Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10791
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Okuyucularımıza Sunduğumuz Temel Bilgiler
DEMOKRASİMİZ VE KRALLARI 10

HUKUK VE DEVLET KURUMLARIMIZ:

         Demokrasi,  kendi dışındaki diğer bütün rejimlere göre daha çok nitelik ister. Güçlü ve işleyen kurumlar ister. Güçlü bir devlet, işleyen ve gecikmeden adalet dağıtan  hukuk kurumları ister. Bunlar olmadığında demokrasi iyi bir yönetim sistemi olmaktan çıkmaya başlar.

         Daha doğrusu adaletin olmadığı, devletin iyi işlemediği ülkelerde halk mutlu olmaz. Halk mutlu olmadı mı rejimin adının, yönetim biçiminin pek önemi de kalmaz.

         Adalet, bir milletin ve devletin ayakta kalmasının ilk şartıdır. Adaletin hüküm sürmediği bir ülkede zülüm var demektir. Zulmün hüküm sürdüğü bir ülkenin ise bir müddet çökmesi kaçınılmaz olur.

         Onun içidir ki Türkiye, öncelikle hukuki kurumlarını hukuk adamlarımızın ve yargıçlarımızın istekleri paralelinde düzenlemek zorundadır. Adaletin nasıl sağlanacağını en iyi bilenler adalete hükmedenlerdir. Burada siyasilerin görevi istenilenleri ülkenin şartları paralelinde yerine getirmek ve bu müesseselerin işleyişini takip etmek ve halkın  adalet kurumlarından memnun olup olmadıklarını belirlemektir.

         Siyasilerin yasa çıkarmada ise alacakları ölçü hukuk adamlarımızın ama belli seviyedeki hukuk adamlarımızın ve yargıçlarımızın önerdiği hukuk kuralarını dikkate almak, mümkün olduğunca bu kurallara uygun yasalar çıkarmak olmalıdır. Bu noktada hukukçularımız ve siyasilerimiz arasında sürekli bir tartışma olabilmelidir. Hukukçularımız sürekli evrensel hukuk kurallarını hatırlatmalı siyasilerde bu kuralları ülkenin, devletin ve toplumun mevcut yapısı ve durumuna göre kanun haline getirebilmelidir.

         Ama ülkemizde bazen çok garip olaylar olmaktadır. Hukuk adamlarımız, yargıçlarımız yasama organına uluslar arası hukuk ilkelerine uygun yasa çıkarılması noktasında talepte bulunmaları gerekirken, bu günlerde olduğu gibi bazen meclis yargı organlarını tatbiki zor ama evrensel hukuka uygun kanunlar çıkartmak suretiyle zor duruma sokabilmektedirler. Mesela: Yeni çıkan ceza yasasına göre asliye ceza mahkemelerinde yargılanan sanıkların tutukluluk süresi 6 aydır. Bu süre en çok 10 ay olabilmektedir. Ağır Ceza Mahkemelerinde yargılananlarda ise bu süre normal şartlarda 3 yıl, en çok 4 yıldır. Bu şu demektir, mahkemelerimiz davalara çok çabuk bakacaklar ve hemen sonuçlandıracaklardır. İdeali de budur. Ancak yargıçlarımızın sayısının yeterli olmaması bir yana, delillerin mahkemeye zamanında gelememesi dava süresini mecburen uzatmaktadır. Çünkü adliye teşkilatına yardımcı olan emniyet, adli tıp gibi kurumlar daha etkin bir hale getirilmemiştir.Bu durumda 30 yıl hapis cezası alması ihtimali çok yüksek olan bir sanık 4 yıl sonra serbest kalabilmektedir.Bu sanığın kaçma ihtimali ve uzun süre yakalanmama ihtimali de günümüz şartlarında çok yüksektir.

         Neden böyle bir yasa çıkarılmıştır?

         Avrupa Birliği istedi diye?

         Daha öncelerde de bazı kesimler istiyor diye Türkiye Büyük Millet Meclisi bazı yasaları ve bazı gereksiz afları çıkarmıştı.

         Türkiye Büyük Millet Meclisi elbette ki kanunlar çıkarırken evrensel hukuk kuralarını öncelikle dikkate alacaktır. Ancak hukuk ayrıdır, kanun ayrıdır. Hukuk evrensel ilkeler ve kuralları kapsar, kanun ise hukuku esas alan ama ülke şartlarına göre önce düzeni, nizami ve adaleti sağlamak için  belirlenen normlardır. Bunun için meclis kanunları çıkarırken önce hukuku ama onunla birlikte ülke şartlarını da dikkate almak zorundadır. Yoksa kanunları meclis değil, millet adına Yargıtay, Danıştay gibi kurumlar çıkarmış olurdu. Millet adına kanun yapanlar hukuku ama bununla birlikte milletin durumunu ve mevcut şartları dikkate almak zorundadırlar.

         Yani ülkemizde hukuki kurumlarımız ile meclisimiz bir uyum içinde çalışmamaktadır.

         Yargının bağımsızlığı meselesi sadece hakim ve savcı atamalarında Adalet Bakanlığının etkisinin sıfır noktasına indirilmesi meselesine bağlanmamalıdır. Asıl mesele iyi yargıçlar yetiştirmek, yargıç sayısını artırmak, adli mekanizmalara yardımcı olan devlet birimlerini güçlendirmek ve bu birimlerle adli mekanizmalar arasında iyi bir koordinasyonu temin etmektir.

         Bir önemli konu ise yargıçların maaşlarının yeterli bir seviyeye getirebilmektir. Hatta İngiltere’deki uygulamaya benzer bir uygulamayı; Yargıçlara örtülü ödeneklerden pay ayırabilmeyi gerçekleştirebilmektir.

         Bir kamu kuruluşundaki şube müdürünün altında makam otosu, sekreteri bulunurken mesela bir Yargıtay üyesinin dolmuşla evine gidip geldiği bir ülkede adaletin hüküm sürmesi çok zordur.

                            ***

 

        

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Devletimizin yapısı hemen her dönemde tartışılmıştır ama bir türlü devletin yeniden düzenlenmesi gerçekleşememiştir.

         Ülkemizde devlet yapısı ile ilgili tartışmalar son zamanlarda her nedense daha çok merkezi sistemden adem-i merkeziyete geçmesi noktasında yoğunlaşmıştır. Her nedense merkezi sistemi, merkezi sistem anlayışı içinde yürütemeyenlerin adem-i merkeziyete dayanan sistemi de hiçbir zaman yürütemeyecekleri gerçeği hep göz ardı edilmiştir. Çünkü bu tartışmaların daha çok çıkış nedeni dış kaynaklara ve bölücü unsurların gizlenmiş güçlerinin marifetlerine dayanmaktadır.

         Halbuki öncelikle yapılması gereken, kuruluş kanunları olmayanların da kuruluş kanunları da çıkarılarak her bakanlığın amacını ve hedeflerini ve işleyiş şeklini, ülkemizin ihtiyaçları ve imkanlar dengesinde  belirlemek ve bunun için de yeni bir devlet kuruyormuşçasına ayrı bir çalışma birimi teşekkül ettirmektir. Ancak bu çalışmalar yapılırken hangi görevlerin ve yetkilerin illere devredilebileceğini belirlemektir. Yoksa bir kısım beyler ve merkezler  “eyalet sistemi” hayali içinde olduklarından dolayı bunun alt yapısını hazırlamak için adem-i merkeziyet sistemi arayışları içinde olunamaz. Hele hele adem-i merkeziyete dayalı devlet yapısının demokrasinin gereği olduğunu söylemek belli niyetleri demokrasi zırhı içinde saklamaktan öteye geçmez.

         Devlete işlerlik kazandırılması günümüzde en önemli konuların başında gelmektedir. Çünkü devlet yaşamı düzenleyen bir güçtür ve çok önemlidir.

         Devletin tek bir ideolojisi olmalıdır ve değişmemelidir. Bu ideolojinin dayanakları ise “Koruma”, “Kollama”, “Yaşatma”, “Yükseltme”, “Hizmet etme”, “Eğitme”, “Yetiştirme”... olmalıdır.

         Milletin var ettiği, milleti için var olan, bu varlığı sebebiyle de kutsal olan devlet güçlü ve işler olmalıdır. Devlet, görevlilerin ve siyasilerin keyfi isteklerine göre değil, adaletle ve bir görevin ifasının kutsallığını anlayarak işlemelidir.

         Devlet kutsal mı?

         Devlet elbette ki kutsal bir kavramdır.

         Millet de kutsal bir kavramdır.

         Demokrasi de...

         Devlete saygı yoksa, millete de olmaz.

         Şimdi bir kısım çevreler şu oyunu oynamaktadır. Onlara göre millet kutsal, bunun içinde demokrasi de kutsal ama devlet kutsal değil, çünkü devlet kutsal olunca demokrasi olmuyor ve millet eziliyor.

         Bu görüşün hiçbir mantığı yoktur.

         Çünkü demokrasi, hukuk kurumları ve devletle ancak birlikte ve her biri fonksiyonunu tam yerine getirdiği zaman tam olarak işler ve millet böyle rahat edebilir.

         Kaldı ki önce şu bilinmelidir ki demokrasi olmadan bir milletin ayakta durması mümkündür ama devleti olmayan hiçbir millet sadece demokrasi ile ayakta duramaz, daha doğrusu devlet olmadan millet ayakta duramaz, millet olmayınca da demokrasi zaten yoktur. 

         Devlet olmayan bir yerde yönetim biçimlerinden bahsedemezsiniz zaten. İster krallık olsun ister demokrasi millet için öncelikle ele aldığı ve yönettiği devlettir.

         Demokrasi, devlete ve hiyerarşiye karşı olan bir yönetim biçimi değildir.

         1950 öncesi halkın devlet memurlarından çok çekmiş olması bizim güçlü “devlet”ten ve devletin kutsallığından vazgeçmemizi gerektirmez. Demokrasiden yana olanların yapacağı mücadele, millete en iyi şekilde hizmet edecek bir devlet yapısı için olmalıdır. Yoksa devletin tılsımını ortadan kaldırma mücadelesi verilmemelidir. Bunun demokratlıkla, milletten yana olmakla bir ilgisi olamaz.

         Bu görüşü duyduklarında şunu söylüyorlar: Biz, devlet ortadan kalksın demiyoruz ki, devlet kutsal olmamalı, devlet küçülmeli vs.vs.

         Bir devleti yıkmak için eğer silahlı kuvvetleri kullanmıyorsanız  yapacağınız şey önce bu değeri halkın gözünde aşağı indirmek, sonra da budamak, sarsmak, kaos ve kargaşa çıkarmak ve nihayet halkla birlikte onu yıkmaktır.

Bu kötü niyetlilere fırsat vermemek için de devleti kendi kuruluş amacına uygun işlemesini sağlamak gerekmektedir.

         Devlet üzerinde en çok oynamak isteyenlerin bir cephesinde de siyasetçiler, daha doğrusu  iktidar olan siyasetçiler bulunmaktadır.

         Siyasetçilerin devlete karşı ilk darbesi,  o meşhur “Türkiye’de siviller iktidar olur ama muktedir olamazlar” sözüyle gerçekleştirilmiştir.

         Bu söz, aslında daha önce seçmene verilen sözlerin yerine getirilmemesi üzerine seçmene “anla beni” mesajı olarak ortaya çıkmıştır. Çünkü tek otorite imiş gibi seçmene söz verildiği zaman, seçmeni bir müddet oyalamak mümkün olmakta ama bir müddet sonra bir başka çıkış yolu bulmak zorunda kalınmaktadır.

         Ayrıca devleti istediği gibi yönetememe şikayeti bir ayrı zihniyeti de ortaya koymaktadır. İlkelerle, kurallarla, kanunlarla yönetmek yerine “kral gibi” yönetme zihniyeti.

         Ancak ne var ki demokrasinin zaaflarıyla birlikte devletimizin yapısı da bozuldu ve bu gün siyasetçi ve devlet görevlisi birbirleriyle alışveriş etme noktasına geldi.

Artık Türkiye’de tek başına ne devleti ele alıp reform ve düzenlemeler yapabilirsiniz ne de demokratik sistemimiz değiştirebilirsiniz ne de hukuku sağlamlaştırabilir, adaletli bir düzeni kurabilirsiniz. Demokrasiyi, devleti ve adaleti bir anda ve birlikte ele aldığınız zaman bir müspet netice alabilirsiniz.

 

Bu gün devlet yapımız kendini öylesini kaybetmiş ve asıl amacından öylesine uzaklaşmıştır ki büyük ölçüde iktidarların marifetiyle yürür hale gelmiştir.

Onun içindir ki  tek başına ve çoğunlukla bir siyasi parti iktidar olduğunda “istikrar”dan bahsedilmekte, koalisyonlarda ise istikrar arayışları artmaktadır. Çünkü devlet artık bu gün kendi amacına uygun işleyişini kendi görevlileri ile yürütmekten uzak bir duruma gelmiştir.

Şimdi bir örnek olayı ele alalım ve devletimizi ve bürokrasimizi ve siyasetçilerimiz ile demokrasimizi değerlendirelim.

Bir bakan bir ildeki bir kurumuna bir genel müdür atayacaksa işlem şöyle gerçekleşmektedir. Bir kere o ilin iktidar partisinin mensubu milletvekillerinin uygun görmedikleri bir genel müdürün atanması söz konusu olamaz. Çünkü bu milletvekilleri , bu genel müdürün kendi  istekleri dışında hareket etmesinden ve neticede genel müdürün kendisinin ileride siyasete atılmasından veya başka bir milletvekili adayına destek vermesinden endişe etmektedir. Genel müdürler böyle bir şey yapabilmekte midirler? Evet isteyenler yapabilmektedirler. O ilin il başkanının ve diğer partililerin isteklerini yerine getirerek bunlarla çok iyi ve bazen de sarsılmaz bağlarla ilişki kurabilmektedirler.

Bürokratları siyasetle bu kadar iç içe getiren sebepler nelerdir?

Bunun birden çok sebebi vardır. Ancak sistem olarak devletin işleyişi açısından meseleyi ele aldığımızda şunu görmekteyiz. Devlet kurumlarımızın çoğunda artık “sicil sistemi” diye bir şey kalmamış gibidir. Siciller artık formalite icabı doldurulmaktadır. Sicil sistemi böyle lafta kalınca devlet görevleri için gerekli olan liyakat, dürüstlük, adaletli yönetim gibi kavramlar büyük ölçüde ortadan kalkmıştır.

Bir devlet, elemanlarını nasıl  istihdam edeceğini, hangi görevlere hangi özelliklerdeki elemanları getirebileceği ölçüsünü kaybederse bu devletin devlet olmasından bahsetmek mümkün olmaz.

Halbuki devletin kendi kuruluş ve işleyiş amacına uygun elemanları istihdam etmesi şarttır.

Devlet önce bir zihniyet, amaç ister, sonra bilgi, kabiliyet, çalışma gibi özellikler ister.

Özel bir şirkete giren ve burada çalışan bir elemanda “geçimini sağlamak, mesleğini geliştirmek, iyi bir şirkette çalışmak gibi amaçlar söz konusudur ve bu zihniyete sahip bir eleman, şirketin amacına uygun özelliklere sahipse şirket için de yeterlidir ve şirket-eleman çelişkisi söz konusu olmaz.

Halbuki devlette çalışmak isteyen ve görev yapan bir elemanda şirkette olduğu gibi bir amacın ve özelliklerin olması gereklidir ama bu kafi değildir. Devlette görev yapanın özel şirketteki elemanların amaçlarını aşan bir zihniyete sahip olmaları ve ulvi bir manevi havayı yaşamaları lazımdır. Bu manevi hava, “milletime hizmet ediyorum, milletimin en üst seviyesindeki temsilcilerinden biriyim, aldığım maaş bir patronun kazancından değil, bir milletin varlığından elde edilmektedir” gibi bir anlayışı unutturmamalı, bu anlayışı yaşatmalıdır.

Devlet memurunda özel şirketteki görevlinin amacını aşan bir amacı taşımasının gereğini devletin kutsallığının dışında da şöyle açıklamak mümkündür. Özel şirket batarsa, elemanlarının o şirketten faydalanması imkanı kalmaz. Ama bir devlet teşkilatının batması düşünülemez. Özel şirket elemanları şirketim batmasın diye de dikkat gösterirler, çok fazla kar elde etmeye odaklanırlar. Buna mecburdurlar. Devlette ise böyle bir mecburiyet yoktur çünkü devlet batmaz. İşte bir özel şirketle iflas etme açısından bir farka sahip olan devletin bundan doğan açığını  kapatmasının tek yolu devletin kutsal bir görev yapmış olmasındandır. Bu kutsallık ortadan kalkınca yönetim bilimi açısından da devlet eksik bir duruma gelmektedir.   

Bana göre “özelleştirme” akımının dünyada ve Türkiye’de bir anda bu kadar yaygınlaşmasının en önemli nedeni devlet kuruluşlarının kendi amacına uygun eleman istihdamında kontrolü kaybetmiş olmasındandır.Yoksa gerçek manadaki bir devlet memuru, iktisadi alanda faaliyet gösteren kuruluşları da en iyi şekilde yönetebilirdi. Biz İktisadi devlet teşekküllerimizi “devlet ekonomi ile uğraşır mı? Ekonomik faaliyetlerin kendi kuralları vardır. Devlet görevlilerine bu kurallar çerçevesinde mevzuat gereği yetki veremiyoruz” şeklinde yüzeysel gerekçelerle özelleştirdik. Halbuki bu gün devletin diğer birim ve kurumlarında da büyük tıkanmalar ve sıkıntılar mevcuttur. Devleti küçültmek ayrıdır, devletin işleyişini daha açık ve halk için esasına dayalı yapmak için düzenlemeler yapmak ayrıdır. Onun için devlet budanmamalıdır. Devlet ekonomiden kurumsal olarak  çekilse bile muhakkak ekonomi ile direkt veya endirekt bağlarını kurmalıdır. Devletin bir millet için gerekli olan hiçbir değerden uzak kalması düşünülmemelidir. Devlet kurumları  gelişen ve değişen şartlara göre değişebilecek bir esnekliğe ve işleyişi sahip olmalı ama devlet küçülmemelidir. Çünkü devlet küçüldükçe uluslar arası sermayenin sömürü alanı genişlemektedir.

Özetle bir devletin özel şirketten farklı olan yapısı ve manası vardır. Bu mana kaybolduğu zaman devlet, devlet olarak işleyemez.

Bu gün devletin zaman olur halkına zulüm yapmasının, zaman olur menfaat kapısı olmasının, rüşvet mekanizmasının parçası olmasının, zaman olur adaleti tatbik edememesinin en büyük nedenlerinin birincisi, devlet-devlet görevlisi çelişkisinin varlığıdır.

Devletin yapısal manadaki yetersizliği, eleman istihdamındaki politikasızlığı devleti her türlü baskıya açık hale getirmektedir. Böyle olunca da devlet bazen mafyanın elinde, bazen iş adamlarının , bazen de siyasetçilerin ve çoğunlukla da hemen hemen hepsinin faydalandığı alan haline gelir. 

Bir bakan, bakan olmadığı dönemlerde mesela bir inşaat şirketinin sahibi olsa, hiç kimsenin hatırı ve baskısı bu şirkete ehil olmayan bir elemanı aldıramaz. Çünkü şirketin sahibi şirketi kar elde etmek için kurmuştur ve ancak kendine yararlı elemanları alabilir.

 

 

Ancak aynı kişi devletin başına geldiğinde, bakan olduğunda, bakanlığına bağlı kurumlara, bu kurumların kuruluş ve işleyiş amacına uygun olmayan elemanları atamak zorunda kalabilmekte veya bu atamaları bilhassa yapabilmektedir.

Kendi malı olunca dikkatli, devletin malı olunca hoyratça.

Hiç tetkik etme fırsatı bulamadım ama herhalde “devletin malı deniz, yemeyen domuz” sözü bizden başka hiçbir millette yoktur.

Evet bu gün Türkiye’de siyasetçi-bürokrat ilişkisi bu örnek olaydaki gibi ve buna benzer şekillerdedir.

Şimdi bu düzeni düzeltmeden adem-i merkeziyete dayalı sisteme geçsek ne değişir? Hiçbir şey değişmez sadece rolleri oynayanlar değişir.

Bu günkü yapısıyla devletimizin organizasyon şeması dahil her bakımdan yeni bir düzenlemeye ihtiyacı vardır.

 

“Gerçek şu ki, devlet sistemine işlerlik kazandırılması artık Türkiye için bir <beka> yani yaşama sorunu haline gelmiştir. Bu sorunu yoluna koymazsa, Türkiye kendini krizden krize koşan, geleceği karanlık bir üçüncü dünya ülkesi olmaya mahkum edecektir.” (29.06.1998-Milliyet Gazetesi-Şükrü Elekdağ)

 

“... ‘devlet’ zaten ne eğitimde, ne sağlıkta, ne yaşlılıkta, ne sosyal güvenlikte var; olması gereken hiçbir yerde yok.” (16.12.2003-Star Gazetesi-Ümit Aslanbay)

                            ***

 

 

            

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Devletin iyi işlememesi, yapısal bozukluklara sahip olması ve devletin amacına uygun eleman istihdam edememesine bağlıdır. Devlet yönetiminde bir önemli sistem de denetim mekanizmaları olmaktadır.

Ülkemizde denetim çok klasik manada işlemektedir ve oldukça da hantal ve karmaşıktır.

Cumhurbaşkanlığına bağlı Devlet Denetleme Kurulu vardır. TBMM adına hareket eden Sayıştay vardır. Başbakanlığa bağlı Teftiş Kurlu Başkanlığı vardır. Her bakanlıkta bir teftiş kurulu bulunmaktadır. Maliye Bakanlığının, Hazinenin ayrı denetleme kurulları vardır. Özerk sayılabilecek Sermaye Piyasası Kurulu ve Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu vardır.

Ancak Türkiye’de etkin bir denetim yapılamamaktadır.

Denetimde dürüstlük, bağımsız hareket etme, tarafsızlık, güvenirlik ve yeterlilik özellikleri ilk ve temel özelliklerdir. Bu gün Denetleme mekanizmasında en önemli sorunlardan biri yetişmiş, uzman insan gücü eksikliğidir. Bu güç çok önemlidir. Çünkü yolsuzlukların en yaygın ve en büyük bölümü, mevcut kanunların boşluğundan faydalanılarak gerçekleştirilmektedir. Ve bu boşluklardan faydalanmayı bilenler de çok marifetli insanlardır.

Eskilerde, Türkiye inşaat sektörüne yeni girdiği tarihlerde en çok yolsuzluklar bu sektörde ve daha çok da bina inşaatlarında gerçekleşmekteydi. Ama ne zaman devlet birimleri inşaat sektörünün bütün incelikleriyle bilen elemanlarla donandı her sınıf inşaatların birim maliyet fiyatları belirlendi ve sektörde hem yolsuzluklar azaldı ve hem de bu sektör genel bir ithamdan kurtuldu.

Yakın dönemde  finans dünyasında meydana gelen ve toplumu sarsan yolsuzluklar ve yanlış uygulamalar çok sonra ortaya çıkartılabilmiştir. Borsa da durum aynıdır.

Onun içindir ki denetim kurumlarında özel ve uzmanlık isteyen konularda uygun elemanların bulunması şarttır. Bunu temin için de bu kurumlara eleman alma yöntemlerine istisnai kurallar eklemek gereklidir.

Bakanlıklarda teftiş kurullarını da siyasetin dışına çıkarmak gerekmektedir.

Bir iktidar değişikliğinde koltuğuna yeni oturan bir bakanın görevinden aldığı ve yeni atamalar yaptığı makamların başında Teftiş kurulu Başkanı gelmektedir.

Bir teftiş kurulu başkanı, sırasında bakanın müsteşarı değişmeden niye değiştirilir?

Sebebi şudur:Teftiş kurulu başkanları teftişe tabi tutulacak konu ve şahısları inceleyecek müfettişleri atar. Bakan eski bakanın uygulamaları ya da korumak istediği kişilerle ilgili olarak uygun müfettişlerin gönderilmesini ister.

Teftiş ve denetim kurullarında bir de çok klasik ve mutat denetimler vardır. Bu denetimler her yıl gerçekleştirilir. Her şey denetlenir, sorulur, edilir, insanlar izinlerinden bile döndürülür. Tatil beldelerindeki teftişler uzun, Doğu ve Güneydoğu bölgelerindeki teftişler kısa sürer.

Halbuki teftişlerin belli istihbaratlar ve bilgiler neticesinde nokta konularda olması ve teftişlerin yöneticileri bir eğitme mekanizması olarak görülmemesi gerekir. Bütün hususları gözden geçirecek ve seri bir şekilde inceleyecek başka bir birim oluşturulabilir. Denetim kurullarının yolsuzluklarla ve yanlış uygulamalarla ilgili en üst seviyede bilgi alabilmek için bu kurumların bu işlerle ilgili uygun eleman istihdamına imkan tanınmalı ve devletin diğer ilgili birimleriyle de belli konularda müşterek çalışması sağlanmalıdır. Yine müfettişlerin başbakan dahil her kademedeki görevlilerden bilgi almak yetkisine de sahip olmaları lazımdır. Bunun için de Cumhurbaşkanına ve Başbakana bağlı olan denetim kurumlarının büyük bir bölümünü Meclise;Senatoya bağlamak lazımdır.

Özetle bilgili, etkili, yetkili , aktif ve büyük ölçüde bağımsız bir denetim sağlanmalıdır. Onun içindir ki devlete çeki düzen verilirken denetim organlarını yeniden düzenlemek gereklidir.

                            ***

 

İktidarların devlet kurumlarına etki derecelerinin belirlenmesi hem demokrasi açısından hem de devletin işleyişi açısından çok önemli olmaktadır.

Bakanların, özel kalemini, müşavirlerini seçmesi çok doğal ve gereklidir. Yalnız bizde müşavirler ve özel kalem kadrosu değişti mi değişenler yine devlet de kalmaktadır. Bu uygulama doğru değildir. Değişenler eski bakanla birlikte gitmelidir.

Bakanların müsteşarı da değiştirmesi normaldir. Çünkü bakanlar, hükümetin belirlediği programı uygulamak için kendinden sonra yönetimdeki en üst yöneticiyi seçecektir ki programını uygulayabilsin. Gerçi bazı ülkelerde müsteşarlık, siyasi müsteşar ve teknik müsteşar olarak ikiye ayrılmakta ve bakan sadece siyasi müsteşarı değiştirmektedir ama bizim bakanlıklarda teknik müsteşarın yaptığı görevleri bir müsteşar yardımcısı  yürüttüğü için böyle bir ayırıma gidilmeyebilir.

Bakanların, uzmanlık isteyen genel müdürlülerin dışındaki genel müdürleri de değiştirmesi uygun görülebilir. Ama bunun dışındaki görevlilerin hiç biri siyasi hesaplarla değiştirilmemesi lazımdır.

Ülkemizde bir bakan değişti mi nerdeyse değişmeyen devlet görevlisi kalmamaktadır.

Genel müdürlerin, daire başkanlarının, şube müdürlerinin , şeflerin ve hatta memurların bile değiştirildiği bir ülkede üç durumdan bahsedilebilir.

Birincisi devlet işlemez hale gelmiştir, siyasiler bu çarkı döndürebilmek için kendine tabii olacak, emrini dinleyecek elemanlar seçmektedir. İkincisi devlet imkanlarını bir yerlere peşkeş çekecektir bunun için bu değişiklikleri yapmaktadır. Üçüncüsü mensup olduğu partinin emri altındadır, partililerin istediğini yapmak zorunluluğu ile karşı karşıyadır.

Tabi bu üçünün de birlikte söz konusu olması mümkündür.

Bütün bu yanlışlardan kurtulmak için devlet memurlarının tayin ve terfi sistemini kesinlikle “başarı” esasına dayalı bir sisteme sokmak gerekmektedir.

Burada sicil sistemi çok önemli olmaktadır.

Bu gün ülkemizde giderek sicilin hiçbir önemi kalmamaktadır. Çünkü tayin ve terfilerde sicil sistemi yerini iktidar partilerinin referansları almıştır.

Bir kısım batılı ülkelerde bir amir mesela mahiyetindeki 10 memur hakkında sicil verirken, bu on memur da amirinin amirine verilmek üzere amiri hakkında sicil tutar. Biz de bırakın böyle sağlam esaslara dayalı sicillerin tutulması sicillerin giderek bir önemi kalmamaktadır.

Memuriyete giriş çok ciddi siyasi baskılardan uzak ve eleyici esaslara dayanmalıdır. Memur başarılı oldu mu çalışma süresine bakılmaksızın terfi edilebilmelidir. Ama terfi olduğu makamda başarılı olmayınca tekrar bir önceki görevine döndürülebilmelidir.

Bizde devlet görevlisi genel müdür oluyor, sonra şu veya bu sebeple genel müdürlükten alınıyor, ama bu kişi maaşını aldığı halde çalıştırılmıyor ve günümüzde ismi çok büyük ama işlevi hiçbir iş yapmamak olan Araştırma ve Planlama Kuruluna; o ismi çok meşhur hale gelmiş APK’ya  atanıyor. Yani beyinleri ve tecrübeleri israf etmekte de dünyanın ilk sıralarına doğru gitmekteyiz.

Memurların atanmasında, terfisinde bakanların ve siyasilerin hiçbir etkisi olmamalıdır. Bakanlar sadece hükümetin tespit ettiği ve yürüttüğü kalkınma ve hizmet politikasına, yönetim politikasına uygun hareket edemeyen, çalışmayan görevlilerin hemen işten alınmasını isteyebilmelidir.

Şimdi ülkemizdeki bir örnek olaya bakalım.

Adamı Ankara’dan Hakkari’ye atıyorlar.

Soruyorsunuz bu atamayı neden yaptınız? diye.

Şu yanlışları, şu haksızlıkları, şunları şunları yaptı diye cevap alıyorsunuz.

O zaman niye görevine son vermediniz, Hakkari sürgün yeri mi hizmet yeri mi? Oralara hizmet için uygun elemanlar göndermeyeceksiniz? Diye soruyorsunuz.

Cevap ya yoktur, ya da hikaye okunur.

Bakan atamalarda etkili olmayacaksa kim olacak?

Müsteşarın başkanlığında Adalet Bakanlığında hakim ve savcıların atamalarında olduğu gibi bir komisyon kurulabilir. Ayrı bir birim bu işlemleri yapabilir. Ama bakan yapamamalıdır. Yaptıramamalıdır. Bakanın haklı bir talebi olursa bunu değerlendirecek olan başka bir kurul veya komisyon olmalıdır.

Pek tabiidir ki bir bakanın yönettiği kurumlarda birkaç atamanın dışında hiçbir yetkiye sahip olmaması , siyasetin eli kolu bağlanmış olur tenkidini demokratik sistem açısından da getirebilir. Ancak;

-Tayin ve terfiler başarı esasına dayalı olarak sağlam bir sisteme bağlanırsa,

Yine tayinler ve terfiler bağımsız sayılabilecek bir heyet vasıtasıyla gerçekleştirilirse,

-Memuriyete giriş devletin ve devletin o kurumunun kuruluş ve işleyiş amacına uygun olacak ölçüler içinde gerçekleştirilirse,

-Devlet görevlileri sürekli eğitim ve geliştirmeye tabi tutulursa,

-Bir devlet memuru şuuru ve sınıfı oluşturulabilirse,

-Yeterli sayıda ve yeterli maaşlarla devlet memuru istihdam edilirse,

bir bakanın bir şube müdürünü değiştirme sebebi de kalmaz.

Bakanların uyguladığı politikaya uygun hareket edilmemesi, çalışılmaması ve buna benzer hallerde tayin ve terfi komisyonundan memuriyetten azle kadar talepleri olmalıdır. Ama şimdi olduğu gibi “şunu görevden alın, şunu atayın, bir iki gün içinde bitirin” şeklinde bir talimat verme hakkının olmaması lazımdır.

Bizdeki bir tuhaf durum da bakan müşaviri dahil bir sürü atamalarda Cumhurbaşkanının imzasının aranmasıdır. Müsteşar, Anayasa Mahkemesi üyeleri ve benzeri üst seviyede ve stratejik mevkilerdeki atamalarda yetkili olması doğal ama bir daire başkanının atanmasında da imzasının istenmesi çok garip bir uygulamadır. Bu uygulamaya son verilmelidir.

                            ***

Devletin yeniden düzenlenmesinde Başbakanlık ve bağlı kuruluşlar,Milli Savunma Bakanlığı ve bağlı kuruluşlar, Dış İşleri Bakanlığı ve bağlı kuruluşlar, Milli Eğitim Bakanlığı ve bağlı kuruluşlar, Kültür Bakanlığı ve bağlı kuruluşlar, Diyanet İşleri Başkanlığı, İçişleri Bakanlığı ve bağlı kuruluşlar, Maliye Bakanlığı ve bağlı kuruluşlar günümüzdeki şartlara uygun ve aynı zamanda bir emperyalizm ve sömürü aracı olarak kullanılan küreselleşme akımına karşı ayrı bir şekilde ele alınmalı ve buralarda çalışacak elemanlarda Türk Silahlı Kuvvetlerine benzer milli donanımlar, Anayasamızın değiştirilmesi bile teklif edilemeyecek temel ilkeler konusunda temel eğitimler ayrıca gerçekleştirilmelidir.

Halka saygı, halka hizmet, millete tepeden bakmamak, millete anlayışla, sevgiyle, saygıyla yaklaşmak şeklindeki meziyetler memurlarımıza muhakkak kazandırılmalıdır.

Bu gün hiç kimsenin selamı, kartı olmadan yalnız başına bir devlet kapısına giden bir köylü vatandaş bir bakan gelmiş gibi saygı görmeli ve talepleri büyük bir ilgiyle karşılanmalıdır. Vatandaş devletin kapısından çıktığı vakit talebi yerine gelse de gelmese de memnun  kalmalıdır.

Her devlet görevlisi bilmelidir ki o halk olduğu için bu devlet vardır ve devlet vatandaşın vergileriyle maaşları ödemektedir.

Devlet dairelerinde en çok şikayet konusu edilen hususların biri de “adam kayırmacılık ve farklı muamele”dir.

Bilhassa 1980 öncesi  kamplaşmanın devlet dairelerine de hakim olması ve ayrıca partizanlığın etkisinin giderek artması adam kayırmacılığını ve farklı muameleleri doğurmuştur.

Devlet memuru tarafsız olmalıdır. Devlet memuru devlet dairesinde siyasi görüşünü belli etmemelidir. Hizmetini yaparken fark ettirmemelidir, yüz hatlarıyla fark ettirmemelidir, kıyafetiyle giyim ve kuşamıyla da belli ettirmemelidir.

Mahkemelerde yargıçlar neyse, devletin makamındaki her görevli de aynı olmalıdır. Her memur bir yargıç kadar tarafsız olabilmelidir.

                            ***

 

Devlet yapımızda memur sayısı çok, memur maaşı azdır.

Türkiye’de özellikle 1950 sonrası işsizlik sayısında yükselme olmasın diye her yıl belli sayıda o kurumlar için gerekli olup olunmadığına bakılmaksızın memur ve işçi alınmıştır. Ancak bu gün devlet tıkanmıştır ve belli bir merkezi sistemi kurmak zorunda kalınmıştır. Bu gün devlete girmek isteyen çoğu kimse iki türlü merkezi sisteme dayalı imtihanlara girmekte ve bu sınavlarda belli bir seviyede puan alabildiğinde memur olabilmektedir. Bu günkü sistem yeterli bir sistem olmamakla birlikte devlette memur sayısındaki çok sayıdaki siyasi nitelikli artışı önlemek maksadıyla kurulduğu için iyi bir başlangıç olarak görülebilir.

Ancak şu anda fazla bir iş göremeyen hatta hiçbir iş yapmayan devlet görevlilerin devletin yeniden düzenlenmesi sırasında emekli edilmeleri ve emekli maaşlarının yanı sıra 10 yıl vadeli sıfır faizli iş kredilerinin verilmesi ve bu şekilde teşvik görmeleri en uygun yol olacaktır. Ondan sonra da memurlara memur olduktan sonra baba ocağına ve hiç kimseye muhtaç olmayacak maaşlar verilmelidir.       

                            ***

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu gün devlet memurları hem mesleki açıdan hem de millete ve devlete hizmet vermedeki dengeyi kurabilmeleri açısından çok yetersiz durumdadırlar.

Bazı devlet görevlileri halka hizmetin ne mana geldiğinden habersizdirler ve halka tepeden bakmaktadırlar. Bazıları ise devlette çalışmak ile özel sektörde çalışmak arasında hiçbir fark görmemektedirler, bazıları da devleti düşünme noktasında özel sektörde çalışanlardan daha az sorumlu  hareket etmektedirler.

Devlette her makam kendi çapında bir krallık gibidir. Görevinin manasından çok uzaklarda kalanlar bu “krallık” rolünü oynamayı çok benimser hale gelmişlerdir. Müsteşar kral gibidir, istemediği bir iş oldu mu? o işin gerçekleşmesi çok zordur. Genel müdür de öyle. Daire başkanı, şube müdürü, uzman ve hatta imzalanan evrakları sahibine teslim görevli olan bile bir kral gibi hareket edebilmektedir. Bunlara iş yaptırmak için ya üstlerinden emir almaları gerekmekte, ya bin bir rica ya da rüşvet...

Hele demokrasinin krallarıyla, bürokrasinin kralları bir araya geldi mi?, halk, hak, hukuk, adalet gibi kavramlarla karşılaşmak hiç mümkün olmamaktadır.

Demokrasimizin krallarıyla, bürokrasimizin kralları hem demokrasiyi, hem de devleti yıpratmaya ve yıkmaya çalışan bir ayrı güç gibidirler.

Ülkemiz bu durumdan kurtulmadıkça hızla yükselmesi ve kalkınması zor gözükmektedir.

Bu durumdan kurtulmak için demokrasimizi rayına oturturken devlet kurumlarını da yeni bir yapılandırmaya tabi tutmak gerekmektedir. Ancak yeni bir yapılanma da yeterli değildir. Bununla birlikte eğitim çok önemlidir.  

Eğitim, devlet memurları için sürekli olmalıdır. Meslekleri için yapılan eğitimlerin yanı sıra halka en iyi hizmetin nasıl verileceği, “devlet memuru” kavramının manası gibi konularda devlet görevlilerinin belli zaman aralıklarıyla ama sürekli bir eğitim verilmelidir.

                   ***

Devletin güçlü olması ama devletin bu gücü vatandaşına karşı kötüye kullanmaması da esas olmalıdır. Devletin gücünü kötüye kullanmasını önleyecek en önemli unsur hukuk;kanunlardır. Onun içindir ki “Hukuk devleti” kavramı çok önemli bir kavramdır.

Devlet güçlü oldukça hukuka uygun faaliyeti de aynı derecede olmalıdır. Hukuka uygun hareket ettikçe de güçlenmelidir.

Devletle birey ilişkileri bireyin aleyhine işlememelidir. Ancak birey hak ve özgürlüklerini sınırlayan husus sadece toplumu gözetme anlayışı olmalıdır. Devlet toplumsal çıkarları daima ferdi çıkarların önünde tutmalıdır.

                   ***

 

 

 

 

 

Devlet büyük hedeflere göre de dizayn edilmelidir.

Bu gün globalleşme akımı  paralelinde uluslararası büyük firmalar giderek daha büyük güçlere ulaşmaktadırlar.

Büyük ittifaklar ve geniş coğrafyalara yönelişler gerçekleşmektedir.

Türk devleti bütün bu gelişmeler karşısında “Turan” gibi bir ideali ele almalı bu ideale göre ayrı bir yapı kurabilmelidir. Artık iktidarlar ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar sadece kendi milletinin kaynaklarıyla ekonomik kalkınmayı ve istikrarı sağlayamamaktadırlar. Dünyaya kapıları kapatmak ise bu gün bir milleti çökertmek için en geçerli yoldur. O zaman coğrafyayı belli ittifaklarla, belli politikalarla genişletmek gerekmektedir. Devletin buna yönelik bir politikası olmalı ve belli birimlerini ona göre düzenlemelidir.

Çünkü günümüzde emperyalizmin araçları Ulus-devlet sınırlarını aşmada ciddi bir engelle karşılaşmamaktadırlar.

Uluslar arası rekabette yabancı sermaye dolaşımını takip etmemek ve kendi iş adamlarınıza verdiklerinizle, yabancılara verdikleriniz arasında denge kuramamak  devlet gelirlerinde büyük düşüşlere sebep olmaktadır.

Güçlü bir devlet dışa yönelik çok ciddi hesaplamalar, yönlendirmeler içinde olmak zorundadır.

 

                            ***

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

NASIL YAPACAĞIZ, KİMLER YAPACAK?

 

Kitabın giriş bölümünde de belirttiğim gibi iyi bir proje önemlidir ama bu projeyi hayata geçirecek yolu bulamadınız mı o projenin çok fazla bir önemi kalmamaktadır.

Siyasi partiler yasasını değiştirmeyi, meclisimizi yeniden düzenlemeyi, devletin yeniden yapılandırmasını, adaletin tam olarak hüküm sürmesini çoğumuz istiyoruz ama bütün bunları nasıl yapacağız? Ve kimler yapacak?

Bu günkü meclis mi bu düzenlemeleri yapacak?

Ya da gelecek seçimlerde yeniden oluşacak meclis mi?

Cevabı en zor olan da budur.

Bu güne kadar yapmayanlar , şimdi niye yapacak?

“Krallar”, krallıklarına son verirler mi?

Bu soruları uzattıkça uzatabiliriz.

Cevap vermek ise o kadar kolay değildir.

 

Bütün bu tekliflerimizin ve tekliflerimize benzer tekliflerin, daha iyi önerilerin gerçekleşmesi için şu yollara başvurulabilir.

 

1-Bu değişim talepleri süreklilik kazanacaktır. Siyasi partiler bu seslere kulak vermek zorunda kalacaklardır. Sesler gür çıkarsa en azından bir siyasi parti bu seslere cevap verip, iktidar olduğunda bütün bu değişiklikleri yapmaya söz verecektir. Halk bu siyasi partiyi tek başına iktidar yapacak ve bu iktidarda bu değişiklikleri gerçekleştirecektir.

 

2-Milli Güvenlik kurulu, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanıp ülkenin çok önemli konularını konuşup hükümete tavsiyelerde bulunabilmektedir.

Bu defa bu tavsiye demokratik düzenimizin değişmesi ile ilgili olur ve bütün siyasi partilerin temsilcilerinin de katıldığı böyle üst seviyedeki bir toplantıda gerekli kararlar çıkar ve bu kararlar meclis tarafından yerine getirilir.

 

3- ..... 



Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.