Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10791
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Haberler ve Yorumlar
TÜRK KENEŞİ TÜRKİYE - RUSYA GERGİNLİĞİNİ GÖRÜŞMELİ Mİ?
Bugün saat 9:55 AM TÜRK KENEŞİ TÜRKİYE - RUSYA GERGİNLİĞİNİ GÖRÜŞMELİ Mİ? Dün İstanbul`un Küçükçekmece semtinde Avrasya Stratejik Araştırmalar Vakfı`nda "Avrasya Kıtasında Kazakistan`ın Önemi ve Yeri" konulu bir konferans verdim. Kazakistan İstanbul Başkonsolosu Erkebulan Sapiyev ve Doç. Dr. İlyas Topsakal`ın da katıldığı konferansta Kazakistan`ın Avrasya`daki önemini belirttikten sonra Türkiye ve Rusya arasındaki gerginliği çözmek için Türk Keneşi`nin de harekete geçmesi gerektiğine vurgu yaptım. Bu meyanda, Genel Sekreter Ramil Hasanov`un üye ülkeler liderlerini bir araya getirerek bu meselenin çözüm yollarının görüşülmesini sağlamalı. Çünkü, Türk Keneşi`ndeki iki ülke, Kazakistan ve Kırgızistan, aynı zamanda Rusya`nın da üye olduğu Avrasya Ekonomik Birliği`nin de üyesidir. Böylece konu bu birliğin de gündemine taşınabilir. Çünkü, gerginlik bu birliğe üye ülkelerin de ticaretine zarar vermeye başladı. Aslında bu iki uluslararası kurumun da kurucu fikir babası Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev`tir. Nazarbayev Avrsaya Birliği`nin kurulması gerektiği hususundaki fikrini ilk defa 1994 yılında Moskova Üniversitesi’nde dile getirdi. Başlangıçta Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin dahil, Avrasya ülkeleri devlet adamları bu fikri pek ciddiye almadılar. Ancak, bazı Rus aydınlarının bu önemli çıkışı desteklediler. Bu konuşmadan özellikle Rusya’daki Avrasyacı düşünürlerden Aleksandr Dugin’i etkilenmişti. Bunu Dugin’in şu sözlerinden açıkça görmek mümkündür: “Yeni Avrasya görüşünü yaratma konusunda uzun yıllar yorulmadan çalışarak Avrasyacılıkla uğraşırken, 1994’de Moskova Devlet Üniversitesinde gerçekleşen bir olaydan çok derinden etkilendim. 1990’ların kaosu ve dağılmanın ortasında Rusya’dan sonra BDT ülkeleri içinde en büyüğü ve daha yeni kurulmuş olan [Kazakistan] Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Nursultan Abişoğlu Nazarbayev “Avrasya Birliği”nin temel anlamını açıkladı. Bu havada bulut yokken göğün gürlemesi gibiydi... Avrasya doktrini Avrasyacı düşünce tarihinde ilk defa bu çapta büyük bir siyasetçi, bağımsız bir devletin Cumhurbaşkanı tarafından tarihi bir kader, evrensel bir çağrı ile sadece bir düşünce olarak değil, aynı zamanda bir eylem olarak Avrasya projesini somut olarak hayata geçirmeye bir davet olarak resmen açıklandı.”[1] 1994’te Moskova’da Avrasya Birliği konusunu gündeme niçin getirdiğini Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev 2003 Mayıs ayında bir televizyonda gerçekleşen yuvarlak masa toplantısında yaptığı konuşmasında şu sözlerle dile getirmektedir: “...1994 yılının Mart ayında Moskova Devlet Üniversitesinde, sonra da BDT’nin müteakip toplantısında sunum yaptım. Ancak o zamanlar bir çoğu böyle kesin ve normal bir entegrasyon istemiyordu. Herkes; Ukrayna’ya, Beyaz Rusya’ya Orta Asya devletleri “hemen şimdi tüm müşterek düğümlerden kurtulacağız, her birimizin ülkesinde o kadar çok kaynak ve zenginlik var ki, hemen yarın refaha ulaşacağız ve halklarımız rahat yaşayacak” zannediyordu... Gerçekte bu seçenek bugünkü Avrupa Birliği’ne benzeyen, çok hızlı kurulan bir birlikti. Yalnız onlar bunun için elli yıl yürümek zorundaydılar, bizde ise ortak tarih, ortak alan, ortak ekonomi, ortak dil, ortak para vardı. Ortak siyasi irademiz olsaydı, buna benzeyen bir modele çok hızlı ulaşırdık.” Aslında, Avrasyacılık fikri bir asır kadar eskidir. Sosyalizm ve Panslavcılığı bir Batıcılık akımının bir etkisi olarak Rus düşünürlerinden Nikolay Truvbetskoy (1890-1938), Petr Savitskiy (1895-1968), Georgiy Florovski (1893-1979), Georgiy Vernadskiy (1887-1973) ve benzeri aydınlar 1920’lerde Avrasyacılık fikrini ortaya atmışlardır. Bunlar genelde Rusların ne tam Avrupalı, ne de tam Doğulu olduğunu, ikisinin ortasında dini ve kültürüyle özgün bir Avrasyalı kimliği olduğunu savunmuşlardır. Türk dünyasında bu fikri Ruslardan önce, İsmail Gaspıralı ve Yusuf Akçura’nın da dile getirdiğini biliyoruz. 1896’da yayınladığı Rus-Doğu Anlaşması ismi makalesinde Avrasya coğrafyasının üçe taksim eden Gaspıralı “Ak Alem” olarak Avrupalıları ve “Sarı Alem” olarak da Moğol, Çin, Kore, Japonya ve diğer Uzakdoğu ülkelerini göstermektedir. Bunların arasına yerleştirdiği Rus ve Türk halklarını ise vahit bir dünya olarak tasvir etmekte ve Türk-Rus halklarının işbirliğini zorunlu görmektedir. Araştırmacı Meşdi İsmayilov’a göre, bu tamamen bir avrasyacı çizgidir.[2] Bu fikir Yusuf Akçura tarafından da gündeme getirilmiştir. Yusuf Akçura, Kazan’da yayınlanan Tan Çulpan gazetesinde 1907 Mart ayında, Avrupalılara ve Çinlilere karşı Rus ve Türk halklarının beraber hareket etmeleri gerektiğini savunmuş, ancak bu şekilde onların sömürüsünden kurtulmanın mümkün olabileceğini yazmıştı. Daha sonra 1908 yılında Kırım’da yayınlanan Tercüman gazetesinin kırk bir numaralı sayısında bu meseleyi bir daha gündeme getirmiş ve “Slavlar her ne kadar bize benzemeseler de, ilim ve medeniyette bizden ileridirler. Türk-İslam alemi de, Rus devleti de saadetsizdir. Çünkü aralarına karıncalar gibi giren Avrupalılar ve Çinliler onları asla rahat bırakmamakta; zenginlik ve teknikleriyle bu ülkeleri kendilerine sömürge, halklarını da köle yapmak istemektedirler. Bu durumda Rus ve Türk halkları el ele vererek bu saldırıya karşı durmalıdır” demişti.[3] Yusuf Akçura, daha sonra meseleyi Duma Başkanı ile konuşmuş, Müslüman İttifak partisi, meseleye eşit şartlar altında ılımlı yaklaşacağını açıklamıştı. Fakat, Rus hükümeti, kendilerini Türklerle eşit görmediklerinden dolayı bu tür fikirlere itibar etmeyeceğini kesinlikle açıkladı ve bir beyanname yayınladı. 20 Şubat 1908 yılında yayınlanan bu beyanname bu fikrin uzun bir zaman ortalıktan kalkmasına sebep oldu. 20 Şubat beyannamesinde Rus kilise temsilcileri Devlet Dumasına seçilme hakkına sahip olurlarken Müslüman halkın dini temsilcilerine bu hak tanınmıyordu. Yani eşitlik ilkesi ortadan kaldırılıyordu. Bu beyannamenin uygulamaya konulması üzerine Avrasya fikrinin babası olan Yusuf Akçura 22 Mart 1908 tarihli Kazan Muhbiri gazetesinde şunları yazıyordu: “20 Şubat Beyannamesi Rusya`da Ortodoks Hıristiyanlığı hakim din olarak ilan ediyor. Müslümanlığı ve Müslüman halkları ise ikinci sınıf olarak gösteriyor. Bu, daha önce ileriye sürdüğüm “Rus ve Türk halkları ortak düşmana karşı beraberce mücadele etmelidirler” tezimin yanlışlığını ortaya koyan bir devlet belgesidir. Bu yüzden, Rus halkıyla birlikte ortak düşmana karşı mücadele etme fikrimi geri alıyorum. Ruslar, Türk ve Müslüman halkları kendileriyle eşit kabul edinceye kadar, bu fikrimde ısrarlı olacağım.”[4] Böylece Yusuf Akçura Türk – Slav halklarının siyasi birlik oluşturması yönündeki fikrinden vazgeçiyordu. Daha sonra Sovyetler Birliği’nin dağılması sürecine girmesiyle Ruslar yeni bir kimlik ve strateji arayışına girmişlerdir. Bu arayış içinde yeni avrasyacılık batı karşısındaki zayıflık ve güç kaybının engellenmesi, SSCB sonra Rus kimliğinin ve vatanının tanımlanması amaçlarıyla, genel olarak Batı yayılmacılığına tepki olarak ortaya çıktı. Aleksandır Prohanov, Sergey Kurginiyon, Aleksandr Dugin ve Şamil Sultanov gibi yeni avrasyacılık hareketini savunan Rus aydınları 1990’da kurdukları “Günler” ve “Elementler” isimli jeopolitik dergilerde avrasyacı görüşlerini ortaya koydular. Böylece 1920’lerdeki klasik avrasyacılık, 1990’larda neo-avrasyacılık olarak ortaya çıkıyordu. 1999’un ortalarından itibaren Rusya’da başbakanlık ve 2000 yılının başında devlet başkanlığı görevine gelen Vladimir Putin’in Avrasya Birliği’ne ilgisi özellikle 2003 yılından itibaren artmıştır. Bu fikir önce 2010’da Beyaz Rusya, Kazakistan ve Rusya Federasyonu tarafından Gümrük Birliği’ne ve 1 Ocak 2015’te ise Avrasya Ekonomik Birliği’ne dönüşmüştür. Üye sayısı, Beyaz Rusya, Ermenistan, Kazakistan, Rusya ve Kırgızistan ülkeleri ile beştir. Türk Keneşi fikrini ise Nazarbayev 2009 Nahçivan Türk Cumhuriyetleri Devlet Başkanları Zirvesinde dile getirmişti. Böylece 1992’den beri toplanmakta olan zirveler hem bir sekretaryaya dönüşmüş, hem de uluslararası bir teşkilat haline gelmişti. 1992’den 2010 yılında on zirve toplantıları düzensiz yapıla gelmişti. Bazı yıllar toplantının düzenlenmediği de oluyordu. 1. Ankara Zirvesi, 30 Ekim 1992 2. İstanbul Zirvesi, 20-21 Ekim 1994 3. Bişkek Zirvesi, 28 Ağustos 1995 4. Taşkent Zirvesi, 21 Ekim 1996 5. Astana Zirvesi, 9 Haziran 1998 6. Baku Zirvesi, 8 Nisan 2000 7. İstanbul Zirvesi, 26 Nisan 2001 8. Antalya Zirvesi, 17 Kasım 2006 9. Nahçıvan Zirvesi, 3 Ekim 2009 10. İstanbul Zirvesi, 15 Eylül 2010 Türk Keneşi kurulduktan sonra düzenli hale gelen toplantılar isim de değiştirerek Türk Keneşi Zirve toplantıları adını alıyordu. 1.Türk Keneşi Zirve Toplantısı, Almatı, 20-21 Ekim 2011 2.Türk Keneşi Zirve Toplantısı, Bişkek, 22-23 Ağustos 2012 3.Türk Keneşi Zirve Toplantısı, Gebele, 15-16 Ağustos 2013 4.Türk Keneşi Zirve Toplantısı, Bodrum, 4-5 Haziran 2014 5.Türk Keneşi Zirve Toplantısı, Astana 10-11 Eylül 2015 Şimdi Türk Keneşi Genel Sekteri Ramil Hasanov üye devletleri olağanüstü toplantıya çağırmalı ve Türkiye – Rusya gerginliğini daha büyük bir krize dönüşmeden yumşatmanın yollarını araştırmalıdır. Türk Keneşi’nin Avrasya Ekonomik Birliği’nin de üyeleri olan Kazakistan ve Kırgızistan bu konuyu bu birliğin gündemine taşıyabilir. Burada Rusya ile Türkiye arasındaki gerginliklerin üye ülkelerin ekonomisine de zarar verdiği ve bundan kaçınmanın yolları tartışılabilir. Tüm bu gelişmeler bize Kazakistan Cumhurbaşkanı Nazarbayev’in bu iki önemli uluslararası teşkilatın kurulmasına öncülük ederek bölge ülkelerinin kendi aralarındaki ilişkilerin geliştirilmesinde ve sorunların giderilmesinde önemli araçları meydana getirdiğini göstermektedir. O halde bu araçların çalıştırılmasında fayda vardır. Aksi halde 1950’lerdeki soğuk savaş günlerine dönülebilir. Bilindiği gibi, o soğuk savaşın da başlangıcında yine Türk – Rus gerginliği vardır. 1945’te Stalin’in dostane ilişkileri bozarak Türkiye’den toprak ve üs talep etmişti. Bunun üzerine, Türkiye güvenlik endişesiyle NATO’ya ısrarla üye olmuş ve yüzünü tamamen Batı’ya dönmüştü. Bundan elbette Türkiye de, SSCB’de zararlı çıkmıştı. Belki Türkiye komşularıyla daha yakın ekonomik ve kültürel ilişkilere girememişti ve savunma harcamalarını arttırmıştı. Ama SSCB bu kutuplaşmadan daha zararlı çıkarak 1991’de parçalanmış ve tarihten silinmişti. Bu olayların tekrar yaşanmaması için diyalog ve diplomatik kanallarla sorunları çözecek Türk Keneşi ve Avrasya Ekonomik Birliği gibi bölgenin etkin uluslararası teşkilatları devreye sokulmalı, başka ülkelerin yararına, Avrasya ülkelerinin zararına olacak olan bu gerginliğin büyük bir krize dönüşmeden sonlandırılmasına çalışmalıdır. Prof. Dr. Abdulvahap Kara -------------------------------------------------------------------------------- [1] Aleksandr Dugin, Nursultan Nazarbayev’in Avrasya Vizyonu, (Çev. Lazzat Urakova – Nehriban Gençkal), Yeni Avrasya Yayınları, Ankara, 2006, s. V. [2] Meşti İsmayılov, Avrasyacılık Mukayeseli Bir Okuma Türkiye ve Rusya Örneği, İstanbul, 2011, 103-109. [3] Adıgüzel, http://www.turksolu.org/77/adiguzel77.htm; İsmayilov, s. 115. [4] İsmayılov, aynı yer.


Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.