Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10788
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Görüş bildirebileceğiniz Ana Kategoriler
Anayasal Düzen (154) | Dış Politika (2275) | Ekonomi (234) | Eğitim (91) | Devlet Kurumlarımız ve Memurlar (63) | Adalet (71) | Milli Kültür (522) | Gençlik (27) | Siyasi Partiler ve Siyasetciler (844) | Tarım (147) | Sanayi (13) | Serbest Meslek Mensupları (5) | Meslek Kuruluşları (2) | Basın ve Televizyon (19) | Din (1052) | Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız (54) | Bilim ve Teknoloji (13) | Milli Güvenlik (623) | Türk Dünyası (888) | Şiir (77) | Sağlık (185) | Diğer (3429) |

Görüş bildirebileceğiniz Türk Dünyası konuları
Türk Dünyası (888)


Türk Dünyası - Türk Dünyası konusu hakkında görüşler
İklil KURBAN - (Ziyaretci) 22.12.2010 20:26:00

TÜRK ULUSU VE ONUN YAZGISI

TÜRK ULUSU ve ONUN YAZGISI



Ben, ulusum söz konusu olduğunda, tıpkı Alman feylesofu Nietzsche`nin, ``Ben her şeyin kökenine bakarım´´ (Nietzsche 2009, s: 277) dediği gibi, ulusumun tarihine bakarım.

Türk ulusu, yalın halde bilinen 1500 yıllık tarihi süresince, ceset yiyen Çinlilerin, adaletten nasibini almamış yalancı Arapların, kan içici Rusların ve şeriatçı Farsların saldırısı sonucu engin topraklarından ödün vere vere bu günlere gelmiş, bu kayıpları/kaygıları sabırla içine yutmayı bilmiş ve tarihinin belki en korkunç devrini şimdi yaşamakta olan hem ulu bir ulus, hem bahtsız bir ulustur. AKP`nin ``ileri demokrasi´´ sloganlarıyla başlattığı Türklüğe ve bilime karşı İslamlaşma saldırıları, Türkiye`de tüm hızıyla devam etmektedir. Türk ulusunun bilim-akıl ve Türklük uğruna verdiği 500 yıllık-Büyük Timur`dan (1336-1405) Atatürk`e (1881-1938) kadar cereyan eden savaşım neticeleri başından sonuna kadar silinmektedir.

AKP`nin Rus ve Çin ile olan dostluk ilişkileri, Türkiye`de Rus ve Çin yanlısı siyasi ortamın oluşmasına vesile olmuş, şimdi bu ortam gereği, Rus yalakası, Çin yalakası Türk düşmanı hainler Türkiye`de istediği gibi at oynatmaktadırlar

Benim ulusumun bir kolu olan Tatarlar, yine diğer bir kolu olan da Uygurlar, tarihinin yok olmaya yüz tutmuş en korkunç devrini yaşamaktadırlar. Tatarlar bugün, en istibdat rejim olan Sovyetlerin bile tanıdığı haklarını kaybetmiştir. Putin ve Medvedev yönetimindeki Rusya, Tatar adını/Tatar dilini uygulamada yok saymışlardır. Uygurlara gelince, Çin devleti tarafından uygulanan kültürel ve yaşam soykırımı dışında, yakından bu yana, hem Çin yönetimi, hem AKP yönetimi, bir de Çinlileşmiş-Çin yalakası olan Erkin Ekrem, şu çirkin iddiayı gündeme getirmişlerdir.

Diyorlar ki, ``Uygurlar, Çin-Türkiye arasında köprü olarak kullanılmalıdır. Bu kullanım, Uygurların zenginleşerek Çinlilerle eşit seviyede mutlu olmasını sağlar.´´ Burada yeri iken, ``kullanılma´´ sözcüğünün tanımını yapayım. Namuslu bir Uygur, kullanılma yoluna ayak basmaz, ölümü seçer. Ancak Orta Çağ köleleri ve fahişe kadınlar kullanılır. Uygurların kimse tarafından zenginleştirilmesine/mutlu kılınmasına gereksinimi yoktur. Uygurlar kendi kendini kurtaramazsa, Uygurları adalet, haklılık ve tarih kurtaracaktır. Eğer tarih bile kurtaramazsa, Uygurlar öldürür ve ölür, fakat kimsenin kullanmasına evet demezler.

Yukarıda tanımı geçen çirkin iddiayı, hain Erkin Ekrem, 26 Mart 2010 günü Denizli Türk Ocakları`ndaki bir toplantıda, biraz değiştirip şu şekilde dile getirmişti, ``Doğu Türkistan meselesi problem değil, iki ülke arasındaki (Türkiye ile Çin arasındaki) ilişkileri güçlendiren bir araç haline dönüştürülmesi gerekir.´´ Bu hain, Doğu Türkistan`ın nasıl bir araç haline dönüştürülmesinin gerektiğini söylüyor-istiyor? Elbette bu hain buna cevap veremez. Çünkü bu son derece hileli-zehirli olan ifade, bu hainin kendi zihninin ürünü değildir, Çinli ağabeylerinin öğrettiği bir Çin hilesidir. Bu hain sık sık Tayvan`a gidip geliyor. Bugün Doğu Türkistan meselesinden ötürü Komünist Çin ile Milliyetçi Çin işbirliğine soyunmuş durumdadır. Erkin Ekrem bu işbirliğinin Türkiye temsilcisidir. Uygur veya Doğu Türkistan meselesi, ancak Doğu Türkistan`ın bağımsızlığı ile çözülür, bu meseleyi ``köprü´´ veya ``araç´´ olarak çözmeye girişmek Çincilikten başka bir şey değildir.

Kimsenin dokunmadığı halde diktatörler ölüyor, diktatörlükler çöküyor. Dostlarımıza, düşmanlarımıza ve çıkar uğruna çalışan hainlerimize şu bir gerçeği sesleniyorum: Çinlinin doğası gereği, Çinlinin beynine mantık, kalbine ah zar tesir etmez. Bunun içindir ki, Uygurların kurtuluş yolu güç denemesinden-savaştan geçecektir. Uygurlar 1000 Çinliyi öldürebildiği an, Çinliler geldiği yol ile kaçarlar, çünkü haksızlar, hırsızlar korkak olur. Tanrı Dağları, Himalaya Dağları, Uygurların en güvenilir üssü ve sığınağıdır. Tarihimizde bu kutsal kurtuluş savaşını Osman Batur (1930`lu yıllar), Fatih Batur ve Gani Baturlar (1940`lı yıllar) gibi kahramanlarımız destansı savaşlarıyla denemişlerdir. İsyan mazlumların son çaresidir. Uygur kurtuluş savaşı çoktan başlamıştır.

Yakın günlerde Kaşgar yöresinde Uygur aileleri tarafından 9-10 Çinli boğazlanarak öldürülmüştür. Çin Olimpik şenliğinden 4 gün önce-2008 yılının 4 Ağustos Pazartesi günü, Kaşgar`ın Semen Yolu`nda ansızın meydana gelen bir kurtuluş savaşı dikkate/övgüye değerdir. Kaşgar demek Uygur demektir. Kaşgar, sen neleri yaşamadın ki, ne mucizeler sende yaşanmadı ki&8230; Uzun tarihinin bağrında barındırdığı ulu zatlarını bildiğim için, gelecek kuşaklar, bu olay kahramanlarının adını da, senin adın eşliğinde senin tarihinden okusun diye, bu olaya ``Kaşgar Olayı´´ adını vermiştim,

Kaşgar Olayı:

Abdurahman Azat (34) ve Kurbancan Hemit (29) adlı iki Uygur genci, birlikte kullandıkları arabayı, konvoy halinde giden Kaşgar askeri bölüğünün üzerine sürmüş ve çiğnetmiştir. Bu ani araba saldırısında 17 Çinli asker ölmüş, 16 Çinli asker de yaralanmıştır. Ben bu haberi Uygur Azatlık Radyosundan duyduğum gün (08.08.2008), not defterime, ``İşte Şarki Türkistan`da Azatlık Savaşına başlanmıştır; Abdurahman Azat`a, Kurbancan Hemit`e şan ve şerefler olsun!´´ cümlesini yazmıştım.

Kaşgar Olayı`nın bu iki yaratıcısı, Çinli cellatlar tarafından 08.04.2009 tarihinde, sıkı güvenlik çemberi altında kurşunlanarak öldürülmüş, cesetleri ailelerine verilmemiş, demek yok edilmiştir. Bu uygulama Çin ulus-devlet geleneğinin gereğidir ki, Çin ulusu ve devleti kalıcı belgelerden-tarihten-bilimden ecelden korkmuş gibi korkar, tıpkı aydınlıktan korkan hırsız gibi. Bu iki müstesna şahsiyetin cesedi mezar haline gelecekse, bu mezarların Uygur ulusunu azatlık savaşına çağıran bir simge olacağından Çinli elbette korkacaktır. Böyle bir kahramanları doğurabilen Uygur ulusu, başkalarının kullanmasına evet der mi hiç !? Hayır, bu lafı söyleyenler utansın!

Günümüz dünyası çok karışık, kimin kim olduğu ve ne yapacağı belli olmayan, dostla düşmanın, sapla samanın karıştığı bir devirde yaşıyoruz. Bu durum, zindanlar ülkesi Sovyetlerin çökmesine, komünizm ülkesi Çin`de vahşi kapitalizmin at oynatmasına paralel olarak ulusçuluğun, ırkçılığın, özgürlüğün ve ``her tür demokrasinin´´(!) yeni boyutlar kazanmasının sonucudur. Ölüm ile yaşam arasında cereyan eden böyle değişim zamanında karışıklıkların-bulanıklıkların ortaya çıkması gayet doğaldır. Çünkü ölmekte olanın iniltisini yeniden doğmakta olanın sevinç sesleri bastırıyor, sesler biri birine karışıyor. Bu olup bitenler, rastgele değil, diyalektiğin mantığı olarak hükme geçer. Yani ölenin yanında onun karşıtı olarak ikinci biri doğar. İşte bugün biz böyle bir devirde yaşıyoruz. Devir ve olup bitenler ne kadar değişik olursa olsun, biz Türkler için değişmeyen tek şey, daha da sinsi-daha da tehlikeli konuma gelen eski düşmanlarımızın eski oyunlarıdır. Biz her zaman elimizden geldiği kadar vatanımıza, devletimize, ulusal değerlerimize, tarihimize ve en önemlisi bilime, akla bağlı kalmayı seçtik, fakat gittikçe çoğalan düşmanlarımız karşısında zor günler yaşadık çoğu zaman yalnız kaldık, tıpkı Birinci ve İkinci Dünya Savaşı`ndaki Almanlar gibi.

Atilla (400-453), Cengiz Han (1155-1227), Büyük Timur (1336-1405) ve Mutafa Kemal Atatürk (1881-1938), adını sıraladığım bu şahıslar, Türk ulusunun tarihte derin iz bırakmış önderleridir. Onların tüm yaşamı ve geride bıraktığı tüm silinmez izleri, hep Türklük uğruna yapılmış ölüm kalım savaşıyla dolu dolu geçen bir yaşam ve bir tarihtir. Onlar hayattayken, Türk ulusu da bu önderleriyle beraber tarihlerinin en şevketli devirlerini yaşamıştı. Bu dört önderin başarılarının en can alıcı sırrı, onların ulusal gerçekçiliğinde saklıdır. Çünkü ulusal gerçekçilik, doğanın insanoğluna verdiği yüce armağanıdır. Bu armağanın değerini Almanlar çok iyi bilirler ve onun içindir ki, Almanya dahiler ülkesi olarak tanımlanıyor (Temir 1998, s: XI).

Atilla adının etimolojisi, ``İdéllé, İdél kişisi´´ yani ``İdil Nehri boyunda doğan´´ anlamına gelmektedir. Tarihçiler Atilla`yı, Cengiz Han`dan önce gelmiş dünya hakimiyeti fikrine sahip en büyük teşkilatçı olarak kabul ederler. O düşmanlarına karşı acımasız ve müstebit olmasına rağmen iyiliksever, cömert ve adildir, geçimi sadedir. Et yer ve Şaman dinine inanırdı (Kurban 1998, s: 39). Şaman-Şaman dini ``bilen´´ anlamında eski bir inançtır. Bu din, İslam gibi kişilerin-kişiliğin her şeyini kontrol eden değil, akla meyil bir dindi.

Yıl 1219, Moğol-Türk ordusu Orta Asya`nın İslam merkezi olan Buhara şehrini işgal etmiş, Buhara imamıyla Cengiz Han arasında bir diyalog kurulmuş. İmam Cengiz Han`a Mekke`deki Allah`ın evinden bahsederken, Cengiz Han da imama: ``Evrenin tamamı Allah`ın evidir. Gitmek için özel bir yer belirlemeye ne gerek var?´´ demiştir. (RADİKAL Gazetesi, 21 Ekim 1997, Devlet ve Toplum Arasındaki Uçurumun Sorumlusu).

Timur`un Şam`da iken, imamlık için Mutezileleri tercih etmesi dikkat çekicidir. Çünkü Mutezile ``kader´´ tanımaz, cenneti-cehennemi, vahiyi kabul etmez. Bu yüzden Şamlılar, Timur gittikten sonra Onu ``kafir´´ ilan etmişlerdir (Kurban 1995, s: 17). Türk tarihinin gelmiş geçmiş hükümdarları arasında bilime ve Türklüğe verdiği önemiyle ayrı bir konuma sahip olan Büyük Timur hakkındaki şu samimi ve alçak gönüllü değerlendirme, Mustafa Kemal Atatürk`e aittir: ``Ben Timur`un zamanında gelseydim onun yaptığı işleri başaramazdım. O benim zamanımda gelseydi yaptıklarımdan daha fazlasını yapabilirdi&8230;´´ (Kurban 2007, s: 182).

Atatürk diyor: ``Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır&8230;´´ (Cumhuriyet Gazetesi, 19 Kasım 2010, Manevi Mirasım Bilim ve Akıldır).

Türk ulusunun yukarıda adı geçen büyük önderlerinin ortak özelliği şu ki, Onlar zamanına göre akla-bilime öncülük tanıyan ve zamanının en zeki-en cesur insanları idi. Onun içindir ki, Onların yaşadığı devirler Türk ulusunun en şanlı-en itibarlı devirleri olarak gerilerde kalmıştır. Fakat Türk ulusu bu önderlerinin arkasından Onların çizdiği yoldan gidememiş, bu yolda engeller-düşmanlar çığ gibi büyümüş, hiç eksilmemiştir.

Her önderin ölümünden sonra gelişen olaylardan özlü örnekler sunayım:

Atilla`nın ölümünden sonraki gelişmeler:

Atilla`nın ölümü şüphelidir, 453 yılında, yeni eşi İldiko ile evlendiği gece burun kanamasında ölmüştür. Gömüldüğü yer belli değildir. Atilla`nın önderlik yaptığı Hunlar ile Germen kavimleri (bugünkü Almanlar) arasındaki ilişkilerin çok iyi olduğu ve bu yakınlığın her iki kavim için büyük çıkarlar temin ettiği bilinir. Atilla`nın 453 yılındaki ani ölümüyle Hun İmparatorluğu dağılır. Atilla`nın oğlu Dengizek, Bizans İmparatorluğuyla yapılan bir savaşta esir düşer ve İstanbul`da 468 yılında başı kesilerek öldürülür. Atilla`nın eylemleri sonucu dünyamızda Eskiçağ kapanıp, Ortaçağ başlar. Ortaçağ ile beraber, insanlığın ve bilimin bir numaralı düşmanı olan Engizisyon (Hıristiyanlığın şeriatı) güçlenir, dehşet veren asmalar-kesmeler-diri diri ateşe vermeler hız kazanır. Artık Engizisyon ile kan kaybeden insanlık ve bilim, dinsizlik özlemiyle verdiği çetin savaşları hesabına adım adım Rönesans (Aydınlanma) devrine ayak basacaktır. Avrupalıların diliyle ``Rönesans´´ bizim dilimiz ile ``Uyanış´´ olarak adlandırılan aydınlanma çağına girerken, biz Türklerin Avrupalılara oranla bu çağa daha erken girdiğimizi tarih söylüyor. Şeriatçı hocalar tarafından öldürülmüş bilgin Uluğ Bey (1394-1449) dönemi ile Engizisyon tarafından öldürülmüş Bruno`nun (1548-1600) devri karşılaştırıldığında, Orta Asya Türklerinin Avrupalılara oranla müspet bilimler dahil 150 yıl ileride olduğu anlaşılmaktadır. Biz Türkler, yaradılışı-yaşam koşulları ile dinsizliğe-bilime daha yatkın laik bir ulusuz.

Cengiz Han`ın ölümünden sonraki gelişmeler:

Cengiz Han, Prof. Barthold`un tespit ettiği gibi Kara Tatarlardandır (Togan 1999, s: 413).

Moğolların da, Türklerin de kendi yaşam tarzlarına uygun işlenmiş dinleri-felsefeleri yoktu. Bu boşluk, İslam ile doldurulacaktır. X. Yüzyılda Bulgar Devletinin başkenti Bulgar`da bulunan Arap gezgini İbni Fadlan, XIV. Yüzyılda Altın Orda devletinin başkenti Saray`da bulunan İbni Battuta bu İslamlaşma görevini başarılı bir şekilde yerine getireceklerdir. Arap gezginlerinin bu başarısı, bu devletlerin Ruslar tarafından işgal edilmesinin ortamını hazırlar, ulusal kimliğini/ulusal benliğini yitiren Türk ulusu, vatan savunması başta olmak üzere tüm girişimlerinde yenilgiye mahkum olur.

Kazan Hanlığı yönetiminde de Nakşibendi Tarikatı şeyhlerinin söz sahibi olduğu bilinmektedir. Örneğin Kul Şerif, Kazan-Moskova arasındaki görüşmelere önderlik yapmış, verilen tavizler karşılığında Han Süyümbike Ruslara teslim edilmiştir. Ruslar bununla yetinmemiş, 1552 yılında Kazan işgal edilirken, tarikat şeyhi Kul şerif de öldürülenler kervanına katılmıştır.

Büyük Timur`un ölümünden sonraki gelişmeler:

Tarih tekrarlanıyor.

Timur ve Timurlular devri-Türk Rönesans`ı devri idi. İslam`ın ne olduğu artık bilinmektedir. Timur`un torunu bilgin Uluğ Bey, bu İslam gerçeğini bilim yoluyla anlatmaya çalışırken, hocaların şiddetle karşı koymasıyla karşılaşır, taht kavgası başlar. Hocalar, Uluğ Bey`e karşı oğlu Abdullatif`i kullanır savaş çıkar. Savaşı Abdullatif kazanır ve şöyle der: ´´Şeriat hükümlerinin gerektiğini yapacağım. Şeriat kaidelerine babam ile oğlum hilaflık ederse onlara bile acımam.´´ Sonuçta Uluğ Bey öldürülür, tüm Türkistan`a Nakşibendi Tarikatı hocalarının zihniyeti egemen olur, Timurlular Türkistan`dan Hindistan`a kovulur. Fars kökenli hocaların bu başarısı, Türk`ün ileri görüşlü zihnini/cengaver savaş ruhunu çürütür, tüm Türkistan`ın Ruslar ve Çinliler tarafından işgal edilmesinin ortamını hazırlar.

Mustafa Kemal Atatürk`ün ölümünden sonraki gelişmeler:

Tarih tekrarlanıyor

Atatürk`ten sonra, ``10. YIL MARŞI´´ ndan yansıdığı gibi, tam anlamıyla laik bir cumhuriyet yoluna devam edememiştir.

Atatürk`ün kendisi hayattayken Kubilay Olayı`nı (1930) yaşamış olması, kurduğu cumhuriyetinin bir numaralı düşmanının İslam`dan geleceğini kestirmede gayet orijinal bilgi kaynağı olmuş ve bunun gibi İslamcı olaylara yanıt niteliğindeki Gençliğe Hitap eseri de, Onun olağanüstü zekiliğinin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu Kubilay Olayı`ndan bir yıl önce, bugünkü Özbekistan`ın Fergane bölgesinde ünlü ceditçi (yenilikçi) Şair Hemze Hakimzade Niyazi`nin (1889-1929) bir grup İslamcılar tarafından taşlanarak öldürülmesi olayı yaşanmıştı. Tüm ömrü boyu Türk dünyasıyla ilgilenen Atatürk`ün bu olaydan haberdar olmaması mümkün değildir. Türk dünyasında meydana gelen her yeni olgunun, İslamcıların karşı koymasıyla karşılaşacağı kaçınılmaz bir gerçekti. Şair şöyle yazıyordu:

Kuracağız yeni yaşam

Zaman içinde.

Ebediyete kadar yaşarız

Cihan içinde.

Evet, Şair`in de dediği gibi, Atatürk, ``Türkiye Cumhuriyeti Laik, Demokratik, Sosyal Hukuk Devletidir´´ diye adlandırdığı, Türk ulusu/Türk tarihi için yepyeni bir yaşam yolunu kurmuştu/yaratmıştı. Buna İslamcıların karşı koyması gayet doğaldı. Çünkü İslamcılar her yeni olguyu kendilerine yönelik ölüm tehdidi olarak algılıyordu. Atatürk`ten sonra gelen Türk yöneticileri, belki Sovyet yayılmacılığının korkusuyla, belki oy kaygısıyla İslam`dan yararlanma yoluna gitmişler, buna da ABD`nin ``din özgürlüğü´´ sloganı eklenince, Türkiye`de İslam alabildiğine azmıştır. ABD dünyada ``din özgürlüğü´´ sloganını en çok kullanan ülke olmasına rağmen, dinden en sert dayak yiyen ülke konumundadır. 11 Eylül 2001 İkiz Küle olayı, sonu gelmeyen Irak-Afganistan savaşları, İslam`ın ABD düşmanlığından başka bir şey değildir. Neden ABD düşmanlığı, İslam kıskançtır, ABD`nin bilime dayalı başarılarını çekemiyor da ondan.

Benim Türkiye`ye geldiğim 1980`li yıllarda, komünizmden korunmak için, Kenan Evren Kuran`dan ayetler, Muhammed`den Hadisler okuyordu. ABD de Sovyetlere karşı Afganistan`da İslam`ı kullanıyor, ``Yeşil Kuşak Projesi.´´ Sonuçta, ister Türkiye`nin, ister ABD`nin bilime saygısızlık olan bu hatalı tutumu, bilim düşmanı İslamcıları iktidara taşımıştır. Böylece AKP iktidarına uygun ortam çoktan hazırlanmış bulunuyordu. Türkçülüğün daha yalın, daha güçlü olması gereken ülke Türkiye`de, Türkçülük İslam senteziyle körleştirilmiştir. Aydınlanma Çağının, uluslara siyasi işlevsellik kazandıran evrensel ilkesi laiklik, maalesef İslam`ın müdahalesiyle genel anlamda Türk ulusuna nasip olmamıştır. Laiklikten yoksun bir ulus-bilimden, siyasi idealden yoksun ulustur. 12 Eylül 2010 tarihli ``Evet-Hayır´´ oyunun 58 oranını AKP`nin kazanmış olduğundan anlaşılıyor ki, Türk toplumunun yarısından çoğu halen Arap-İslam ümmetçisi olup, ulus olabilme şuurundan yoksunmuş. Bu olup bitenler Türkiye`nin geleceğine dönük içi karartan bir olgudur.

Evet, Araplar bize, ulus olarak kendi değerlerimiz, kendi geleneklerimiz ile yaşamamıza, sağlıklı ulusal tarih yaratmamıza fırsat vermemiştir. Bugünkü bu tüm bahtsızlığımızın kökü, Türk ulusunun Arap işgaline duçar olmasıyla, 100 (651-751) yıllık oluk oluk dökülen kan pahasına, İslam`ın kabul ettirilip, bu işgalin kalıcı ve meşru duruma getirilmesinde saklıdır.



KAYNAKLAR:

KURBAN, İklil, Doğu Türkistan İçin Savaş, Ankara 1995.

KURBAN, İklil, Yaşlı Tarihin Yankısı, İstanbul 1998.

KURBAN, İklil, Gerçekler ve Yalanlar, Ankara 2007.

NİETZSCHE, Friedrich, Böyle Buyurdu Zerdüşt, İstanbul 2009.

TEMİR, Ahmet, 60 Yıl Almanya, Ankara 1998

TOGAN, Zeki Velidi, Hatıralar, Ankara 1999.

Cumhuriyet Gazetesi, ``Manevi Mirasım Bilim ve Akıldır´´ 19.11.2010.

Radikal Gazetesi, ``Devlet ve Toplum Arasındaki Uçurumun Sorumlusu´´ 21.10.1997.



İklil KURBAN



Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.