VAR OLMAK..(2)
Rus dilinin önem ve anlamı yüzyıllardır dillendirilmektedir. `Medeniyete ulaşmanın yolu Rus dilinden geçer` sözü her dönem telaffuz edilmiştir. Sovyetler de `Komünizm`in başarıya ulaşmasındaki en büyük etkenlerden birisi Rus dilidir` şeklindeki propagandası o kadar geniş yayılmıştır ki, bunun için Rus dilini göklere çıkartan övgüler sadece Ruslar tarafından değil, Rus olmayan milletlerin önde gelen aydınları tarafından da dile getirilmiştir. Kraldan çok kralcı olanların başında gerçek adı Josif Visarionoviç Djugaşvili olan, doğru dürüst Rusça konuşamayan Gürcü asıllı Stalin gelmektedir. Bunların arasında her milletten olduğu gibi Kazan Tatarları da vardır. Henüz 1920`lı yıllarda Rus diline geçmeliyiz, Tatar diline ne gerek var, diyenler bu sözlerinin yanı sıra Tatar dilinin yetersizliğinden bahsederek kendi dilini horlamış, küçük görmüştür. Böylece, Rus dilini öven yazılar, şiirler ortaya çıkmıştır. Örneğin Tatar şair Mehmüt Höseyen (1923-1993) 1947 yılında yazdığı bir şiirinde Rus dili ile ilgili şu dizeleri yazmıştır: Rus halkının dilini seviyoruz, Anlaşılıyor o herkese. Tüm halklar için ortak bir dil: Güzel de o, zengin de, güçlü de! (Höseyen 1983: 22). Rus dilini göklere çıkaranlar arasında dünyaca tanınmış yazarlar da bulunmaktadır. Onlardan birisi anne tarafından Kazan Tatarı, baba tarafından Kırgız Türk`ü olan Rus yazar Cengiz Aytmatov`tur (1928-2008). Aytmatov, birkaç istisna dışında tüm eserlerini Rus dilinde yazmıştır. Kırgız dilinin duyguları ifade etmekte yetersiz olduğunun altını çizen Aytmatov, bunun aksine Rus dilinin kâmil bir dil olduğunu söylemiştir. Kendi dilini küçük düşürücü bu sözleri söyleyen bir yazar, dilini geliştirmesi, milletine hizmet etmesi gereken yerde Rus diline övgü yağdırmayı yeğlemiştir. İşte yükselmenin yolu milletine yüz çevirmekten geçmiştir Aytmatov için. Ulusal kimlikten uzaklaşan, içinde bulunduğu topluma yabancılaşan anlamına gelen mankurt kelimesini edebiyata getiren bir yazar olarak da bilinen Cengiz Aytmatov, kendisi milli kimliğinden uzaklaşmış, dilini hiçe saymıştır. Oysa bir milletin edebi dilini geliştirmek ilk önce bu milletin yazar ve aydınlarının görevidir.
Türk olmak, ben Türk`üm diyebilmek dünyanın neresinde olursan ol zordur. Türk olmak ve Türk kalmak cesaret ister. Bilindiği gibi, milletini yücelten, milleti için sonuna kadar mücadele veren gözü pek insanlar da vardır. Değil zindanları ölümü bile göze alan yiğit insanlardan ilk akla gelen isim hiç kuşkusuz Tatar ulusunun büyük oğlu, siyasetçi Mirseyit Sultan Galiyev`tir (1892-1941). Sultan Galiyev 1917 Ekim Devrimini büyük bir heyecanla karşılamış ve Lenin`in ``Ulusların kendi kaderlerini kendilerinin tayın etme hakkı´´ sözlerinden yola çıkarak Bolşevikleri desteklemiştir. Fakat çok zaman geçmeden söylenenlerin sadece sözde kaldığını gören Sultan Galiyev, gerçekleri Stalin`in yüzüne haykırmıştır: ``Yeter, yoldaş Stalin, cumhuriyetlerin bağımsızlığı ile oynamayın! Yaşasın Tatar-Başkurt Cumhuriyeti!´´ (Kurban 1998: 99). Bu sözleriyle şimşekleri üzerine çeken Sultan Galiyev, sözlerinin bedelini hayatı ile ödemiştir. Sovyetlere karşı çıkanlar zindanlara atılmış, sürgüne sürülmüş ve idam edilmiştir. Bazıları ise ``deli´´ damgası vurularak tımarhaneye kapatılmıştır. Tatar yazar Adler Timergalin (1931-2013) de bunlardan birisidir. O, Kazan Devlet Üniversite`sinin Fizik Bölümü öğrencisiyken, ``Stalin`e Ölüm!´´ sloganıyla sonuçlanan bir el yazısı hazırlamıştır. Yazıda, maaşların arttırılması, fiyatların düşürülmesi, vergilerin azaltılması talep edilmiştir; ayrıca gazetelerde yazılanların yalan olduğu, halkın aç ve sefil hayat sürdüğü, Moskova`nın, Komünist Parti`nin, bilhassa Stalin`in milli siyasetteki şoven tutumu, ikiyüzlülüğünü açık bir şekilde dile getirilmiştir. Rus dilinde yazılan bu el yazılarını sinema, tiyatro, pazar, alış veriş merkezi, otobüs, tramvay durakları gibi kalabalık yerlerde dağıtmıştır. Çok zaman geçmeden Timergalin tutuklanmış ve sorgulanmıştır. O, Sovyetlerin ve Stalin`in siyasetini ifşa eden el yazısını kendinin yazdığını kabul etmiştir. Timergalin`in bu tutumu milliyetçilere cesaret vermiş, düşmanlarının gönlüne korku salmıştır. ``Stalin`e Ölüm´´ sloganını dile getiren delikanlıya deli damgası vurmaktan başka çaresi olmayan KGB Timergalin`i Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastane`sine kapatmıştır. Stalin döneminde zindanlara atılmış, sürgün edilmiş, kurşuna dizilmiş olanlar doğru, cesur ve namuslu insanlardır. En zor şartlarda demir parmaklıkların arkasında dahi onlar umutlarını kaybetmemiştir. Ünlü Tatar şair Hesen Tufan`ın (1900-1981) ömrünün 1940-1956 yıllarında denk gelen 10 yılını hapishanede 6 yılını süzgünde olmak üzere en verimli 16 yıllını ``cezasını´´ çekerek geçirmiştir. Hapishane yıllarında ``tutsaklık ve özgürlük´´ üzerinde düşünürken Tufan şöyle demiştir: ``Haklı olduğuna inanan, manevî değerlerini kaybetmeyen birisi için tutsaklık nedir ki? Özgürlükte kendi gölgesinden kendileri korkarak yaşamak mıdır özgürlük? Kendi milletine cellât olan (veya olmak isteyen) , namusu iki paralık olan insanlar için olan bir şey değil midir özgürlük; namuslu olarak yaşamak `özgürlükte` kesinlikle yasaktır, yoksa acımasızca takip ederler´´ (Gaynetdinov 1989: 149).
Lenin, Çarlık Rusya`sını ``halklar zindanı´´ olarak adlandırmış ve uluslara kendi kaderlerini kendilerinin tayın etme hakkı olduğunu söyleyerek iktidara gelmiş olsa bile, sözünü yerine getirmemiş Sovyetler de ``halklar zindanı´´ olmaktan ileri gidememiştir. Verilen vaatlerin yerine getirilmediğini fark eden millet aydınlarının bazıları Sovyetlere karşı mücadelelerini sürdürmek üzere yurt dışına gitmek zorunda kalmıştır. Bunlar içinde akıldan silinmeyen isimler arasında yer alanlardan birisi Başkurt asıllı devlet adamı ve ünlü tarihçi Zeki Velidi Togan`dır. 1919-1920 yılları arasında on beş ay Sovyetlerle işbirliği yapan Togan, hem Lenin, hem Stalin`le görüşmüş, onların düşüncelerini bizzat ilk ağızdan dinlemiştir. Her ikisi de Togan`ı Komünist Parti`de görmek istediklerini dile getirmiştir. Sovyetlerin milli meselede samimi olmadıklarını, vaatlerinin yalan olduğunu, bu işten bir netice çıkmayacağını Togan şu sözlerle dile getirmiştir: ``Zaten yalana tahammülüm yok. Eğer bir gün hayırlı neticeleri olacağını belirten bir delil olsaydı bu yalanlara daha da tahammül ederdim. Fakat öyle bir müspet netice vereceğine en zayıf delil bile yok. Böyle işler tevekkülle olur&8230; 29 Haziran 1908`de babamı bırakıp uzak şehirlere tahsile gitmiştim. Şimdi 29 Haziran 1920`de Lenin`i bırakıp aleni isyan bayrağı kaldırarak Türkistan`ın dağ ve çöllerine çekiliyorum`´´ (Togan 1999: 279&8211;281).
|