Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10788
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Okuyucularımıza Sunduğumuz Temel Bilgiler
DEMOKRASİMİZ VE KRALLARI 9

Bu 51 siyasi partide en çok kullanılan kelimeler “Türkiye”, “Demokrat/demokratik/demokrasi”,  “Halk”,  “Adalet”,  “İşçi”,  “Sosyalist”, “Birlik”, “Hareket”, “Milliyetçi/Ulusal” kelimeleridir.

2006 yılı itibariyle genel milletvekili seçimlerine ve mahalli idareler seçimine katılmaya hak kazanan 23 tane siyasi parti mevcuttur.

         Demokrasi, bu kadar çok siyasi parti ile mi daha iyi yaşayacaktır? Eğer demokrasinin ölçüsü buysa, siyasi parti adedini çok daha fazla olması için çeşitli teşvikler verilmesini savunalım.

         Bu kadar çok siyasi partinin olmasının en önemli sebeplerinin başında gelen şudur: Halka adaletli hizmetler vermek yerine sadece halkı yönetmeye talip olmak ve bunun mücadelesini vermek ve bunlarla beraber kendi doğrularına ve fikirlerine çok önem vermek. “Kralları kötüleyerek, kendi krallığını kabul ettirme” gayreti ve mücadelesi içinde bulunmak.

         Demokrasinin belki de en zayıf yanı ve yumuşak karnı buradadır. Herkesin çok rahat parti kurabilmesi, herkesin çok rahat milletvekili olabilmesi ve aşırı imkanların insan benliğinde açtığı ve hareketlendirdiği “zalim kral”larda ki özellikler... Her insanda var olan hükmetme duygularının kamçılanması ve aşırıya gitmesi durumu.

         23 adedinin seçime girme hakkını kazandığı 46 siyasi parti başka nasıl izah edilebilir ki?

                                      ***    

        

Türkiye’de gerçek demokrasinin olması açısından en çok dile getirilen konulardan biri de “milletvekillerinin dokunulmazlıklar”ı meselesidir.

         Önce şunu bilmek durumundayız. Adaleti sağlayan kurumlarımız, bu kurumlarımıza yardımcı olan devlet birimleri her açıdan güçlendirilmeden ve gerekli koordinasyon sağlanmadan yolsuzluklar ve kanunsuzluklar önlenemez.

         Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması meselesi birinci olarak bu açıdan değerlendirilmelidir. Bu açıdan ele alındığında ise bu talebin pek önemli olmadığı ortaya çıkar.

         Yine demokrasilerde siyasete atılan kişinin erdemliği, çalışkanlığı, adaletliliği ile kısaca her yönüyle sahneye çıktığı bilincinde olması beklenir. Milletvekili olan birinin artık kendisini topluma mal ettiğini bilmesi gerekir. Ama günümüzdeki sistemde bazıları nice kirliliklerini kapatmak için milletvekili olmak istemektedirler.Ve bu durum tartışılmayacak şekilde bir gerçektir. Ancak sistem düzeldiği ve sistem kendine uygun insanları seçtiğinde bu durum büyük ölçüde ortadan kalkar. “Dokunulmazlık” meselesi bu açıdan ele alındığında çok önemli olmamaktadır.   

         Ancak suç işlemiş milletvekillerinin şu andaki kanunlara göre  yargılanması Türkiye Büyük Millet Meclisi genel kurul kararı ile olduğundan ve meclis, hükümeti oluşturan partinin veya partilerin hakimiyetinde bulunduğundan dolayı hükümeti oluşturan partinin veya partilerin milletvekilleri için yargılanması kararı genelde verilmemektedir. Bunun içindir ki milletvekilinin, milletvekilliği görevi kapsamı dışındaki konularda bir suç işleme söz konusu olursa dokunulmazlığının geçerli olmaması en uygun yoldur.   Güçlü ve oturmuş hukuki kurumlarına sahip olan bir ülkede gerektiğinde milletvekilleri de, başbakanlar da, cumhurbaşkanları da yargıç önüne çıkmalıdır. Dokunulmazlık milletvekili görevi yapılırken engellerle karşılaşmamak için kullanılabilir yoksa suçları kapatmak için asla kullanılmamalıdır. Bir milletvekilinin milletvekili süresince meclis kararı olmadan kendisi istese bile yargılanamaması gerçekten mevcut sistemimizin hangi seviyede olduğunu gösteren en önemli göstergelerden biri olmaktadır.

          Düzgün işleyen bir demokratik sistemde dokunulmazlık meselesi şöyle veya böyle bir sorun teşkil etmez. Ülkemizdeki demokrasinin “hırs”ları kamçılar durumu ortadan kalkmadan da yolsuzlukların sona ermesini beklememek lazımdır. Çünkü bu “koltuk hırs”ı beraberinde çok ve hemen kazanma isteğini de berberinde getirmekte ve yolsuzlukların ve suistimallerin ayrı bir kaynağı olmaktadır. Yani dokunulmazlıklar büyük ölçüde kalkmalıdır ama bu günde sistemde sadece dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla yolsuzlukların bitmesini beklemek saflık olur. Biz de bu konunun derinliğine ele alınmadan yalın olarak çok  ciddi bir sorun olarak görülmesinin en büyük nedeni sistemin açıklarını kapatma gayretlerine dayanmaktadır diyebiliriz.

                                     

***

        

Türkiye’de Milli Güvenlik Kurulu’nun demokrasiye aykırı bir kurum kabul edilmesi yine demokrasi değerlendirilmesi açısından çok garip ve anlaşılmaz bir durumdur.

         Milli Güvenlik Kurulu Cumhurbaşkanının başkanlığında, Başbakan ve ilgili bakanlar ile Genel Kurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının katılımı ile oluşan bir kuruldur. Burada alınan kararlar tavsiye niteliğinde hükümete iletilir. Hükümet bu kararları uygulamak zorunda değildir ama içinde hükümetin başının ve üyelerinin bulunduğu bir kuruldan çıkan bir tavsiye kararının uygulanmaması oldukça anormal bir durum olacağından uygulanır.

         Şimdi deniyor ki bu kurum kaldırılmalıdır. Bu kurul demokratik değildir.Benzeri kurulların olmasına rağmen Avrupa ülkelerinde böyle bir kurul yok iddiasında bulunuluyor. Kaldırılmasının zor olacağını düşünenler ise “surda bir gedik açma” hesabıyla bu kurulda sivillerin sayısının artırılmasını istemektedirler. Bu baskılar o kadar sürdü ki Milli  Güvenlik Genel Sekreteri bu güne kadar hep askerken, bu defa değişti ve bir sivil getirildi.

         Şimdi soralım, örnek gösterilen Avrupa ülkelerinin ve ABD’nin komşularından hangileri ciddi bir tehlike oluşturmaktadır? Halbuki Türkiye’nin  çevresini ise çoğu  hasım ülkeler kuşatmış durumdadır.Çevremizde en azıdan dost ülke yok gibidir.

         Kurum ne üzerinde istişare ediyor ve kararlar alıyor?

         Güvenlik konularında.

         Demokraside güvenlik konuları görüşülmez, görüşülse bile bu görüşmede askerler olmaz, ya da azınlıkta olur diye bir kural mı var? Böyle bir kuralı düşünmek ve kabul etmek bir müddet sonra Genle kurmay başkanın da sivil birinin olması teklifini getirir.

         Sonra askerler bu kurulda az sayıda olsa ne olur, çok sayıda olsa ne olur?

         Eğer bu toplantılara hükümet eli boş gelirse, dosyaları raporlarla dolu olan askerler dinlenir ve neticede kararlar askerlerin verdikleri bilgiler paralelinde alınır. Hem sonra hangi başbakan Silahlı kuvvetler dahil her hangi bir kurumdan istediği bilgileri alamamaktadır? Demek ki başbakanlar yoğun işleri arasında güvenlik konularına çok fazla eğilememektedirler ki böyle bir kurulda işin uzmanları ile birlikte güvenlik konularını görüşmektedir. Hem sonra böyle bir kurulun demokrasiye ne zararı olabilir ki? Bu soruya verilecek cevap bellidir. “Milli Güvenlik kurulu iç siyasi gelişmeleri güvenlik sorunu olarak görüp siyasi otoriteye müdahale etmektedir. Biz bunun için bu kurula karşı çıkmaktayız.” Bu cevaptaki mantık sadece bir aldatmacadan öteye geçemez. Mesela Türkiye’de bölücü terör vardır. Bu çetenin siyasi boyutu vardır, ideolojik boyutu vardır, ekonomik boyutu vardır ve bütün bunlarla birlikte silahlı mücadele boyutu vardır. Yani terör, Türkiye için bir güvenlik sorunudur . Şimdi bu surunla mücadele ederken, bu mücadeleyi yürütenler bu sorunun siyasi ve ideolojik yönlerini “onların anladığı demokrasi”ye mi bırakacaklar? Ama Türkiye tam demokratik bir ülke olursa bu sorun biter denmektedirler. Elbette biter. Terör çetelerinin istediğini demokratikleşme adı altında verirsen onlar için sorun biter ve silahlarını bırakırlar. Zaten onlar bu istekleri için silahlı mücadele yöntemine  başvurmaktadırlar. Hangi açıdan bakarsanız bakın Türkiye’de demokrasi diğer konularda olduğu gibi güvenlik konusunda da delici bir mızrak gibi kullanılmaktadır.

         Özetle ülkemizde “Demokrasi” zaman zaman güvenlik duvarlarımız yıkmak için de kullanılmaktadır.

                                      ***

        

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bazıları ise demokrasiyi bir sistem olmaktan çıkarır ve bir ideoloji gibi algılarlar. Onlara göre demokrasi bir yaşam biçimidir, erdemdir, fazilettir vs. Aslında demokrasi bir yönetim biçimidir. Ama bu fikirleri ileri sürünler şu noktada haklıdırlar ki demokrasinin yaşaması için adalet hüküm sürmelidir, erdemli yöneticiler, erdemli vatandaşlar çok sayıda olmalıdır. Fakat burada bir soruya cevap bulmak oldukça güçtür. Bu soru da şudur: Eğer bir ülkede adalet hüküm sürüyorsa, erdemli ve faziletli yöneticiler varsa bu ülkede başka bir idare şekli olsa ne fark eder ki? Evet mesele demokrasinin işleyişinin erdemli yöneticileri öne çıkarması ve adaletin hüküm sürmesinin sağlanmasıdır. Demokrasinin erdemli insanlar istediğini söylemekten önce kendimize soracağımız soru şu olmalıdır: Demokrasi erdemli insanlar istiyor ama üretilmesini sağlayacak bir düzen oluşturabiliyor mu?

        

“ Oysa, ‘demokrasi ve özgürlükler mi bir toplumun gelişmesini sağlar, yoksa bir toplum geliştikçe mi demokrasi ve özgürlükler gelişir’ sorusunun cevabı o kadar kolay değil.” (31.12.2003-Radikal Gazetesi-Gündüz Aktan)

          

 Aslında demokrasinin erdeme, fazilete, adalete çok muhtaç olmasından dolayı da demokrasinin zor bir yönetim biçimi olduğunu kabul edebiliriz. Çünkü krallıklarda kral adil ve kabiliyetli oldu mu işler yolunda yürür. Çünkü adil kral adil vezirlere, adil yöneticilere görev verir. Yani bir tek kralın adil ve kabiliyetli olması krallıklarda kafidir. Ama demokrasi ile idare edilen ülkelerde öyle midir?

Cumhurbaşkanı adil ve yetenekli olmalı, başbakan öyle olmalı, milletvekilleri öyle olmalı, bürokratlar öyle olmalıdır. Basın ve televizyonlar bilgili, ehliyetli ve tarafsız yönetici ve elemanlarla donanmalı ve en önemlisiyle halk da duyarlı ve takipçi olmalıdır.

Onun içindir ki demokrasi öyle kolay tatbik edilebilen bir rejim değildir. Oldukça zorlukları olan bir rejimdir.

Demokrasilerin ikinci bir zorluğu da birkaç asırdır yıka yıka geldiği krallıkların, hanedanlıkların sanki nefesini ensesinde hissetmekte olduğudur. Onun için de sürekli hürriyetleri, özgürlükleri dile getirmekte ve bunları halkın en uç noktada yaşaması için gayret göstermektedir. Bu arada toplum bazı değerleri ve imkanları kaybettikçe yeni çıkış yolları aramaktadır. Tıpkı demokrasilerde bir başarısız bir iktidarı, halktan aldığı oylarla deviren ve iktidar olan bir siyasi partinin bir daha muhalefete düşmemek için yaşadığı telaş gibi bir telaşı yaşamaktadır. Bütün bunların yanı sıra bir de demokrasi isteyenlerin bir kısmının ne istediği pek belli olmayınca çok fazla karmaşık ve zor bir tablo içinde çıkış yolları bulmak için çabalar gerektirmektedir.

Demokrasinin bir şansızlığı, tükendiği halde diğer kalemlerden bazı avantajları sebebiyle adına “tükenmez kalem” konan kalemler gibi takdim edilmesidir. Halbuki demokrasiyi iyi bilmek ve neler istediğini anlamak lazımdır.

 

“Günlerdir kendi kendime soruyorum:

Dünyada niye demokrasi mücadelesi veriliyor? Demokrasi, niçin rejimlerin en az kötü olanı? Monarşi ile demokrasi farkı ne? ‘Bunları bilmeyen mi var?’ demeyin bana lütfen.

Çünkü Türkiye’de her şey birbirine karıştı.

... Eğer bütün bunlar Osmanlı İmparatorluğunda yaşansaydı, şimdiye kadar çoktan birkaç vezir kellesi gitmiş ve belki de padişah ‘halledilmişti.’Dünyadaki hiçbir rejim bu kadar kötü yönetilmeye, bu kadar acı çekmeye mahkum edilemez.” (27.04.2001-Sabah Gazetesi-Zülfü Livaneli)

 

Evet ülkemizde demokrasi, ülkemiz şartlarına göre ve kendi esaslarına dayalı bir şekilde işlemediği gibi artık anlaşılması çok zor bir kavram haline de getirilmiş durumdadır. Demokrasi bir sistemdir. Ama o hale getirildi ki kimilerine göre demokrasi bir ideolojidir. Sadece bir ideoloji değil hemen hemen  bütün ideolojiler gibidir. Demokrasi güvenliktir, sağlıktır, ekonomidir. Sivildir, resmidir vs. Ama ortada duran bir gerçek vardır ki demokrasi ülkemizde artık işler halde değildir ve bu güne kadar oluşturduğu sistem çatırdamak üzeredir. Tıpkı anlamında olduğu gibi.

 

“...mesela araştırmalara katılanların %90’nı demokrasinin işlemediğine inanıyor.” 04.07.2002-Yeni Şafak Gazetesi-Koray Düzgüner)

 

“ABD’li filozof John Dewey, 1927’de şöyle yazıyordu: ‘Demokrasinin hastalıklarına karşı en etkili ilaç, daha çok demokrasidir.!’

John Dewey’in dediği gibi ABD’nin toplumsal sorunlarının çözümü için daha fazla demokrasi ilacı kullanıldı:Genel oy hakkının yaygınlaştırılması, üst sınıfların iktidar üzerindeki nüfuzunun azaltılması ve iktidarın dağıtılması, kadınlara ve zencilere oy hakkının tanınması...

Bunların hepsi kapitalizmin daha iyi işlemesi için yapılıyordu. Yüz yıldır devleti ve demokrasiyi dilediği gibi biçimlendiren kapitalizm de artık çıkmazın duvarına dayandı. Ekonomiyi dolaylı ve dolaysız vergilerle boğulma noktasına getirdi. Devlet artık ekonomiyi yönlendirmiyor ama kimilerinin aklına otuz yıl öncesine dönmek gelmiyor değil.

Çünkü demokrasinin düzen ayarının bozulması da sınırların ötesine geçti.

‘Daha çok demokrasi’ ilkesinin egemen olduğu bu ülkede, yani ABD’de yapılan her kamuoyu yoklamasında tuhaf bir sonuç çıkıyor. En çok hangi kamu kuruluşuna güven duyuyorsunuz  sorusunun yanıtı hiç değişmiyor. Yüksek Mahkeme, Ordu ve Merkez Bankası...

Bu üç kurumun ortak özelliği var. Yönetimleri demokratik değil.

Seçimle ilgileri yok ve kamuoyu baskısına karşı bağışıklıkları var.

‘Demokrasinin hastalıklarına karşı en etkili ilaç, daha çok demokrasidir’ ilkesinin egemen olduğu ABD ülkesinde halk başkana, senatoya, temsilciler meclisine, belediye başkanlarına, eyalet meclislerine, seçimle gelen şeriflere güven duymuyor.

Demokratik seçimin ve demokrasinin geçerli olmadığı Yüksek Mahkeme, Ordu ve Merkez Bankası’na güven duyuyor.

...Türkiye’de halk, Başbakan’a, bakanlara, milletvekillerine değil Cumhurbaşkanına, TSK’ya güveniyor....

Demokrasiyi muska sayanlarımız, atanmışların seçilmişleri denetlemesini ve iktidarlarını sınırlandırmasını demokrasiye aykırı buluyorlar.Oysa gerçek demokrasi bu! ‘Bırakınız yönetsinler!’in  antidemokratik olduğundan haberleri bile yok.

Demokrasi muska değildir, mucizevi gücü yoktur.Demokrasinin de yeniden düzenlenmeye ve halkoyu baskısıyla bu kadar yüz göz olmaktan kurtulmaya gereksinimi vardır.” (24.10.2006-Hürriyet Gazetesi- Özdemir İnce)

        

Onun içindir ki demokrasi konusunda yeni bir başlangıç yapmak, yeni bir sistemi kurmak şarttır. Demokrasimizin krallarının krallıklarına son verebilmeliyiz.

        

         “Hadi çekinmeyin, itiraf edin:

         Siz bu ülkenin demokrasiyle idare edildiğine hiç mi hiç inanmıyorsunuz?...

         Hatta adım gibi eminim;sık sık aranızda tartışıp, ‘böyle demokrasi mi olur?’ diye veryansın ediyorsunuz. Kendinizi frenlemeyip, neden bu ülkede demokrasi olmadığını, bu şartlar altında olmayacağını maddeler halinde birbirinize sıralıyorsunuz.

         Bu ülkede yarım asırdan beri demokrasi oyunu oynandığını, demokrasinin yurttaşlara yalnızca seçimden seçime oy vermek olarak yutturulduğunu yana yakıla anlatıyorsunuz.” (07.01.199-Cumhuriyet Gazetesi-Ümit Zileli)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SİSTEMİ DÜZENLEYECEK ÖNERİLER:

 

“Kralların rejimi” haline gelen  bu günkü demokratik düzende ilk yapılacak düzenleme siyasi partiler yasası üzerinde olmalıdır.

Siyasi partiler yasasında yapılacak değişiklikler öncelikle siyasi partilerin az sayıdaki üyelerle değil çok sayıda üyelerle faaliyet içinde bulunmalarını sağlamaya yönelik olmalıdır.

İl ve ilçe yönetimini ve genel merkez delegelerini illerde 599 kişilik, ilçelerde 399 kişilik üyeler seçmemelidir. Bir ilçede ve ilde bir siyasi parti o yerin seçmen sayısının en az yüzde altısı kadar üyeye sahip olmalıdır. Bir ilin seçmen sayısı 100.000 ise bir siyasi parti de en az 6.000 üyeye sahip olmalıdır. İl ve ilçe başkanları ve yöneticileri, o siyasi partinin genel başkanını ve merkez yürütme ve karar organlarının üyelerini seçecek olan genel merkez delegelerini en az 6.000 kişi seçmelidir. O ilin milletvekili adaylarını, belediye başkan adaylarını, il genel ve belediye meclis üyeleri adaylarını da bu üyeler belirlemelidir. 6.000 kişi, delege seçmeden bizzat her bir üye oy kullanarak bu belirlemeleri yapmalıdır.

Genel merkez delegelerinin sayısı ise seçmen sayısının binde yarımı gibi bir oranda olmalıdır. Mesela ülkemizdeki seçmen sayısı 40.000.000 ise genel merkez delegelerinin sayısı bunun binde yarımı; 20.000 kişi olmalıdır. 20.000 kişi bizzat kendileri oy kullanarak genel başkanlarını ve üst yöneticileri seçmelidirler.

Çok sayıda üye ve çok sayıda genel merkez delegesi, oy kullanmada fiziki bazı zorlukları doğursa bile bu zorluklar halledilemeyecek zorluklar olmaz.

Çok sayıda üye ve çok sayıda genel merkez delegesi esasına dayalı bir seçim adayları “kulis”, “iftira”, “yalan”, “vaat”, “pazarlık” gibi bütün kavramlardan büyük ölçüde uzak tutacaktır.

Çünkü çok sayıda üyeye muhatap olan milletvekili adayları, il ve ilçe ve belediye başkan adayları, genel merkez yöneticileri  yapacakları işleri ve kendilerini tanıtmayı daha çok kitlesel iletişim araçlarıyla yapacaklardır. Radyo, televizyon, internet, gazete, dergi, broşür, kitapçık, miting, toplantılar ve benzeri araç ve faaliyetler tanıtım için esas alınacaktır.

Bu durum ise gizli pazarlıklar yerine açık vaatler, ferdi akitler yerine toplumsal akitler meydana getirecektir.

Toplumsal akitler, açık akitlerdir. Toplumsal akitleri yapmış milletvekillerinin mecliste bu akitlere göre hareket etmeleri kaçınılmaz olur. Milletvekillerini bir robot gibi görme eğiliminde olanlar da bu eğilimlerini terk etmek zorunda kalırlar.

Çok sayıda üye zorunluluğu seçimlerde uygulanan baraj sistemini de otomatikman kaldırır. Bir siyasi parti ülkemizdeki illerin yarısında seçmen sayısının en az yüzde altısını üye yapmamışsa seçimlere girmeye hak kazanmaz. Böyle olunca da seçimlerde konan %10 ve benzeri barajlara da gerek kalmaz. Baraj daha parti kurulurken üye sayısı belirlemesi ile konmuş olur.

Eğer bir siyasi parti bir ilde o ilin seçmen sayısının % 6 sı kadar üye yapamıyor ve bu illerin sayısı illerimizin yarısını geçiyorsa bu siyasi partinin seçimlere girmesine gerek yoktur. Ancak bunu başaran siyasi partilerin önüne başka bir baraj koymaya da gerek yoktur. Zaten bu sayıda üye yapan siyasi partiler ülke genelindeki %10 barajını da rahatlıkla geçecektir.

Bir siyasi partinin seçime girmeye hak kazanması için belli bir üye sayısına sahip olması şartı çok sayıda siyasi partinin kurulmasını da otomatikman önleyecektir. Ya da yeterli bir üye sayısına erişemeyen siyasi partiler dernek özelliğindeki partiler olacaktır.

Bu günkü  ortamda her ildeki seçmen sayısının en az yüzde altısı kadar üye yapma şartını yerine getirebilecek  parti sayısı 4’ü geçmez. Çünkü yüzde altı hesabına göre Türkiye’de her siyasi partinin en az 1.000.000 üyesinin olması gerekmektedir.

Pek tabidir ki böyle bir sistemde üye kayıt işlemlerinin çok ciddi ve tartışmaya meydan vermeyecek şekilde olması gerekir. Her ilde ve ilçedeki seçim kurulları üye kayıt işlemlerinde noter görevi yapabilirler.

Özetle, siyasi partiler çok sayıda üye esasına göre faaliyete mecbur edilirlerse “parti demokrasisi” veya “partilerin krallığındaki demokrasi” den kurtulmanın ilk ve ciddi adımını atmış oluruz.

Bunun dışındaki yollar meseleyi çözemez. Mesela milletvekillerinin seçiminde “önseçim” esas olsun, liderlerin inisiyatifi olmasın şeklindeki görüşler de meseleyi çözmeden uzaktır. Çünkü bir ilde  600 kişinin veya en çok bin kişinin etrafında dönen bir seçim hakim huzurunda olsa ne olur olmasa ne olur? 600 kişi yerine lider seçse ne olur, seçmese ne olur? Böyle dar çerçeveli seçimlerde her şeyden önce ferdi pazarlıklar, yüz yüze kulisler, çeşitli entrikalar, belli önyargılar hakim olur ve seçimler kesinlikle halktan kopuk, halktan uzak  platformlarda gerçekleşir. Halktan kopuk platformlarda krala tabi kralcıklar doğurur ve kralların düzeninin devam etmesine sebep olur.

Onun içindir ki “önseçim”, “delege usulü seçim” gibi sistemler meseleyi çözemez. Dar bölge sistemi gibi sistemler de meseleyi çözemez ve üstelik daha karmaşık hale getirir. En güzel ve makul yol, siyasi partileri devre dışı bırakmayan  çok üye esasına dayalı seçimlerdir.

                            *

Siyasi partiler yasasında düzeltilmesi gereken bir konu da siyasi partilere hazineden yapılacak yardımlardır. Hazineden siyasi partilere yapılacak yardımlar eşit miktarda yapılmalıdır ve bu yardımlar, siyasi partilerin kendilerini tanıtmaya yönelik olmalıdır. Şu andaki sistemde en yüksek yardım, en çok oy alan ve milletvekili çıkaran siyasi partiye yapılmaktadır. Bu doğru değildir. İşin esası açısından doğru değildir. Çünkü en çok oy alana en yüksek yardımın yapılması yardımın hangi esasa dayandığını belirlemek açısından eksik ve sakat kalmaktadır. Bunun en makul yolu her siyasi partiye seçime girerken kendi programını daha iyi anlatmak, kendini daha iyi tanıtmak için para yardımının yapılması ve bunun da eşit miktarda yapılmasıdır.     

Siyasi partilerin medya ile ilişkilerini düzenlemede belli tedbirler alınabilir. Ancak bu ilişkileri, menfaat ilişkileri durumundan çıkarmanın en tesirli yolu  televizyonlarda seçim çalışmalarının ve siyasi parti programlarının tanıtımı ile ilgili haber ve programların her gün belli saatte verilmesi ve paralı reklamların alınmasının önlenmesi gibi tedbirlerin alınması ve bunların kanunlaşıp Radyo ve Televizyon Üst kurumun tarafından titizlikle takip edilmesi gerekmektedir. Yani siyasi partilerle televizyonlar arasındaki ilişkilerde maddiyat gerektirecek her türlü engeli  ortadan kaldırmak gerekmektedir. Böyle bir uygulamanın demokrasiye aykırı bir tarafı olmaz.

Demokrasiyi kemiren hürriyetler yerine demokrasiyi yaşatan ve geliştiren disiplinleri tercih etmek en doğru yoldur.

 

Siyasi partiler;

1-Çok sayıda üye ile faaliyet gösterirlerse,

2-Yöneticilerini ve milletvekili adayları ile belediye başkan adaylarını ve il genel meclis üyelerini, belediye meclis üyelerini bu çok sayıda üyenin oylarıyla seçerse,

3-Partilerin seçime girmelerinde yine belli sayıdaki üye şartı ile bir baraj konur ve seçim sonrası oyları heba eden seçim barajı kaldırılırsa,

4-Siyasi partilere sadece kendilerini tanıtmalarına yönelik olarak hazineden eşit şekilde yardım yapılırsa,

5-Televizyonların ve basının siyasi partilere para ile hizmetlerini önleyecek tedbirler alınır ve bu tedbirler sürekli geliştirilirse,

bugünkü demokratik düzenimizin krallıkları giderek yıkılır ve çok az sayıya iner ve halka dayalı rejim olan demokrasi kendini bulmaya başlar.

                  

***

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Siyasi partiler düzenlendikten sonra ikinci olarak ele alınması gereken husus toplumu milletvekili olarak ve belediye başkanı olarak yönetmeye talip olanların seçimindeki esasları belirlemektir.

Demokrasi herkesin milletvekili, bakan olmasını isteyen bir rejim olmaması gerekir. Herkesin her türlü göreve gelmesi sağlayan ve tıkanan yolları açan bir rejim olması gerekir. Liyakatli, kabiliyetli ve biraz da şanslı olan herkese her makamın yolunu açan bir rejim olmalıdır.

Şimdi biz, anayasamızda ve kanunlarımızda ilkokul mezunu olmayanları milletvekili yapmıyoruz, belli suçları işleyenleri de.

Neden?

Bir ölçü koymak istiyoruz.

Halk bir katile oy verip onu başbakan, bakan yapabilir endişesi ile hareket ediyoruz ve bunu önlemeye çalışıyoruz.

Nasıl?

Bir ölçü koyuyoruz.

Eğer yönetende belli özellikler olacaksa o zaman bu özellikleri, olmaması gerekenler ve olması gerekenler diye ikiye ayırıp ona göre bir ölçü belirlemeliyiz.

Şu andaki ölçülerimiz biraz da laf olsun diye koyduğumuz ölçülerdir.

Yasa çıkaran, ülkeyi yönetecek olanları onaylayıp, bunları değiştirme imkanına sahip olan ve ayrıca denetim görevi de yapan bir meclisin üyelerinin,

sabıkalı olmaması, belli bir yaşın altında olmaması ama bunların yanı sıra bazı ölçülerin de bulunması gerekir. Bu ölçüler Yüksek seçim kurulu tarafından belirlenmeli ve tatbik edilmelidir. Gerçi çok sayıda üyenin milletvekili adayını belirleme şartı, otomatikman belli kriterleri kendiliğinden getirecektir ama yine de bu kriterlerin konmasında yarar olacaktır. Bu gün sıradan bir devlet memuru hatta bir odacı adayından istenen belgeler kadar bir belge milletvekili adayından istenmemektedir. Mesela sağlık raporu.

Onun için milletvekili  olacak kişilerin mesela: mesleklerinde başarılı olmaları, en az bin kişi çalıştıran kamu kurumlarında ve şirketlerde yönetici olmaları, siyasi partilerde belli bir süre yönetici olmaları, Bakanlar kurulu tarafından isimlerinin baş tarafına “Türkiye” adı konmuş ve yine bakanlar kurulu tarafından kamu yararına olduğu belirlenmiş dernek ve vakıflarda belli bir süre yönetici olmak gibi şartlara sahip olmaları gerekir. Yine senatörlerin daha çok elemelerden sonra aday yapılabilmeleri sağlanmalıdır.

Özetle her türlü yönetim önce liyakat ister. Halkın seçtiği yöneticileri bu ilkenin dışında görmek doğru değildir.

 

                   ***

 

 

 

 

Düzenlenmesi gereken bir diğer kurum da Türkiye Büyük Millet Meclisidir.

Öncelikle meclisin yasama ve yürütme ve denetim fonksiyonlarını en iyi şekilde yapmasını sağlamak için çalışma düzenini en verimli şekilde belirlemek gerekmektedir. Neticeye etkisi olmayan konuşmaların gündemden çıkarılması gerekmektedir. Mesela bütçe ile ilgili olarak plan bütçe komisyonunda görüşmeler yapıldıktan sonra mecliste her grubun uzun konuşmalar yapmasına gerek yoktur. Mecliste, bir tam gün, milletvekillerinin dile getirmek istedikleri konular için ayrılmalıdır ve meclisin çalışma günü bir gün daha artırılmalıdır. Özetle çok verimli bir çalışma düzenini temin etmek için iç tüzükte ciddi değişiklikler yapılmalıdır.

Türkiye Büyük Millet Meclisinde düşünülmesi gereken en önemli konulardan biri yasama ve yürütme ile ilgili bir görev ayırımının sağlanması hususudur. Kabinenin meclis dışından oluşturulması ve bu şekilde yasama ve yürütmenin ayrılması görüşü eksik ve uygun olmayan bir görüştür. Bu durum bürokrasiye ayrı bir özellikte bir üst bürokrasi anlamını da ilave edebilir.

Yapılacak olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin meclis ve senato olarak  ikiye ayrılması ve yürütmenin meclisteki milletvekilleri arasından seçilmesi, güvenoyunun meclisten çıkması ancak yasama konusunda asıl yetkinin senatoda olmasıdır. Yasaların senatodan çıkması, denetim görevinin de senato tarafından yapılması ve bu şekilde bir görev ayırımının gerçekleşmesi gerekir.

Ayrıca senatör olabilecek kişileri de Yüksek seçim kurulunun çok iyi bir irdelemeden sonra belirmesi ve senatörlerin hukuk başta olmak üzere müspet ilimlerden ve idarecilikten yana bilgisi olanlar ve en az 40 yaşın üstünde bulunanlardan seçilmesi gerekmektedir.

Özetle Türkiye Büyük Millet Meclisi, meclis ve senatodan; milletvekilleri ve senatörlerden oluşması ve yasama ve denetim görevinin senatörlerce, yürütme görevinin ise  milletvekillerince yapılması yasama-yürütme ilişkileri açısından birden çok sorunu çözebilecektir.

Senatonun, bu gün olduğu gibi kanun çıkarırken yürütmenin güdümünde hareket etmek yerine yürütmeden alacağı talepleri inceleyip kanunlaştırma yetkisi içinde olması da önemli olacaktır. Senato, meclisten de, hükümetten de gelecek kanun teklifleri taleplerini, Anayasa değişikliği taleplerini ve ayrıca sivil kurumlardan ve vatandaşlardan gelecek kanun değişiklikleri ve yeni kanun tekliflerini değerlendirip çıkaracak en üst kurum olmalıdır.

Yine senatonun denetim görevi yaparken devlet kurumlarında, bakanlıklarda ve başbakanlıktaki teftiş kurulları ile müşterek çalışma imkanına kavuşturulması ve Devlet denetleme kurulu ve başbakanlık Teftiş Kurulu dışındaki kurulların aynı zamanda senatoya bağlı olması, denetimi yürütmenin kontrolünden büyük ölçüde kurtaracaktır.

 

 

Siyasi partiler çok sayıda üye ile çalışırsa,

Milletvekilleri ve senatörlerin seçiminde hem demokratik ve hem de yasama, yürütme ve denetim görevini yapmada gerekli olabilecek ölçüler konursa,

Türkiye Büyük Millet Meclisi etkin bir çalışma sistemine kavuşturulursa,   

Türkiye Büyük millet meclisi, yürütme görevinde milletvekilleri, yasama ve denetim görevinde senatörleri esas alan iki kurum halinde;Meclis ve senato olarak çalışırsa,

Ve bütün bu reformlar yapılırken devlet yapımızda ve hukuki kurumlarımızda yeniden yapılandırmalar gerçekleştirilirse,

Türkiye demokrasicilik oyunu oynamaktan ve demokrasinin krallarından kurtulabilir.

Bütün bu değişiklikler olduğunda  demokratik yapımız hemen değişecek ve bütün sorunlar çözülecek mi?

Hayır hemen çözülmeyecektir.

Ancak demokratik yapımızı düzeltmeye başlayacak ve çözüm üretecek bir yola girmiş olacağız.

 

                            ***

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu 51 siyasi partide en çok kullanılan kelimeler “Türkiye”, “Demokrat/demokratik/demokrasi”,  “Halk”,  “Adalet”,  “İşçi”,  “Sosyalist”, “Birlik”, “Hareket”, “Milliyetçi/Ulusal” kelimeleridir.

2006 yılı itibariyle genel milletvekili seçimlerine ve mahalli idareler seçimine katılmaya hak kazanan 23 tane siyasi parti mevcuttur.

         Demokrasi, bu kadar çok siyasi parti ile mi daha iyi yaşayacaktır? Eğer demokrasinin ölçüsü buysa, siyasi parti adedini çok daha fazla olması için çeşitli teşvikler verilmesini savunalım.

         Bu kadar çok siyasi partinin olmasının en önemli sebeplerinin başında gelen şudur: Halka adaletli hizmetler vermek yerine sadece halkı yönetmeye talip olmak ve bunun mücadelesini vermek ve bunlarla beraber kendi doğrularına ve fikirlerine çok önem vermek. “Kralları kötüleyerek, kendi krallığını kabul ettirme” gayreti ve mücadelesi içinde bulunmak.

         Demokrasinin belki de en zayıf yanı ve yumuşak karnı buradadır. Herkesin çok rahat parti kurabilmesi, herkesin çok rahat milletvekili olabilmesi ve aşırı imkanların insan benliğinde açtığı ve hareketlendirdiği “zalim kral”larda ki özellikler... Her insanda var olan hükmetme duygularının kamçılanması ve aşırıya gitmesi durumu.

         23 adedinin seçime girme hakkını kazandığı 46 siyasi parti başka nasıl izah edilebilir ki?

                                      ***    

        

Türkiye’de gerçek demokrasinin olması açısından en çok dile getirilen konulardan biri de “milletvekillerinin dokunulmazlıklar”ı meselesidir.

         Önce şunu bilmek durumundayız. Adaleti sağlayan kurumlarımız, bu kurumlarımıza yardımcı olan devlet birimleri her açıdan güçlendirilmeden ve gerekli koordinasyon sağlanmadan yolsuzluklar ve kanunsuzluklar önlenemez.

         Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması meselesi birinci olarak bu açıdan değerlendirilmelidir. Bu açıdan ele alındığında ise bu talebin pek önemli olmadığı ortaya çıkar.

         Yine demokrasilerde siyasete atılan kişinin erdemliği, çalışkanlığı, adaletliliği ile kısaca her yönüyle sahneye çıktığı bilincinde olması beklenir. Milletvekili olan birinin artık kendisini topluma mal ettiğini bilmesi gerekir. Ama günümüzdeki sistemde bazıları nice kirliliklerini kapatmak için milletvekili olmak istemektedirler.Ve bu durum tartışılmayacak şekilde bir gerçektir. Ancak sistem düzeldiği ve sistem kendine uygun insanları seçtiğinde bu durum büyük ölçüde ortadan kalkar. “Dokunulmazlık” meselesi bu açıdan ele alındığında çok önemli olmamaktadır.   

         Ancak suç işlemiş milletvekillerinin şu andaki kanunlara göre  yargılanması Türkiye Büyük Millet Meclisi genel kurul kararı ile olduğundan ve meclis, hükümeti oluşturan partinin veya partilerin hakimiyetinde bulunduğundan dolayı hükümeti oluşturan partinin veya partilerin milletvekilleri için yargılanması kararı genelde verilmemektedir. Bunun içindir ki milletvekilinin, milletvekilliği görevi kapsamı dışındaki konularda bir suç işleme söz konusu olursa dokunulmazlığının geçerli olmaması en uygun yoldur.   Güçlü ve oturmuş hukuki kurumlarına sahip olan bir ülkede gerektiğinde milletvekilleri de, başbakanlar da, cumhurbaşkanları da yargıç önüne çıkmalıdır. Dokunulmazlık milletvekili görevi yapılırken engellerle karşılaşmamak için kullanılabilir yoksa suçları kapatmak için asla kullanılmamalıdır. Bir milletvekilinin milletvekili süresince meclis kararı olmadan kendisi istese bile yargılanamaması gerçekten mevcut sistemimizin hangi seviyede olduğunu gösteren en önemli göstergelerden biri olmaktadır.

          Düzgün işleyen bir demokratik sistemde dokunulmazlık meselesi şöyle veya böyle bir sorun teşkil etmez. Ülkemizdeki demokrasinin “hırs”ları kamçılar durumu ortadan kalkmadan da yolsuzlukların sona ermesini beklememek lazımdır. Çünkü bu “koltuk hırs”ı beraberinde çok ve hemen kazanma isteğini de berberinde getirmekte ve yolsuzlukların ve suistimallerin ayrı bir kaynağı olmaktadır. Yani dokunulmazlıklar büyük ölçüde kalkmalıdır ama bu günde sistemde sadece dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla yolsuzlukların bitmesini beklemek saflık olur. Biz de bu konunun derinliğine ele alınmadan yalın olarak çok  ciddi bir sorun olarak görülmesinin en büyük nedeni sistemin açıklarını kapatma gayretlerine dayanmaktadır diyebiliriz.

                                     

***

        

Türkiye’de Milli Güvenlik Kurulu’nun demokrasiye aykırı bir kurum kabul edilmesi yine demokrasi değerlendirilmesi açısından çok garip ve anlaşılmaz bir durumdur.

         Milli Güvenlik Kurulu Cumhurbaşkanının başkanlığında, Başbakan ve ilgili bakanlar ile Genel Kurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının katılımı ile oluşan bir kuruldur. Burada alınan kararlar tavsiye niteliğinde hükümete iletilir. Hükümet bu kararları uygulamak zorunda değildir ama içinde hükümetin başının ve üyelerinin bulunduğu bir kuruldan çıkan bir tavsiye kararının uygulanmaması oldukça anormal bir durum olacağından uygulanır.

         Şimdi deniyor ki bu kurum kaldırılmalıdır. Bu kurul demokratik değildir.Benzeri kurulların olmasına rağmen Avrupa ülkelerinde böyle bir kurul yok iddiasında bulunuluyor. Kaldırılmasının zor olacağını düşünenler ise “surda bir gedik açma” hesabıyla bu kurulda sivillerin sayısının artırılmasını istemektedirler. Bu baskılar o kadar sürdü ki Milli  Güvenlik Genel Sekreteri bu güne kadar hep askerken, bu defa değişti ve bir sivil getirildi.

         Şimdi soralım, örnek gösterilen Avrupa ülkelerinin ve ABD’nin komşularından hangileri ciddi bir tehlike oluşturmaktadır? Halbuki Türkiye’nin  çevresini ise çoğu  hasım ülkeler kuşatmış durumdadır.Çevremizde en azıdan dost ülke yok gibidir.

         Kurum ne üzerinde istişare ediyor ve kararlar alıyor?

         Güvenlik konularında.

         Demokraside güvenlik konuları görüşülmez, görüşülse bile bu görüşmede askerler olmaz, ya da azınlıkta olur diye bir kural mı var? Böyle bir kuralı düşünmek ve kabul etmek bir müddet sonra Genle kurmay başkanın da sivil birinin olması teklifini getirir.

         Sonra askerler bu kurulda az sayıda olsa ne olur, çok sayıda olsa ne olur?

         Eğer bu toplantılara hükümet eli boş gelirse, dosyaları raporlarla dolu olan askerler dinlenir ve neticede kararlar askerlerin verdikleri bilgiler paralelinde alınır. Hem sonra hangi başbakan Silahlı kuvvetler dahil her hangi bir kurumdan istediği bilgileri alamamaktadır? Demek ki başbakanlar yoğun işleri arasında güvenlik konularına çok fazla eğilememektedirler ki böyle bir kurulda işin uzmanları ile birlikte güvenlik konularını görüşmektedir. Hem sonra böyle bir kurulun demokrasiye ne zararı olabilir ki? Bu soruya verilecek cevap bellidir. “Milli Güvenlik kurulu iç siyasi gelişmeleri güvenlik sorunu olarak görüp siyasi otoriteye müdahale etmektedir. Biz bunun için bu kurula karşı çıkmaktayız.” Bu cevaptaki mantık sadece bir aldatmacadan öteye geçemez. Mesela Türkiye’de bölücü terör vardır. Bu çetenin siyasi boyutu vardır, ideolojik boyutu vardır, ekonomik boyutu vardır ve bütün bunlarla birlikte silahlı mücadele boyutu vardır. Yani terör, Türkiye için bir güvenlik sorunudur . Şimdi bu surunla mücadele ederken, bu mücadeleyi yürütenler bu sorunun siyasi ve ideolojik yönlerini “onların anladığı demokrasi”ye mi bırakacaklar? Ama Türkiye tam demokratik bir ülke olursa bu sorun biter denmektedirler. Elbette biter. Terör çetelerinin istediğini demokratikleşme adı altında verirsen onlar için sorun biter ve silahlarını bırakırlar. Zaten onlar bu istekleri için silahlı mücadele yöntemine  başvurmaktadırlar. Hangi açıdan bakarsanız bakın Türkiye’de demokrasi diğer konularda olduğu gibi güvenlik konusunda da delici bir mızrak gibi kullanılmaktadır.

         Özetle ülkemizde “Demokrasi” zaman zaman güvenlik duvarlarımız yıkmak için de kullanılmaktadır.

                                      ***

        

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bazıları ise demokrasiyi bir sistem olmaktan çıkarır ve bir ideoloji gibi algılarlar. Onlara göre demokrasi bir yaşam biçimidir, erdemdir, fazilettir vs. Aslında demokrasi bir yönetim biçimidir. Ama bu fikirleri ileri sürünler şu noktada haklıdırlar ki demokrasinin yaşaması için adalet hüküm sürmelidir, erdemli yöneticiler, erdemli vatandaşlar çok sayıda olmalıdır. Fakat burada bir soruya cevap bulmak oldukça güçtür. Bu soru da şudur: Eğer bir ülkede adalet hüküm sürüyorsa, erdemli ve faziletli yöneticiler varsa bu ülkede başka bir idare şekli olsa ne fark eder ki? Evet mesele demokrasinin işleyişinin erdemli yöneticileri öne çıkarması ve adaletin hüküm sürmesinin sağlanmasıdır. Demokrasinin erdemli insanlar istediğini söylemekten önce kendimize soracağımız soru şu olmalıdır: Demokrasi erdemli insanlar istiyor ama üretilmesini sağlayacak bir düzen oluşturabiliyor mu?

        

“ Oysa, ‘demokrasi ve özgürlükler mi bir toplumun gelişmesini sağlar, yoksa bir toplum geliştikçe mi demokrasi ve özgürlükler gelişir’ sorusunun cevabı o kadar kolay değil.” (31.12.2003-Radikal Gazetesi-Gündüz Aktan)

          

 Aslında demokrasinin erdeme, fazilete, adalete çok muhtaç olmasından dolayı da demokrasinin zor bir yönetim biçimi olduğunu kabul edebiliriz. Çünkü krallıklarda kral adil ve kabiliyetli oldu mu işler yolunda yürür. Çünkü adil kral adil vezirlere, adil yöneticilere görev verir. Yani bir tek kralın adil ve kabiliyetli olması krallıklarda kafidir. Ama demokrasi ile idare edilen ülkelerde öyle midir?

Cumhurbaşkanı adil ve yetenekli olmalı, başbakan öyle olmalı, milletvekilleri öyle olmalı, bürokratlar öyle olmalıdır. Basın ve televizyonlar bilgili, ehliyetli ve tarafsız yönetici ve elemanlarla donanmalı ve en önemlisiyle halk da duyarlı ve takipçi olmalıdır.

Onun içindir ki demokrasi öyle kolay tatbik edilebilen bir rejim değildir. Oldukça zorlukları olan bir rejimdir.

Demokrasilerin ikinci bir zorluğu da birkaç asırdır yıka yıka geldiği krallıkların, hanedanlıkların sanki nefesini ensesinde hissetmekte olduğudur. Onun için de sürekli hürriyetleri, özgürlükleri dile getirmekte ve bunları halkın en uç noktada yaşaması için gayret göstermektedir. Bu arada toplum bazı değerleri ve imkanları kaybettikçe yeni çıkış yolları aramaktadır. Tıpkı demokrasilerde bir başarısız bir iktidarı, halktan aldığı oylarla deviren ve iktidar olan bir siyasi partinin bir daha muhalefete düşmemek için yaşadığı telaş gibi bir telaşı yaşamaktadır. Bütün bunların yanı sıra bir de demokrasi isteyenlerin bir kısmının ne istediği pek belli olmayınca çok fazla karmaşık ve zor bir tablo içinde çıkış yolları bulmak için çabalar gerektirmektedir.

Demokrasinin bir şansızlığı, tükendiği halde diğer kalemlerden bazı avantajları sebebiyle adına “tükenmez kalem” konan kalemler gibi takdim edilmesidir. Halbuki demokrasiyi iyi bilmek ve neler istediğini anlamak lazımdır.

 

“Günlerdir kendi kendime soruyorum:

Dünyada niye demokrasi mücadelesi veriliyor? Demokrasi, niçin rejimlerin en az kötü olanı? Monarşi ile demokrasi farkı ne? ‘Bunları bilmeyen mi var?’ demeyin bana lütfen.

Çünkü Türkiye’de her şey birbirine karıştı.

... Eğer bütün bunlar Osmanlı İmparatorluğunda yaşansaydı, şimdiye kadar çoktan birkaç vezir kellesi gitmiş ve belki de padişah ‘halledilmişti.’Dünyadaki hiçbir rejim bu kadar kötü yönetilmeye, bu kadar acı çekmeye mahkum edilemez.” (27.04.2001-Sabah Gazetesi-Zülfü Livaneli)

 

Evet ülkemizde demokrasi, ülkemiz şartlarına göre ve kendi esaslarına dayalı bir şekilde işlemediği gibi artık anlaşılması çok zor bir kavram haline de getirilmiş durumdadır. Demokrasi bir sistemdir. Ama o hale getirildi ki kimilerine göre demokrasi bir ideolojidir. Sadece bir ideoloji değil hemen hemen  bütün ideolojiler gibidir. Demokrasi güvenliktir, sağlıktır, ekonomidir. Sivildir, resmidir vs. Ama ortada duran bir gerçek vardır ki demokrasi ülkemizde artık işler halde değildir ve bu güne kadar oluşturduğu sistem çatırdamak üzeredir. Tıpkı anlamında olduğu gibi.

 

“...mesela araştırmalara katılanların %90’nı demokrasinin işlemediğine inanıyor.” 04.07.2002-Yeni Şafak Gazetesi-Koray Düzgüner)

 

“ABD’li filozof John Dewey, 1927’de şöyle yazıyordu: ‘Demokrasinin hastalıklarına karşı en etkili ilaç, daha çok demokrasidir.!’

John Dewey’in dediği gibi ABD’nin toplumsal sorunlarının çözümü için daha fazla demokrasi ilacı kullanıldı:Genel oy hakkının yaygınlaştırılması, üst sınıfların iktidar üzerindeki nüfuzunun azaltılması ve iktidarın dağıtılması, kadınlara ve zencilere oy hakkının tanınması...

Bunların hepsi kapitalizmin daha iyi işlemesi için yapılıyordu. Yüz yıldır devleti ve demokrasiyi dilediği gibi biçimlendiren kapitalizm de artık çıkmazın duvarına dayandı. Ekonomiyi dolaylı ve dolaysız vergilerle boğulma noktasına getirdi. Devlet artık ekonomiyi yönlendirmiyor ama kimilerinin aklına otuz yıl öncesine dönmek gelmiyor değil.

Çünkü demokrasinin düzen ayarının bozulması da sınırların ötesine geçti.

‘Daha çok demokrasi’ ilkesinin egemen olduğu bu ülkede, yani ABD’de yapılan her kamuoyu yoklamasında tuhaf bir sonuç çıkıyor. En çok hangi kamu kuruluşuna güven duyuyorsunuz  sorusunun yanıtı hiç değişmiyor. Yüksek Mahkeme, Ordu ve Merkez Bankası...

Bu üç kurumun ortak özelliği var. Yönetimleri demokratik değil.

Seçimle ilgileri yok ve kamuoyu baskısına karşı bağışıklıkları var.

‘Demokrasinin hastalıklarına karşı en etkili ilaç, daha çok demokrasidir’ ilkesinin egemen olduğu ABD ülkesinde halk başkana, senatoya, temsilciler meclisine, belediye başkanlarına, eyalet meclislerine, seçimle gelen şeriflere güven duymuyor.

Demokratik seçimin ve demokrasinin geçerli olmadığı Yüksek Mahkeme, Ordu ve Merkez Bankası’na güven duyuyor.

...Türkiye’de halk, Başbakan’a, bakanlara, milletvekillerine değil Cumhurbaşkanına, TSK’ya güveniyor....

Demokrasiyi muska sayanlarımız, atanmışların seçilmişleri denetlemesini ve iktidarlarını sınırlandırmasını demokrasiye aykırı buluyorlar.Oysa gerçek demokrasi bu! ‘Bırakınız yönetsinler!’in  antidemokratik olduğundan haberleri bile yok.

Demokrasi muska değildir, mucizevi gücü yoktur.Demokrasinin de yeniden düzenlenmeye ve halkoyu baskısıyla bu kadar yüz göz olmaktan kurtulmaya gereksinimi vardır.” (24.10.2006-Hürriyet Gazetesi- Özdemir İnce)

        

Onun içindir ki demokrasi konusunda yeni bir başlangıç yapmak, yeni bir sistemi kurmak şarttır. Demokrasimizin krallarının krallıklarına son verebilmeliyiz.

        

         “Hadi çekinmeyin, itiraf edin:

         Siz bu ülkenin demokrasiyle idare edildiğine hiç mi hiç inanmıyorsunuz?...

         Hatta adım gibi eminim;sık sık aranızda tartışıp, ‘böyle demokrasi mi olur?’ diye veryansın ediyorsunuz. Kendinizi frenlemeyip, neden bu ülkede demokrasi olmadığını, bu şartlar altında olmayacağını maddeler halinde birbirinize sıralıyorsunuz.

         Bu ülkede yarım asırdan beri demokrasi oyunu oynandığını, demokrasinin yurttaşlara yalnızca seçimden seçime oy vermek olarak yutturulduğunu yana yakıla anlatıyorsunuz.” (07.01.199-Cumhuriyet Gazetesi-Ümit Zileli)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SİSTEMİ DÜZENLEYECEK ÖNERİLER:

 

“Kralların rejimi” haline gelen  bu günkü demokratik düzende ilk yapılacak düzenleme siyasi partiler yasası üzerinde olmalıdır.

Siyasi partiler yasasında yapılacak değişiklikler öncelikle siyasi partilerin az sayıdaki üyelerle değil çok sayıda üyelerle faaliyet içinde bulunmalarını sağlamaya yönelik olmalıdır.

İl ve ilçe yönetimini ve genel merkez delegelerini illerde 599 kişilik, ilçelerde 399 kişilik üyeler seçmemelidir. Bir ilçede ve ilde bir siyasi parti o yerin seçmen sayısının en az yüzde altısı kadar üyeye sahip olmalıdır. Bir ilin seçmen sayısı 100.000 ise bir siyasi parti de en az 6.000 üyeye sahip olmalıdır. İl ve ilçe başkanları ve yöneticileri, o siyasi partinin genel başkanını ve merkez yürütme ve karar organlarının üyelerini seçecek olan genel merkez delegelerini en az 6.000 kişi seçmelidir. O ilin milletvekili adaylarını, belediye başkan adaylarını, il genel ve belediye meclis üyeleri adaylarını da bu üyeler belirlemelidir. 6.000 kişi, delege seçmeden bizzat her bir üye oy kullanarak bu belirlemeleri yapmalıdır.

Genel merkez delegelerinin sayısı ise seçmen sayısının binde yarımı gibi bir oranda olmalıdır. Mesela ülkemizdeki seçmen sayısı 40.000.000 ise genel merkez delegelerinin sayısı bunun binde yarımı; 20.000 kişi olmalıdır. 20.000 kişi bizzat kendileri oy kullanarak genel başkanlarını ve üst yöneticileri seçmelidirler.

Çok sayıda üye ve çok sayıda genel merkez delegesi, oy kullanmada fiziki bazı zorlukları doğursa bile bu zorluklar halledilemeyecek zorluklar olmaz.

Çok sayıda üye ve çok sayıda genel merkez delegesi esasına dayalı bir seçim adayları “kulis”, “iftira”, “yalan”, “vaat”, “pazarlık” gibi bütün kavramlardan büyük ölçüde uzak tutacaktır.

Çünkü çok sayıda üyeye muhatap olan milletvekili adayları, il ve ilçe ve belediye başkan adayları, genel merkez yöneticileri  yapacakları işleri ve kendilerini tanıtmayı daha çok kitlesel iletişim araçlarıyla yapacaklardır. Radyo, televizyon, internet, gazete, dergi, broşür, kitapçık, miting, toplantılar ve benzeri araç ve faaliyetler tanıtım için esas alınacaktır.

Bu durum ise gizli pazarlıklar yerine açık vaatler, ferdi akitler yerine toplumsal akitler meydana getirecektir.

Toplumsal akitler, açık akitlerdir. Toplumsal akitleri yapmış milletvekillerinin mecliste bu akitlere göre hareket etmeleri kaçınılmaz olur. Milletvekillerini bir robot gibi görme eğiliminde olanlar da bu eğilimlerini terk etmek zorunda kalırlar.

Çok sayıda üye zorunluluğu seçimlerde uygulanan baraj sistemini de otomatikman kaldırır. Bir siyasi parti ülkemizdeki illerin yarısında seçmen sayısının en az yüzde altısını üye yapmamışsa seçimlere girmeye hak kazanmaz. Böyle olunca da seçimlerde konan %10 ve benzeri barajlara da gerek kalmaz. Baraj daha parti kurulurken üye sayısı belirlemesi ile konmuş olur.

Eğer bir siyasi parti bir ilde o ilin seçmen sayısının % 6 sı kadar üye yapamıyor ve bu illerin sayısı illerimizin yarısını geçiyorsa bu siyasi partinin seçimlere girmesine gerek yoktur. Ancak bunu başaran siyasi partilerin önüne başka bir baraj koymaya da gerek yoktur. Zaten bu sayıda üye yapan siyasi partiler ülke genelindeki %10 barajını da rahatlıkla geçecektir.

Bir siyasi partinin seçime girmeye hak kazanması için belli bir üye sayısına sahip olması şartı çok sayıda siyasi partinin kurulmasını da otomatikman önleyecektir. Ya da yeterli bir üye sayısına erişemeyen siyasi partiler dernek özelliğindeki partiler olacaktır.

Bu günkü  ortamda her ildeki seçmen sayısının en az yüzde altısı kadar üye yapma şartını yerine getirebilecek  parti sayısı 4’ü geçmez. Çünkü yüzde altı hesabına göre Türkiye’de her siyasi partinin en az 1.000.000 üyesinin olması gerekmektedir.

Pek tabidir ki böyle bir sistemde üye kayıt işlemlerinin çok ciddi ve tartışmaya meydan vermeyecek şekilde olması gerekir. Her ilde ve ilçedeki seçim kurulları üye kayıt işlemlerinde noter görevi yapabilirler.

Özetle, siyasi partiler çok sayıda üye esasına göre faaliyete mecbur edilirlerse “parti demokrasisi” veya “partilerin krallığındaki demokrasi” den kurtulmanın ilk ve ciddi adımını atmış oluruz.

Bunun dışındaki yollar meseleyi çözemez. Mesela milletvekillerinin seçiminde “önseçim” esas olsun, liderlerin inisiyatifi olmasın şeklindeki görüşler de meseleyi çözmeden uzaktır. Çünkü bir ilde  600 kişinin veya en çok bin kişinin etrafında dönen bir seçim hakim huzurunda olsa ne olur olmasa ne olur? 600 kişi yerine lider seçse ne olur, seçmese ne olur? Böyle dar çerçeveli seçimlerde her şeyden önce ferdi pazarlıklar, yüz yüze kulisler, çeşitli entrikalar, belli önyargılar hakim olur ve seçimler kesinlikle halktan kopuk, halktan uzak  platformlarda gerçekleşir. Halktan kopuk platformlarda krala tabi kralcıklar doğurur ve kralların düzeninin devam etmesine sebep olur.

Onun içindir ki “önseçim”, “delege usulü seçim” gibi sistemler meseleyi çözemez. Dar bölge sistemi gibi sistemler de meseleyi çözemez ve üstelik daha karmaşık hale getirir. En güzel ve makul yol, siyasi partileri devre dışı bırakmayan  çok üye esasına dayalı seçimlerdir.

                            *

Siyasi partiler yasasında düzeltilmesi gereken bir konu da siyasi partilere hazineden yapılacak yardımlardır. Hazineden siyasi partilere yapılacak yardımlar eşit miktarda yapılmalıdır ve bu yardımlar, siyasi partilerin kendilerini tanıtmaya yönelik olmalıdır. Şu andaki sistemde en yüksek yardım, en çok oy alan ve milletvekili çıkaran siyasi partiye yapılmaktadır. Bu doğru değildir. İşin esası açısından doğru değildir. Çünkü en çok oy alana en yüksek yardımın yapılması yardımın hangi esasa dayandığını belirlemek açısından eksik ve sakat kalmaktadır. Bunun en makul yolu her siyasi partiye seçime girerken kendi programını daha iyi anlatmak, kendini daha iyi tanıtmak için para yardımının yapılması ve bunun da eşit miktarda yapılmasıdır.     

Siyasi partilerin medya ile ilişkilerini düzenlemede belli tedbirler alınabilir. Ancak bu ilişkileri, menfaat ilişkileri durumundan çıkarmanın en tesirli yolu  televizyonlarda seçim çalışmalarının ve siyasi parti programlarının tanıtımı ile ilgili haber ve programların her gün belli saatte verilmesi ve paralı reklamların alınmasının önlenmesi gibi tedbirlerin alınması ve bunların kanunlaşıp Radyo ve Televizyon Üst kurumun tarafından titizlikle takip edilmesi gerekmektedir. Yani siyasi partilerle televizyonlar arasındaki ilişkilerde maddiyat gerektirecek her türlü engeli  ortadan kaldırmak gerekmektedir. Böyle bir uygulamanın demokrasiye aykırı bir tarafı olmaz.

Demokrasiyi kemiren hürriyetler yerine demokrasiyi yaşatan ve geliştiren disiplinleri tercih etmek en doğru yoldur.

 

Siyasi partiler;

1-Çok sayıda üye ile faaliyet gösterirlerse,

2-Yöneticilerini ve milletvekili adayları ile belediye başkan adaylarını ve il genel meclis üyelerini, belediye meclis üyelerini bu çok sayıda üyenin oylarıyla seçerse,

3-Partilerin seçime girmelerinde yine belli sayıdaki üye şartı ile bir baraj konur ve seçim sonrası oyları heba eden seçim barajı kaldırılırsa,

4-Siyasi partilere sadece kendilerini tanıtmalarına yönelik olarak hazineden eşit şekilde yardım yapılırsa,

5-Televizyonların ve basının siyasi partilere para ile hizmetlerini önleyecek tedbirler alınır ve bu tedbirler sürekli geliştirilirse,

bugünkü demokratik düzenimizin krallıkları giderek yıkılır ve çok az sayıya iner ve halka dayalı rejim olan demokrasi kendini bulmaya başlar.

                  

***

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Siyasi partiler düzenlendikten sonra ikinci olarak ele alınması gereken husus toplumu milletvekili olarak ve belediye başkanı olarak yönetmeye talip olanların seçimindeki esasları belirlemektir.

Demokrasi herkesin milletvekili, bakan olmasını isteyen bir rejim olmaması gerekir. Herkesin her türlü göreve gelmesi sağlayan ve tıkanan yolları açan bir rejim olması gerekir. Liyakatli, kabiliyetli ve biraz da şanslı olan herkese her makamın yolunu açan bir rejim olmalıdır.

Şimdi biz, anayasamızda ve kanunlarımızda ilkokul mezunu olmayanları milletvekili yapmıyoruz, belli suçları işleyenleri de.

Neden?

Bir ölçü koymak istiyoruz.

Halk bir katile oy verip onu başbakan, bakan yapabilir endişesi ile hareket ediyoruz ve bunu önlemeye çalışıyoruz.

Nasıl?

Bir ölçü koyuyoruz.

Eğer yönetende belli özellikler olacaksa o zaman bu özellikleri, olmaması gerekenler ve olması gerekenler diye ikiye ayırıp ona göre bir ölçü belirlemeliyiz.

Şu andaki ölçülerimiz biraz da laf olsun diye koyduğumuz ölçülerdir.

Yasa çıkaran, ülkeyi yönetecek olanları onaylayıp, bunları değiştirme imkanına sahip olan ve ayrıca denetim görevi de yapan bir meclisin üyelerinin,

sabıkalı olmaması, belli bir yaşın altında olmaması ama bunların yanı sıra bazı ölçülerin de bulunması gerekir. Bu ölçüler Yüksek seçim kurulu tarafından belirlenmeli ve tatbik edilmelidir. Gerçi çok sayıda üyenin milletvekili adayını belirleme şartı, otomatikman belli kriterleri kendiliğinden getirecektir ama yine de bu kriterlerin konmasında yarar olacaktır. Bu gün sıradan bir devlet memuru hatta bir odacı adayından istenen belgeler kadar bir belge milletvekili adayından istenmemektedir. Mesela sağlık raporu.

Onun için milletvekili  olacak kişilerin mesela: mesleklerinde başarılı olmaları, en az bin kişi çalıştıran kamu kurumlarında ve şirketlerde yönetici olmaları, siyasi partilerde belli bir süre yönetici olmaları, Bakanlar kurulu tarafından isimlerinin baş tarafına “Türkiye” adı konmuş ve yine bakanlar kurulu tarafından kamu yararına olduğu belirlenmiş dernek ve vakıflarda belli bir süre yönetici olmak gibi şartlara sahip olmaları gerekir. Yine senatörlerin daha çok elemelerden sonra aday yapılabilmeleri sağlanmalıdır.

Özetle her türlü yönetim önce liyakat ister. Halkın seçtiği yöneticileri bu ilkenin dışında görmek doğru değildir.

 

                   ***

 

 

 

 

Düzenlenmesi gereken bir diğer kurum da Türkiye Büyük Millet Meclisidir.

Öncelikle meclisin yasama ve yürütme ve denetim fonksiyonlarını en iyi şekilde yapmasını sağlamak için çalışma düzenini en verimli şekilde belirlemek gerekmektedir. Neticeye etkisi olmayan konuşmaların gündemden çıkarılması gerekmektedir. Mesela bütçe ile ilgili olarak plan bütçe komisyonunda görüşmeler yapıldıktan sonra mecliste her grubun uzun konuşmalar yapmasına gerek yoktur. Mecliste, bir tam gün, milletvekillerinin dile getirmek istedikleri konular için ayrılmalıdır ve meclisin çalışma günü bir gün daha artırılmalıdır. Özetle çok verimli bir çalışma düzenini temin etmek için iç tüzükte ciddi değişiklikler yapılmalıdır.

Türkiye Büyük Millet Meclisinde düşünülmesi gereken en önemli konulardan biri yasama ve yürütme ile ilgili bir görev ayırımının sağlanması hususudur. Kabinenin meclis dışından oluşturulması ve bu şekilde yasama ve yürütmenin ayrılması görüşü eksik ve uygun olmayan bir görüştür. Bu durum bürokrasiye ayrı bir özellikte bir üst bürokrasi anlamını da ilave edebilir.

Yapılacak olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin meclis ve senato olarak  ikiye ayrılması ve yürütmenin meclisteki milletvekilleri arasından seçilmesi, güvenoyunun meclisten çıkması ancak yasama konusunda asıl yetkinin senatoda olmasıdır. Yasaların senatodan çıkması, denetim görevinin de senato tarafından yapılması ve bu şekilde bir görev ayırımının gerçekleşmesi gerekir.

Ayrıca senatör olabilecek kişileri de Yüksek seçim kurulunun çok iyi bir irdelemeden sonra belirmesi ve senatörlerin hukuk başta olmak üzere müspet ilimlerden ve idarecilikten yana bilgisi olanlar ve en az 40 yaşın üstünde bulunanlardan seçilmesi gerekmektedir.

Özetle Türkiye Büyük Millet Meclisi, meclis ve senatodan; milletvekilleri ve senatörlerden oluşması ve yasama ve denetim görevinin senatörlerce, yürütme görevinin ise  milletvekillerince yapılması yasama-yürütme ilişkileri açısından birden çok sorunu çözebilecektir.

Senatonun, bu gün olduğu gibi kanun çıkarırken yürütmenin güdümünde hareket etmek yerine yürütmeden alacağı talepleri inceleyip kanunlaştırma yetkisi içinde olması da önemli olacaktır. Senato, meclisten de, hükümetten de gelecek kanun teklifleri taleplerini, Anayasa değişikliği taleplerini ve ayrıca sivil kurumlardan ve vatandaşlardan gelecek kanun değişiklikleri ve yeni kanun tekliflerini değerlendirip çıkaracak en üst kurum olmalıdır.

Yine senatonun denetim görevi yaparken devlet kurumlarında, bakanlıklarda ve başbakanlıktaki teftiş kurulları ile müşterek çalışma imkanına kavuşturulması ve Devlet denetleme kurulu ve başbakanlık Teftiş Kurulu dışındaki kurulların aynı zamanda senatoya bağlı olması, denetimi yürütmenin kontrolünden büyük ölçüde kurtaracaktır.

 

 

Siyasi partiler çok sayıda üye ile çalışırsa,

Milletvekilleri ve senatörlerin seçiminde hem demokratik ve hem de yasama, yürütme ve denetim görevini yapmada gerekli olabilecek ölçüler konursa,

Türkiye Büyük Millet Meclisi etkin bir çalışma sistemine kavuşturulursa,   

Türkiye Büyük millet meclisi, yürütme görevinde milletvekilleri, yasama ve denetim görevinde senatörleri esas alan iki kurum halinde;Meclis ve senato olarak çalışırsa,

Ve bütün bu reformlar yapılırken devlet yapımızda ve hukuki kurumlarımızda yeniden yapılandırmalar gerçekleştirilirse,

Türkiye demokrasicilik oyunu oynamaktan ve demokrasinin krallarından kurtulabilir.

Bütün bu değişiklikler olduğunda  demokratik yapımız hemen değişecek ve bütün sorunlar çözülecek mi?

Hayır hemen çözülmeyecektir.

Ancak demokratik yapımızı düzeltmeye başlayacak ve çözüm üretecek bir yola girmiş olacağız.

 

                            ***

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 



Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.