Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1831
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10765
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 755
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Okuyucularımıza Sunduğumuz Temel Bilgiler
9 IŞIK ÜZERİNE BİR İNCELEME -2-
Osmanlının son dönemlerinde bir savunma anlayışı içinde Milliyetçiliğin ve Türkçülüğün canlanmasına neden olmuştur. İşte bu konuda 9 Işık’taki belirlemeler: “Türk fikir hareketleri tarihine baktığımız zaman İslamcılık, Ümmetcilik fikrini ve Tanzimattan sonra bilhassa Osmanlıcılık görüşünü, bir siyasi fikir olarak görürüz. Bundan sonra da Türkçülük, Pan-Türkizm ve Turancılık fikirlerini görürüz. Daha sonra da Milli Kurtuluş Savaşı ve ondan sonraki sahada da başlıca iki fikir hareketi ortada görülür. Bunlardan birisi Anadoluculuk, diğeri de Türkiyecilik. İslamcılık:İslamcılık bütün Müslüman ülkelerin birliğini hedef tutan bir görüş. Bu görüşün Osmanlı İmparatorluğunda kabul edilmiş olmasının önemli sebeplerden birisi, Osmanlı padişahlarının aynı zamanda İslam Halifeliği ünvanını ve görevini de taşımış olmalarıdır. Fakat zamanla, özellikle Batı memleketlerinin büyük imparatorluklarının emperyalist faaliyetleri de tesir göstererek, bu fikir, bu görüş baltalanmış, zayıflatılmış ve Müslüman olmakla beraber çeşitli Müslüman memleketler halkı birbirlerine karşı harplere, mücadelelere sevk edilmiştir. Osmanlı devleti, başında halife de bulunmasına rağmen ve halife tarafından cihad da ilan edilmiş bulunmasına rağmen, Müslüman başka milletlerin Hıristiyan olan Batı memleketleriyle ittifak edip birleşerek Müslüman Osmanlı devletine; Müslüman Türk Milletine karşı silahlı mücadeleye girip onu yıkmak için Hıristiyan devletlerle ittifak halinde çalışmaları gibi durumlar meydana gelmiştir. Osmanlıcılık fikri ise, Tanzimatın ilanından sonra daha çok üzerinde durulan bir fikir hareketi olmuş, İmparatorluğun o günkü sınırları içinde bulunan çeşitli milletleri din ve milliyet farkı gözetmeksizin, adı altında bir millet haline getirmek, bir varlık haline getirmek görü şü:-ki bunun da çeşitli olaylar, zamanın meydana getirdiği bir çok şartlar- imkânsız olduğunu göstermiş ve neticede bu fikrin de tutulacak bir fikir olmadığı inancını yaratmıştır. Milliyetçilik: Türk Milliyetçiliği, Türk Milletinin kendi varlığını, meşru savunma isteğinden, meşru savunma duygusundan doğmuş bir şuur ve duygudur. İmparatorluğun uzun yüzyıllar bütün yükünü taşıyan Türk halkı, Türk unsuru imparatorlukta en çok ezilen ve en çok da, ihmal gören bir unsurdur. Biraz önce temas ettiğim gibi İslam birliği, Osmanlıcılık fikirleri içinde, o da bütün bu fikirlerin tahakkuku için elinden gelen bütün imkânları harcamış, her şeyi yapmıştır. Fakat zamanla bakmıştır ki, bir taraftan Sırbistan bağımsızlık alıyor, bir taraftan Bulgaristan, bir taraftan Romanya, derken Müslüman oldukları halde Araplar ve başka Müslüman unsurlar, onlar da: “Biz Türk değiliz” diyorlar, bağımsızlık peşinde koşuyorlar. İşte bu akımlar Türk Milletinde derinden derine kendi milli benliğini duymak, milli şuuruna ermek ve artık sadece kendi halkından, kendi cinsinden, kendi milletinden medet ummak, beraber olmak, bir araya gelmek fikrini, duygusunu meydana getirmiştir ki: bu da meşru bir savunma duygusudur. Türk Milliyetçiliği hiçbir zaman şoven olmamıştır. Hiçbir zaman başka bir milleti küçük görmek, yok etmek veyahut o millete zulüm etmek fikri ile duygusu ile alakası olmamıştır. Eğer öyle olsaydı 500 sene, 800 sene, 900 sene bizim idaremizde, elimizin altında kalmış olan milletlerin 500 sene sonra 900 sene sonra ayrı bir millet hüviyeti, varlığı gösterememiş olmaları, içimizde eriyip gitmiş olmaları icap ederdi. Türkçülük, milliyetçilik anlayışımız; manevi şuurlanmaya dayanır. Bu temel üzerinde Türklük şuuruna erişmiş, samimi olarak ‘Ben Türküm’ diyen herkes Türk’tür. Türkçülük ve Türk’ün tayininde, sapık ölçülere, özellikle mezhepçiliğe, coğrafyacılığa, laboratuvar ırkçılığına inanmıyoruz. Başka milletleri küçük gören, dünya barışını tehlikeye koyan antrepolojik ırkçılık, Türk Milliyetçilik ülküsünün dışındadır. Milliyetçilik anlayışımız, maneviyatçı, akılcı, demokratik, çağdaş bir milliyetçiliktir. Nazist Hitler ırkçılığının komünist ırkçılığının, her türlü antidemokratik, insan sevgisine dayanmayan emperyalist ırkçılığın karşısındayız. Emperyalist ırkçılık, milli devlet fikrini tanımaz. Milliyetçi Hareket, milli devlet fikrine inanır, bütün devletlerin eşitlik ve bağımsızlığını savunur, her milli devletin ülke ve millet bütünlüğüne saygı duyar. Türk Milliyetçiliği meşru savunma, yüksek insanlık duyguları ve Türk Milletinin kendi tabii haklarının savunulması, korunulması duygusu ve iradesinin, şuurunun bir ifadesi olmuştur. Türkçülük fikri de bu şuur ve bu duygudan doğmuştur. Türkçülüğü kısaca şu şekilde özetleyip tarif edebiliriz: Her faaliyetin Türk Milletinin milli menfaatlerine uygun bir şekilde düzenlenmesi, yürütülmesi görüşüdür. Pantürkizm ve Turancılık fikirleri: Birinci Cihan Savaşı’ndan önce Türkiye’de baş göstermiş olan diğer unsurlar arasındaki ayrılık arzuları, Türkiye’de Osmanlı sınırları dışında kalmış olan diğer Türklerle birleşmek ve onlarla bir varlık meydana getirmek fikirlerini yaratmıştır. Bu fikirler yalnız Türkiye sınırları içirişinde bulunan Türkler arasında değil, Türkiye sınırları dışında bulunan Türkler arasında da doğmuş ve karşılıklı bunlar birbirlerini bulmuşlardır. Kırımda İsmail Gaspıralı, Kazan’da, Başkurt memleketlerinde, Azaerbaycan’da, Türkistan’da başkaları… Yer yer orada bulunan Türk toplumları da kendilerini yabancı boyunduruğundan kurtarmak ve birbirlerinin aynı olan, başka başka parçalar halinde bulunan toplumlar birbirleriyle kültür bağ ları kurmuşlardır. Bunun neticesi olarak da o günlerde memleketimizde bir Pan-Türkizm siyasi fikir cereyanı yayılmış ve devlet adamlarına kadar bu fikir ulaşmıştır. Turancılık fikri ise, daha geniş bir saha bulmuştur. Macarlar, Finler, Polonya’da yaşayan Mişer’ler yani Turan asıllı olan birçok milletler bu fikri evvela ortaya atmışlardır. Macarların böyle bir fikir ortaya atmalarında güttükleri gaye; bilhassa o günler için kendileri Slav baskısıyla Germen baskısı arasında sıkışmış kalmışlardır. Kendi asıllarının Turan aslından, Turan kavminden olduğunu düşünerek böyle bir fikir ortaya atmışlardır. Bütün Turan asıllı olan milletlerin, kavimlerin bir birlik fikri - ki bu fikir Türkiye’de çok taraftar bulmuş değildir.- nihayet ilim kitaplarında yer almış bir fikirdir. Türk Birliği Fikri: Fakat Türkiye’de asıl taraftar bulan ve devlet adamlarına kadar bir siyasi görüş olarak yer eden fikir; Türk Birliği fikri idi. Bunu da hareket haline getirmeyi istemiş olan örnek şahsiyet Enver Paşa idi. Tabii ki bu fikir de içinde bulunan imkân ve şartlar dolayısıyla, gerçekleşmek imkanı bulamazdı, bulamamıştır. O gün için ve Birinci Cihan Harbi sonunda Türkiye’nin büyük kayıplara, büyük zayiata uğrayarak Osmanlı Devleti’nin bu harpte yorgun ve zayıf düşmesine sebep olmuştur. İşte bunlara değinişimin sebebi, Türkiye’nin dış politikasını hazırlayanlar, bütün bu geçmiş Türk fikir hareketleri tarihinden tecrübeler almıştır ve ona göre Türkiye’nin dış politikasına yön vermeye çalışmışlardır. Türkiyecilik ve Anadoluculuk: Milli Kurtuluş Savaşından sonra ise, memleketimizde Türkiyecilik, Anadoluculuk dediğimiz iki görüş, fikir adamları arasında zaman zaman tartışma konusu olmuştur. Anadoluculuk görüşünü savunanlar, Türkiye’ye Türklerin Orta Asya’dan 1071 Malazgirt Meydan Muharebesinden sonra gelip yerleştiklerini, yerleştikten sonra Anadolu’da yaşayan insanları da Müslüman etmek suretiyle onlarla kaynaşarak, burada yeni bir varlık, yeni bir vücut meydana getirmiş oldukları; binaenaleyh bundan evvelki Türk tarihi ile bundan sonraki Türk tarihi arasındaki farklar bulunduğunu ileri süren bir görüş sahibi idiler, ırkı tarihle millet tarihinin ayrılması gerektiğini savunurlar. Türkiyecilik ise; Türkiye’nin Lozan Anlaşmasıyla tespit edilmiş olan sınırları içerisindeki insanların varlığıyla, mukadderatıyla ilgilenmek ve onların korunmasını, yükselmesini sağlamak ve bu sınırlar dışında kalmış Türklerle ilgilenmemek, onların da kendi mukadderatlarını kendilerinin çözmesini temenni etmek, onlar için sadece iyi temenniler beslemek görüşü olarak özetlenebilir.” 41 Görüldüğü gibi Alparslan Türkeş, Türk Milliyetçiliğinin siyasi bir hareket olarak ortaya çıkışını bir nefis koruması olarak vasıflandırmakta ve hiçbir zaman tecavüzkâr olmadığını belirtmektedir. Bazıları Dokuz Işık’ta Türk Milletini ve Türk’ü öven bölümleri örnek göstererek bunun “Üstün ırk teorisi”nin bir tezahürü olduğunu söylemektedirler. Bunlar doğru değildir. Önce bu yöndeki açıklamalara bir bakalım: “Bir insanın kendisine saygısı yoksa kendini aşağı görürse, kabiliyetsiz hissederse, o insanın büyük iş yapması, içinde bulunduğu çevreye yararlı olması mümkün olmaz. Bir insan bir hendeğe doğru endişesiyle ümitsiz ve tereddütlü gelirse, o hendeği aşamaz, atlayamaz. Bir insan kendine güvenerek diye korkusuzca gelirse atlar. Zafer, hiçbir zaman mahvolduklarını zannedenler tarafından kazanılamaz. Milletlerin hayatı da böyledir. Milletler kendi varlıklarının değerini hissederler, kendi kudretlerine inanç duyarlar, kendi izzetinefislerini her şeyin üstünde tutabilirler ve kendi varlıklarına saygı duyarlarsa, uygarlık âleminde büyük varlık gösterirler, büyük eserler meydana getirirler ve aynı zamanda kendi toplumları içinde yaşayan bütün insanları mutluluğa, refaha erdirirler. Bundan dolayıdır ki, biz prensiplerimizin başına milliyetçiliği koyuyoruz. 42 “Dünya üzerinde yaşayan her millet ayrı bir karaktere sahiptir. Milletler, inancı, töre, gelenek, görenek, milli vasıfları ve karakterleri bakımından birbirinden farklıdırlar… Türk Milletinin binlerce yıllık tarihi boyunca yenilmez olmasını sağlayan ve bugüne kadar her felaketin üstesinden gelerek, her tehlikeyi çiğneyip üstüne çıkmasını sağlayan bazı milli vasıfları, gelenekleri ve inançları vardır, karakteri vardır. Bunların başında asla yenilmeyi kabul etmemek, asla mağlup olmayı kabul etmemek, boyun eğmeyi kabul etmemek; boyun eğmeye, mağlup olmaya karşı çıkmak görüşü gelmektedir. Teslim olmayı red, mağlup olmayı red, yenilmezliğin sırrıdır. Durumumuz ne kadar kötü olursa olsun, ne kadar imkansızlıklar içerisinde bulunursak bulunalım hiçbir zaman yılmayacağız; çünkü yenilgiyi, teslim olmayı kabul etmemek Türklüğün ezeli şiarıdır. Tarihte bunu binlerce defa ispat etmiştir “ 43 “Milletimizin gelişebilmesi, kalkınabilmesi için her şeyden evvel milli benliğine, milli varlığına dönmesi lazımdır. Bir milletin yükselmesi, milli değerler meydana getir- (42 9 Işık ve Türkiye. Alparslan Türkeş. 1977. Sayfa:13-14 43 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:570-571) mesiyle, milli değerlere kıymet vermesiyle mümkün olur. Milletler milli ahlak sahibi olursa, tarihine, dinine, imanına, törelerine sahip olursa gücünü kuvvetini muhafaza edebilir, gelişip yükselebilir. Kendi benliğinden uzaklaşan, benliğini hor gören, kendi kendini beğenmeyen, başka milletleri kendinden üstün zanneden, başkalarını kopya eden ve bunu bir marifet gibi kabul eden bir millet kökünden kopan bir çınar gibi, kendini kaybetmiş, çoktan ölmüş olur. Onun için bizim milletimizi kalkındırmak için açtığımız mücadelede her şeyden önce üzerinde durduğumuz husus: Biz Türküz, kendimize benzeriz, kuvvetli, vasıflı, meziyetli, ahlaklı bir milletiz. Başkalarından aşağı, başkalarından eksik bir tarafımız yoktur. Başkalarını kopya ederek yükselmemiz mümkün değildir.” 44 “Tarihteki 8 büyük nin 3’ü Türkler tarafından kurulmuştur. Bunlar ‘Cengiz İmparatorluğu’, ‘Büyük Selçuklu İmparatorluğu’ ve ‘Osmanlı İmparatorluğu’dur. 8 imparatorluk kuran 5 milletten biri olan Türkler, tek başına 3 imparatorluk kurduğu halde, onların 4’ü ancak 5 imparatorluk kurabilmişlerdir. Bunun neticesi milletlerin yüreğinde kalan bir korku vardır… Tarihte galip geldiğimiz zamanlarda, mağlup milletlerin insanına çok dürüst, insanca hareket etmişizdir. Zulüm etmemişizdir. Ama biz mağlup olunca, onlar insanlarımızı vahşice, kadın çocuk demeden, her çeşit ahlaksızlığı yaparak yok etmişlerdir. Böyle anlarda gık dememiştir. Bize karşı, milli güvenliğimize karşı bir hareket yapılıp da biz onu bastırınca, gerekli tedbirleri alınca ‘Vay! Türkler barbarlık ediyor!’ denmiş, bize karşı girişilen katliamlarda ise medeni dünya sesini çıkarmamıştır. Bunun misalleri çoktur.” 45 (44 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa: 565 45 9 Işık ve Türkiye. Alparslan Türkeş. 1977. Sayfa:13-14) Bu övgüler ve tavsiyelerin, Dokuz Işık bütünüyle incelendiğinde bir kısmının gerçekleri anlatmaya yönelik olduğunu, bir kısmının ise özgüven kazandırmaya yönelik olduğunu görürüz. Dokuz Işık’ta Milliyetçilik, bütünleştirici özelliğe sahip olduğu için bölücü hareketlere şiddetle karşıdır. Dışlayıcı değil ama karşıdır. Alparslan Türkeş o tarihlerde komünist örgütlerle siyasi-dini hareketler içinde olan örgütlerin içinde barınarak faaliyet gösteren bölücü hareketlerin tehlikesini kavrayarak herkesi uyanık olmaya çağırıp, hedefler ve ilkeler sıralarken, bu hareketlerin dışardan beslendiğini de anlatmaktadır. Dokuz Işık’ta bölücülükle ilgili tespitler ve öneriler şöyledir: “Türkiye’yi parçalamak istiyorlar. Bugün özbe öz bizim kardeşimiz olan, bizim soyumuzdan kanımızdan olan insanların yaşadığı doğu bölgesinde, ayrı bir devlet kurma kışkırtmaları görülmektedir. Bundan hepimiz, hepiniz haberdarsınız. Tarihimizin hiçbir devrinde bu derecede milletimizi parçalama hareketleriyle karşılaşılmamıştır. Ve bu yıkıcı, parçalayıcı ihanet hareketlerine karşı bu derece zayıf bir idare, bu derece umursamaz bir aydın takımı görülmemiştir.” 46 “Birlik ve beraberliğini korumayan bir milletin çok geçmeden yere serileceği kesin bir gerçektir. Bugün milletimizi baltalamak ve yıkmak için iç birliğimizi bozma çabaları gösterilmektedir. Bölgecilik, azınlık ırkçılığı, mezhepçilik ve komünizm milli birliği engelleyen çok tehlikeli hareketlerdir… Türk Milliyetçiliği, birliği bozucu her çeşit hareketin düşmanı olduğu gibi her türlü azınlık ırkçılığına da karşıdır. (46 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:174) Milli varlığımız için zararlı olan azınlık ırkçılığına karşı çıkmak en önemli görevlerden biridir.” 47 “Bugün Ortadoğu’da menfaatleri bulunan devletler Türkiye’nin taşıdığı büyük önem dolayısıyla ve Türk Milletinin sahip olduğu büyük hayatiyet dolasıyla Türk Milletini parçalamak, Türk Milletini zehirlemek, onun ahlakını bozmak, onu fesada uğratmak için, onu güçten kuvvetten düşürmek için, onu birbiriyle boğazlaşan, birbirini boğan, birbirini yok eden bir cemiyet, bir millet haline düşürmek için her çeşit fitneye, her çeşit tuzağa, her çeşit hileye başvurmaktadırlar başvurmaktadırlar…” 48 Dokuz Işık’taki bu açıklamaya paralel olarak özellikle Mehmet Akif Ersoy’u dillerinden düşürmeyip bölücülere taviz verenlerin de iyi anlaması için Mehmet Akif Ersoy’un 1920 yılında Kastomunu Nasrullah camiinde verilmiş olan ve 25 Kasım 1920 tarihli Sebilürreşat dergisinde yayımlanan hitabesinin bir bölümünde ne dediğine bir bakalım: “ Ey cemaat-ı Müslimin! Gözünüzü açın, ibret alınız. Bizim hani senelerden beri kanımızı, iliğimizi kurutan dâhili meseleler yok mu, Havran meselesi, Yemen meselesi, Şam meselesi, Kürdistan meselesi, Arnavutluk meselesi… Bunların hepsi düşman parmağı ile çıkarılmış meselelerdir. Onlar öyle olduğu gibi bugünkü Adapazarı, Düzce, Yozgat, Bozkır, Biga, Gönen, Konya isyanları da hep o mel’un düşmanın işidir. Artık kime hizmet ettiğimiz, kimin hesabına birbirimizin kırtlağına sarıldığımızı anlamak zamanı zannediyorum ki gelmiştir. Allah rızası için aklımızı başımıza toplayalım. Çünkü böyle bir düşman hesabına çalışarak elimizde (47 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:76. Paragraf:1 48 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:100. Paragraf:1) kalan şu bir avuç toprağı da verecek olursak, çekilip gitmek için arka tarafta bir karış yerimiz yoktur.” 49 Dokuz Işık’ta bölücülere yönelik diğer belirlemeler şöyledir: “Büyük Türk Milletine düşman olanlar, dün olduğu gibi, bugün de, kirli emelleri uğruna, birlik ve beraberliğimizi bozmak için komünizm tahrikçiliği, bölgecilik ve mezhepçilik bölücü ve yıkıcı davranışlar içindedirler.” 50 “Milliyetçi Hareket her türlü bölücülüğe, bölgeciliğe, yıkıcılığa, bozgunculuğa karşıdır. Milliyetçi Hareket, milli birlik, milli bütünlük, MİLLİ DEVLET ilkesiyle gerçekleşebilir. Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak, birleşmiş ve bütünleşmiş bir devlet anlayışını savunuyoruz. Bu itibarla, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Meydanda, sokakta, üniversitede, açıkça veya kapalı kapılar arkasında bu devletin ülkesini ve milletini bölmeye kalkışanlar, bunu vadedenler kahrolacak, bunların kafaları ezilecektir. Türkiye halklarından bahsedenler, hüsrana uğrayacak, pişman olacaktır. Atalarımızın, Büyük Türk Milletinin, yüzlerce yıllık mücadelesi sonucu, kan akıtarak, çile çekerek bizlere emanet ettiği bu vatan, bölücülere mezar olacaktır. Bilgehan’ların, Fatih’lerin, Atatürk’ün bağrından çıktığı bu büyük milleti halklara bölüp komünist emperyalizmin (Not: O dönem emperyalistlerin biri komünizmi araç olarak kulananlardı. Bugün farklı yerlerdir.) kucağına atmak isteyenler karşılarında demokrasi, meşru nizam aşıkı, ülkücü Türk Milletini bulacaktır.” 51 (49 (www.turkmeclisi.org sitesindeki Temel Bilgiler Bölümünden alınmıştır 50 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:436. Paragraf:4 51 9 Işık. Alparslan Türkeş.1978. Sayfa:490-491(49)) “Türk Milletini meydana getiren, diğer önemli bir manevi faktör bağımsız olarak birlikte yaşama arzusu, bölünmeme, kaderde, tasada ve kıvançta bir bütün olarak devam etme arzusudur. Şurasını esefle belirtmek zorundayım ki, bugün ülkemizde millet bütünlüğümüzü parçalama amacı güden aşırı azınlık ırkçılığı ve bölgeciliği akımı vardır. Ayrı bir devlet kurmak, Türk Milleti ve ülkesini bölmek isteyen bu hainlere fırsat vermeyeceğiz. Atalarımızın aziz kanlarıyla sulanmış bu kutsal topraklar, insanlık var oldukça, Türk Milletinin öz yurdu olarak kalacaktır. Bunun için gerekirse her çareye başvuracağız, yenilme yeceğiz, yeneceğiz ve hainlerin kafasını ezeceğiz.” 52 “Türk Milletinin güçlenmesinden endişe duyan, bir takım yabancı kuvvetleri, yabancı çevreleri endişelendirmektedir. Bunun için de Türk Milletinin güçlenmesini, kalkınmasını engellemek için her şeyden evvel milli birliğimizi ve bütünlüğümüzü bozacak, parçalayacak fesat tertipleri, fitne hareketleri halkımızın içine, milletimizin arasına yayılmaya, salınmaya çalışılmaktadır.” 53 “Anayasamızında başlangıç kısmında, birçok maddelerinde Türk Milliyetçilik ülküsünü, devletin temel felsefesi saymıştır. Milliyetçilik ülküsü, Türk Milleti’yle bütünleşmek, Türk Milletinin büyük, güçlü iktidarını kurmak ülküsüdür. Savunduğumuz milliyetçilik, insan sevgisine dayanan demokratik milliyetçiliktir. Demokratik milliyetçiliği reddeden her her sisteme karşıyız. Türk Milletini sınıf ve mezheplere veya bölgelere bölen, Türk Milletini sloganı altında parçalamak isteyen yabancı ideolojileri şiddetle reddederiz. Totaliter sosyalizmin, komünizmin, sömürücü kapitalizmin ve her çeşit faşist sistemin amansız düşma- (52 Işık. Alparslan Türkeş.1978. Sayfa 284-285 53 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:436. Paragraf:4) nıyız. Milliyetçilik anlayışımız manevi şuurlanmaya dayanır, milli sınırlarımız üzerinde Türklük şuuruna erişmiş, samimi olarak ‘Ben Türküm’diyen herkes Türktür.” 54 “Size büyük bir prensibi işaret ediyorum: Biz Türk Milliyetçileri olarak, ancak Türk Milletine yararlı olacak faaliyetler için Türkiye’de hürriyet tanırız. Türk Milletini bozacak, Türk Milletini zarara uğratacak, onun hayatı için tehlike teşkil edecek hiçbir harekete hürriyet tanımayız. Türk Milletini yıkma, Türk Milletini yok etme hürriyeti diye bir hürriyet bu topraklarda tanınamaz.” 55 “Türk Milletinin varlığını korumak, yüceltmek ve ebediyen devam ettirmek düşüncesinin üstünde başka hiçbir fikir ve düşünce yer alamaz. Demokrasi, hürriyet gibi mefhumlar ancak buna hizmet içindir….Türk Milletinin birliğini bozma, Türk vatanını parçalama hürriyeti diye bir hürriyet olamaz. Komünizm kadar, bölgecilik, mezhepçilik faaliyetleri de almış yürümüş ve hükümet bunlara karşı aciz ve meskenet içinde seyirci bulunmaktadır. Bir takım gafil ve korkak kimseler komünistlere ve diğer fesatçılara yardım ederek kendi sefil varlıklarını teminat altına alacaklarını sanmaktadırlar. Biz parti olarak Türkiye içinde komünizmi ve diğer fesat hareketlerini yok edeceğiz. Fakat yalnız onları değil, bu yıkıcı faaliyetlere karşı vazifesini yapmayan iktidarı ve fesatçılara yardakçılık eden hainleri de en ağır cezalara çarptıracağız.” 56 “Unutmayınız ki Türk Milleti bugün her zamankinden daha fazla birlik ve beraberliğe ihtiyaç duymaktadır. Birbirimizin kusurlarını aramak yerine, noksanlarımız giderme- (54 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:275 55 9 Işık. Alparslan Türkeş. 1978. Sayfa:102. Paragraf:1 56 9 Işık. Alparslan Türkeş. Sayfa:75. Paragraf:1,2) ğe, birbirimize sevgi ve saygıyla bağlanmaya çalışmalıyız. Müşterek tarih ve müşterek kaderimizle beraber ülkümüz de bugün bize bunu emretmektedir. Asla şüphe etmeyiniz ki her karış toprağı şehit kanı ile yoğrulmuş olan bu güzel ve büyük vatanın bütünlüğüne yönelen her türlü sömürücü, ayırıcı, kin ve intikam tohumları mutlaka kuruyacak ve kurutulacaktır. Asla şüphe etmeyiniz ki her karış toprağı şehit kanı ile yoğrulmuş olan bu güzel ve büyük vatanın bütünlüğüne yönelen her türlü sömürücü, ayırıcı, kin ve intikam tohumları mutlaka kuruyacak ve kurutulacaktır.” 57 Yukarıda yer alan cümleler ve 9 Işık’ta Türk Milleti’ni öven satırlar “Irkçı” birinin hoşuna gidebilir. Ama hiçbir ırkçı bu cümlelerle tatmin olmaz. Çünkü ırkçılıkta her şeyden önce o ırkı belirleyen bir çerçeve çizilir ve bu çerçevenin dışındakiler aşağı görülür, ayrı tutulur, ezilmeye çalışılır ve ezileceği de ilan edilir. Irkçı bir zihniyet kendi devletinin idaresinde ırkının dışından hiç kimseye yer vermez. Ticari hayatta, sosyal hayatta kendi ırkının dışındakilere hayat tanımaz. Ülkemizde olduğu gibi olmaz. Bizde mevcut cumhurbaşkanlarımızın dördü Kürt kökenlidir. Devlet idaresinde başbakanlar, çok sayıda bakanlar, milletvekilleri, müsteşarlar, genel müdürler vardır. Generaller vardır. Devlet hayatımızdaki bu tablo hiçbir zaman Dokuz Işık’ta bir rahatsızlık unsuru olarak zikredilmemiştir. Üstelik “Milli devlet” anlayışında herkesin eşit muamele görmesi öngörülmüştür. Bunları söylediğimiz zaman; devletin en üst yönetiminde yer alan kürt kökenlileri anlattığımız zaman “Onlar asimile oldukları için bu mevkilere getirildiler” derler. Buna cevaben siz “ırkçılık anlayışında, (57 9 Işık. Alparslan Türkeş. Sayfa:499. Paragraf:1) asimile olan biri çok yetenekli olursa bu mevkilere getirilir. Aksi takdirde ırkçı bir anlayış kendinden olmayan birini böyle bir mevkiye getirmez. Ya da bu getirilenlere karşı çıkar, isyan eder. Mesela, Fahri Korutürk’ün hangi büyük özelliği vardı ki kendisi Cumhurbaşkanı yapıldı? Cemal Gürsel bahçe sularken hangi büyük becerisi sebebiyle 27 Mayıs ihtilalinde Devlet Başkanı yapıldı? Bizde böyle bir şey yoktur. Şans ve imkânlar herkesi bu mevkilere getirir.” dediğinizde bocalarlar veya cevap veremezler. Evet, 9 Işık’ta yer alan yukarıdaki cümleler, bütünleşme cümleleridir. Ama elbette ki bütünleşme tek bir isim altında olabilir. Türk kelimesinden rahatsız olanlar, muhakkak ki sapık bir anlayış içindedirler. Neden? Türkler Anadolu’ya geldiklerinde, Anadolu’da hangi devletler vardı ve hangi devletleri yıktı? Kürtçe konuşan vatandaşlarımızın bir devleti mi vardı? Mesela Gürcü kökenli vatandaşlarımızın bir devleti mi vardı? Şimdi kendimize soralım. Bırakın akraba boylarını, asırlardır kaynaştığımız kavimleri, Afrika’nın en iç bölgesinden bir aile Türkiye’ye gelse, Türk vatandaşı olsa, herkesin faydalandığı haklardan aynı şekilde faydalansa siyasi görüş olarak Milliyetçiliği seçerse neyin milliyetçisi olacaktır? Elbette ki Türk Milletinin bir ferdi olarak Türk Milliyetçisi olacaktır. Eğer kendisine “Sen Türk değilsin” denirse o zaman bu akım içinde olamaz. Ama “Sen kendini bu milletin bir parçası kabul ediyorsan, sana kucak açan bu milleti seviyorsan, Türk Milletine bağlıysan, sen de bizim gibi Türk’sün” denilirse, bu Afrikalı neyin milliyetçisi olacaktır? Pek tabidir ki, Türk Milliyetçisi olacaktır. Amerika Birleşik Devletleri “72,5” milletten oluşmaktadır. Ve üstelik bu milletlerin hemen hemen hepsinin dünyada kurulu devletleri mevcuttur. Hem de güçlü ve köklü devletler. Ama buna rağmen, örneğin İspanyol kökenli bir Amerikan vatandaşı “Ben İspanyolum” diye ortaya çıkmaz. Sorduğunuzda “Ben Amerikalıyım” der. Eğer sohbet dostça olur ve ailesini sorarsanız; çoğunlukla o zaman bile “İspanyolum” demez, sadece dedelerinin İspanya’dan geldiği söyler. Ama bizde yurt dışına Türk vatandaşı pasaportuyla çıkıp, yurt dışında sadece Kürt olduğunu söyleyen insanlar var. İşte bu insanlarla, aynı zihniyette olanlar Türk Milliyetçiliğinden rahatsız olmaktadırlar. Hâlbuki bizde, Türk Milliyetçiliğinin Amerikadaki halkların durumundan daha da pekiştirici bir özelliği vardır. Mesela, Türk Milliyetçiliğinin, Amerikada yakın zamana kadar olduğu gibi “Kimler Başkan/ Cumhurbaşkanı olabilir “ ilkeleri mevcut değildir. İşte 9 Işık bütün bu tarif ve açıklamalarında bir Afrikalıyı bile Türk kabul eden bir anlayışı sergilemektedir. Ayrıştırıcı değil, birleştiricidir ve insan sevgisine dayanır. Böyle bir özelliği olduğu için de gerekçeleri ne olursa olsun bölücü fikirlere ve bunları destekleyenlere şiddetle karşı olur. Ve Dokuz Işık, bölücülüğe karşı çıkarken özellikle milletleşme sürecinin tamamlanmasını şu gerekçelerle de zaruri görmektedir. “…O realite nedir? O realite de dünya üzerinde insanlar millet toplulukları halinde yaşamaktadırlar ve milletler arasında devamlı bir yarışma, devamlı bir mücadele vardır. Bu mücadelenin, bu yarışmanın temeli her milletin kendi menfaatleridir. Her millet kendi milletini ileriye götürmek, yükseltmek, ahlakta, maneviyatta en üst düzeye çıkarmak, iktisatta, refahta dünyanın en refahlı toplumu haline getirmek çabası içindedir. Bu çabasını, başka milletlerin zararına olsa da, başka milletlerin sırtından olsa da sürdürmektedir. Milletlerin birbirlerinden lütuf bekleyerek, birbirle rinden merhamet ve şefkat umarak yaşamaları mümkün değildir. İnsanlar gibi milletler de kendi güçlerine ve kendi çalışmalarına güvenmek zorundadırlar. Bir milletin çıkarlarını koruyabilmesi ve kendi insanlarını refahlı, huzurlu, güven içinde yaşatabilmesi her şeyden önce kendisinin çalışmasına ve güçlü olmasına bağlıdır. Dünya üzerinde çok eskiden beri hüküm sürmüş olan ilke ve kanun bugün de yine hükmünü sürdürmektedir. Bu ilke, bu kanun milletler arasındaki münasebetlerde “Hak kuvvetlinindir” kanunudur. Haklı olanın kuvveti yoksa hakkını alması, hakkını saydırması mümkün olmamaktadır. Eski çağlarda mümkün olmamıştır. Bugünkü dünya üzerinde de mümkün olamamaktadır. 58 Onun içindir ki “Türk Milleti” olgusunu yok etmeye ve milletleşme sürecini sekteye uğratmaya çalışmak, bu gün olmasa dahi yarınlarda vatana ihanet olarak vasıflandırılacaktır. Özellikle son 5-6 yıldır karşılarına hayali bir ırkçılık alarak, sözde bu ırkçılığa karşı konularak, etnik ırkçılık yapılmaktadır. Ve maalesef bu etnik ırkçılığı yapanlar, yönetimin en üst kesimlerinden bilerek veya bilmeyerek destek görmektedirler. Hâlbuki Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan bu yana, CHP’nin ilk dönemlerinde çok kısa bir süre ve birazda ilmi araştırma çizgisinde ırkçı bir yaklaşım sergilenmiştir. Bir de yine çok kısa bir süre sadece bazı yazarlar ırkçı yaklaşımlar içinde bulunmuşlardır. Bunların dışında ırkçılık yapan hiçbir kurum, hiç bir siyasi parti göstermek mümkün değildir. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde İslami esaslara dayalı parti kurmak ve faaliyet göstermek iddiasıyla siyasi partiler (58 9 Işık. Alparslan Türkeş. Sayfa:23. 1. Paragraf. Sayfa:24, 25) kapatılmış ama ırkçılık suçlamasıyla hiçbir siyasi partiye dava dahi açılmamıştır (Bölücülerin kurdukları siyasi partiler hariç). Türk Devleti ırkçı bir anlayış içinde kendini donatmamıştır. Bir devlet kuruluşu olan Türk Dil Kurumunun bastırdığı Türkçe sözlükte, ‘Türk’, iki anlamda kullanılmıştır. Birincisi, “Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan halk ve bu halktan olan kimse”. İkincisi de, “dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan, Türkçenin değişik lehçelerini konuşan soy ve soydan olan kimse” olarak tarif edilmiştir. Yani “Türk” sadece bir ırkın adı değil, aynı zamanda Türkiye’de yaşayan herkesi de kapsayan, herkesin ortak adı olarak kabul edilen bir anlam olarak kabul edilmiştir. Hal böyle olduğu halde, sanki ülkemizde mesela Kürtçe konuşan vatandaşlarımıza karşı bir ırkçı dayatma yapılıyormuşçasına “Türk Milliyetçiliği”ne sürekli sataşmalar ve hedef almalar söz konusu olmaktadır. Bölücülerin ve bunlara destek olan Batı’lı ülkelerin bu gayretleri “İslam devleti” kurmak hayali içinde olanların da işine geliyor olmalı ki, onlar da bu kervana katılmaktadırlar. Güya bunlar, bölücülüğü ve etnik ırkçılığı İslami anlayışla halledebileceklerini iddia etmektedirler. Ama bölücü unsurların “İslami değerler”e itibar etmeleri mümkün değildir. Anayasa’dan “Türk” kelimesini çıkarmak gibi gayretler de hep bu etnik ırkçılarla İslam devleti kurmak hayali içinde olanlar tarafından yapılmaktadır. “Türk” kavramı yerine aslında coğrafi bir tabir olan “Türkiyelilik” kavramı üzerinde durulması sadece etnik ırkçıların “Türk Milleti” kavramına bir saldırısıdır ama aynı zamanda “Türk Milleti” yerine “Türk Ümmeti” kavramının İslam literatürü açısından uygun düşmeyeceği sebebiyle de Siyasal İsalmcıların tercih ettiği bir kavramdır. Özetle “Türk Milleti” kavramına karşı çıkıp yerine “Türkiyelilik” kavramını yerleştirme gayretleri içinde olan ların müşterek hedefi Türk Milletinin milletleşme sürecini bitirmektir. Hâlbuki bütün bu gayretler Türk Milletinin birliğini ve beraberliğini bozmaktan öteye gitmeyen, milletleşme sürecinin tamamlanmasını önleyen veya çözen gayretler olmaktadır. 9 Işık’ta da belirtildiği gibi “Türkçülük” veya “Türk Milliyetçiliği” ayrıştıran değil bilakis bütünleştiren bir fikir akımıdır. Özetle Dokuz Işığın dayandığı Türk Milliyetçiliği; Türkiye’de yaşayan herkesi, kökeni, etnik farklılığı ne olursa olsun her vatandaşı bir kabul eden bir milliyetçiliktir. Ayrımcı değil, bilakis birleştiricidir. Bunun içindir ki, ırkçı ve bölücü hareketler ve bu hareketleri dışardan besleyenler, tahrik edenler Türk Milliyetçiliğine şiddetle karşıdırlar. Toplumun müşterekliklerini ortadan kaldırmaya çalışan, kamplara ayıran, mensubiyet şuurunu yok etmeye çalışan bölücülük cereyanları Türk Milliyetçiliğinin başta gelen düşmanıdır. Çünkü Türkiye’de milliyetçiliği pasifize etmeden, ülkemizi bölmenin, parçalamanın mümkün olmayacağını bu dış merkezler de çok iyi bilmektedir. Ancak günümüzde bazı yarı cahil ya da ihanet içindeki aydınlar, Türk Milliyetçiliğinin etnik ırkçılığı körüklediği şeklinde görüşler ileri sürmektedirler. Hâlbuki “Türk” bu ülkede yaşayan herkesin müşterek adıdır. Böyle olunca “Türk Milleti” tabirinden kimsenin alerji olmaması gerekir. Alerji oluyorsa, bu kendini Türk milletinden ayrı görmesi demektir ki o zaman kim ne söylerse söylesin ya da söylemesin bölücüler için fark eden hiçbir şey olmayacaktır. Bugün ülkemizdeki bölücülük hareketleri daha çok etnik ırkçılık yapan PKK tarafından yürütülmektedir. Dış ülkelerin desteğini alan bu hareketin hedefi Doğu ve Güneydoğu’da ayrı bir devlet kurmak ve Irak, Suriye ve İran’daki bölgelerle birleşerek daha büyük bir devlet haline gelmektir. Özellikle de Ermeniler dört gözle böyle bir devletin kurulmasını beklemektedirler. “Erivan’da 1915 olaylarının yıldönümü vesilesiyle düzenlediği basın toplantısında Ermenistan’ın bölgede köklü değişimlere hazır olması gerektiğini dile getiren Erministan Taşnak Partisi Erivan temsilcisi Kiro Manoyan, ‘Ermenistan’ın iade edilmesini istediği topraklar şu anda Türklerin egemenliği altında. Yarın bizim iade edilmesini talep ettiğimiz Ermeni toprakları Kürtlerin eline geçerse onlardan geri vermelerini talep ederiz. Bölgemizde gerçekleşebilecek köklü değişimleri seyirci olarak izleyebileceğimiz gibi, gidişatı yönlendirmek de elimizde. Gelişmeleri yakından takip ederek hareket etmeliyiz’ dedi. -Hürriyet Gazetesi.19 Nisan 2013” “PKK kuruluş kongresinde parti görüşleri olarak benimsenen Manifesto’da (Kürdistan Devriminin Yolu) ayrı bir devlet kurma çok açık bir şekilde ortaya konmuştur. Yurt dışında bastırılan, ilk baskısı 1978’de, beşinci baskısı 1993’de gerçekleştirilen 204 sayfalık bu kitapta, asırlardır beraber yaşadığımız Kürtçe konuşan vatandaşlarımız tamamen ayrı bir millet olarak ele alınmış ve ayrı bir devlet kurma fikri açık bir şekilde ortaya konmuştur. Türkiye’de PKK’nın doğuşu siyasidir, dış desteklidir, ideolojiktir. Şiddete ideolojik propaganda için başvurmaktadır. Yani şiddet, PKK için varılmak istenen hedef için bir araçtır. Ayrı bir devlet kurmak için seçilen bir metottur. PKK şiddeti eğer “pes” ettiği için bırakmıyorsa bilinmelidir ki ideolojik genişlemesini tamamladığı için bırakacaktır. Bugünlerde PKK’nın silah bırakması için yürütülen çalışmalar, bülücülerin her durumda da ideolojik mücadelerinde kazanma noktasına geleceğini dikkate almayan çalışmalardır. Çünkü bütün bu çalışmaların çok açık bir şekilde yürütülmesi ve en üst yönetimler ve medya tarafından sürekli gündeme getirilmesi, buna ilaveten 63 “Akil adam”ın ülkeyi dolaşması bölücülerin bugüne kadar silahlı mücadeleleri dâhil yapamadıkları ideolojik genişleme ve hakimiyetlerini sağlamaktadır. Bu arada şunu belirtmek gerekir ki bu “barış” çalışmalarının yarınlarda meydana getireceği en büyük tehlike ise ülkemizde ırkçılığın birden patlaması tehlikesidir. Şu anda bu çalışmaların neticesi ne olursa olsun, bölücüler ideolojik mücadelede başarılı olmuşlardır. Silah bırakıldığında da bu ideolojik başarılarını devam ettirip siyasi açıdan da istediklerini almak için gayret edeceklerdir. İşte bu pervasız gayretlerin neticesinde ve ayrıca şu anda milliyetçilik aleyhine en üst safhalardan saldırılar, ülkede ırkçılığın birden patlamasına sebebiyet verebilecektir. PKK’nın mali kanadının dışındaki iki temel kanadı vardır. Birincisi siyasi kanattır. İkincisi (onlara göre askeri) silahlı kanattır. Ve şiddeti organize eden bu silahlı kanattır. Hedefi kan dökmeki yıkıp, yakmaktır. Siyasi kanat ise meydana gelen bu terör olaylarıyla birlikte propaganda yapmakta, siyasi güç ve taraftar toplamakta, PKK’nın militan tarlalarını genişletmeye ve nihayet kendi amaçlarını gizli veya açık gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Onun içindir ki bölücü hareketlerle mücadelede, İdeolojik mücadele, silahlı mücadele, siyasi mücadele birlikte yürütülmek zorunluluğu vardır. Sadece silahlı mücadele; silahları bıraktırmak veya silahlı militanları ülke dışına çıkarmak ya da pes ettirmek yeterli değildir. Silahları bırakmaları tek başına bir şey ifade etmeyebilir. Bu güne kadar en çok ihmal edilen bu ideolojik ve siyasi mücadeledir. Siyasi ve ideolojik kanadı temsil edenler devletin en üst seviyelerdekilerin bu konudaki ihmalleri sebebiyle büyük mesafe katetmektedirler. Çünkü bunlar bazen çok masumane ve genelde çok kurnazca bir yol takip ederek PKK’ya hizmet etmektedirler. ‘Siyasi haklar’, ‘Kültürel haklar’, ‘Demokratikleşme’ şemsiyesi altında ileri sürülen ‘Kürtçe TV’, ‘Kürtçe eğitim’, ‘eyalet sistemi’, ‘Yerinden yönetim’, ‘Federasyon’ gibi tekliflerin hepsini bunlar savunmaktadırlar ve bu tekliflerin çoğunun arkasında da bunlar vardır. Biz barış istiyoruz. Herşeyi tartışarak halledebiliriz” şeklindeki beyanlar da, şiddetten bıkan halkımızı ve aydınlarımızı etkilmek için ustaca seçilmiş beyanlardır. 1900’lu yıllarda Osmanlı hükümetinden, etnik ırkçılık yapan Kürtçülerin taleplerine bakılırsa bu daha iyi anlaşılır” 59 PKK’nın İslami mesajlar veren grup ve siyasi organizasyonlara girilmesi talimatının dayandığı esaslar ise çok dikkat çekicidir. Esasları şöyle açıklanmaktadır: “İdeolojimizin dayanağı Kürtlere bağımsızlık kazandırmaktır. Ancak bu temel görüşümüz Kürt halkı arasında yeterince yaygılaşamamıştır. Halkımızın büyük bir bölümünün dindar olması, örgütümüzün Marksist ve dinsiz tanınması, ideolojimizin tabanda yaygınlaşmasına engel olmaktadır. İslami guruplara girilmelidir. Hatta “ayrılıklar İslam devletinin kurulması ile son bulacaktır” görüşüne de karşı çıkılmamalıdır. Ama her fırsatta “Kürt” gerçeği anlatılmalı, Kürtlerin ayrı bir ırk olduğu İslamiyet motifi altında sürekli işlenmelidir. Görülüyor ki PKK’nin siyasi kanadı İslami organizasyonlara da Kürt gerçeğini yaygınlaştırmak ve kabul ettirmek için girilmesini talimatlamakta ve bu şekilde, etnik ırkçılık mikrobunun geniş halk kitlelerine bulaşması hedef- (59 Siyasette yeni boyut Milliyetçilik. Rıza Müftüoğlu. 1995. Sayfa:104-105) lenmektedir. Son yıllarda PKK/BDP mitinglerinde Saidi Nursi’nin posterlerinin yer alması bu taktik gereğidir. Bu konuda R.K.Kurt’un, www.turkmeclisi.org sitesinde, Temel Bilgiler bölümünde yer alan “Osmanlıdan Cumhuriyete Türkiye’de Kürtçülük ve Tarikatlar” adlı makalesinden bazı bölümleri aşağıya alarak, bölücülerin sadece PKK örgütü ve onun siyasal uzantılarından ibaret olmadığı daha iyi gösterilebilir. “19. Yüzyıl Osmanlı Türkiye’sinde devletin merkezileşme politikalarının bir sonucu olarak aşiret liderlerinin kendi toprakları üzerindeki kontrolünü kaybettiklerini görüyoruz. ABD-Chicago Üniversitesi Türkiye Araştırmaları Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Hakan Özoğlu’na göre, bu iktidar boşluğu siyasi liderlik iddiasında bulunan dini şahsiyetler tarafından dolduruldu. Başlangıçta, yani Osmanlı Türk devletinin dağılma sürecinde ortaya çıkan Kürtçülük iki ana koldan beslendi. Birincisi, medrese ya da tekke kökenli dini mesleklere sahip Kürtlerin başını çektiği özerklik yanlısı Nakşibendi tarikatı mensubu Kürt şeyhlerin liderliğindeki grup.Nakşibendî Kürt şeyhlere göre, Özerklik İslami birliğe halel getirmiyor olsa da bağımsızlık getirirdi. Bu grubun önde gelen liderlerinden biri, Seyyid Abdülkadir (1851–1925) Hakkâri’nin Şemdinan kazasında,“ Nehri” olarak ta adlandırılan bölgede doğdu. Özoğlu’nun 19 Kasım 1996’da İstanbul Suadiye’de Seyyid Abdülkadir’in torunu, Geylani aşiretinden Hızır Geylan ile yaptığı röportajdan öğreniyoruz ki, Seyyid Abdülkadir babasının gözetiminde Nakşibendî tarikatının seçkin bir mensubu olarak eğitim gördü. Babası Ubeydullah’ın başını çektiği Kürt ayaklanmasından sonra, Osmanlı Türkiye’sinde devlet Abdülkadir’i 1881’de Hicaz’a sürdü. İstanbul’a dön dükten sonra kendisini bu kez II. Abdülhamid’e karşı yapılan bir suikastçı grubun içinde görüyoruz. 1896’da bu kez Mekke’ye sürüldü. 2 Ekim 1908’de İstanbul’da kurulan Kürdistan Teavün ve Terakki Cemiyeti’nin kurucularından biri oldu.1910–1920 yılları arasında Osmanlı üst meclisi olan, Ayan meclisi üyeliğine atandı. Şura-yı Devlet’in başkanı oldu. Osmanlı devlet bürokrasisinde önemli bir yer edindi. Bu durumun Cumhuriyet Türkiyesi’nin bir kısım bürokrasi kadrosuna benzerliği var mıdır? İstanbul’da, özellikle Ermeni hamal nüfusun yerini alan Kürt işçilerin desteğini arkasına aldı. Gücünü, Osmanlı Türkiye’sinin devlet bürokrasisi içindeki konumundan ve Nakşibendî tarikatı şeyhi olmasından alıyordu. 1918 yılında, Kürt Teali Cemiyeti başkanı olan Seyyid Abdülkadir, özerk bir Kürt devleti kurmak için İngiliz desteği arayışına girdi. Onun bu yöndeki faaliyetleriyle ilgili, bilgiler İstanbul’daki İngiltere Yüksek Komiseri Mr. Ryan’ın 1920 tarihli bir notunda görülebilir. Konuyla ilgili daha geniş bilgi, Ahmet Mesut, İngiliz Belgelerinde Kürdistan: 1918–1958, İstanbul: Doz Yayınları, 1992’de yer almaktadır. 1919 yılındaki Paris Barış Konferansı’nda İngiliz, Fransız ve ABD desteği için çalışan Abdülkadir, Amerikalılardan gerekli desteği bulamadı. Zira Amerikan politikası o günün şartlarında Kürdistan pahasına bağımsız bir Ermenistan devletinin kurulmasından yana idi. Peki, özellikle Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra hızlanan Irak’ın işgaliyle iyice ivme kazanan “Kürt devleti” projesinin arkasındaki esas unsur, ABD-İsrail-İngiltere ve AB’nin zaman zaman birlikte, bazen da ayrı olsa da, “Büyük Ermenistan Devleti” projesi olabilir mi? İngiltere 1920 Sevr Anlaşması’na Türklerin Kürt milli haklarının tanıması şartını koydu. Kürtler, Sevr’in 62. ve 64. maddelerine göre, kendi kendilerini yönetebileceklerini Milletler Cemiyeti’ne ispatlayabilirlerse Türkiye onların egemenliğini tanıyacaktı. 1923 yılında imzalanan Lozan Anlaşması, Sevr’i ve “Bağımsız Kürdistan” projelerini, Batı’nın rafa kaldırmalarına sebep oldu. O günün şartlarında Kürt aşiretler arasında bir birliğin sağlanamaması, Osmanlı Türkiyesi’ndeki Kürt ahalinin devletine bağlı olması, Kürtçülük hareketinin özellikle Diyaspora arasında kalması gibi sebeplerle Batı ve özellikle İngiltere bir “Kürt Şerif Hüseyin” bulamadı. Günümüzde de Abdullah Öcalan’a Batı’nın biçtiği rol “Kürt Şerif Hüseyin” olmasıdır. Seyyid Abdülkadir, 1919–1925 yılları arsında da Atatürk’ün liderliğindeki Türk İstiklal Harbi ve Cumhuriyet Türkiye’sini yıkmak için İngiltere’yle işbirliği yaptı. Bir Nakşibendî Şeyhi olan Şeyh Sait, Seyyid Abdülkadir’in de desteği ile 8 Şubat 1925’de Cumhuriyet Türkiye’sine isyan etti. Diyarbakır İstiklal Mahkemesi’nin vatana ihanet suçundan idam cezası verdiği Seyit Abdülkadir ve oğullarından Mehmet, 27 Mayıs 1925’te idam edildiler. Öteki oğlu Abdülkadir İran’a kaçtı. Melik Fırat’ın 26 Ekim 1996’da verdiği mülakata göre, Seyyid Abdülkadir’in North Caroline Üniversitesi’nde eğitim görmüş bir mühendis olan torunu Hızır Geylan herhangi bir Kürtçü olaya katılmaktan kaçınmakta olup bir Türk soylu hanımla evlidir. Hızır Geylan’ın söylediğine göre de, çocuklarından hiçbiri “Kürtçe” bilmemekte. Şeyh Said’e gelince. Melik Fırat’ın “Kürt Şehidi” saydığı bu Nakşibendî Şeyhi vatana ihanetten 29 Haziran 1925’te idam edildi. Özoğlu’na göre, Şemdinan ailesinin bir ferdi olarak Nakşibendî Seyyid Abdülkadir her ne kadar rakipleri Berdirhan aşireti gibi doğrudan bağımsızlığı savunmayıp özerkliği savunuyorsa da, iki açıdan bütün Kürtçü hiziplerin liderlerinin bir simgesidir. Birincisi, Osmanlı Türk devleti çökerken faal olarak Kürtçülük faaliyetlerine başlamıştı.İkincisi, bölünmez bir Türk milli devletini savundukları için Atatürk veTürk milliyetçilerine karşı çıkmıştı. İkincisi ise, Osmanlı Türkiye’sinde Bedirhan aşiretinin çektiği Cemilpaşazadeler ve Babanlar’ın desteklediği Cumhuriyetin ilk yıllarından sonra yeraltına çekilen, 27 Mayıs 1960 Anayasa’nın gölgesinde “Doğu Kültür Ocakları”, muhtelif sosyalist gruplar ve nihayet PKK’nın başını çektiği Tam Bağımsızlık yanlıları “Özerklik” yanlısı Nakşibendi Kürtçüler ile Bedirhan aşiretinin başını çektiği “tam bağımsızlıkçı” Kürtçülerin ilişkilerinde iki temel dayanak motivasyon unsuru. Akrabalık ve dini bağlar. Özoğlu’na göre, Said Nursi’de aynı gelenekle eğitilmişti. Kürtçü liderlerin, Osmanlı’dan Cumhuriyete, tamamına yakınının ortak özellikleri: Ayandan, yani üst tabakadan olmaları, büyük ölçekte arazi sahipliği, yüksek bürokratik ve siyasi mevki sahibi olmaları. “Kürdistan” diye tanımladıkları bölgenin dışında doğmuş veya yaşıyor olmaları. Bir başka ifade ile çoğunun diyaspora topluluklara mensupluğu öne çıkıyor. Osmanlı Türkiyesi’nde Kürt orta sınıfından destek bulamayan Kürtçülük, Cumhuriyet Türkiyesi’nde orta tabaka tarafından destekleniyor mu?... Tespitimize göre, Osmanlı ve Cumhuriyet Türkiyesi’nde, Türk devletinin psikolojik olarak zafiyet içinde olduğu görüntüsü Kürtçülüğe zirve yaptırmaktadır. Kazım Karabekir Paşa, 6 Ocak 1920 tarihli Harbiye Nezareti’ne yazdığı mektupta, Ermeni tehdidini dengelemek için Kürtçülüğe müsaade etmenin tehlikelerine dikkati çekiyordu. Tıpkı son yıllarda görünmez bir elin önce Zaza Türklerini Kürtleştirmek istemesi, tutmayınca ayrı bir “Zaza milleti” varmış gibi, Zazacılık, Zaza milliyetçiliğini körüklemesi… anki Kürdistan olmazsa, Zazaistan milli devletinin gelecekteki haritası çiziliyor. Heyeti Temsiliyye tutanaklarında yer alan bir kayıtta Rauf Orbay’ın Atatürk’e söylediği şu sözler bugün için de, özellikle dış güçlerce kotarılmaya çalışılan, Kürt-Ermeni beraberliği noktasından büyük önem ifade etmektedir. “Ermenilere teslim edilecek Anadolu’daki herhangi bir toprak parçasının bir Kürdistan meselesine sebep olacağı kesindir.” Bir soru, günümüzde Kuzey Irak’tan başlayarak Güneydoğu Anadolu’ya uzatılacak bir Kürdistan, Büyük Ermenistan’a ve nihayetinde Büyük İsrail’e giden bir yol mudur? Genelkurmay belgelerinde belli başlı cumhuriyet dönemi Kürt isyanları şu şekilde: 1921 Dersim isyanı. 1925 Nakşibendî şeyhi Şeyh Said liderliğindeki Bingöl bölgesinde gerçekleştirilen isyan. 16 Mayıs–17 Haziran 1926 Birinci Ağrı isyanı. 7 Eylül-30 Eylül 1926 Koçuşağı isyanı. 26 Mayıs–25 Ağustos 1926 Mutki isyanı. 13–20 Eylül 1927 İkinci Ağrı isyanı. 7 Ekim-Kasım 1927 Bicar isyanı. 22 Mayıs–3 Ağustos 1929 Asi Resul isyanı 1930 Ağrı isyanı. 1937–1938 Dersim isyanı. 21–22 Mart 1937 gecesi, Dersim-Tunceli’deki Kureyşan, Muş’taki Haydaran, Demenan, Yusufhan aşiret“ lerinden oluşan dört bin kişilik çeteler topluluğu devlete başkaldırdı. İnönü’nün başbakanlığında başlayan bu isyan Celal Bayar’ın başbakanlığı sırasında bitti. Son Dersim isyanından sonra 1960 ihtilaline kadar, Kürtçü faaliyetler özellikle DP iktidarının şemsiyesi altında tarikat mahfillerinde “İslami cemaat” kisvesi altında daha rahat hareket sahası bulmuştur.1960 ihtilalinden sonra yürürlüğe konan anayasa, Türkiye’de sol ve sosyalist mahfillerde Kürtçülüğün kâh demokratikleşme, kâh başka bir insani söylemle kendine iyice hayat sahası bulmasına sebep olmuştur. 1960 Anayasası, Türkiye’de kontrolün siyasi, iktisadi, kültürel ve psikolojik olarak iyice ABD’nin eline geçmesine vesile teşkil etmiştir. 12 Eylül 1980 ihtilali, arkasından Sovyet Bloğunun dağılması ile sol ve sosyalizmin çökmesi Türkiye’deki Kürtçü faaliyetleri yol ayrımına getirmiştir. Osmanlı Türkiyesi’nde olduğu gibi, bir yanda İslami tarikatlar bünyesinde kendisine yer edinen Kürt kimliğini tanıma ve kültürel haklar söylemli Kürtçülük hareketi, diğer taraftan kısa yoldan “tam bağımsızlık” isteyen PKK çizgisi. AKP iktidarı ile birlikte “İslami tarikat” temelli Kürtçülük hareketi iyice ivme kazanmış gözüküyor. Osmanlı Türkiyesi’nde de bir kısım İslami tarikatlar içinde kendisine yer edinen “özerklik” yanlısı Kürtçüler ile “tam bağımsızlıkçı” PKK ve Barzani çizgisi-evet artık Türkiye’de Barzani çizgisinde Kürtçülük vardır- Kürtçüler arasında “Kürdistan”ın geleceği hakkında görüş ayrılıkları vardır. Ancak bunlar ortak noktalarda birleşmişlerdir. Türk devletine, Cumhuriyet Türkiyesi’ne, Atatürk’e ve Türk ordusuna düşmanlıkla birleşmişlerdir. Her iki hizip te Türk devletinin parçalanması için yabancı güçlerle siyasi, iktisadi ve kültürel işbirliği içerisindedir. Türkiye’de ümmetçi-liberal ayırımı gözetilmeden Kürtçü unsurlara servet transferi yapılmaktadır. Bu transferlerde yabancı-yerli unsurlar işbirliği içinde hareket etmektedir. Osmanlı Türkiyesi’nde çatışma halinde olan Ermeni ve Kürt milliyetçiliği günümüzde “görünmez” merkezlerin telkinleri ile birbirine karşı toleranslı hale gelmiştir. Fakat eninde sonunda, aynı bölge toprağı için rekabet halindeki Ermeni ve Kürt istekleri yerini çatışmaya bırakacaktır. Elbette bu çatışmada “Batı” Ermeni tarafını destekleyecek. İsrail, Ermenistan, Almanya ve ABD’nin başını çektiği iki noktayı gözden ırak tutmamak gerekir. İsrail, sözüm ona genetik araştırmalara dayandırarak Kürtleri “baba” tarafından Yahudi ırkı ile ilişkilendirmekte, akrabalık tesis etmektedir. Diğer taraftan Ermeni diyasporası başta olmak üzere, ABD ve bir kısım AB ülkelerinde, bugün Anadolu’muzun doğu ve güneydoğusunun bazı bölgelerinde yaşayan ve Kürt olarak bilinen insanların birçoğunun Ermeni olduğu işlenmektedir. Almanya’da ise Kürtlerle Almanların aynı ırk kökene dayandığını yazıp, çizen Alman bilim adamları(!) türemiştir. Türkiye’ye yönelik Ermeni ve Kürt kartının Ruslar tarafından kullanılmaya başlaması Rusya ve ABD arasındaki Küba krizine dayanır. Türkiye Cumhuriyeti’ni idare eden sivil-asker herkesin, aydınların ve topyekûn Türk milletinin üzerinde durması gereken en önemli husus kanaatimce şudur Osmanlı ve Cumhuriyet Türkiyesi’ndeki Kürtçü hareket ve isyanların birinci temel dayanağı bazı İslami tarikat şeyhleridir. Atatürk’ün vefatından sonra, İnönü iktidarının “Milli şeflik” diktoryasının Kur’an’ı adeta yasak kitaplar arasına sokması ve mütedeyyin Müslümanlığı yaşamak isteyen insanların üzerine devlet gücünün salınması vs. ile İslam’ı ve Kur’an’ı öğrenme faaliyetlerinin “merdiven altlarına” kaymasına sebep olmuştur. Merdiven altlarında “Batılı servislerin” organizasyon ve para desteğiyle İslami tarikatların birçoğunun kontrolü, etnik takıntılı unsurlar ile Kürtçülerin kontrolüne girmiştir. DP ve sonra gelen liberal sağ iktidarların hiçbirinin tarikatlar meselesine, Türkiye’nin ve Müslüman Türk milletinin “milli güvenliği” açısından bakmadıkları bugün iyice gün yüzüne çıkmıştır. Bu meseleye, iki ihtilal, iki askeri muhtıra ile, sisteme müdahale eden askerlerde gereken hassasiyeti göstermemişlerdir. Açıkçası dört askeri müdahaleden biri, ister soldan, ister sağdan formatlı görünsün, hiçbiri milli-ulusal değildir. ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin 150 yaşında olduğunu bilmeden AKP’nin 2005 yılında Türkiye’de hükümet etmesinin kerametini anlayamayız. ABD yetkililerinin şu ünlü “Bizim çocuklar başardılar!” sözü niçin söylenmiştir. Bir devletin iç ve dış güvenliğini sivil toplum teşkilatları (NGO) değil, polis ve ordusu sağlar. Burada dikkat çekmek istediğim konu ihtilalin neden ve niçinleri değil. Sonrasında ülkenin siyasi, iktisadi, kültürel ve psikolojik tabanının milli-ulusal formatlı bir yörüngeye oturtulup oturtulamadığıdır. Bir hususu dikkatinize sunmak istiyorum. Şu anda dünyanın altı büyük devleti, ABD, Çin, Japonya, Rusya, Fransa ve İspanya iç savaş geçirmişlerdir. İç savaşın yıkıcılığından sonra nasıl bugünkü hallerine gelebildikleri mutlaka üzerinde durulması gereken bir husustur. Türkiye’de dört askeri müdahale’nin darbecileri, rejimin tehlikede olduğunu ileri sürdüler. Geldiğimiz bugünkü durum ise ortada… 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra, Türkiye’de sol mahfiller ve söylemler kullanılarak ABD, Avrupa ve İsrail destekli Kürtçülük önce “seralarda” sonra “açık arazide” yetiştirilmiştir. 12 Mart 1971 muhtırasından sonra ülke tam bir kardeş kavgasına yuvarlanmış ve artık Kürtçü faaliyetler “adı konularak” yapılır hale gelmiştir. 12 Eylül 1980 ihtilalinin en keskin sonucu, soldan ve sağdan bütün milli- ulusal reflekslerin budanması, Türk milletinin topyekûn depolitize edilmesi ile liberal-siyasi ümmetçi “ikinci cumhuriyetçi” yapılanmanın önünün açılmasıdır. 28 Şubat post modern darbe ile Türkiye’de siyasi ümmetçi, Türklüğü ırkçılık sayan buna karşı ülkemizde çeşitli etnisiye unsurlar türeten “Türkiyelilik” iktidarının önü açılmıştır. 28 Şubat ile Çevik Bir’in başını çektiği ekip Türkiye’yi askeri ve siyasi olarak İsrail’in güdümüne sokmuştur. Yine suni bir başörtüsü manipülasyonu ile mütedeyyin Müslüman Türk insanı ile Türk ordusunun arası açılmak istenmiş, bir ölçüde başarılı da olmuştur. “Ordu-millet küskünlüğü” daha önce Batılı unsurlarca İran’a karşı kullanılmış ve arkasından yaklaşık on yıl süren İran-Irak savaşı “Kara İslam” olarak Batı televizyonlarında İslam aleyhtarlığı için kullanılmıştı.” Asıl tehlikelerden biri bölücülüğün bu kanadındadır. 1900’lu yıllarda Şeyh Abdulselam Barzan ve Dohuk Şeyhi Nur Muhammed’in Osmanlı Hükümeti’ne ultimatonu andırır bir uslupla sundukları dilekçedeki talepler günümüz açısından da dikkat çekicidir. Bu talepler şöyleydi: 1-Beş Kürt kazasında Kürt idaresi kurulmalı. 2-Kürt bölgelerinde Kürtçe tedrisat dili olarak kabul edilmeli. 3-Kürtçe konuşan Kaymakam ve Müdürler ile diğer memurlar tayin edilmeli. 4-Kanun adaletin idaresi Şeriat’a uygun bir biçimde gerçekleştirilmeli. 5-Kadı ve müftü postlarına tayin edilecek olanlar Şafi mezhebinde olmalı. 6-Vergiler Şeriat’a uygun olmalı. 7-Ameli hizmetten muafiyet karşılığı toplanan vergiler yürürlükte kalmalı, fakat bu gelirler 5 Kürt kazasındaki yolların bakımı ve onarımı için kullanılmalı… Sözkonusu dilekçenin 1, 2, 3 ve 7’nci maddelerinin etnik ırkçılık çerçevesinde olduğu, 4, 5 ve 6’ncı maddelerin ise dini talepleri içerdiği anlaşılmaktadır. Böylece bölücülüğe dayalı cereyanların, etnik ırkçılığa dayalı hedeflerini gerçekleştirmek için dinimizi kullanma, istismar etme alışkanlıklarının bir hayli eskilere dayandığı ortaya çıkmaktadır. Aynı metodu PKK’nin sıkça kullanması ve en son İmralı’dan bölücü başının beyanındaki “İslam bayrağı altında yaşamak…” tabiri boşuna değildir. Bölücülerin propagandalarının temeli Kürtçe konuşan vatandaşlarımızın ayrı bir millet olduğu iddiasına dayanmaktadır. Bu kara propaganda ortadan kalkmadan ya da tesir sahası daraltılmadan yani ideolojik mücadele ka zanılmadan bölücülük belasından kurtulmak mümkün değildir. PKK’nın silahı bırakması bu açıdan hiç önemli değildir. Hatta bu bir taktik bile olabilir. Onun için asırlardır beraber yaşayan insanlar, asırlardır aynı tarihin içinde, aynı dine mensup olarak, aynı vatanda, aynı kültür içinde yer alırken, bu gün etnik ırkçılıktan sıkıntı çekiliyorsa bunun sebebi iyi bilinmeli, iyi anlatılmalıdır. Herkes aydınlatılmalı ve bu bataklık, bu ideolojik bataklık kurutulmalıdır. Bunun da yolu da “Milletleşme sürecini” tamamlamaktır. İşte Dokuz Işık’ta yer alan Milliyetçilik, Türkiye’de yaşayan vatandaşların hepsini bir arada gören, birlikte kabul eden bir Milliyetçiliktir. Ayırımcı, ırkçı bir anlayış bu doktrinde ve bunu ortaya koyan Alparslan Türkeş’te yoktur. Alparslan Türkeş ırkçılığa sadece 9 Işık adlı eserinde değil, bütün eserlerinde ve demeçlerinde karşı çıkmıştır. “Siyasette yeni boyut Milliyetçilik” (Genişletilmiş 2. Baskı, Ankara,1995.Yazan: Rıza Müftüoğlu) adlı eserin ön sözünde Alparslan Türkeş söyle yazmaktadır: “Tarih boyunca insanlığa en çok acı veren iki siyasi eğilimden sakınmak lazımdır. Bunlardan birisi emperyalizm, diğeri ise ırkçılıktır. Özellikle etnik ırkçılığa dayalı bölücülük Türkiye’nin gündemini işgal etmiş bulunmaktadır. Yugoslavya’nın uğradığı kanlı çatışmalardan ders alarak ırkçılığın her çeşidine karşı millet olarak tedbir almalıyız. Emperyalizm ise kanlı pençelerini bağımsız ülkelerin sırtına geçirmek için fırsat kollamaktadır.” Dokuz Işık’ta ırkçılığa karşı olunduğu net cümlelerle çok yerde belirtilmektedir. Ama ırkçılığa karşı olunduğunun bana göre en güzel cevabı 9 Işık adlı eserin 81’nci sayfasındaki şu cümlelerdir: “Milliyetçi Hareketin temel felsefesi, insan sevgisidir. İnsan haysiyetine, hürriyetine dayanma yan sistemlere inanmıyoruz. İnsan sevgisi ve hürriyeti insana değer vermekle mümkündür. İnsan, kültürel, sosyal, iktisadi, siyasi ve moral değerlerinin meydana getirdiği bir bütündür. İnandığımız dünya görüşü insanı bütün değerleriyle, bütün yönleriyle ele alır.” Ülkemizde yaşayan herkesin müşterek adı Türk, müşterek vatanı Türkiye ise elbette ki bir Alman, bir Fransız, bir Fars’ın milliyetçiliğinden bizi ayıracak olan kavram da Türk Milliyetçiliğidir. Bu sebepledir ki, “Siz Türk Milliyetçisiyim derseniz, bunlarda biz Kürt milliyetçisiyiz derler” şeklindeki tez sadece ve sadece milliyetçiliğe karşı olanların ya da bölücülerin yanında olduklarını açıkça söyleyemeyenlerin; sinsi bölücülerin Milliyetçiliği etkisiz hale getirmek için söyledikleri temelsiz söylemlerdir. Dokuz Işık incelendiğinde, Dokuz Işık’taki milliyetçiliğin bütünleştirici bir özellik taşıdığını görmek mümkündür. Zaten Cumhuriyet tarihinde bölücülere tokat gibi gelen iki olay ve iki cevap vardır. Birincisi Ziya Gökalp tarafından söylenmiştir. Ziya Gökalp’e o dönemdeki birkaç bölücü şöyle bir söz söyler: “Sen bir kürtsün, senin Türk Milliyetçiliği ile ne işin var”. Ziya Gökalp’ın cevabı şöyledir: “Türkü sevmeyen Kürt, Kürt değildir. Kürdü sevmeyen Türk de Türk değildir. Alparslan Türkeş ise 1992 yılında mecliste yaptığı bir konuşmada bölücülerle kürtçe konuşan vatandaşlarımızı ayırmak gerektiğini söyleyerek şu tarihi sözü sarfetmiştir. “Onlar ne kadar Kürtse, biz de o kadar Kürdüz. Biz ne kadar Türksek, onlar da o kadar Türktür.” Bu arada aslen Diyarbakırlı olan ve Türkçülüğün esaslarını belirleyen, Atatürk’ün de fikirlerine çok değer verdiği Ziya Gökalp’ın Ali Kemal’e verdiği müthiş cevabı aşağıda aynen sunuyorum. “Günümüzde Cumhuriyet düşmanı ve kendilerine 2. Cumhuriyetçi diyen zihniyetin, mütareke yıllarındaki temsilcisi Ali Kemal’dir. Ziya Gökalp Fransız Gazetelerinin birinde, Ali Kemal’in yazısına rastlar. ‘Ziya Kürt’tür’ yazısı ile ‘Kürt olduğu halde Türkçülüğe hizmetle’ ‘kendi milletine ihanet ettiğini’ yazmaktadır. Ziya Gökalp İstanbul’un işgalinden sonra, Malta’da sürgündedir o sırada. Ali Kemal’e cevaben yazdığı şiiri, Kastamonu Açıksöz Gazetesinin 20 Nisan 1921 tarihli nüshasında yayınlanır. Ali Kemal’e; Ben Türküm! Diyorsun, senTürkdeğilsin! Ve İslâm`ım! Diyorsun, değilsin İslâm! Ben, ne ırkım için senden vesika, Ne de dinim için istedim ilâm! Türklüğe çalıştım sırf zevkim için, Ummadım bu işten asla mükâfat! Bu yüzden bin türlü felâket çektim, Hiçbir an esefle demedim: Heyhat! Hattâ ben olsaydım: Kürt, Arap, Çerkez; İlk gayem olurdu Türk milliyeti; Çünkü Türk kuvvetli olursa, mutlak, Kurtarır her İslam olan milleti! Türk olsam olmasam, ben Türk dostuyum, Türk olsan olmasan, sen Türk düşmanı! Çünkü benim gayem Türkü yaşatmak, Seninki öldürmek her yaşatanı! Türklük hem mefkûrem, hem de kanımdır: Sırtımdan alınmaz, çünkü kürk değil! Türklük hâdimine "Türk değil!" diyen, Soyca Türk olsa da "piçtir! Türk değil!” 60


Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.