Osmanlının son dönemlerinde bir savunma anlayışı içinde
Milliyetçiliğin ve Türkçülüğün canlanmasına neden olmuştur.
İşte bu konuda 9 Işık’taki belirlemeler:
“Türk fikir hareketleri tarihine baktığımız zaman İslamcılık,
Ümmetcilik fikrini ve Tanzimattan sonra bilhassa
Osmanlıcılık görüşünü, bir siyasi fikir olarak görürüz. Bundan
sonra da Türkçülük, Pan-Türkizm ve Turancılık fikirlerini
görürüz. Daha sonra da Milli Kurtuluş Savaşı ve ondan
sonraki sahada da başlıca iki fikir hareketi ortada görülür.
Bunlardan birisi Anadoluculuk, diğeri de Türkiyecilik.
İslamcılık:İslamcılık bütün Müslüman ülkelerin birliğini
hedef tutan bir görüş. Bu görüşün Osmanlı İmparatorluğunda
kabul edilmiş olmasının önemli sebeplerden birisi,
Osmanlı padişahlarının aynı zamanda İslam Halifeliği
ünvanını ve görevini de taşımış olmalarıdır. Fakat zamanla,
özellikle Batı memleketlerinin büyük imparatorluklarının
emperyalist faaliyetleri de tesir göstererek, bu fikir, bu
görüş baltalanmış, zayıflatılmış ve Müslüman olmakla beraber
çeşitli Müslüman memleketler halkı birbirlerine karşı
harplere, mücadelelere sevk edilmiştir. Osmanlı devleti,
başında halife de bulunmasına rağmen ve halife tarafından
cihad da ilan edilmiş bulunmasına rağmen, Müslüman başka
milletlerin Hıristiyan olan Batı memleketleriyle ittifak
edip birleşerek Müslüman Osmanlı devletine; Müslüman
Türk Milletine karşı silahlı mücadeleye girip onu yıkmak
için Hıristiyan devletlerle ittifak halinde çalışmaları gibi
durumlar meydana gelmiştir.
Osmanlıcılık fikri ise, Tanzimatın ilanından sonra daha
çok üzerinde durulan bir fikir hareketi olmuş, İmparatorluğun
o günkü sınırları içinde bulunan çeşitli milletleri
din ve milliyet farkı gözetmeksizin, adı altında
bir millet haline getirmek, bir varlık haline getirmek görü
şü:-ki bunun da çeşitli olaylar, zamanın meydana getirdiği
bir çok şartlar- imkânsız olduğunu göstermiş ve neticede
bu fikrin de tutulacak bir fikir olmadığı inancını yaratmıştır.
Milliyetçilik: Türk Milliyetçiliği, Türk Milletinin kendi
varlığını, meşru savunma isteğinden, meşru savunma duygusundan
doğmuş bir şuur ve duygudur. İmparatorluğun
uzun yüzyıllar bütün yükünü taşıyan Türk halkı, Türk unsuru
imparatorlukta en çok ezilen ve en çok da, ihmal gören
bir unsurdur. Biraz önce temas ettiğim gibi İslam birliği,
Osmanlıcılık fikirleri içinde, o da bütün bu fikirlerin tahakkuku
için elinden gelen bütün imkânları harcamış, her şeyi
yapmıştır. Fakat zamanla bakmıştır ki, bir taraftan Sırbistan
bağımsızlık alıyor, bir taraftan Bulgaristan, bir taraftan
Romanya, derken Müslüman oldukları halde Araplar ve
başka Müslüman unsurlar, onlar da: “Biz Türk değiliz” diyorlar,
bağımsızlık peşinde koşuyorlar. İşte bu akımlar Türk
Milletinde derinden derine kendi milli benliğini duymak,
milli şuuruna ermek ve artık sadece kendi halkından, kendi
cinsinden, kendi milletinden medet ummak, beraber olmak,
bir araya gelmek fikrini, duygusunu meydana getirmiştir
ki: bu da meşru bir savunma duygusudur. Türk Milliyetçiliği
hiçbir zaman şoven olmamıştır. Hiçbir zaman başka
bir milleti küçük görmek, yok etmek veyahut o millete
zulüm etmek fikri ile duygusu ile alakası olmamıştır. Eğer
öyle olsaydı 500 sene, 800 sene, 900 sene bizim idaremizde,
elimizin altında kalmış olan milletlerin 500 sene sonra
900 sene sonra ayrı bir millet hüviyeti, varlığı gösterememiş
olmaları, içimizde eriyip gitmiş olmaları icap ederdi.
Türkçülük, milliyetçilik anlayışımız; manevi
şuurlanmaya dayanır. Bu temel üzerinde Türklük şuuruna
erişmiş, samimi olarak ‘Ben Türküm’ diyen herkes Türk’tür.
Türkçülük ve Türk’ün tayininde, sapık ölçülere, özellikle
mezhepçiliğe, coğrafyacılığa, laboratuvar ırkçılığına inanmıyoruz.
Başka milletleri küçük gören, dünya barışını tehlikeye
koyan antrepolojik ırkçılık, Türk Milliyetçilik ülküsünün
dışındadır. Milliyetçilik anlayışımız, maneviyatçı, akılcı,
demokratik, çağdaş bir milliyetçiliktir. Nazist Hitler ırkçılığının
komünist ırkçılığının, her türlü antidemokratik, insan
sevgisine dayanmayan emperyalist ırkçılığın karşısındayız.
Emperyalist ırkçılık, milli devlet fikrini tanımaz. Milliyetçi
Hareket, milli devlet fikrine inanır, bütün devletlerin eşitlik
ve bağımsızlığını savunur, her milli devletin ülke ve millet
bütünlüğüne saygı duyar.
Türk Milliyetçiliği meşru savunma, yüksek insanlık
duyguları ve Türk Milletinin kendi tabii haklarının savunulması,
korunulması duygusu ve iradesinin, şuurunun bir
ifadesi olmuştur.
Türkçülük fikri de bu şuur ve bu duygudan doğmuştur.
Türkçülüğü kısaca şu şekilde özetleyip tarif edebiliriz:
Her faaliyetin Türk Milletinin milli menfaatlerine uygun bir
şekilde düzenlenmesi, yürütülmesi görüşüdür.
Pantürkizm ve Turancılık fikirleri: Birinci Cihan Savaşı’ndan
önce Türkiye’de baş göstermiş olan diğer unsurlar
arasındaki ayrılık arzuları, Türkiye’de Osmanlı sınırları dışında
kalmış olan diğer Türklerle birleşmek ve onlarla bir
varlık meydana getirmek fikirlerini yaratmıştır. Bu fikirler
yalnız Türkiye sınırları içirişinde bulunan Türkler arasında
değil, Türkiye sınırları dışında bulunan Türkler arasında da
doğmuş ve karşılıklı bunlar birbirlerini bulmuşlardır. Kırımda
İsmail Gaspıralı, Kazan’da, Başkurt memleketlerinde,
Azaerbaycan’da, Türkistan’da başkaları… Yer yer orada
bulunan Türk toplumları da kendilerini yabancı boyunduruğundan
kurtarmak ve birbirlerinin aynı olan, başka başka
parçalar halinde bulunan toplumlar birbirleriyle kültür bağ
ları kurmuşlardır. Bunun neticesi olarak da o günlerde
memleketimizde bir Pan-Türkizm siyasi fikir cereyanı yayılmış
ve devlet adamlarına kadar bu fikir ulaşmıştır.
Turancılık fikri ise, daha geniş bir saha bulmuştur.
Macarlar, Finler, Polonya’da yaşayan Mişer’ler yani Turan
asıllı olan birçok milletler bu fikri evvela ortaya atmışlardır.
Macarların böyle bir fikir ortaya atmalarında güttükleri
gaye; bilhassa o günler için kendileri Slav baskısıyla Germen
baskısı arasında sıkışmış kalmışlardır. Kendi asıllarının
Turan aslından, Turan kavminden olduğunu düşünerek
böyle bir fikir ortaya atmışlardır. Bütün Turan asıllı olan
milletlerin, kavimlerin bir birlik fikri - ki bu fikir Türkiye’de
çok taraftar bulmuş değildir.- nihayet ilim kitaplarında yer
almış bir fikirdir.
Türk Birliği Fikri: Fakat Türkiye’de asıl taraftar bulan
ve devlet adamlarına kadar bir siyasi görüş olarak yer eden
fikir; Türk Birliği fikri idi. Bunu da hareket haline getirmeyi
istemiş olan örnek şahsiyet Enver Paşa idi. Tabii ki bu fikir
de içinde bulunan imkân ve şartlar dolayısıyla, gerçekleşmek
imkanı bulamazdı, bulamamıştır. O gün için ve Birinci
Cihan Harbi sonunda Türkiye’nin büyük kayıplara, büyük
zayiata uğrayarak Osmanlı Devleti’nin bu harpte yorgun ve
zayıf düşmesine sebep olmuştur. İşte bunlara değinişimin
sebebi, Türkiye’nin dış politikasını hazırlayanlar, bütün bu
geçmiş Türk fikir hareketleri tarihinden tecrübeler almıştır
ve ona göre Türkiye’nin dış politikasına yön vermeye çalışmışlardır.
Türkiyecilik ve Anadoluculuk: Milli Kurtuluş Savaşından
sonra ise, memleketimizde Türkiyecilik, Anadoluculuk
dediğimiz iki görüş, fikir adamları arasında zaman zaman
tartışma konusu olmuştur. Anadoluculuk görüşünü savunanlar,
Türkiye’ye Türklerin Orta Asya’dan 1071 Malazgirt
Meydan Muharebesinden sonra gelip yerleştiklerini, yerleştikten
sonra Anadolu’da yaşayan insanları da Müslüman
etmek suretiyle onlarla kaynaşarak, burada yeni bir varlık,
yeni bir vücut meydana getirmiş oldukları; binaenaleyh
bundan evvelki Türk tarihi ile bundan sonraki Türk tarihi
arasındaki farklar bulunduğunu ileri süren bir görüş sahibi
idiler, ırkı tarihle millet tarihinin ayrılması gerektiğini savunurlar.
Türkiyecilik ise; Türkiye’nin Lozan Anlaşmasıyla tespit
edilmiş olan sınırları içerisindeki insanların varlığıyla, mukadderatıyla
ilgilenmek ve onların korunmasını, yükselmesini
sağlamak ve bu sınırlar dışında kalmış Türklerle ilgilenmemek,
onların da kendi mukadderatlarını kendilerinin
çözmesini temenni etmek, onlar için sadece iyi temenniler
beslemek görüşü olarak özetlenebilir.” 41
Görüldüğü gibi Alparslan Türkeş, Türk Milliyetçiliğinin
siyasi bir hareket olarak ortaya çıkışını bir nefis koruması
olarak vasıflandırmakta ve hiçbir zaman tecavüzkâr olmadığını
belirtmektedir.
Bazıları Dokuz Işık’ta Türk Milletini ve Türk’ü öven
bölümleri örnek göstererek bunun “Üstün ırk teorisi”nin
bir tezahürü olduğunu söylemektedirler. Bunlar doğru değildir.
Önce bu yöndeki açıklamalara bir bakalım:
“Bir insanın kendisine saygısı yoksa kendini aşağı görürse,
kabiliyetsiz hissederse, o insanın büyük iş yapması,
içinde bulunduğu çevreye yararlı olması mümkün olmaz.
Bir insan bir hendeğe doğru endişesiyle ümitsiz ve
tereddütlü gelirse, o hendeği aşamaz, atlayamaz. Bir insan
kendine güvenerek diye korkusuzca gelirse atlar.
Zafer, hiçbir zaman mahvolduklarını zannedenler tarafından
kazanılamaz. Milletlerin hayatı da böyledir. Milletler
kendi varlıklarının değerini hissederler, kendi kudretlerine
inanç duyarlar, kendi izzetinefislerini her şeyin üstünde
tutabilirler ve kendi varlıklarına saygı duyarlarsa, uygarlık
âleminde büyük varlık gösterirler, büyük eserler meydana
getirirler ve aynı zamanda kendi toplumları içinde yaşayan
bütün insanları mutluluğa, refaha erdirirler. Bundan dolayıdır
ki, biz prensiplerimizin başına milliyetçiliği koyuyoruz.
42
“Dünya üzerinde yaşayan her millet ayrı bir karaktere
sahiptir. Milletler, inancı, töre, gelenek, görenek, milli vasıfları
ve karakterleri bakımından birbirinden farklıdırlar…
Türk Milletinin binlerce yıllık tarihi boyunca yenilmez
olmasını sağlayan ve bugüne kadar her felaketin üstesinden
gelerek, her tehlikeyi çiğneyip üstüne çıkmasını sağlayan
bazı milli vasıfları, gelenekleri ve inançları vardır, karakteri
vardır. Bunların başında asla yenilmeyi kabul etmemek,
asla mağlup olmayı kabul etmemek, boyun eğmeyi
kabul etmemek; boyun eğmeye, mağlup olmaya karşı
çıkmak görüşü gelmektedir. Teslim olmayı red, mağlup
olmayı red, yenilmezliğin sırrıdır. Durumumuz ne kadar
kötü olursa olsun, ne kadar imkansızlıklar içerisinde bulunursak
bulunalım hiçbir zaman yılmayacağız; çünkü yenilgiyi,
teslim olmayı kabul etmemek Türklüğün ezeli şiarıdır.
Tarihte bunu binlerce defa ispat etmiştir “ 43
“Milletimizin gelişebilmesi, kalkınabilmesi için her
şeyden evvel milli benliğine, milli varlığına dönmesi lazımdır.
Bir milletin yükselmesi, milli değerler meydana getir-
(42 9 Işık ve Türkiye. Alparslan Türkeş. 1977. Sayfa:13-14
43 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:570-571)
mesiyle, milli değerlere kıymet vermesiyle mümkün olur.
Milletler milli ahlak sahibi olursa, tarihine, dinine, imanına,
törelerine sahip olursa gücünü kuvvetini muhafaza edebilir,
gelişip yükselebilir. Kendi benliğinden uzaklaşan, benliğini
hor gören, kendi kendini beğenmeyen, başka milletleri
kendinden üstün zanneden, başkalarını kopya eden ve
bunu bir marifet gibi kabul eden bir millet kökünden kopan
bir çınar gibi, kendini kaybetmiş, çoktan ölmüş olur.
Onun için bizim milletimizi kalkındırmak için açtığımız
mücadelede her şeyden önce üzerinde durduğumuz husus:
Biz Türküz, kendimize benzeriz, kuvvetli, vasıflı, meziyetli,
ahlaklı bir milletiz. Başkalarından aşağı, başkalarından eksik
bir tarafımız yoktur. Başkalarını kopya ederek yükselmemiz
mümkün değildir.” 44
“Tarihteki 8 büyük nin 3’ü Türkler tarafından
kurulmuştur. Bunlar ‘Cengiz İmparatorluğu’, ‘Büyük
Selçuklu İmparatorluğu’ ve ‘Osmanlı İmparatorluğu’dur.
8 imparatorluk kuran 5 milletten biri olan Türkler,
tek başına 3 imparatorluk kurduğu halde, onların 4’ü ancak
5 imparatorluk kurabilmişlerdir. Bunun neticesi milletlerin
yüreğinde kalan bir korku vardır… Tarihte galip geldiğimiz
zamanlarda, mağlup milletlerin insanına çok dürüst, insanca
hareket etmişizdir. Zulüm etmemişizdir. Ama biz mağlup
olunca, onlar insanlarımızı vahşice, kadın çocuk demeden,
her çeşit ahlaksızlığı yaparak yok etmişlerdir. Böyle anlarda
gık dememiştir. Bize karşı, milli güvenliğimize
karşı bir hareket yapılıp da biz onu bastırınca, gerekli
tedbirleri alınca ‘Vay! Türkler barbarlık ediyor!’ denmiş,
bize karşı girişilen katliamlarda ise medeni dünya sesini
çıkarmamıştır. Bunun misalleri çoktur.” 45
(44 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa: 565
45 9 Işık ve Türkiye. Alparslan Türkeş. 1977. Sayfa:13-14)
Bu övgüler ve tavsiyelerin, Dokuz Işık bütünüyle incelendiğinde
bir kısmının gerçekleri anlatmaya yönelik olduğunu,
bir kısmının ise özgüven kazandırmaya yönelik olduğunu
görürüz.
Dokuz Işık’ta Milliyetçilik, bütünleştirici özelliğe sahip
olduğu için bölücü hareketlere şiddetle karşıdır. Dışlayıcı
değil ama karşıdır. Alparslan Türkeş o tarihlerde komünist
örgütlerle siyasi-dini hareketler içinde olan örgütlerin içinde
barınarak faaliyet gösteren bölücü hareketlerin tehlikesini
kavrayarak herkesi uyanık olmaya çağırıp, hedefler ve
ilkeler sıralarken, bu hareketlerin dışardan beslendiğini de
anlatmaktadır. Dokuz Işık’ta bölücülükle ilgili tespitler ve
öneriler şöyledir:
“Türkiye’yi parçalamak istiyorlar. Bugün özbe öz bizim
kardeşimiz olan, bizim soyumuzdan kanımızdan olan
insanların yaşadığı doğu bölgesinde, ayrı bir devlet kurma
kışkırtmaları görülmektedir. Bundan hepimiz, hepiniz haberdarsınız.
Tarihimizin hiçbir devrinde bu derecede milletimizi
parçalama hareketleriyle karşılaşılmamıştır. Ve bu
yıkıcı, parçalayıcı ihanet hareketlerine karşı bu derece zayıf
bir idare, bu derece umursamaz bir aydın takımı görülmemiştir.”
46
“Birlik ve beraberliğini korumayan bir milletin çok
geçmeden yere serileceği kesin bir gerçektir. Bugün milletimizi
baltalamak ve yıkmak için iç birliğimizi bozma çabaları
gösterilmektedir. Bölgecilik, azınlık ırkçılığı, mezhepçilik
ve komünizm milli birliği engelleyen çok tehlikeli hareketlerdir…
Türk Milliyetçiliği, birliği bozucu her çeşit hareketin
düşmanı olduğu gibi her türlü azınlık ırkçılığına da karşıdır.
(46 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:174)
Milli varlığımız için zararlı olan azınlık ırkçılığına karşı çıkmak
en önemli görevlerden biridir.” 47
“Bugün Ortadoğu’da menfaatleri bulunan devletler
Türkiye’nin taşıdığı büyük önem dolayısıyla ve Türk Milletinin
sahip olduğu büyük hayatiyet dolasıyla Türk Milletini
parçalamak, Türk Milletini zehirlemek, onun ahlakını bozmak,
onu fesada uğratmak için, onu güçten kuvvetten düşürmek
için, onu birbiriyle boğazlaşan, birbirini boğan, birbirini
yok eden bir cemiyet, bir millet haline düşürmek için
her çeşit fitneye, her çeşit tuzağa, her çeşit hileye başvurmaktadırlar
başvurmaktadırlar…” 48
Dokuz Işık’taki bu açıklamaya paralel olarak özellikle
Mehmet Akif Ersoy’u dillerinden düşürmeyip bölücülere
taviz verenlerin de iyi anlaması için Mehmet Akif Ersoy’un
1920 yılında Kastomunu Nasrullah camiinde verilmiş olan
ve 25 Kasım 1920 tarihli Sebilürreşat dergisinde yayımlanan
hitabesinin bir bölümünde ne dediğine bir bakalım:
“ Ey cemaat-ı Müslimin! Gözünüzü açın, ibret alınız.
Bizim hani senelerden beri kanımızı, iliğimizi kurutan dâhili
meseleler yok mu, Havran meselesi, Yemen meselesi, Şam
meselesi, Kürdistan meselesi, Arnavutluk meselesi… Bunların
hepsi düşman parmağı ile çıkarılmış meselelerdir. Onlar
öyle olduğu gibi bugünkü Adapazarı, Düzce, Yozgat, Bozkır,
Biga, Gönen, Konya isyanları da hep o mel’un düşmanın
işidir. Artık kime hizmet ettiğimiz, kimin hesabına birbirimizin
kırtlağına sarıldığımızı anlamak zamanı zannediyorum
ki gelmiştir. Allah rızası için aklımızı başımıza toplayalım.
Çünkü böyle bir düşman hesabına çalışarak elimizde
(47 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:76. Paragraf:1
48 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:100. Paragraf:1)
kalan şu bir avuç toprağı da verecek olursak, çekilip gitmek
için arka tarafta bir karış yerimiz yoktur.” 49
Dokuz Işık’ta bölücülere yönelik diğer belirlemeler
şöyledir:
“Büyük Türk Milletine düşman olanlar, dün olduğu
gibi, bugün de, kirli emelleri uğruna, birlik ve beraberliğimizi
bozmak için komünizm tahrikçiliği, bölgecilik ve mezhepçilik
bölücü ve yıkıcı davranışlar içindedirler.” 50
“Milliyetçi Hareket her türlü bölücülüğe, bölgeciliğe,
yıkıcılığa, bozgunculuğa karşıdır. Milliyetçi Hareket, milli
birlik, milli bütünlük, MİLLİ DEVLET ilkesiyle gerçekleşebilir.
Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak, birleşmiş ve bütünleşmiş
bir devlet anlayışını savunuyoruz. Bu itibarla, Türkiye
Cumhuriyeti Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.
Meydanda, sokakta, üniversitede, açıkça veya kapalı
kapılar arkasında bu devletin ülkesini ve milletini bölmeye
kalkışanlar, bunu vadedenler kahrolacak, bunların
kafaları ezilecektir. Türkiye halklarından bahsedenler, hüsrana
uğrayacak, pişman olacaktır. Atalarımızın, Büyük Türk
Milletinin, yüzlerce yıllık mücadelesi sonucu, kan akıtarak,
çile çekerek bizlere emanet ettiği bu vatan, bölücülere
mezar olacaktır.
Bilgehan’ların, Fatih’lerin, Atatürk’ün bağrından çıktığı
bu büyük milleti halklara bölüp komünist emperyalizmin
(Not: O dönem emperyalistlerin biri komünizmi araç
olarak kulananlardı. Bugün farklı yerlerdir.) kucağına atmak
isteyenler karşılarında demokrasi, meşru nizam aşıkı,
ülkücü Türk Milletini bulacaktır.” 51
(49 (www.turkmeclisi.org sitesindeki Temel Bilgiler Bölümünden alınmıştır
50 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:436. Paragraf:4
51 9 Işık. Alparslan Türkeş.1978. Sayfa:490-491(49))
“Türk Milletini meydana getiren, diğer önemli bir
manevi faktör bağımsız olarak birlikte yaşama arzusu, bölünmeme,
kaderde, tasada ve kıvançta bir bütün olarak
devam etme arzusudur. Şurasını esefle belirtmek zorundayım
ki, bugün ülkemizde millet bütünlüğümüzü parçalama
amacı güden aşırı azınlık ırkçılığı ve bölgeciliği akımı vardır.
Ayrı bir devlet kurmak, Türk Milleti ve ülkesini bölmek isteyen
bu hainlere fırsat vermeyeceğiz. Atalarımızın aziz
kanlarıyla sulanmış bu kutsal topraklar, insanlık var oldukça,
Türk Milletinin öz yurdu olarak kalacaktır. Bunun için
gerekirse her çareye başvuracağız, yenilme yeceğiz, yeneceğiz
ve hainlerin kafasını ezeceğiz.” 52
“Türk Milletinin güçlenmesinden endişe duyan, bir
takım yabancı kuvvetleri, yabancı çevreleri endişelendirmektedir.
Bunun için de Türk Milletinin güçlenmesini, kalkınmasını
engellemek için her şeyden evvel milli birliğimizi
ve bütünlüğümüzü bozacak, parçalayacak fesat tertipleri,
fitne hareketleri halkımızın içine, milletimizin arasına yayılmaya,
salınmaya çalışılmaktadır.” 53
“Anayasamızında başlangıç kısmında, birçok maddelerinde
Türk Milliyetçilik ülküsünü, devletin temel felsefesi
saymıştır. Milliyetçilik ülküsü, Türk Milleti’yle bütünleşmek,
Türk Milletinin büyük, güçlü iktidarını kurmak ülküsüdür.
Savunduğumuz milliyetçilik, insan sevgisine dayanan demokratik
milliyetçiliktir. Demokratik milliyetçiliği reddeden
her her sisteme karşıyız. Türk Milletini sınıf ve mezheplere
veya bölgelere bölen, Türk Milletini sloganı
altında parçalamak isteyen yabancı ideolojileri şiddetle
reddederiz. Totaliter sosyalizmin, komünizmin, sömürücü
kapitalizmin ve her çeşit faşist sistemin amansız düşma-
(52 Işık. Alparslan Türkeş.1978. Sayfa 284-285
53 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:436. Paragraf:4)
nıyız. Milliyetçilik anlayışımız manevi şuurlanmaya dayanır,
milli sınırlarımız üzerinde Türklük şuuruna erişmiş, samimi
olarak ‘Ben Türküm’diyen herkes Türktür.” 54
“Size büyük bir prensibi işaret ediyorum: Biz Türk
Milliyetçileri olarak, ancak Türk Milletine yararlı olacak
faaliyetler için Türkiye’de hürriyet tanırız. Türk Milletini
bozacak, Türk Milletini zarara uğratacak, onun hayatı için
tehlike teşkil edecek hiçbir harekete hürriyet tanımayız.
Türk Milletini yıkma, Türk Milletini yok etme hürriyeti diye
bir hürriyet bu topraklarda tanınamaz.” 55
“Türk Milletinin varlığını korumak, yüceltmek ve
ebediyen devam ettirmek düşüncesinin üstünde başka
hiçbir fikir ve düşünce yer alamaz. Demokrasi, hürriyet gibi
mefhumlar ancak buna hizmet içindir….Türk Milletinin
birliğini bozma, Türk vatanını parçalama hürriyeti diye bir
hürriyet olamaz. Komünizm kadar, bölgecilik, mezhepçilik
faaliyetleri de almış yürümüş ve hükümet bunlara karşı
aciz ve meskenet içinde seyirci bulunmaktadır. Bir takım
gafil ve korkak kimseler komünistlere ve diğer fesatçılara
yardım ederek kendi sefil varlıklarını teminat altına alacaklarını
sanmaktadırlar.
Biz parti olarak Türkiye içinde komünizmi ve diğer
fesat hareketlerini yok edeceğiz. Fakat yalnız onları değil,
bu yıkıcı faaliyetlere karşı vazifesini yapmayan iktidarı ve
fesatçılara yardakçılık eden hainleri de en ağır cezalara
çarptıracağız.” 56
“Unutmayınız ki Türk Milleti bugün her zamankinden
daha fazla birlik ve beraberliğe ihtiyaç duymaktadır. Birbirimizin
kusurlarını aramak yerine, noksanlarımız giderme-
(54 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:275
55 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:102. Paragraf:1
56 9 Işık. Alparslan Türkeş. Sayfa:75. Paragraf:1,2)
ğe, birbirimize sevgi ve saygıyla bağlanmaya çalışmalıyız.
Müşterek tarih ve müşterek kaderimizle beraber ülkümüz
de bugün bize bunu emretmektedir. Asla şüphe etmeyiniz
ki her karış toprağı şehit kanı ile yoğrulmuş olan bu güzel
ve büyük vatanın bütünlüğüne yönelen her türlü sömürücü,
ayırıcı, kin ve intikam tohumları mutlaka kuruyacak ve
kurutulacaktır. Asla şüphe etmeyiniz ki her karış toprağı
şehit kanı ile yoğrulmuş olan bu güzel ve büyük vatanın
bütünlüğüne yönelen her türlü sömürücü, ayırıcı, kin ve
intikam tohumları mutlaka kuruyacak ve kurutulacaktır.” 57
Yukarıda yer alan cümleler ve 9 Işık’ta Türk Milleti’ni
öven satırlar “Irkçı” birinin hoşuna gidebilir. Ama hiçbir
ırkçı bu cümlelerle tatmin olmaz. Çünkü ırkçılıkta her şeyden
önce o ırkı belirleyen bir çerçeve çizilir ve bu çerçevenin
dışındakiler aşağı görülür, ayrı tutulur, ezilmeye çalışılır
ve ezileceği de ilan edilir.
Irkçı bir zihniyet kendi devletinin idaresinde ırkının
dışından hiç kimseye yer vermez. Ticari hayatta, sosyal
hayatta kendi ırkının dışındakilere hayat tanımaz. Ülkemizde
olduğu gibi olmaz.
Bizde mevcut cumhurbaşkanlarımızın dördü Kürt kökenlidir.
Devlet idaresinde başbakanlar, çok sayıda bakanlar,
milletvekilleri, müsteşarlar, genel müdürler vardır. Generaller
vardır. Devlet hayatımızdaki bu tablo hiçbir zaman
Dokuz Işık’ta bir rahatsızlık unsuru olarak zikredilmemiştir.
Üstelik “Milli devlet” anlayışında herkesin eşit muamele
görmesi öngörülmüştür. Bunları söylediğimiz zaman; devletin
en üst yönetiminde yer alan kürt kökenlileri anlattığımız
zaman “Onlar asimile oldukları için bu mevkilere getirildiler”
derler. Buna cevaben siz “ırkçılık anlayışında,
(57 9 Işık. Alparslan Türkeş. Sayfa:499. Paragraf:1)
asimile olan biri çok yetenekli olursa bu mevkilere getirilir.
Aksi takdirde ırkçı bir anlayış kendinden olmayan birini
böyle bir mevkiye getirmez. Ya da bu getirilenlere karşı
çıkar, isyan eder. Mesela, Fahri Korutürk’ün hangi büyük
özelliği vardı ki kendisi Cumhurbaşkanı yapıldı? Cemal Gürsel
bahçe sularken hangi büyük becerisi sebebiyle 27 Mayıs
ihtilalinde Devlet Başkanı yapıldı? Bizde böyle bir şey yoktur.
Şans ve imkânlar herkesi bu mevkilere getirir.” dediğinizde
bocalarlar veya cevap veremezler.
Evet, 9 Işık’ta yer alan yukarıdaki cümleler, bütünleşme
cümleleridir. Ama elbette ki bütünleşme tek bir isim
altında olabilir. Türk kelimesinden rahatsız olanlar, muhakkak
ki sapık bir anlayış içindedirler. Neden? Türkler Anadolu’ya
geldiklerinde, Anadolu’da hangi devletler vardı ve
hangi devletleri yıktı? Kürtçe konuşan vatandaşlarımızın bir
devleti mi vardı? Mesela Gürcü kökenli vatandaşlarımızın
bir devleti mi vardı?
Şimdi kendimize soralım. Bırakın akraba boylarını,
asırlardır kaynaştığımız kavimleri, Afrika’nın en iç bölgesinden
bir aile Türkiye’ye gelse, Türk vatandaşı olsa, herkesin
faydalandığı haklardan aynı şekilde faydalansa siyasi görüş
olarak Milliyetçiliği seçerse neyin milliyetçisi olacaktır?
Elbette ki Türk Milletinin bir ferdi olarak Türk Milliyetçisi
olacaktır. Eğer kendisine “Sen Türk değilsin” denirse
o zaman bu akım içinde olamaz. Ama “Sen kendini bu milletin
bir parçası kabul ediyorsan, sana kucak açan bu milleti
seviyorsan, Türk Milletine bağlıysan, sen de bizim gibi
Türk’sün” denilirse, bu Afrikalı neyin milliyetçisi olacaktır?
Pek tabidir ki, Türk Milliyetçisi olacaktır.
Amerika Birleşik Devletleri “72,5” milletten oluşmaktadır.
Ve üstelik bu milletlerin hemen hemen hepsinin
dünyada kurulu devletleri mevcuttur. Hem de güçlü ve
köklü devletler. Ama buna rağmen, örneğin İspanyol kökenli
bir Amerikan vatandaşı “Ben İspanyolum” diye ortaya
çıkmaz. Sorduğunuzda “Ben Amerikalıyım” der. Eğer sohbet
dostça olur ve ailesini sorarsanız; çoğunlukla o zaman
bile “İspanyolum” demez, sadece dedelerinin İspanya’dan
geldiği söyler.
Ama bizde yurt dışına Türk vatandaşı pasaportuyla
çıkıp, yurt dışında sadece Kürt olduğunu söyleyen insanlar
var. İşte bu insanlarla, aynı zihniyette olanlar Türk Milliyetçiliğinden
rahatsız olmaktadırlar. Hâlbuki bizde, Türk Milliyetçiliğinin
Amerikadaki halkların durumundan daha da
pekiştirici bir özelliği vardır. Mesela, Türk Milliyetçiliğinin,
Amerikada yakın zamana kadar olduğu gibi “Kimler Başkan/
Cumhurbaşkanı olabilir “ ilkeleri mevcut değildir. İşte
9 Işık bütün bu tarif ve açıklamalarında bir Afrikalıyı bile
Türk kabul eden bir anlayışı sergilemektedir. Ayrıştırıcı değil,
birleştiricidir ve insan sevgisine dayanır. Böyle bir özelliği
olduğu için de gerekçeleri ne olursa olsun bölücü fikirlere
ve bunları destekleyenlere şiddetle karşı olur.
Ve Dokuz Işık, bölücülüğe karşı çıkarken özellikle milletleşme
sürecinin tamamlanmasını şu gerekçelerle de
zaruri görmektedir.
“…O realite nedir? O realite de dünya üzerinde insanlar
millet toplulukları halinde yaşamaktadırlar ve milletler
arasında devamlı bir yarışma, devamlı bir mücadele vardır.
Bu mücadelenin, bu yarışmanın temeli her milletin kendi
menfaatleridir. Her millet kendi milletini ileriye götürmek,
yükseltmek, ahlakta, maneviyatta en üst düzeye çıkarmak,
iktisatta, refahta dünyanın en refahlı toplumu haline getirmek
çabası içindedir. Bu çabasını, başka milletlerin zararına
olsa da, başka milletlerin sırtından olsa da sürdürmektedir.
Milletlerin birbirlerinden lütuf bekleyerek, birbirle
rinden merhamet ve şefkat umarak yaşamaları mümkün
değildir. İnsanlar gibi milletler de kendi güçlerine ve kendi
çalışmalarına güvenmek zorundadırlar. Bir milletin çıkarlarını
koruyabilmesi ve kendi insanlarını refahlı, huzurlu, güven
içinde yaşatabilmesi her şeyden önce kendisinin çalışmasına
ve güçlü olmasına bağlıdır. Dünya üzerinde çok
eskiden beri hüküm sürmüş olan ilke ve kanun bugün de
yine hükmünü sürdürmektedir. Bu ilke, bu kanun milletler
arasındaki münasebetlerde “Hak kuvvetlinindir” kanunudur.
Haklı olanın kuvveti yoksa hakkını alması, hakkını saydırması
mümkün olmamaktadır. Eski çağlarda mümkün
olmamıştır. Bugünkü dünya üzerinde de mümkün olamamaktadır.
58
Onun içindir ki “Türk Milleti” olgusunu yok etmeye
ve milletleşme sürecini sekteye uğratmaya çalışmak, bu
gün olmasa dahi yarınlarda vatana ihanet olarak vasıflandırılacaktır.
Özellikle son 5-6 yıldır karşılarına hayali bir ırkçılık
alarak, sözde bu ırkçılığa karşı konularak, etnik ırkçılık yapılmaktadır.
Ve maalesef bu etnik ırkçılığı yapanlar, yönetimin
en üst kesimlerinden bilerek veya bilmeyerek destek
görmektedirler. Hâlbuki Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan
bu yana, CHP’nin ilk dönemlerinde çok kısa bir süre ve birazda
ilmi araştırma çizgisinde ırkçı bir yaklaşım sergilenmiştir.
Bir de yine çok kısa bir süre sadece bazı yazarlar
ırkçı yaklaşımlar içinde bulunmuşlardır. Bunların dışında
ırkçılık yapan hiçbir kurum, hiç bir siyasi parti göstermek
mümkün değildir.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde İslami esaslara dayalı
parti kurmak ve faaliyet göstermek iddiasıyla siyasi partiler
(58 9 Işık. Alparslan Türkeş. Sayfa:23. 1. Paragraf. Sayfa:24, 25)
kapatılmış ama ırkçılık suçlamasıyla hiçbir siyasi partiye
dava dahi açılmamıştır (Bölücülerin kurdukları siyasi partiler
hariç). Türk Devleti ırkçı bir anlayış içinde kendini donatmamıştır.
Bir devlet kuruluşu olan Türk Dil Kurumunun
bastırdığı Türkçe sözlükte, ‘Türk’, iki anlamda kullanılmıştır.
Birincisi, “Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan halk
ve bu halktan olan kimse”. İkincisi de, “dünyanın çeşitli
bölgelerinde yaşayan, Türkçenin değişik lehçelerini konuşan
soy ve soydan olan kimse” olarak tarif edilmiştir. Yani
“Türk” sadece bir ırkın adı değil, aynı zamanda Türkiye’de
yaşayan herkesi de kapsayan, herkesin ortak adı olarak
kabul edilen bir anlam olarak kabul edilmiştir.
Hal böyle olduğu halde, sanki ülkemizde mesela
Kürtçe konuşan vatandaşlarımıza karşı bir ırkçı dayatma
yapılıyormuşçasına “Türk Milliyetçiliği”ne sürekli sataşmalar
ve hedef almalar söz konusu olmaktadır. Bölücülerin ve
bunlara destek olan Batı’lı ülkelerin bu gayretleri “İslam
devleti” kurmak hayali içinde olanların da işine geliyor olmalı
ki, onlar da bu kervana katılmaktadırlar. Güya bunlar,
bölücülüğü ve etnik ırkçılığı İslami anlayışla halledebileceklerini
iddia etmektedirler. Ama bölücü unsurların “İslami
değerler”e itibar etmeleri mümkün değildir. Anayasa’dan
“Türk” kelimesini çıkarmak gibi gayretler de hep bu etnik
ırkçılarla İslam devleti kurmak hayali içinde olanlar tarafından
yapılmaktadır. “Türk” kavramı yerine aslında coğrafi
bir tabir olan “Türkiyelilik” kavramı üzerinde durulması
sadece etnik ırkçıların “Türk Milleti” kavramına bir saldırısıdır
ama aynı zamanda “Türk Milleti” yerine “Türk Ümmeti”
kavramının İslam literatürü açısından uygun düşmeyeceği
sebebiyle de Siyasal İsalmcıların tercih ettiği bir kavramdır.
Özetle “Türk Milleti” kavramına karşı çıkıp yerine
“Türkiyelilik” kavramını yerleştirme gayretleri içinde olan
ların müşterek hedefi Türk Milletinin milletleşme sürecini
bitirmektir.
Hâlbuki bütün bu gayretler Türk Milletinin birliğini ve
beraberliğini bozmaktan öteye gitmeyen, milletleşme sürecinin
tamamlanmasını önleyen veya çözen gayretler olmaktadır.
9 Işık’ta da belirtildiği gibi “Türkçülük” veya
“Türk Milliyetçiliği” ayrıştıran değil bilakis bütünleştiren bir
fikir akımıdır.
Özetle Dokuz Işığın dayandığı Türk Milliyetçiliği; Türkiye’de
yaşayan herkesi, kökeni, etnik farklılığı ne olursa
olsun her vatandaşı bir kabul eden bir milliyetçiliktir. Ayrımcı
değil, bilakis birleştiricidir.
Bunun içindir ki, ırkçı ve bölücü hareketler ve bu hareketleri
dışardan besleyenler, tahrik edenler Türk Milliyetçiliğine
şiddetle karşıdırlar. Toplumun müşterekliklerini
ortadan kaldırmaya çalışan, kamplara ayıran, mensubiyet
şuurunu yok etmeye çalışan bölücülük cereyanları Türk
Milliyetçiliğinin başta gelen düşmanıdır. Çünkü Türkiye’de
milliyetçiliği pasifize etmeden, ülkemizi bölmenin, parçalamanın
mümkün olmayacağını bu dış merkezler de çok iyi
bilmektedir. Ancak günümüzde bazı yarı cahil ya da ihanet
içindeki aydınlar, Türk Milliyetçiliğinin etnik ırkçılığı körüklediği
şeklinde görüşler ileri sürmektedirler. Hâlbuki “Türk”
bu ülkede yaşayan herkesin müşterek adıdır. Böyle olunca
“Türk Milleti” tabirinden kimsenin alerji olmaması gerekir.
Alerji oluyorsa, bu kendini Türk milletinden ayrı görmesi
demektir ki o zaman kim ne söylerse söylesin ya da söylemesin
bölücüler için fark eden hiçbir şey olmayacaktır.
Bugün ülkemizdeki bölücülük hareketleri daha çok
etnik ırkçılık yapan PKK tarafından yürütülmektedir. Dış
ülkelerin desteğini alan bu hareketin hedefi Doğu ve Güneydoğu’da
ayrı bir devlet kurmak ve Irak, Suriye ve
İran’daki bölgelerle birleşerek daha büyük bir devlet haline
gelmektir. Özellikle de Ermeniler dört gözle böyle bir devletin
kurulmasını beklemektedirler. “Erivan’da 1915 olaylarının
yıldönümü vesilesiyle düzenlediği basın toplantısında
Ermenistan’ın bölgede köklü değişimlere hazır olması gerektiğini
dile getiren Erministan Taşnak Partisi Erivan temsilcisi
Kiro Manoyan, ‘Ermenistan’ın iade edilmesini istediği
topraklar şu anda Türklerin egemenliği altında. Yarın bizim
iade edilmesini talep ettiğimiz Ermeni toprakları Kürtlerin
eline geçerse onlardan geri vermelerini talep ederiz. Bölgemizde
gerçekleşebilecek köklü değişimleri seyirci olarak
izleyebileceğimiz gibi, gidişatı yönlendirmek de elimizde.
Gelişmeleri yakından takip ederek hareket etmeliyiz’ dedi.
-Hürriyet Gazetesi.19 Nisan 2013”
“PKK kuruluş kongresinde parti görüşleri olarak benimsenen
Manifesto’da (Kürdistan Devriminin Yolu) ayrı
bir devlet kurma çok açık bir şekilde ortaya konmuştur.
Yurt dışında bastırılan, ilk baskısı 1978’de, beşinci baskısı
1993’de gerçekleştirilen 204 sayfalık bu kitapta, asırlardır
beraber yaşadığımız Kürtçe konuşan vatandaşlarımız tamamen
ayrı bir millet olarak ele alınmış ve ayrı bir devlet
kurma fikri açık bir şekilde ortaya konmuştur. Türkiye’de
PKK’nın doğuşu siyasidir, dış desteklidir, ideolojiktir.
Şiddete ideolojik propaganda için başvurmaktadır.
Yani şiddet, PKK için varılmak istenen hedef için bir araçtır.
Ayrı bir devlet kurmak için seçilen bir metottur. PKK şiddeti
eğer “pes” ettiği için bırakmıyorsa bilinmelidir ki ideolojik
genişlemesini tamamladığı için bırakacaktır.
Bugünlerde PKK’nın silah bırakması için yürütülen çalışmalar,
bülücülerin her durumda da ideolojik
mücadelerinde kazanma noktasına geleceğini dikkate almayan
çalışmalardır. Çünkü bütün bu çalışmaların çok açık
bir şekilde yürütülmesi ve en üst yönetimler ve medya tarafından
sürekli gündeme getirilmesi, buna ilaveten 63
“Akil adam”ın ülkeyi dolaşması bölücülerin bugüne kadar
silahlı mücadeleleri dâhil yapamadıkları ideolojik genişleme
ve hakimiyetlerini sağlamaktadır. Bu arada şunu belirtmek
gerekir ki bu “barış” çalışmalarının yarınlarda meydana
getireceği en büyük tehlike ise ülkemizde ırkçılığın
birden patlaması tehlikesidir. Şu anda bu çalışmaların neticesi
ne olursa olsun, bölücüler ideolojik mücadelede başarılı
olmuşlardır. Silah bırakıldığında da bu ideolojik başarılarını
devam ettirip siyasi açıdan da istediklerini almak için
gayret edeceklerdir. İşte bu pervasız gayretlerin neticesinde
ve ayrıca şu anda milliyetçilik aleyhine en üst safhalardan
saldırılar, ülkede ırkçılığın birden patlamasına sebebiyet
verebilecektir.
PKK’nın mali kanadının dışındaki iki temel kanadı
vardır. Birincisi siyasi kanattır. İkincisi (onlara göre askeri)
silahlı kanattır. Ve şiddeti organize eden bu silahlı kanattır.
Hedefi kan dökmeki yıkıp, yakmaktır. Siyasi kanat ise meydana
gelen bu terör olaylarıyla birlikte propaganda yapmakta,
siyasi güç ve taraftar toplamakta, PKK’nın militan
tarlalarını genişletmeye ve nihayet kendi amaçlarını gizli
veya açık gerçekleştirmeye çalışmaktadır.
Onun içindir ki bölücü hareketlerle mücadelede, İdeolojik
mücadele, silahlı mücadele, siyasi mücadele birlikte
yürütülmek zorunluluğu vardır. Sadece silahlı mücadele;
silahları bıraktırmak veya silahlı militanları ülke dışına çıkarmak
ya da pes ettirmek yeterli değildir. Silahları bırakmaları
tek başına bir şey ifade etmeyebilir. Bu güne kadar
en çok ihmal edilen bu ideolojik ve siyasi mücadeledir. Siyasi
ve ideolojik kanadı temsil edenler devletin en üst seviyelerdekilerin
bu konudaki ihmalleri sebebiyle büyük mesafe katetmektedirler. Çünkü bunlar bazen çok masumane
ve genelde çok kurnazca bir yol takip ederek PKK’ya hizmet
etmektedirler. ‘Siyasi haklar’, ‘Kültürel haklar’, ‘Demokratikleşme’
şemsiyesi altında ileri sürülen ‘Kürtçe TV’, ‘Kürtçe
eğitim’, ‘eyalet sistemi’, ‘Yerinden yönetim’, ‘Federasyon’
gibi tekliflerin hepsini bunlar savunmaktadırlar ve bu tekliflerin
çoğunun arkasında da bunlar vardır. Biz barış istiyoruz.
Herşeyi tartışarak halledebiliriz” şeklindeki beyanlar
da, şiddetten bıkan halkımızı ve aydınlarımızı etkilmek için
ustaca seçilmiş beyanlardır. 1900’lu yıllarda Osmanlı hükümetinden,
etnik ırkçılık yapan Kürtçülerin taleplerine
bakılırsa bu daha iyi anlaşılır” 59
PKK’nın İslami mesajlar veren grup ve siyasi organizasyonlara
girilmesi talimatının dayandığı esaslar ise çok
dikkat çekicidir. Esasları şöyle açıklanmaktadır:
“İdeolojimizin dayanağı Kürtlere bağımsızlık kazandırmaktır.
Ancak bu temel görüşümüz Kürt halkı arasında
yeterince yaygılaşamamıştır. Halkımızın büyük bir bölümünün
dindar olması, örgütümüzün Marksist ve dinsiz tanınması,
ideolojimizin tabanda yaygınlaşmasına engel olmaktadır.
İslami guruplara girilmelidir. Hatta “ayrılıklar İslam
devletinin kurulması ile son bulacaktır” görüşüne de karşı
çıkılmamalıdır.
Ama her fırsatta “Kürt” gerçeği anlatılmalı, Kürtlerin
ayrı bir ırk olduğu İslamiyet motifi altında sürekli işlenmelidir.
Görülüyor ki PKK’nin siyasi kanadı İslami organizasyonlara
da Kürt gerçeğini yaygınlaştırmak ve kabul ettirmek
için girilmesini talimatlamakta ve bu şekilde, etnik
ırkçılık mikrobunun geniş halk kitlelerine bulaşması hedef-
(59 Siyasette yeni boyut Milliyetçilik. Rıza Müftüoğlu. 1995. Sayfa:104-105)
lenmektedir. Son yıllarda PKK/BDP mitinglerinde Saidi
Nursi’nin posterlerinin yer alması bu taktik gereğidir.
Bu konuda R.K.Kurt’un, www.turkmeclisi.org sitesinde,
Temel Bilgiler bölümünde yer alan “Osmanlıdan Cumhuriyete
Türkiye’de Kürtçülük ve Tarikatlar” adlı makalesinden
bazı bölümleri aşağıya alarak, bölücülerin sadece
PKK örgütü ve onun siyasal uzantılarından ibaret olmadığı
daha iyi gösterilebilir.
“19. Yüzyıl Osmanlı Türkiye’sinde devletin merkezileşme
politikalarının bir sonucu olarak aşiret liderlerinin
kendi toprakları üzerindeki kontrolünü kaybettiklerini görüyoruz.
ABD-Chicago Üniversitesi Türkiye Araştırmaları
Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Hakan Özoğlu’na göre, bu iktidar
boşluğu siyasi liderlik iddiasında bulunan dini şahsiyetler
tarafından dolduruldu.
Başlangıçta, yani Osmanlı Türk devletinin dağılma sürecinde
ortaya çıkan Kürtçülük iki ana koldan beslendi.
Birincisi, medrese ya da tekke kökenli dini mesleklere sahip
Kürtlerin başını çektiği özerklik yanlısı Nakşibendi tarikatı
mensubu Kürt şeyhlerin liderliğindeki grup.Nakşibendî Kürt
şeyhlere göre, Özerklik İslami birliğe halel getirmiyor olsa
da bağımsızlık getirirdi.
Bu grubun önde gelen liderlerinden biri, Seyyid
Abdülkadir (1851–1925) Hakkâri’nin Şemdinan kazasında,“
Nehri” olarak ta adlandırılan bölgede doğdu.
Özoğlu’nun 19 Kasım 1996’da İstanbul Suadiye’de Seyyid
Abdülkadir’in torunu, Geylani aşiretinden Hızır Geylan ile
yaptığı röportajdan öğreniyoruz ki, Seyyid Abdülkadir babasının
gözetiminde Nakşibendî tarikatının seçkin bir mensubu
olarak eğitim gördü. Babası Ubeydullah’ın başını çektiği
Kürt ayaklanmasından sonra, Osmanlı Türkiye’sinde
devlet Abdülkadir’i 1881’de Hicaz’a sürdü. İstanbul’a dön
dükten sonra kendisini bu kez II. Abdülhamid’e karşı yapılan
bir suikastçı grubun içinde görüyoruz. 1896’da bu kez
Mekke’ye sürüldü. 2 Ekim 1908’de İstanbul’da kurulan
Kürdistan Teavün ve Terakki Cemiyeti’nin kurucularından
biri oldu.1910–1920 yılları arasında Osmanlı üst meclisi
olan, Ayan meclisi üyeliğine atandı. Şura-yı Devlet’in başkanı
oldu. Osmanlı devlet bürokrasisinde önemli bir yer
edindi. Bu durumun Cumhuriyet Türkiyesi’nin bir kısım
bürokrasi kadrosuna benzerliği var mıdır?
İstanbul’da, özellikle Ermeni hamal nüfusun yerini
alan Kürt işçilerin desteğini arkasına aldı. Gücünü, Osmanlı
Türkiye’sinin devlet bürokrasisi içindeki konumundan ve
Nakşibendî tarikatı şeyhi olmasından alıyordu.
1918 yılında, Kürt Teali Cemiyeti başkanı olan Seyyid
Abdülkadir, özerk bir Kürt devleti kurmak için İngiliz desteği
arayışına girdi. Onun bu yöndeki faaliyetleriyle ilgili, bilgiler
İstanbul’daki İngiltere Yüksek Komiseri Mr. Ryan’ın
1920 tarihli bir notunda görülebilir. Konuyla ilgili daha geniş
bilgi, Ahmet Mesut, İngiliz Belgelerinde Kürdistan:
1918–1958, İstanbul: Doz Yayınları, 1992’de yer almaktadır.
1919 yılındaki Paris Barış Konferansı’nda İngiliz, Fransız
ve ABD desteği için çalışan Abdülkadir, Amerikalılardan
gerekli desteği bulamadı. Zira Amerikan politikası o günün
şartlarında Kürdistan pahasına bağımsız bir Ermenistan
devletinin kurulmasından yana idi. Peki, özellikle Birinci
Körfez Savaşı’ndan sonra hızlanan Irak’ın işgaliyle iyice
ivme kazanan “Kürt devleti” projesinin arkasındaki esas
unsur, ABD-İsrail-İngiltere ve AB’nin zaman zaman birlikte,
bazen da ayrı olsa da, “Büyük Ermenistan Devleti” projesi
olabilir mi?
İngiltere 1920 Sevr Anlaşması’na Türklerin Kürt milli
haklarının tanıması şartını koydu. Kürtler, Sevr’in 62. ve 64.
maddelerine göre, kendi kendilerini yönetebileceklerini
Milletler Cemiyeti’ne ispatlayabilirlerse Türkiye onların
egemenliğini tanıyacaktı. 1923 yılında imzalanan Lozan
Anlaşması, Sevr’i ve “Bağımsız Kürdistan” projelerini, Batı’nın
rafa kaldırmalarına sebep oldu.
O günün şartlarında Kürt aşiretler arasında bir birliğin
sağlanamaması, Osmanlı Türkiyesi’ndeki Kürt ahalinin
devletine bağlı olması, Kürtçülük hareketinin özellikle
Diyaspora arasında kalması gibi sebeplerle Batı ve özellikle
İngiltere bir “Kürt Şerif Hüseyin” bulamadı.
Günümüzde de Abdullah Öcalan’a Batı’nın biçtiği rol
“Kürt Şerif Hüseyin” olmasıdır.
Seyyid Abdülkadir, 1919–1925 yılları arsında da Atatürk’ün
liderliğindeki Türk İstiklal Harbi ve Cumhuriyet Türkiye’sini
yıkmak için İngiltere’yle işbirliği yaptı. Bir Nakşibendî
Şeyhi olan Şeyh Sait, Seyyid Abdülkadir’in de desteği
ile 8 Şubat 1925’de Cumhuriyet Türkiye’sine isyan etti.
Diyarbakır İstiklal Mahkemesi’nin vatana ihanet suçundan
idam cezası verdiği Seyit Abdülkadir ve oğullarından Mehmet,
27 Mayıs 1925’te idam edildiler.
Öteki oğlu Abdülkadir İran’a kaçtı. Melik Fırat’ın 26
Ekim 1996’da verdiği mülakata göre, Seyyid Abdülkadir’in
North Caroline Üniversitesi’nde eğitim görmüş bir mühendis
olan torunu Hızır Geylan herhangi bir Kürtçü olaya katılmaktan
kaçınmakta olup bir Türk soylu hanımla evlidir.
Hızır Geylan’ın söylediğine göre de, çocuklarından hiçbiri
“Kürtçe” bilmemekte. Şeyh Said’e gelince. Melik Fırat’ın
“Kürt Şehidi” saydığı bu Nakşibendî Şeyhi vatana ihanetten
29 Haziran 1925’te idam edildi. Özoğlu’na göre, Şemdinan
ailesinin bir ferdi olarak Nakşibendî Seyyid Abdülkadir her
ne kadar rakipleri Berdirhan aşireti gibi doğrudan bağımsızlığı
savunmayıp özerkliği savunuyorsa da, iki açıdan bütün
Kürtçü hiziplerin liderlerinin bir simgesidir. Birincisi,
Osmanlı Türk devleti çökerken faal olarak Kürtçülük faaliyetlerine
başlamıştı.İkincisi, bölünmez bir Türk milli devletini
savundukları için Atatürk veTürk milliyetçilerine karşı
çıkmıştı.
İkincisi ise, Osmanlı Türkiye’sinde Bedirhan aşiretinin
çektiği Cemilpaşazadeler ve Babanlar’ın desteklediği Cumhuriyetin
ilk yıllarından sonra yeraltına çekilen, 27 Mayıs
1960 Anayasa’nın gölgesinde “Doğu Kültür Ocakları”, muhtelif
sosyalist gruplar ve nihayet PKK’nın başını çektiği Tam
Bağımsızlık yanlıları
“Özerklik” yanlısı Nakşibendi Kürtçüler ile Bedirhan
aşiretinin başını çektiği “tam bağımsızlıkçı” Kürtçülerin
ilişkilerinde iki temel dayanak motivasyon unsuru. Akrabalık
ve dini bağlar. Özoğlu’na göre, Said Nursi’de aynı gelenekle
eğitilmişti. Kürtçü liderlerin, Osmanlı’dan Cumhuriyete,
tamamına yakınının ortak özellikleri: Ayandan, yani
üst tabakadan olmaları, büyük ölçekte arazi sahipliği, yüksek
bürokratik ve siyasi mevki sahibi olmaları.
“Kürdistan” diye tanımladıkları bölgenin dışında
doğmuş veya yaşıyor olmaları. Bir başka ifade ile çoğunun
diyaspora topluluklara mensupluğu öne çıkıyor. Osmanlı
Türkiyesi’nde Kürt orta sınıfından destek bulamayan Kürtçülük,
Cumhuriyet Türkiyesi’nde orta tabaka tarafından
destekleniyor mu?... Tespitimize göre, Osmanlı ve Cumhuriyet
Türkiyesi’nde, Türk devletinin psikolojik olarak zafiyet
içinde olduğu görüntüsü Kürtçülüğe zirve yaptırmaktadır.
Kazım Karabekir Paşa, 6 Ocak 1920 tarihli Harbiye
Nezareti’ne yazdığı mektupta, Ermeni tehdidini dengelemek
için Kürtçülüğe müsaade etmenin tehlikelerine dikkati
çekiyordu. Tıpkı son yıllarda görünmez bir elin önce Zaza
Türklerini Kürtleştirmek istemesi, tutmayınca ayrı bir “Zaza
milleti” varmış gibi, Zazacılık, Zaza milliyetçiliğini körüklemesi…
anki Kürdistan olmazsa, Zazaistan milli devletinin
gelecekteki haritası çiziliyor.
Heyeti Temsiliyye tutanaklarında yer alan bir kayıtta
Rauf Orbay’ın Atatürk’e söylediği şu sözler bugün için de,
özellikle dış güçlerce kotarılmaya çalışılan, Kürt-Ermeni
beraberliği noktasından büyük önem ifade etmektedir.
“Ermenilere teslim edilecek Anadolu’daki herhangi bir toprak
parçasının bir Kürdistan meselesine sebep olacağı kesindir.”
Bir soru, günümüzde Kuzey Irak’tan başlayarak Güneydoğu
Anadolu’ya uzatılacak bir Kürdistan, Büyük Ermenistan’a
ve nihayetinde Büyük İsrail’e giden bir yol mudur?
Genelkurmay belgelerinde belli başlı cumhuriyet dönemi
Kürt isyanları şu şekilde:
1921 Dersim isyanı.
1925 Nakşibendî şeyhi Şeyh Said liderliğindeki Bingöl
bölgesinde gerçekleştirilen isyan.
16 Mayıs–17 Haziran 1926 Birinci Ağrı isyanı.
7 Eylül-30 Eylül 1926 Koçuşağı isyanı.
26 Mayıs–25 Ağustos 1926 Mutki isyanı.
13–20 Eylül 1927 İkinci Ağrı isyanı.
7 Ekim-Kasım 1927 Bicar isyanı.
22 Mayıs–3 Ağustos 1929 Asi Resul isyanı
1930 Ağrı isyanı.
1937–1938 Dersim isyanı.
21–22 Mart 1937 gecesi, Dersim-Tunceli’deki
Kureyşan, Muş’taki Haydaran, Demenan, Yusufhan aşiret“
lerinden oluşan dört bin kişilik çeteler topluluğu devlete
başkaldırdı.
İnönü’nün başbakanlığında başlayan bu isyan Celal
Bayar’ın başbakanlığı sırasında bitti.
Son Dersim isyanından sonra 1960 ihtilaline kadar,
Kürtçü faaliyetler özellikle DP iktidarının şemsiyesi altında
tarikat mahfillerinde “İslami cemaat” kisvesi altında daha
rahat hareket sahası bulmuştur.1960 ihtilalinden sonra
yürürlüğe konan anayasa, Türkiye’de sol ve sosyalist mahfillerde
Kürtçülüğün kâh demokratikleşme, kâh başka bir
insani söylemle kendine iyice hayat sahası bulmasına sebep
olmuştur. 1960 Anayasası, Türkiye’de kontrolün siyasi,
iktisadi, kültürel ve psikolojik olarak iyice ABD’nin eline
geçmesine vesile teşkil etmiştir.
12 Eylül 1980 ihtilali, arkasından Sovyet Bloğunun
dağılması ile sol ve sosyalizmin çökmesi Türkiye’deki Kürtçü
faaliyetleri yol ayrımına getirmiştir.
Osmanlı Türkiyesi’nde olduğu gibi, bir yanda İslami
tarikatlar bünyesinde kendisine yer edinen Kürt kimliğini
tanıma ve kültürel haklar söylemli Kürtçülük hareketi, diğer
taraftan kısa yoldan “tam bağımsızlık” isteyen PKK çizgisi.
AKP iktidarı ile birlikte “İslami tarikat” temelli Kürtçülük
hareketi iyice ivme kazanmış gözüküyor. Osmanlı
Türkiyesi’nde de bir kısım İslami tarikatlar içinde kendisine
yer edinen “özerklik” yanlısı Kürtçüler ile “tam bağımsızlıkçı”
PKK ve Barzani çizgisi-evet artık Türkiye’de Barzani çizgisinde
Kürtçülük vardır- Kürtçüler arasında “Kürdistan”ın
geleceği hakkında görüş ayrılıkları vardır.
Ancak bunlar ortak noktalarda birleşmişlerdir. Türk
devletine, Cumhuriyet Türkiyesi’ne, Atatürk’e ve Türk ordusuna
düşmanlıkla birleşmişlerdir.
Her iki hizip te Türk devletinin parçalanması için yabancı
güçlerle siyasi, iktisadi ve kültürel işbirliği içerisindedir.
Türkiye’de ümmetçi-liberal ayırımı gözetilmeden Kürtçü
unsurlara servet transferi yapılmaktadır. Bu transferlerde
yabancı-yerli unsurlar işbirliği içinde hareket etmektedir.
Osmanlı Türkiyesi’nde çatışma halinde olan Ermeni
ve Kürt milliyetçiliği günümüzde “görünmez” merkezlerin
telkinleri ile birbirine karşı toleranslı hale gelmiştir. Fakat
eninde sonunda, aynı bölge toprağı için rekabet halindeki
Ermeni ve Kürt istekleri yerini çatışmaya bırakacaktır. Elbette
bu çatışmada “Batı” Ermeni tarafını destekleyecek.
İsrail, Ermenistan, Almanya ve ABD’nin başını çektiği iki
noktayı gözden ırak tutmamak gerekir.
İsrail, sözüm ona genetik araştırmalara dayandırarak
Kürtleri “baba” tarafından Yahudi ırkı ile ilişkilendirmekte,
akrabalık tesis etmektedir.
Diğer taraftan Ermeni diyasporası başta olmak üzere,
ABD ve bir kısım AB ülkelerinde, bugün Anadolu’muzun
doğu ve güneydoğusunun bazı bölgelerinde yaşayan ve
Kürt olarak bilinen insanların birçoğunun Ermeni olduğu
işlenmektedir.
Almanya’da ise Kürtlerle Almanların aynı ırk kökene
dayandığını yazıp, çizen Alman bilim adamları(!) türemiştir.
Türkiye’ye yönelik Ermeni ve Kürt kartının Ruslar tarafından
kullanılmaya başlaması Rusya ve ABD arasındaki
Küba krizine dayanır.
Türkiye Cumhuriyeti’ni idare eden sivil-asker herkesin,
aydınların ve topyekûn Türk milletinin üzerinde durması
gereken en önemli husus kanaatimce şudur
Osmanlı ve Cumhuriyet Türkiyesi’ndeki Kürtçü hareket
ve isyanların birinci temel dayanağı bazı İslami tarikat
şeyhleridir.
Atatürk’ün vefatından sonra, İnönü iktidarının “Milli
şeflik” diktoryasının Kur’an’ı adeta yasak kitaplar arasına
sokması ve mütedeyyin Müslümanlığı yaşamak isteyen
insanların üzerine devlet gücünün salınması vs. ile İslam’ı
ve Kur’an’ı öğrenme faaliyetlerinin “merdiven altlarına”
kaymasına sebep olmuştur. Merdiven altlarında “Batılı
servislerin” organizasyon ve para desteğiyle İslami tarikatların
birçoğunun kontrolü, etnik takıntılı unsurlar ile Kürtçülerin
kontrolüne girmiştir. DP ve sonra gelen liberal sağ
iktidarların hiçbirinin tarikatlar meselesine, Türkiye’nin ve
Müslüman Türk milletinin “milli güvenliği” açısından bakmadıkları
bugün iyice gün yüzüne çıkmıştır.
Bu meseleye, iki ihtilal, iki askeri muhtıra ile, sisteme
müdahale eden askerlerde gereken hassasiyeti göstermemişlerdir.
Açıkçası dört askeri müdahaleden biri, ister soldan,
ister sağdan formatlı görünsün, hiçbiri milli-ulusal değildir.
ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin 150 yaşında olduğunu
bilmeden AKP’nin 2005 yılında Türkiye’de hükümet
etmesinin kerametini anlayamayız. ABD yetkililerinin
şu ünlü “Bizim çocuklar başardılar!” sözü niçin söylenmiştir.
Bir devletin iç ve dış güvenliğini sivil toplum teşkilatları
(NGO) değil, polis ve ordusu sağlar. Burada dikkat çekmek
istediğim konu ihtilalin neden ve niçinleri değil. Sonrasında
ülkenin siyasi, iktisadi, kültürel ve psikolojik tabanının
milli-ulusal formatlı bir yörüngeye oturtulup oturtulamadığıdır.
Bir hususu dikkatinize sunmak istiyorum. Şu anda
dünyanın altı büyük devleti, ABD, Çin, Japonya, Rusya,
Fransa ve İspanya iç savaş geçirmişlerdir. İç savaşın yıkıcılığından
sonra nasıl bugünkü hallerine gelebildikleri mutlaka
üzerinde durulması gereken bir husustur. Türkiye’de dört
askeri müdahale’nin darbecileri, rejimin tehlikede olduğunu
ileri sürdüler. Geldiğimiz bugünkü durum ise ortada…
27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra, Türkiye’de sol
mahfiller ve söylemler kullanılarak ABD, Avrupa ve İsrail
destekli Kürtçülük önce “seralarda” sonra “açık arazide”
yetiştirilmiştir.
12 Mart 1971 muhtırasından sonra ülke tam bir kardeş
kavgasına yuvarlanmış ve artık Kürtçü faaliyetler “adı
konularak” yapılır hale gelmiştir.
12 Eylül 1980 ihtilalinin en keskin sonucu, soldan ve
sağdan bütün milli- ulusal reflekslerin budanması, Türk
milletinin topyekûn depolitize edilmesi ile liberal-siyasi
ümmetçi “ikinci cumhuriyetçi” yapılanmanın önünün açılmasıdır.
28 Şubat post modern darbe ile Türkiye’de siyasi
ümmetçi, Türklüğü ırkçılık sayan buna karşı ülkemizde çeşitli
etnisiye unsurlar türeten “Türkiyelilik” iktidarının önü
açılmıştır.
28 Şubat ile Çevik Bir’in başını çektiği ekip Türkiye’yi
askeri ve siyasi olarak İsrail’in güdümüne sokmuştur. Yine
suni bir başörtüsü manipülasyonu ile mütedeyyin Müslüman
Türk insanı ile Türk ordusunun arası açılmak istenmiş,
bir ölçüde başarılı da olmuştur.
“Ordu-millet küskünlüğü” daha önce Batılı unsurlarca
İran’a karşı kullanılmış ve arkasından yaklaşık on yıl süren
İran-Irak savaşı “Kara İslam” olarak Batı televizyonlarında
İslam aleyhtarlığı için kullanılmıştı.”
Asıl tehlikelerden biri bölücülüğün bu kanadındadır.
1900’lu yıllarda Şeyh Abdulselam Barzan ve Dohuk Şeyhi
Nur Muhammed’in Osmanlı Hükümeti’ne ultimatonu andırır
bir uslupla sundukları dilekçedeki talepler günümüz
açısından da dikkat çekicidir. Bu talepler şöyleydi:
1-Beş Kürt kazasında Kürt idaresi kurulmalı.
2-Kürt bölgelerinde Kürtçe tedrisat dili olarak kabul
edilmeli.
3-Kürtçe konuşan Kaymakam ve Müdürler ile diğer
memurlar tayin edilmeli.
4-Kanun adaletin idaresi Şeriat’a uygun bir biçimde
gerçekleştirilmeli.
5-Kadı ve müftü postlarına tayin edilecek olanlar Şafi
mezhebinde olmalı.
6-Vergiler Şeriat’a uygun olmalı.
7-Ameli hizmetten muafiyet karşılığı toplanan vergiler
yürürlükte kalmalı, fakat bu gelirler 5 Kürt kazasındaki
yolların bakımı ve onarımı için kullanılmalı…
Sözkonusu dilekçenin 1, 2, 3 ve 7’nci maddelerinin
etnik ırkçılık çerçevesinde olduğu, 4, 5 ve 6’ncı maddelerin
ise dini talepleri içerdiği anlaşılmaktadır. Böylece bölücülüğe
dayalı cereyanların, etnik ırkçılığa dayalı hedeflerini gerçekleştirmek
için dinimizi kullanma, istismar etme alışkanlıklarının
bir hayli eskilere dayandığı ortaya çıkmaktadır.
Aynı metodu PKK’nin sıkça kullanması ve en son İmralı’dan
bölücü başının beyanındaki “İslam bayrağı altında yaşamak…”
tabiri boşuna değildir.
Bölücülerin propagandalarının temeli Kürtçe konuşan
vatandaşlarımızın ayrı bir millet olduğu iddiasına dayanmaktadır.
Bu kara propaganda ortadan kalkmadan ya
da tesir sahası daraltılmadan yani ideolojik mücadele ka
zanılmadan bölücülük belasından kurtulmak mümkün değildir.
PKK’nın silahı bırakması bu açıdan hiç önemli değildir.
Hatta bu bir taktik bile olabilir. Onun için asırlardır beraber
yaşayan insanlar, asırlardır aynı tarihin içinde, aynı
dine mensup olarak, aynı vatanda, aynı kültür içinde yer
alırken, bu gün etnik ırkçılıktan sıkıntı çekiliyorsa bunun
sebebi iyi bilinmeli, iyi anlatılmalıdır. Herkes aydınlatılmalı
ve bu bataklık, bu ideolojik bataklık kurutulmalıdır. Bunun
da yolu da “Milletleşme sürecini” tamamlamaktır.
İşte Dokuz Işık’ta yer alan Milliyetçilik, Türkiye’de
yaşayan vatandaşların hepsini bir arada gören, birlikte
kabul eden bir Milliyetçiliktir. Ayırımcı, ırkçı bir anlayış
bu doktrinde ve bunu ortaya koyan Alparslan Türkeş’te
yoktur. Alparslan Türkeş ırkçılığa sadece 9 Işık adlı eserinde
değil, bütün eserlerinde ve demeçlerinde karşı çıkmıştır.
“Siyasette yeni boyut Milliyetçilik” (Genişletilmiş 2. Baskı,
Ankara,1995.Yazan: Rıza Müftüoğlu) adlı eserin ön sözünde
Alparslan Türkeş söyle yazmaktadır: “Tarih boyunca
insanlığa en çok acı veren iki siyasi eğilimden sakınmak
lazımdır. Bunlardan birisi emperyalizm, diğeri ise ırkçılıktır.
Özellikle etnik ırkçılığa dayalı bölücülük Türkiye’nin gündemini
işgal etmiş bulunmaktadır. Yugoslavya’nın uğradığı
kanlı çatışmalardan ders alarak ırkçılığın her çeşidine karşı
millet olarak tedbir almalıyız. Emperyalizm ise kanlı pençelerini
bağımsız ülkelerin sırtına geçirmek için fırsat kollamaktadır.”
Dokuz Işık’ta ırkçılığa karşı olunduğu net cümlelerle
çok yerde belirtilmektedir. Ama ırkçılığa karşı olunduğunun
bana göre en güzel cevabı 9 Işık adlı eserin 81’nci sayfasındaki
şu cümlelerdir: “Milliyetçi Hareketin temel felsefesi,
insan sevgisidir. İnsan haysiyetine, hürriyetine dayanma
yan sistemlere inanmıyoruz. İnsan sevgisi ve hürriyeti insana
değer vermekle mümkündür. İnsan, kültürel, sosyal,
iktisadi, siyasi ve moral değerlerinin meydana getirdiği bir
bütündür. İnandığımız dünya görüşü insanı bütün değerleriyle,
bütün yönleriyle ele alır.”
Ülkemizde yaşayan herkesin müşterek adı Türk, müşterek
vatanı Türkiye ise elbette ki bir Alman, bir Fransız, bir
Fars’ın milliyetçiliğinden bizi ayıracak olan kavram da Türk
Milliyetçiliğidir. Bu sebepledir ki, “Siz Türk Milliyetçisiyim
derseniz, bunlarda biz Kürt milliyetçisiyiz derler” şeklindeki
tez sadece ve sadece milliyetçiliğe karşı olanların ya da
bölücülerin yanında olduklarını açıkça söyleyemeyenlerin;
sinsi bölücülerin Milliyetçiliği etkisiz hale getirmek için söyledikleri
temelsiz söylemlerdir.
Dokuz Işık incelendiğinde, Dokuz Işık’taki milliyetçiliğin
bütünleştirici bir özellik taşıdığını görmek mümkündür.
Zaten Cumhuriyet tarihinde bölücülere tokat gibi gelen iki
olay ve iki cevap vardır. Birincisi Ziya Gökalp tarafından
söylenmiştir. Ziya Gökalp’e o dönemdeki birkaç bölücü
şöyle bir söz söyler: “Sen bir kürtsün, senin Türk Milliyetçiliği
ile ne işin var”. Ziya Gökalp’ın cevabı şöyledir: “Türkü
sevmeyen Kürt, Kürt değildir. Kürdü sevmeyen Türk de
Türk değildir. Alparslan Türkeş ise 1992 yılında mecliste
yaptığı bir konuşmada bölücülerle kürtçe konuşan vatandaşlarımızı
ayırmak gerektiğini söyleyerek şu tarihi sözü
sarfetmiştir. “Onlar ne kadar Kürtse, biz de o kadar Kürdüz.
Biz ne kadar Türksek, onlar da o kadar Türktür.”
Bu arada aslen Diyarbakırlı olan ve Türkçülüğün
esaslarını belirleyen, Atatürk’ün de fikirlerine çok değer
verdiği Ziya Gökalp’ın Ali Kemal’e verdiği müthiş cevabı
aşağıda aynen sunuyorum.
“Günümüzde Cumhuriyet düşmanı ve kendilerine 2.
Cumhuriyetçi diyen zihniyetin, mütareke yıllarındaki temsilcisi
Ali Kemal’dir. Ziya Gökalp Fransız Gazetelerinin birinde,
Ali Kemal’in yazısına rastlar. ‘Ziya Kürt’tür’ yazısı ile
‘Kürt olduğu halde Türkçülüğe hizmetle’ ‘kendi milletine
ihanet ettiğini’ yazmaktadır.
Ziya Gökalp İstanbul’un işgalinden sonra, Malta’da
sürgündedir o sırada. Ali Kemal’e cevaben yazdığı şiiri, Kastamonu
Açıksöz Gazetesinin 20 Nisan 1921 tarihli nüshasında
yayınlanır.
Ali Kemal’e;
Ben Türküm! Diyorsun, senTürkdeğilsin!
Ve İslâm`ım! Diyorsun, değilsin İslâm!
Ben, ne ırkım için senden vesika,
Ne de dinim için istedim ilâm!
Türklüğe çalıştım sırf zevkim için,
Ummadım bu işten asla mükâfat!
Bu yüzden bin türlü felâket çektim,
Hiçbir an esefle demedim: Heyhat!
Hattâ ben olsaydım: Kürt, Arap, Çerkez;
İlk gayem olurdu Türk milliyeti;
Çünkü Türk kuvvetli olursa, mutlak,
Kurtarır her İslam olan milleti!
Türk olsam olmasam, ben Türk dostuyum,
Türk olsan olmasan, sen Türk düşmanı!
Çünkü benim gayem Türkü yaşatmak,
Seninki öldürmek her yaşatanı!
Türklük hem mefkûrem, hem de kanımdır:
Sırtımdan alınmaz, çünkü kürk değil!
Türklük hâdimine "Türk değil!" diyen,
Soyca Türk olsa da "piçtir! Türk değil!” 60 |