonra tekrar görmüş gibi oldum.´´ demiştir. (Temir 2011: 241). Evet, Ahmet Temir`e doğup büyüdüğü topraklara tekrar ayak basmaya, havasını içine çekmeye, kana kana suyunu içmeye ve en önemlisi memleketinde ölüp orada gömülmeye ne yazık ki nasip olmamıştır. Ne kadar Kazan`a davet etseler de Ahmet Temir oralara gitmemiştir. Bunun birçok sebebi olsa gerek, bu sebeplerin başında da güvensizlik ve ailesine ve kendine yapılan haksızlıklara olan kırgınlık gelmektedir. Ahmet Temir 19 Nisan 2003 tarihinde ebediyete kavuşmuştur. Temir`in kabri Ankara Karşıyaka Mezarlığı`ndadır.



Ahmet Temir, ``ben gerçeği bulmak istiyorum´´ diyerek bilim yolundan gitmeyi seçmiştir. Aradığı gerçekleri bulabildi mi bilinmez ama Türkiye`nin ve Türklüğün yaşaması ve güçlenmesi için önemli katkılarda bulunduğu su götürmez bir gerçektir. Trabzon Muallim Mektebi`ndeki aslen Kırım Tatarı olan resim öğretmeni Saim Sait Bey`in ``Tatarlığınızı ihmal etmeyin, milletinizi unutmayın´´ telkinlerini de asla unutmamıştır Ahmet Temir. Milleti için büyük fedakârlıklarda bulunmuş, elinden gelen tüm yardımı da yapmıştır. 1931 yılında yazmaya başlayan Ahmet Temir ömrünün sonuna dek yazmaya, kendi fikirlerini söylemeye devam etmiştir. İş insanın aynasıdır atasözünden yola çıkarak, Ahmet Temir`in kimliğini ve kişiliğini yansıtan çalışmaları onun aynasıdır. 300 civarında eseri olan Prof. Dr. Ahmet Temir`in hayatı ve eserleri hala sislerin arkasında bir sır olarak kalmaya devam etmektedir.



Ahmet Temir`i hayattayken bir kere Ankara Kazan Tatarları Kültür ve Yardımlaşma Derneği`nde görmüştüm. Derneğin düzenlediği toplantıya Finlandiya Büyükelçisi`nin eşi de gelmişti. Büyükelçisi`nin Hanım`ı ``Kendi aranızda Tatarca konuşun!´´ diyordu. Söz sırası Ahmet Temir`e geldiğinde, ``Ben artık Tatarca iyi konuşamıyorum´´ diyerek başladı sözlerine. Bunları söylerken, Ahmet Temir`in hem sözlerinde hem de gözlerinde bir hüzün vardı&8230;



Ahmet Temir`in hayat hikâyesini okurken başarının hasretle örtüştüğünü görmek mümkündür. Bir taraftan, gittikçe yükselen başarılı bir akademik kariyer, eşi-kızı ile olan mutlu aile hayatı, Kazan Tatarlarının çok azına nasip olan Almanya üniversitesi kürsülerinden Tatar dili dersi verme, Türk Kültürü Araştırmaları Enstitüsünü kurma ve başkanlık yapma v.s. Diğer taraftan ise, kalbinde hiç dinmeyen sızı olan memleket özlemi, anne-baba hasreti, yakınlarının çektiği acılar, geride bıraktıkları&8230; Aslında Ahmet Temir`in hayatında Kazan Tatarlarının acı kaderi saklıdır. Neden Tatarların sadece 25`inin bugünkü Tataristan topraklarında yaşadığının yanıtını da bu hayat hikâyesinden bulmak mümkündür. Tatarlar 1552 yılından beri çeşitli zulüm, baskı, sürgün ve hak ihlallerine maruz kaldıklarından doğup büyüdükleri topraklardan kaçmak zorunda kalmıştır. Ahmet Temir de bunun açık bir örneğidir. Temir`in hayatı Kazan Tatarları için bir örnek ve aynı zamanda bir ibrettir.



Yazımı Türkiye Cumhuriyetini kurucusu ulu önder Mustafa Kemal Atatürk`ün sözleriyle sonlandırmak istiyorum: `` Kişinin yaşadıkça kıvançlı ve mutlu olması için gereken şey, kendisi için değil, kendinden sonra gelecekler için çalışmaktır.´´ Ahmet Temir kendi için değil kendinden sonra gelecekler için çalışmış ve bizlere bilimsel çalışmalarını emanet etmiştir. Emanete hıyanet olmaz! Bu emaneti gözümüz gibi korumak boynumuzun borcudur.



Kaynakça:

Sertel, Adem, Tecrübenin Dili Konu Konu Atasözleri, İstanbul 2006.
Temir, Ahmet, Vatanım Türkiye ( Rusya-Almanya-Türkiye Üçgeninde Memleket Sevgisi ve Hasretle Şekillenmiş Bir Hayat Hikâyesi, Ankara 2011.




Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.