Türk Meclisi |
|
||||||||
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1831 Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10765 Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236 Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 755 Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır. |
|
Okuyucularımıza Sunduğumuz Temel Bilgiler | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
DERİN SAYFALARIYLA MİLLİYETÇİHAREKET-3- | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Bu propagandanın iç muhalefet de tesiri altında kalmaktadır. Bu sebeple iç politikanın da yeniden dengelenmesi çalışmalarının yürütülmesi bana göre önem kazanmaktadır. Şu anda Zat-i alilerinizin liderliğinde yürütülen körfez politikasının sonuna kadar sebatla götürülmesi ve A.B.D. güneyden taarruza geçerken, Türkiye’nin de Kuzeyden Irak’a girmesi ülkemizin belki de yarım yüzyıl ileri gitmesine sebebiyet verecek derecede önemlidir. Ancak takdir buyurulacağı üzere zafer kazanmak için gerekli her türlü hazırlığın yapılması da şarttır. Körfez krizi ile ilgili dış politikanız her bakımdan ülkemiz menfaatlerine uygun olmasına rağmen bu politikanıza karşı yurdumuzda şiddetli bir muhalefet havası estirilmektedir. Eskiden beri kamuoyu oluşturmada çok başarılı olunmasına rağmen nedense son zamanlarda dış politika konusunda bu husus ihmal edilmiş gibi görülüyor. Memleket içi kamuoyu ve dünya kamuoyunu körfez politikamız lehine hazırlamak için acele ve ciddi çalışmalara ihtiyaç vardır. Bunun için cumhurbaşkanlığına bağlı “Halkla ilişkiler müşavirliği” adı altında uzman kişilerden oluşan bir teşkilat kurulmalı ve bu teşkilat içinde bir “Yurtiçi kamuoyu oluşturma” bir de “Avrupa ve Amerika kamuoyu oluşturma” daireleri ile “Enformasyon-Görevi istihbarat toplama” dairelerinden oluşan birimlerle ilmi bir şekilde aydınlatma faaliyetlerine girişilerek kamuoyu desteği sağlanmalıdır. Körfez krizi Türkiye için tarihi bir fırsatı ortaya çıkarmıştır. Musul ve Kerkük’ün bizim tarafımızdan alınması çok önemlidir. Bu uğurda gerekli desteği sağlamak için gerekirse el altından gizlice bu bölgedeki petrol menfaatlerinin bir bölümü ABD ve İngiltere şirketlerine teklif edilmelidir.” *** 1991 GENEL SEÇİMLERİ VE "KUTSAL İTTİFAK"
1991 yılında genel seçim yapılacaktı. MÇP’nin yüzde on barajını aşması zor gözüküyordu. İki yıl önce 29 Mart 1989’da yapılan mahalli seçimlerde %2 civarında oy almıştı. Refah Partisi de bu seçimlerde % 7 civarında bir oy almıştı. Refah partisi ile seçim işbirliği yapılması gündeme geldi. Partide bir grup arkadaş ittifakın olmasına karşı çıkıyorlardı. Uzun müzakerelerin sonucunda parti yönetiminden ittifak yapılması kararı çıktı. Bu sırada Refah Partisi’nden, Başbuğ’un Yozgat’tan bağımsız aday olmasını, bu şekildeki bir ittifakın mümkün olabileceği haberi geldi. Moralimiz bozulmuştu. Bu teklif Başbuğ’un milletvekili seçilmemesi anlamını da taşıyordu. Kaldı ki bir hareketin lideri kabul edilmeden yanındakilerin kabul edilmesi aynı zamanda bir hakaret anlamı da taşıyordu. Böyle bir teklifin kabul edilmeyeceği bildirildi. Ben o sıralar bel fıtığından ameliyat olmuş, hastanede yatıyordum. Ameliyat olduğum günün akşamı bu haber Basri Erdem tarafından bana intikal ettirildi. Canım çok sıkılmıştı. Hemen Başbuğ’u evinden aradım. Maksadım moral vermek, moral bulmaktı. Önce ameliyat olup olmadığımı sordu. Olduğumu söyledim. Sevindi. Arkasından <Başbuğ’um hiç önemli değil. Biz de tek başımıza girer, mücadelemizi veririz. İnşallah barajı da aşarız. Ben de aday olacağım. Doktorlar iki gün sonra taburcu edeceklerini söylüyorlar. Eşimle çoluğumla çocuğumla çalışacağım. Siz başımızda olduktan sonra vurur geçeriz.>dedim. Çok memnun oldu. Ertesi gün hastaneye geldi, orada da biraz sohbet ettik. Bu konuşmamdan çok etkilenmişti. Ertesi gün parti genel merkezinde listeleri hazırlarken Erzurum’a sıra gelince demiş ki “yazın; Rıza Müftüoğlu, Semahat Müftüoğlu...”. “Eşimle, ailemle birlikte çalışırım” sözünden etkilenmiş olacak ki; MÇP Genel Sekreter yardımcılığı da yapan ve Ankara Mamak’ta bir önceki genel seçimde aday olan eşimle birlikte benim adımı yazdırıyordu. Zaten ittifakın bozulduğu duyulunca adayların çoğu Ankara’yı terk etmeye başlamıştı. Sonradan milletvekili, hatta bakan olanlar, o sıralarda ittifak bozuldu diye teşkilatların adaylık tekliflerini geri çevirmişlerdi. Yüksek seçim kuruluna listelerin verilmesine birkaç gün kala Haluk Pirimoğlu’ndan rica etmiş, eve kadar gelmesini istemiştim. Listeleri ilçelere göre birlikte hazırlayacaktık. Ancak akşam gelirim demesine rağmen akşam eve gelmedi. Gece de gelmedi. Ertesi gün niçin gelemediğini sorduğumda ittifakın tekrar sağlandığını bu sebepten gece sabahlara kadar çalıştıklarını söyledi. Sevinmiştim. “O zaman ben aday olmayayım artık” dedim. Nasılsa meclise artık girilir. “Başbuğ kabul etmez” dedi. “İttifak bozulduğunda aday olmayı kabul etmeyenleri aday yapacağını sanmıyorum” diye ilave etti. Bunun üzerine partiye gittim. Yavaş yavaş yürüyebiliyordum. Ameliyat başarılı geçmişti. O sıralar MÇP genel sekreteri olan Devlet Bahçeli’yi ziyaret ettim. Benim yerine başka bir arkadaşı teklif ettim. Kabul etmedi. “Sen zor zamanda aday oldun. Şimdi senin yerine başka birini aday yapmamız doğru olmaz” dedi. Teklif ettiğim arkadaşın Dedeman toplantılarında partileşme sürecine karşı olduğunu hatırlattı. Konuyu kapattık. Erzurum’dan gelen birkaç itirazı da Devlet Bahçeli karşıladı ve onlara durumu izah ederek itirazların yersiz olduğunu anlattı. Seçim çalışmalarına Refah Partisi ile birlikte giriyorduk. Kamuoyu bu işbirliğini "kutsal ittifak" olarak tanımlıyordu. Erbakan miting meydanlarında Türk Milliyetçilerinin kabul edemeyeceği seyleri söylüyordu. Bunu hazmedemiyorduk. Başbuğ seçim bitine kadar bağrımıza taş basalım diye bizleri sürekli uyarıyordu. *** MİLLİYETÇİ HAREKET 11 YIL SONRA MECLİSE GİRİYOR
MÇP, RP, İDP seçim ittifakı %16 oranında oy almıştı. Biz MÇP olarak 19 arkadaşımızla meclise girmiştik. Mecliste grup kurma sayısı olan yirmiye ulaşamamıştık. Devlet Bahçeli de Adana’dan seçilememişti. Buna üzülmüştük. Bir partiden bir partiye geçmek o zaman kanunen mümkün olmadığı için önce yeni bir siyasi parti kurduk. Demokratik Hareket Partisi. Devlet Bahçeli, milletvekillerinin Demokratik Hareket Partisi’ne girişi ve bu partinin MÇP`ye katılımıyla ilgili bütün formaliteleri hazırladı ve seçilenler tekrar MÇP`li olduk. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, Milliyetçi Çalışma Partisini 19 kişi temsil ediyorduk. 1- Alparslan Türkeş (Yozgat), 2- Yaşar Erbaz (Yozgat), 3- Rıza Müftüoğlu (Erzurum), 4- Oktay Öztürk (Erzurum), 5- Muharrem Şemsek (Çorum), 6- Muhsin Yazıcıoğlu (Sivas), 7- Osman Sevimli (Karaman), 8- Servet Turgut (Konya), 9- Musa Erarıcı (Konya), 10- Seyfi Şahin (Kayseri), 11- Mustafa Dağcı (Kayseri), 12- Osman Develioğlu (Kayseri), 13- Ökkeş Şendiller (Kahramanmaraş), 14- Esat Bütün (Kahramanmaraş), 15- Saffet Topaktaş (Kahramanmaraş) 16- Tuncay Şekercioğlu (Elazığ), 17- Koray Aydın (Trabzon) 18- İsmet Gür (Aksaray), 19- Ahmet Özdemir (Tokat) (Türkiye Büyük Millet Meclisinin resmi) Milletvekili seçimi bittikten sonra mazbatalarımızı almak ve teşekkür ziyaretlerinde bulunmak için bir hafta kadar seçilen her milletvekili gibi ben de ilimde kaldım. Bu arada Atatürk Üniversitesi’nden bir grup beni akşam kaynımın evinde ziyaret etti. Kaynım Muharrem Güzeldir, Üniversite de öğretim görevlisiydi. Kaynımdan rica ederek benimle görüşmek isteyen bu üniversite görevlilerin hepsi, Refah Partili idiler. Benden, partimize geri dönmememizi istediler. Gerekçeleri ise şöyleydi. “Biz Erbakan’ın değişmesini istiyoruz. Ancak bunu şu anda başarabilmemiz oldukça zor. Ama siz partinize geçmezseniz ve hepiniz RP’de kalırsanız, bunu hep birlikte gerçekleştirebiliriz.” Ankara’ya vardığımda Başbuğ’u ziyaretim sırasında Refah Partililerin bu teklifini Başbuğ’a öylesine söyledim. Başbuğ bana şunları söyledi: “Hemen hemen bütün arkadaşlarımıza bu telifi yapmışlar. Seçimlerde ittifak yapan üç partinin birleşmesi yönünde ciddi bir baskı oluşturmaya çalışıyorlar. Sen bir bak bakalım ne olabilir, ne yapılabilir.” Gerekli araştırmayı yaptıktan sonra Başbuğ’a gittim ve bilgileri arz ettim: “Refah Partisi il başkanlarının büyük bir bölümü Erbakan’a biat etmiş durumdalar. Yani sadece parti bağlarıyla değil, aynı zamanda şeyh murit ilişkisi içerisinde de bir rabıta mevcut. Bu durumda bizim il teşkilatlarında tamamen veya kısmen bir hakimiyet kurmamız mümkün değil. Üye olmaya kalktığımızda bile, bu il teşkilat yöneticileri gelenlerin onda birini bile zor üye yaparlar. Bu partiyi Erbakan’ın elinden hiç kimse alamaz. Bir de bu birleşme hikayesi, devletin bazı birimlerini çok endişelendiriyor. Onlar, <ülkücülerin aktif teşkilatçıları, bu siyasi partinin pasif tabanına öncü olursa bazı dış sarkmalarla işin nereye varacağını tespit etmek zor olur. Radikal hareketler ciddi manada tırmanabilir> görüşündeler. Bu endişeleri de dikkate almak gerekir.” Başbuğ ise bana “Şimdi bu birleşme için üç siyasi partinin temsilcileri bir araya gelecek. Bizden de isim istediler. Ben senin de ismini vereceğim. Birleşmeye karşı görünme ama gereğini yap. Gerçi Refah Partisinin samimi olduğuna ben inanmıyorum ama tedbiri elden bırakma.” diyerek gerekli talimatını vermişti. Milliyetçi Çalışma Partisi, Refah Partisi, Islahatçı Demokrasi Partisinin temsilcileri bir araya gelerek birleşme çalışmaları için toplantılar yapmaya başladık. Toplantılar öylesine sürüp gidiyordu. Sıkılmaya da başlamıştık. Yaşar Erbaz’la birlikte Refah Partisi Genel Merkezi’ne gittik ve Oğuzhan Asiltürk’ü ziyaret ettik. Birleşme konusunda ne düşündüğünü sorduk. Bize cevabı aynen şöyle oldu: “Partimizin amblemi, ismi değişmez. Programı değişmez. Bu şartlarda birleşme olursa olur.” Bu arada, Erbakan’ın Refah Partisi Genel Merkezi’nde Başbuğ için bir oda ayırdığı haberi gelmişti. Durum netti. Refah Partisi birleşmeyi istemiyordu. Aslında biz de istemiyorduk. Konu böylece kapanmış oldu. Adalet ve Kalkınma Partisi’ni kuran milli görüşçülerin neden Refah Partisinin yönetimini ele geçirmek yerine yeni bir siyasi parti kurdukları, Refah Partisi’ndeki bu aşılmaz kalelerin varlığından da anlamak mümkündür. *** MHP, DYP-SHP KOALİSYONUNA HANGİ SEBEPLERLE GÜVEN OYU VERDİ
1991-1995 yılları arasında MHP’nin tam olarak açıklamadığı veya açıklayamadığı konuların başında, SHP-DYP koalisyonuna güvenoyu verme meselesi olmuştur. Bu mesele önce MHP milletvekilleri arasında yadırganmış, MHP yetkili organları mensupları tarafından tereddütle karşılanmış ve en önemlisiyle tabanımızda uzun süre tartışılmış bir meseleydi. Başbuğa neden güvenoyu veriyoruz diye sorduğumda, bana anlattıkları ilk anda çoğumuzun düşünmediği konuları içeriyordu. Benim anladıklarım şöyleydi: Birincisi MHP davası halen sürüyordu. MHP dosyası Askeri Yargıtay’dan Sivil Yargıtay’a yeni intikal etmişti. Sivil Yargıtay dosya hakkında bir karar verecekti. Eğer verdiği kararda Alparslan Türkeş ceza alırsa, partinin başında olan ve kervanını yeni yola koşan bir lider siyasetin dışına itilecek ve Türk Milliyetçiliği bu dönemde yeni bir kaos yaşayacaktı. Güvenoyunun bu davaya müspet bir etkisi olabilecekti. En azından haklılığımızı bazı çevrelere anlatabilme imkanı bulabilecektik. (Yargıtay kararının fotokoposi) İkincisi, MHP camiası işkencehanelerden, sorgulamalardan, takip edilmelerden yeni kurtulmuştu. Hala daha çoğumuz askeri kurumların ve emniyet teşkilatlarının önünden geçerken tedirgin oluyorduk. Ama güvenoyu devletin kapılarını bize açacak ve çok kısa süre içerisinde çeşitli psikolojik tedirginliklerden kurtulacaktık. Üçüncüsü, ANAP döneminde bir çok arkadaşımız belli görevlere getirilmişti. Doğduğu ve yaşadığı yerlerde il müdürü, ilçe müdürü olmuş, çeşitli görevlere getirilmişti. Bu arkadaşların çoğu ülkücülükten vazgeçmiş değillerdi. Yeni kurulan SHP-DYP hükümeti bürokraside her hükümetin yaptığı gibi değişiklikler yapacaktı. Güvenoyu sebebiyle bürokratların %30’nu bu değişikliklerden koruyabilsek bizim için önemli bir fayda teşkil edecek, bu arkadaşların mağduriyetlerini önlemiş olacaktık. Güvenoyu vermedeki en önemli faktörlerden biri de şuydu: Sert muhalefet ile teslimiyetçiliğin olmadığı, sadece bir güven oyu desteği MHP’yi muhalefet ile iktidar arasında ılımlı, değişik ve başka bir siyasi partinin olmadığı sadece MHP’nin bulunduğu bir kulvara sokacaktı. Bu kulvarda tek başına siyaset yapmak ve halka hitap etmek hem daha kolay hem de kendimizi anlatmak ve oy almak açısından daha faydalıydı. Halbuki güvenoyu vermeyip muhalefete geçtiğimiz takdirde, ANAP, DSP ve 1991 seçimlerine birlikte girdiğimiz RP ile yan yana gelecektik. Muhalefette DSP’yi bir kenara bırakırsak ANAP ile milletvekili sayısı açısından gerideydik. Biz grup bile kuramamıştık ve grup kuramayan siyasi partilerin meclisteki söz hakkı çok kısıtlı bulunuyordu. RP’den de milletvekili sayısı bakımından gerideydik. Üstelik muhalefette mecburen RP ile bir rekabete girecektik. Bu bizi çok radikal bir noktaya getirebilirdi. Bu da “yeşil kuşak” projesi ile bizi radikal çizgiye çekmek isteyenlerin ekmeğine yağ sürmek demekti. O zaman en akıllı yol, ılımlı bir muhalefet örneği ile hareket etmek ve halkın dikkatini çekerek fikir ve görüşlerimizi anlatmaktı. Bizim MHP olarak güvenoyu vermemiz o zaman SHP ile birlikte seçime giren HEP’li milletvekillerinin kafasını karıştırmıştı. SHP “Sol” çizgideki bir siyasi partiydi ve bünyesinde PKK yanlı milletvekillerini bulunduruyordu. Bu siyasi partinin ortak olduğu bir koalisyona MHP güvenoyu veriyordu. Bu kafa karışıklığını fark edince bazı kulisler yürütüldü ve diyebilirim ki; PKK yanlılarının SHP’den ayrılıp kendi partilerini kurmasında, MHP’nin güvenoyu vermesinin büyük katkısı oldu. O zaman PKK yanlıları SHP’de durmuş olsaydı ve Alman istihbaratçılarının PKK yöneticilerine verdikleri taktikte başarılı olmuş olsalardı ülkemiz çok önceleri tehlikeli bir yörüngenin içine girmiş olacaktı. O sıralar Almanlar, PKK’lılara şunları söylüyorlardı: “Siz silahları bırakın, biz sizin talep ettiklerinizin gerçekleşmesini sağlayalım.” Gerçekten de hükümetin kurulduğu ilk aylarda çok çetin bir dönemeç aşılmış oldu ve bunda Başbuğ’un ve MHP’nin çok büyük bir etkisi oldu. O sıralarda bizim “özel yıldızlar” diye adlandırdıklarımızdan biri geldi. Başbuğ, ben ve “Özel yıldız” oturduk ve durum değerlendirmesi yaptık. Başbuğ şunları söylüyordu. “Almanlar Türkiye’yi çok sevdiklerinden dolayı mı PKK’ya ‘silahları bırakın biz size istekleriniz noktasında yardımcı olalım’ diyorlar. Başımıza daha büyük belalar getirmek istiyorlar. Alman istihbaratçılarının Türkiye’yi düşünmeleri mümkün değil. Burada ayrı bir oyun var. Buna dikkat etmek gerekir diyordu.” Hatırlanacağı üzere SHP-DYP koalisyonu kurulduğu gün Demirel, “Kürt realitesini kabul etmeliyiz” şeklinde bir demeç vermişti. Bu demeç o zaman çok yadırgandı. Ama bu demeç paralelinde hareket edilseydi, Alman istihbaratçılarının dediği olsaydı, ve PKK yanlı milletvekilleri SHP’den ayrılmasalardı Türkiye çok sıkıntılı bir dönemi yaşamış olacaktı. İşte MHP’nin güvenoyu vermesi dış güçlerin bütün oyunlarını bozmada böyle aktif bir rol oynadı. “Güvenoyu” büyük ölçüde oyunları bozmuş oldu. Almanya’nın bu siyasetini halen daha devam ettirdiğini 19 Haziran 2004 tarihinde Hürriyet Gazetesinde Almanya Türkiye Büyükelçisi Wolf-Ruthart Born’un demecinden de anlamak mümkündür. O günlerde PKK’yı istedikleri çizgiye getiremeyen Almanya, Avrupa Birliği’ne girmek sevdasıyla her şeye ‘evet’ diyen AKP hükümetinin verdiği tavizlerle, bugün istediğini elde ediyor ve sanki 10 yıl önceki başarısızlıklarının rövanşını bu şekilde alıyorlardı. Bilindiği gibi Kürtçe televizyon ve eğitim serbest bırakıldı. İlk Kürtçe yayının yapıldığı 17 Mart 2004 tarihinde, MHP’nin mecliste yer aldığı 1991-1995 döneminde meclisten atılıp, yargılanıp cezaevine konan HEP milletvekilleri tahliye oldu. PKK’nın yıllar önce silahlı mücadeleyle elde edemediğini, Türkiye Cumhuriyeti hükümeti vermişti. Almanlar başta olmak üzere Avrupalılar memnundu. Bölücüler de memnundu. İşte bu günlerde PKK yine olaylar yapmaya başlamıştı. Askerlerimiz yine şehit ediliyordu. İşte PKK’nın bu olayları karşısında, Alman büyükelçisinin demeci: “Türkiye’de kapılar açıktır. Diyalog ve uzlaşma için açılan kapıların tekmelenmemesi gerekir. Hükümetin uzattığı elin tutulması gerekir. Şiddeti desteklemeyin. İlgili tüm taraftarlara şiddete ve teröre son verme çağrısında bulunuyorum. Bunu açıkça söylemeleri ve terörle aralarına net bir mesafe koşmaları çağrısında bulunuyorum” Büyükelçi olayların tırmanmasından ve elde edilen hakların kaybolmasından korkuyordu. “Kapı açık, niye tekmeliyorsunuz?” diyordu. Tıpkı 1980 öncesi Bülent Ecevit’in Marksistlere yaptığı “Kapıları kırmaya gerek yok, tokmağı çevirmek kafidir” şeklindeki tavsiyesini akla getiriyordu. Hiç kimse Alman büyükelçisine “Siz kimsiniz de bu çağrıyı yapıyorsunuz?” diyemedi. Ne bölücüler diyebildi, ne de Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti. 17.3.1992 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde ANAP milletvekili Eyup Aşık olağanüstü halin dört ay daha uzatılmasıyla ilgili olarak bir konuşma yapıyordu. MHP’ye yüklenmek için konuşmasının bir bölümünde “MÇP destekli, Doğru Yol, SHP, HEP koalisyonu” diye hitap ediyor, diğer bölümünde ise bu defa desteği birlikteliğe terfi ettirerek “Doğru Yol, SHP, MÇP, HEP birlikteliğinin...” diye hitap ediyordu. Tabi Aşık’ın bu isnadı MÇP sıralarını dalgalandırmış ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin hafif karışmasına sebebiyet vermişti. MÇP sıralarından Oktay Öztürk “Fırat’ın iki yakasında federasyon kurulurken nerelerdeydiniz?” diye seslenip, Saffet Topaktaş’ta ANAP’lılara dönerek “Sizi çok arıyor PKK” diye bağırınca, ANAP ve MÇP sıralarında oturan milletvekillerinin hepsi ayağa kalkarak birbirlerinin üzerine yürümeye başlıyordu. MÇP adına Yaşar Erbaz uzun tartışmalardan sonra söz alarak Eyup Aşık’a gerekli cevabı kürsüde veriyor ve “Onları büyütüp, yetiştirenler, bugün çok enteresandır, bizi sanki onlarla beraber aynı terazinin kefesinde görmek gibi bir gafletin içine düşmüşlerdir...” diyerek PKK’nın büyümesinde ANAP’ın yanlış politikalarına işaret ediyordu. Bu tartışmadan sonra Başbuğ ile bir araya geldiğimizde bana söyledikleri şöyleydi: “PKK üzerinde Alman oyununu bozmak için yaptığımız çalışmalara bugünkü hadise iyi etki yapacaktır. Fakat mikropluğu görüyor musun?. ANAP aklınca bizi zor durumda bırakmak ve arkadaşlar arasında bu güvenoyu meselesindeki huzursuzluğu tırmandırmak için bakın neler söyleyebiliyor neler? Bölücü hareketlere karşı tek dikilen parti olan bizi suçlamaya nasıl cesaret ediyor?” Özetle; MHP o dönemde bir hesap kitap yapmadan güvenoyu vermedi. Bazılarının dediği gibi Sayın Demirel’in ricasıyla ya da Kemal Ilıcak’ın marifetiyle bu iş olmadı. Peki bütün bunlar o zaman niye açıklanmadı. Açıklanamazdı. Çünkü açıklansaydı bu neticeler alınamayabilirdi. Aslında bu “Güvenoyu” meselesindeki gibi olaylarda meydana gelen tepkiler, fikir partilerinin her zaman önlerinde olan ve kolay kolay çözemedikleri “Tavan-Taban dengesi” problemine dayanmaktadır. Fikir partileri; yani mevcut düzenin karşısında yer alan siyasi partiler iktidar olduklarında veya mevcut düzenin erk kurumlarına girdiklerinde önlerindeki en büyük problem bu tavan-taban dengesi olmaktadır. Çünkü hangi fikir partisi olursa olsun, mevcut düzenin aksaklıklarını dile getire getire meclise gelmekte, iktidar ortağı ya da iktidar olmaktadır. Ancak mevcut düzenin kuralları içerisinde erk merkezlerine geldiği için bu kuralları ve mevcut düzenin güç kalelerini yıkamamaktadır. Böyle olunca fikir partilerinin önünde iki seçenek durmaktadır. 1- Mevcut düzeni, ihtilal, halk ihtilali gibi yollarla yıkmak ve yenisini kurmak. 2- Mevcut düzeni, mevcut düzenin kurallarına göre ıslah etmek, reformlar yapmak ve düzeltmek. Birinci seçenek demokratik bir yol olmadığı için kolay kolay başvurulmayan bir seçenektir. O zaman tek yol mevcut düzenin kurallarına göre güç merkezlerine girmek ve vaat edilenleri gerçekleştirmeye çalışmaktır. Bu yol uzun süreli bir yoldur ve bu yolda tabanı tutmak ya da tabanı diğer siyasi partilerin baskısından kurtarmak zordur. Böyle olunca fikir partilerinin yöneticileri diğer düzen partilerine göre belki beş kat daha fazla çalışmak ve yol bulmak zorunda kalmaktadırlar. Bunun içindir ki, fikir partileri her zaman tabanını tatminde zorluklarla karşılaşmaktadır. Düzenden alınacak güçle düzeni değiştirme ve iyileştirme stratejisi, öyle her zaman tabana kolay anlatabilecek bir strateji değildir. Bunun içindir ki fikir partileri genelde muhalefette güçlenmektedirler. Çünkü muhalefette yapılması gereken şeyleri halkla paylaşabilmektedirler. Ancak iktidar veya iktidar ortağı olduğunda durum değişmektedir. İşte MHP 1991-1995 yılları arasında güttüğü politikayı ve stratejiyi o dönemde tam olarak anlatamamıştır. İp uçlarını vermiş ama anlatamamıştır. MUHSİN YAZICIOĞLU VE ARKADAŞLARI MHP`DEN KOPUYORLAR
MHP’nin 1991-1995 yılları arasında yaşadığı en önemli olaylardan biri de Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının 29 Aralık 1991’de partiden ayrılmalarıydı. Muhsin Yazıcıoğlu, Ökkeş Şendiller, Saffet Topaktaş, Esat Bütün, Ahmet Özdemir ve İsmet Gür; 6 milletvekili MHP’den ayrıldı ve MHP’nin meclisteki sandalye sayısı bir süre için 13’e düştü. Sonra ANAP’tan ayrılan dört milletvekili; Prof. Ercüment Konukman, Osman Ceylan, Prof. Tunca Toskay ve Halil Şıvgın MHP’ye geçti ve MHP’nin meclisteki sandalye sayısı 17 oldu. (Ercüment konukman ve Osman ceylanın istifa dilekçeleri fotokopileri) Önce şunu bilmek gerekir. Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşları MHP’nin meclise girmesinden önce “İslami” bir çizgide ayrı bir grup görüntüsündeydiler. Bu durum bilinerek mi ortaya kondu, yoksa kendiliğinden mi doğdu bilmiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey var ki; bu görünümden faydalanılmak istendi. MHP’den ayrılan bu altı milletvekilinin “Yeşil kuşak” projesinin MHP’ye endirekt sarkma planından haberi var mıydı bilmiyoruz. Ben şahsen ihtimal vermiyorum. Fakat Cumhurbaşkanlığı koltuğunu bırakıp ayrı bir siyasi parti kurmak isteyen Turgut Özal’ın kurmayı tasarladığı yeni partide Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının yer alması Özal’a bazı tarikat mensupları tarafından tavsiye edilmişti ve bu parti kurulsaydı Yazıcıoğlu ve arkadaşları bu partide yer alacaklardı. Sonradan bazı ANAP milletvekilleri ve eski bakanlardan Yalçın bey, Muhsin Yazıcıoğlu’nun Özal’dan maddi yardım aldığını bile dile getirdiler ancak biz böyle bir şeye hiçbir zaman inanmadık. Çünkü Muhsin Yazıcıoğlu bu yönlerde çok dürüst olan bir arkadaşımızdı. Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşları MHP’den ayrılma sebeplerini ne o zaman ne de ayrıldıktan sonra hiçbir zaman tam olarak açıklayamadılar. Ortaya koydukları gerekçeler bir siyasi partiden ve hele hele MHP’den bir ülkücünün ayrılmasını sağlayacak gerekçeler olmadı. Ancak ayrılışlarında dikkati çeken en önemli hadise, Yazıcıoğlu’nun yeni partisini kurduktan sonra yaptığı hitaplarda “Gönüldaşlarım” tabirini kullanması oldu. Yılların ülkücüsü sadece islami sayılacak tabirleri hep öne çıkardı. Uzun süre hiç “ülküdaşlarım”, “arkadaşlarım” tabirlerini kullanmadı. Türk Milliyetçiliği kavramını da kullanmadı. Ancak 2003 yılından itibaren milli mesajları vermeye dikkat gösterdi. Bu durum bu tarihe kadar muhafazakar kesimden beklediğini bulamamasından mı kaynaklanıyordu yoksa başka sebeplerden mi oldu? inceleme fırsatı bulamadık. "Yeşil Kuşak" projesinin ülkücüler arasından kaptıkları oldu mu? Sanmıyoruz. En azından bizim tanıdıklarımızdan olmadı. Ama bu projenin Türkiye`deki kendini hiç belli etmeden yaptığı uygulamaları, MHP`de kardeşi kardeşten ayırdı. Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının MHP’den ayrılmalarından sonra partide büyük bir hareketlilik başladı. İller dolaşıldı ve bu ayrılmanın sebepleri anlatıldı. En sonunda da Ankara’da Etlik kasalarda büyük bir miting yapıldı. Herkesin beklediğinin çok üstünde kalabalık geldi ve MHP’nin bu ayrılmadan hiç etkilenmediği ortaya çıktı. Miting yeri çift iki büyük yoldan oluşuyordu. Çok büyük bir alandı ve yolun bir tarafı açık kaldığında bir boşluk oluşacaktı. Televizyonlarda görevli bazı arkadaşlarımın da tavsiyesi üzerine iki yolun arasına direkleri yerleştirdik ve bu direklere bayrakları asarak kapattık. Bu çalışmaları sabaha kadar başta o zamanki il Başkanımız Sedat Yazırlı olmak üzere partili yöneticileri ve ülkücülerle yaptık. Yıllardan sonra mitingin duyuru afişleri dahil belli afişleri bir genç gibi ben de astım. Çalışanların hepsi; hepimiz heyecanla yapmıştık bu çalışmaları. Ertesi gün kalabalık toplandığında muazzam bir tablo ortaya çıktı. Yolun ucu gözükmüyordu. Hatta ses düzeni ,arkadaki partililerin konuşanları işitmesine bile kafi gelmemişti. Televizyonlar tek bir boşluk yakalayamamıştı. Mitingteki kalabalık aynen televizyon ekranlarına yansımıştı. MHP’deki büyüme artık gözle de görülür hale gelmişti. (Mitingin resmi) Özal’ın rahmetli olması, yeni bir partinin kurulamaması, ANAP’ın sürekli puan kaybetmesi, MHP’nin ılımlı ama milli meselelerdeki kararlı tutumu ve çok dik durması, MHP’nin oylarında büyük bir artışı getirmişti. Yaptırmış olduğumuz kamuoyu araştırmalarında MHP’nin daha önce %3 civarlarında olan oyu ikiye katlanmış ve %6’lara yükselmişti. Parti büyümeye müsait hale gelmişti. Oylar daha da yükselebilecekti. Çünkü Türk siyasetinde iki dönem oylarını yükseltmeyen siyasi partiler bir müddet sonra hiçbir etkinlik gösteremiyorlardı. Oyları sürekli düşen partiler de bir daha yükselemiyordu. MHP büyüyen, oylarını artıran ve daha da büyümeye müsait bir politika ve çalışma içerisindeydi. *** MÇP VE MHP MERKEZ YÜRÜTME KURULU ÜYELERİ
Başbuğ’un MÇP’nin başına geçtikten sonra bugüne kadar MHP’de Merkez Yürütme Kurulu üyesi olarak görev yapanların isimleri aşağıdaki gibidir. Merkez Yürütme Kururlu Üyeleri (3. Olağan Kongre-29 Aralık 1991)
Merkez Yürürtme Kurulu üyeleri (4. Olağanüstü Kongre - 24 Ocak 1993)
Merkez Yürütme Kurulu üyeleri (4. Olağan Kongre - 9 Ekim 1994)
Devlet Bahçeli`nin MHP Genel Başkanı olduğu dönemdeki Merkez Yürütme Kurulu Üyeleri (5. Olağan Kongre- 23 Kasım 1997)
Merkez Yürütme Kurulu Üyeleri (6. Olağan Kongre – 5 Kasım 2000)
Merkez Yürütme Kurulu Üyeleri (7. Olağan Kongre- )
ESKİ MHP`LİLER BAŞBUĞ’A İKİNCİ DEFA KARŞI ÇIKIYORLAR
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Anayasayı değiştirme çalışmaları başlamıştı. Ben de Esat Bütün ve Muhsin Yazıcıoğlu ile birlikte bu komisyonda görev almıştım. Anayasanın birden çok maddesi bu dönemde değiştirildi. Mumtaz Soysal hoca komisyonun başkanı idi. Bu arada 12 Eylül döneminde kapatılan siyasi partilerin tekrar açılmaları gündeme geldi ve bununla ilgili olarak gerekli yasal düzenleme meclisten geçti. 16.10.1981 tarih ve 2533 sayılı siyasi partilerin feshine dair kanun yürürlükten kaldırıldı. Bu kanun 19.6.1992 yılında 3821 sayılı kanunla ortadan kaldırılıyor ve 2820 sayılı Siyasi Partiler kanunda değişiklik yapılmasına ilişkin kanun çıkıyordu. SHP, CHP oldu. DYP, Adalet Parti ismini almadı. Biz ise üç hilalli bayrağa tekrar kavuşacağız diye büyük bir heyecan içerisindeydik. MHP’nin kongresi yapılacak, MHP kendini fesh edecek ve MÇP’ye katılacaktı. MÇP de adını MHP olarak değiştirecek ve amblemini de üç hilal yapacaktı. Özetle MÇP, MHP olacaktı. Bu şekilde üç hilalli parti bayrağını yine dalgalandıracaktık. Ama Dedeman toplantılarında “Türkeş partiler üstü kalsın, partileşmeye gerek yoktur” diyenler ve yine “Türkeş bu çocuklarla mı meclise girecek” diyenler karşımıza dikildiler. MHP’yi Başbuğ’un elinden alıp istedikleri gibi kullanmak istiyorlardı. O zaman Özal’da köşkten inip ayrı bir siyasi parti kurma hazırlığındaydı. O zaman ki söylentilerin biri de, MHP’nin bu siyasi partiye katılacağı şeklindeydi. Sadi Somuncuoğlu, Nevzat Kösoğlu ve arkadaşları karşımıza dikildiler ve MHP’nin kongresinin kendileri tarafından yapılacağını kamuoyuna duyurdular. Sadi Somuncuoğlu bir kısım eski MHP’lilerle bir toplantı yaptı, kendisi MHP Yürütme Kurulu başkanı seçildi ve bu sıfatla basına bir açıklama yaptı. 27 Aralık 1992 Pazar günü yapılacak kongre ile ilgili olarak ultimatonlar vermeye başladı. Söğütözü’nde Yükseliş kolejinde yapılacak toplantıya delege ve çok az sayıdaki görevlilerle basın mensupları dışında kimsenin alınmayacağını duyurdu. O sıralar Yükseliş Koleji Şevket Demirel’in sahibi olduğu ve Genel Müdürlüğünü de Ayvaz Gökdemir’in yaptığı bir okuldu. Somuncuoğlu’nun kendini “Yürütme kurulu başkanı” seçtirmesi aslında Başbuğ’a karşı bir tavırdı. Çünkü. 31.08.1992 günü Çankaya 1. İlçe Seçim Kurulu Başkanı (Hakim) Suat Mengi başkanlığında MHP’nin son genel idari kurulu üyeleri toplanarak, Toplantı yürütme kurulu oluşturmuşlardı. Bu kurulun görevi, yapılacak kongreyi hazırlamaktı. Toplanan ve Seçim kurulunca çağrılan kişiler MHP’nin son Genel İdare kurulu üyeleriydi. MHP`nin son genel başkanı da Alparslan Türkeş’ti. Ama MÇP’ye girmeyenler ve engel teşkil edenler bu defa Sadi Somuncuoğlu’nu Yürütme kurulu başkanı seçerek Başbuğ’a ayrı bir tavır koyuyorlardı. MHP’nin son Genel İdare kurulu üyelerinden İlçe seçim kurulu Başkanının toplantıya çağırdıkları şunlardı. Alparslan Türkeş, Sadi Somuncuoğlu, Agah Oktay Güner, Necati Gültekin, Nevzat Kösoğlu, Yaşar Okuyan, Avni Çarsancaklı, Mehmet Doğan, Ali Fuat Eyüboğlu, İhsan Kabadayı, Ahmet Er, Osman Albayrak, Turan Koçal, Mehmet Irmak, Faruk Demirtola, Cengiz Gökçek, Ömer Çakıroğlu, Ziya Derya, Mehmet Tahir Şaşmaz, Ali Gürbüz, Mehmet Yusuf Özbaş, Taha Akyol, Ahmet Hamdi Ayan. Taha Akyol ve Ahmet Hamdi Ayan bu toplantıya katılmamış, geri kalanlar ise katılmışlardı. 24.12.1992 günü 11 MHP milletvekili arkadaşımla bir basın toplantısı yaptık. Basın toplantısında özetle şunları söylüyorduk: “Dünyadaki son gelişmeler ve süreklilik arz eden değişimler Türkiye’nin güçlü olması gereğini ortaya koymaktadır. Türkiye’nin güçlü olması aynı zamanda Türk Milliyetçilerinin birlik ve beraberlik içerisinde bulunmalarına bağlıdır. Bu gereklilik MHP ve MÇP’yi de birleştirme şartını ortaya koymaktadır. Ancak ne var ki bir kısım MHP’liler, MHP ve MÇP’nin birleşmesini değil de sonu belli olmayan ayrılıkçı fikirler peşinde koşmaktadırlar. Halbuki MÇP, MHP’nin devamıdır. Lideri, dünya görüşü ve programları birdir. Böyle olmasına rağmen MÇP başka bir partiymiş gibi MHP, MÇP ayırımı yapmak, hatta MÇP’yi yokmuş gibi görmek, Türk Milliyetçilerini kimlerin bölmeye çalıştığını ortaya koymak demektir. Ülkücülüğe değil, başka yerlere ve merkezlere hizmet demektir. Sadi Somuncuoğlu’na ve bir grup eski MHP’lilere soruyoruz: 1- MHP’nin devamı olduğunu açıkça ortaya koyup, MÇP’sini kuran ülkücüler aynı zamanda işkencecilere ve ihtilalcilere 10 yıldır en büyük cevabı vermeye çalışırken, sizler ihtilalcilerin ve işkencecilerin gölgesinde hayat bulan siyasilerle bir ve beraber değil miydiniz? 10 yıldır sürdürülen bu kutlu mücadeleye niçin girmediniz? Ya da niçin destek vermediniz? Ve en önemlisi hep neden engel teşkil ettiniz? 2- 3821 Sayılı Kanun 3 Temmuz 1992 tarihinde yürürlüğe girip kapatılan siyasi partilerin açılması gündeme gelmemiş olsaydı, Milliyetçi Hareket Partisi ve mazideki şerefli mücadelesi bir çok çevrelerce horlanıp itilirken, sizler sürekli suskunluğu tercih edip gününüzü gün ederken birden duygularınızın alevlenmesi, MHP’ye olan sadakatinizden mi kaynaklanıyor, yoksa son günlerde artan siyasi bölünmelerin içerisinde fert olarak yer almakta çekeceğiniz güçlüğü saklamak suretiyle bir tüzel kişilik altında pazarlık gücünüzü mü artırmayı düşünüyorsunuz? 3- MHP’nin kadroları ihtilalin himayesinde vücut bulan iktidarlar tarafından talan edilirken, bu talancılara destek vermeniz ortada dururken şimdi hangi kadroların talan tehlikesinden bahsediyorsunuz?” O dönem MÇP Genel Sekreteri olan Dr. Devlet Bahçeli’de Yeni Düşünce Gazetesi’nde yazdığı bir yazıda şunları söylüyordu: Türk-İslam ülküsünde kaynağını bulan Türk Milliyetçiliği davasının tek ve öz siyasi kuruluşu 12 Eylül öncesinde Milliyetçi Hareket Partisidir. Bu partinin açılması herşeyden evvel bir adaletsizliğin, haksızlığın giderilmesi ve devletin varlığı, milletin birliği, vatanın bölünmezliği mücadelesinde bir hakkın iadesidir. Bu düşünce ve fikrin 12 Eylül sonrasındaki siyasi kuruluşu ise Milliyetçi Çalışma Partisidir. Çünkü milliyetçi-ülkücü irade 12 Eylül felaketi sonrası yeniden siyasi yapılanma döneminde varlık sebebini sürdürme azim ve kararlılığını bağımsız bir siyasi kuruluş olarak Milliyetçi Çalışma Partisinde ortaya koymuştur. Başka bir ifadeyle, milliyetçi–ülkücü iradenin bir siyasi aksiyon olarak MHP’de tecellisi 12 Eylül sonrasında onun izdüşümü olan MÇP’de gerçekleşmiştir. “iki noktadan bir doğru geçer” hipotezine uygun bir mantık sürdürüldüğünde “lider ve fikir” gibi iki temel müessese, MÇP’de varlığını gösterdiği içindir ki;milliyetçi–ülkücü iradenin tercih odağı MÇP olmak gerekir. Sadi Somuncuoğlu’nun “Toplantı yürütme kurulu başkanı” sıfatıyla yapmış olduğu açıklamayı ret eden Başbuğ MHP’nin genel başkanının kendisi olduğunu ve toplantıyı kendisinin açacağını Valilik Makamına bir yazılı dilekçe ile bildiriyor ve gerekli tedbirlerin alınmasını talep ediyordu. 27 Aralık Pazar günü yapılacak kongre ile ilgili olarak bir gün önce Yükseliş kolejine, kongrenin yapılacağı salona gittim. Salonda bulunan eski MHP yürütme kurul üyelerinin bir kısmı ile salonun süslenmesi konusunda taleplerimizi ilettim. Bu arada hükümet komiseri dışarı çıkmamı istedi. Kendisine “Beni buradan hiçbir güç dışarı çıkaramaz. Siz de dahil. Sizin göreviniz yarın başlıyor. Onun için böyle bir uyarıda asla bir daha bulunmayın” uyarısında bulundum. Salon konusunda anlaştık ve ben salondan ayrıldım. Pazar günü kongrenin yapılacağı Yükseliş kolejinin her tarafı binlerce ülkücü ve partili ile dolmuştu. Kolej binasına ulaşmakta insan zorluk çekiyordu. Yirmibinin üzerinde adam vardı. Başbuğ sabah erken geldi. Arabasından indi. Her tarafta Başbuğ sesleri geliyordu. Ortalık Başbuğ sesleriyle inliyordu. Başbuğ bize bu kalabalığın içeri alınmasını; büyük bir salona alınmasını istedi. Hava soğuktu ve kar yağıyordu. Salonların kapıları kapalıydı. Anahtarın olmadığını söylediler. Başbuğ kapıya bir tekme vurdu ve kapı açıldı. “Buraya gelsinler, üşümesin çocuklarım” diye bağırdı. Salona girenlerin on katı kadar insan yine de dışarıda kalmıştı. Ondan sonra direkt kongrenin yapılacağı salona geçti. Hemen kürsünün konduğu üst platforma çıktı. Salonun her yanına keskin gözlerle baktı. O arada Nevzat Kösoğlu bir şey söylemeye kalktı, ona sert bir cevap verdi. “Çoğunluk vardır. Kongreyi açıyorum” dedi. Ardından MÇP, MHP birleşmesi delegelerin oylarıyla sağlandı. (ülkücülerin bir yürüyüşünden resim) Hemen arkasından genel merkez tabelası değişti. Milliyetçi Hareket Partisi tabelası asıldı. Uzun yıllar bizimle birlikte mücadele eden 9 yıldızlı MÇP bayrağını indirdik ve üç hilalli bayrağı astık. Arkasından bütün teşkilatlar da tabela ve bayraklarını değiştirdiler. * MHP`NİN TARİHÇESİ
Milliyetçi Hareket Partisi’nin tarihçesine kısaca göz atacak olursak, MHP tarihçesini şöyle özetlemek mümkündür: Çok partili döneme girildiği 1945 senesinde kurulan Demokrat Parti, 1946 seçimlerinde 33 milletvekili çıkardı. Bunların arasında olan Osman Bölükbaşı ve arkadaşları DP’den ayrıldılar ve 1948 Haziran’ında Fevzi Çakmak’ın Genel Başkanlığında Millet Partisini kurdular. Millet Partisi 1953 yılında kapatıldıktan sonra Cumhuriyetçi Millet Partisi (CMP) olarak yeniden kuruldu. 16 Ekim 1957 yılında Türk Köylü Partisi ile birleşerek Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) adını aldı. CKMP, 27 Mayıs ihtilalinden sonra kurulan kurucu mecliste temsil edilen ikinci parti olmuş, ancak katıldığı 1961 genel seçimlerinde önemli bir başarı elde edememiş ve oyların ancak %14’ünü almış, Millet Meclisinde 54 milletvekilliği ve Cumhuriyet Senatosunda da 16 üyelik kazanabilmiştir. 1965’teki seçimlerden önce CKMP’de yapılan kongrede Alparslan Türkeş, genel başkan seçilmiştir. Şubat 1969’da yapılan ilk Genel Kurul toplantısında partinin adı Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) olarak değiştirilmiştir. Adana’da yapılan bu kongrede partinin ambleminin Bozkurt olması istenmiş, ancak bir kısım partililer ve özellikle il başkanları üç hilalin siyaseten daha iyi olacağı görüşünü ileri sürmüşler ve neticede partinin amblemi üç hilal, gençlik teşkilatlarının amblemi de Bozkurt olmuştur. (Bozkurt ve üç hilalin yan yana resmi) Adana kongresinden sonra 14’lerden bir kısmı MHP’den ayrılmış, Dündar Taşer ve Ahmet Er partide kalmışlardır. TÜRK-İSLAM ÜLKÜSÜ SEBEBİYLE ÖZDAĞ VE ATSIZ`LA YOLLAR AYRILIYOR
14’lerden başta Muzaffer Özdağ olmak üzere partiden ayrılanlar Türk İslam ülküsüne dayanan görüşü benimsememişlerdi. Onlar salt Türkçülüğü ve sosyal problemlere daha çok “Sol” yaklaşımı ön görüyorlardı. Milliyetçi ve maneviyatçı bir görüşü birlikte benimsemiyorlardı. Başbuğ ise “Biz Tanrı dağı kadar Türk, Hira dağı kadar Müslümanız. Her iki felsefede bizim şiarımızdır” diyerek yola koyulacağını ilan ediyordu. CKMP’deki amblem ve fikir ayrılıkları konusuna, bir de Hulusi Turgut’un kaleme aldığı “Şahinlerin Dansı” adlı kitaptan; Başbuğun açıklamalarından bakalım. Başbuğ anılarında şunları söylüyordu: “Partimize yeni bir hava vermek için hazırlıklarımızı tamamlayıp, İl başkanlarını Ankara’ya çağırdık. Rıfat Baykal <partinin adını Köylü İşçi Partisi koyalım, kısaltılmışı da KİP olsun> dedi. Amblem olarak da Bozkurt’u önerdi. Baykal’ın önerisinde şöyle de bir gerekçe vardı: <Türkiye İşçi Partisi’nin kısaltılmışı TİP, bizimki de KİP olsun> İl Başkanları ile yaptığımız görüşmede hemen hepsi partinin adının Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) olmasını benimsediler. Bozkurt amblemine gelince, onun yerine üç hilal olsun denildi. Ve üç hilal kabul gördü. Bunun savunmasını da şöyle yaptılar: <Bozkurt resmi, amblem yapmak için çok zordur. Bu, kuvvetli bir sanatçı, bir ressamın yapacağı iştir. Ama üç hilal, halkın tanıdığı bir işarettir; iki evli bir köyde dahi hilal çizilebilir. Onun için, Bozkurt yerine de üç hilali amblem yapalım. 1969 yılında Adana’da Büyük Kurultay toplantısı yapıldı, orada partinin adı MHP, amblemi de üç hilal oldu.” Milliyetçi Hareket Partisinin bu ilk yıllarında Türklük ve İslamiyet konusundaki fikir ayrıkları sadece Türkeş’in lideri bulunduğu 14’lerin büyük bir kısmının partiden ayrılmalarına sebebiyet vermemişti. Başbuğ çocuklarının isim, kendisinin de fikir babası olan Nihal Atsız’la da yollarını ayırmıştı. Gelin bunu da, “Şahinlerin Dansı” kitabından Sayfa (407-416), Başbuğ’un anılarından dinleyelim. “70’li yıllara geldiğimizde Nihat Atsız’la Alparslan Türkeş’in yolları ayrılıyordu. Türk fikir hayatındaki bu çok önemli kavşak, nasıl ortaya çıkmıştı?Bu olayları şimdi ayrıntılı bir biçimde Türkeş’ten dinleyelim. <Nihal Atsız bey’le 30’lu yıllardan beri beraberdik .Her zaman görüşür, konuşurduk. Ben, kendisini ziyarete giderdim. Konya’da 70’li yıllarda ‘Oku’ adında bir dergi yayımlanıyordu. Derginin bir sayısında Ziya Gökalp Bey aleyhinde yazılar çıkmış. Nihal Atsız Bey bu yazılara çok kızmış. Yazıyı kaleme alan vaize, Ötügen Dergisinde cevap verdi ve çok aykırı şeyler yazdı. Nihal Atsız Bey, bu cevabı yazısında Hz. Mevlana için, ‘Mevlana bir homoseksüeldi, sapıktı, Yunus Emre için ‘Beynelmilelci bir serseridir’ diyordu. Sonra Kur’an-ı Kerim için –sümmehaşa- ‘Kur’an-ı Kerim, Allah’ın kelamı değil, Muhammed’in kendi talimatı’ vs.böyle bir takım şeyler yazıyor. Ve kendisinin Irkçı, Türkçü, Turancı olduğunu söylüyor. Konya’da bir parti çalışması dolayısıyla bulunduğum sırada basın toplantısı yaptım, gazeteciler bana bu konuda şu soruyu yönelttiler: -Nihal Atsız Bey, partinizin Gizli Başkanı olduğunu söylüyor. Partiyi, perde arkasından onun idare ettiği söyleniyor. Ötügen Dergisinde kendisinin bu tarz yazıları var. Bunları nasıl karşılıyorsunuz? Ben gazetecilere şu cevabı verdim: -Hayır, partinin genel başkanı benim. Nihal Atsız Bey, partiyi perde arkasından idare etmiyor, öyle bir şey yok. Bu gerçek değil. Ama kendisiyle eskiden beri tanışırız, dostluğumuz var. Fakat, fikirleri bakımından aramızda farklı görüşler var. Gazeteciler o basın toplantısında Oku Dergisine verdiği cevabı konu ettiler. Ben buna şu karşılıkta bulundum: -O görüşleri kabul etmiyorum. Ben, onlara katılmıyorum. Onun kendi görüşüdür, bizi bağlamaz. Ötügen dergisi, bizim partimizin yayın organı değildir. Onun şahsi fikirleridir. Biz, ona katılmıyoruz ve benimsemiyoruz. Ötügen Dergisinde, Atsız iki yazı yayınladı. Atsız o yazılarında beni eleştirdi. Irkçılığın, Türkçülüğün ve Turancılığın birbirinden ayrılmaz olduğunu söyledi. Tabii, ırkçılığı her zaman ret ettiğim, karşı çıktığım, doğru bulmadığım için beni eleştiriyor. Ayrıca Ankara’daki genç ülkücüler arasında cereyan eden olayları da kast ederek yine beni eleştiriyordu. Benim, Türkçülükten ayrılıp, şeriatçılık ve dinciliğe kaydığımı söyleyip, suçlamalarda bulunuyordu. Atsız’ın yayınladığı bu yazılar, ülkücü gençler arasında tartışmalara yol açtı. Bunlar Türkçü ve Müslümancı diye gruplara ayrıldılar. Bu gençlere nasihat etmeye başladım. Onlara çeşitli konuşmalarımda şunları söyledim: -Hepimiz Müslümanız, ama Türklük de, milliyetimizi ifade ediyor. Hepimiz Türküz ve Müslümanız. O tarihlerde Genç Ülkücüler Teşkilatı adı altında, Ankara’da, liseli gençler arasında bir örgütlenme olmuştu. Bu gençler, basındaki eleştirilerden rahatsız oluyordu. Aralarında Ali Balseven adındaki bir genç, karşıt gruptaki ülkücülerden Mustafa Barsan ile Kurtuluş Parkında çatışmaya girişiyor, daha sonra bir bıçak darbesiyle ölüyordu. Atsız bu olay üzerine dergisinde yine beni suçladı. ‘Ali Balseven, Türkçü olduğu için, Türkeş tarafından öldürtüldü’ şeklinde yazdı. Daha sonra Türk-Kürt ayırımı yapmaya başladılar. Ben, verdiğimi konferanslarda Türk-Kürt kardeşliğini işledim. Atsız ise, benim bu fikirlerime karşı şunları söylüyordu. -Hayır, kat’iyyen Kürtler Türk değildir. Kürtler Fars’tır. Farsliların, medeniyetsiz, dağlı ve vahşi bir bölümüdür.> ‘Atsız Bey, Müslümanlık, Arap’ın dinidir. Türklerin milli dini Şamanizm’dir. diyordu. Bu arada Kızıltoprak’ta İstanbul Şamanistler Derneği diye bir dernek kurdular. Şimdi bunları kabul etmeye, hoş görmeye imkan var mı?Bunu ben kabul etmediğimden dolayı, bana hücum ettiler.”Türkeş’in müslümanlığı bize yaramaz; biz Türkçüyüz ve Türklerin milli dini Şamanizm’dir, dediler. Alparslan Türkeş’le Nihal Atsız’ın dostlukları yaklaşık 40 yıl sürdü. Onlar, “Türk Milliyetçiliği” fikri uğruna bir ömür mücadele verdiler. Hapis yattılar, işkence gördüler, mahkum oldular. Çok okudular, çok yazdılar. Binlerce genç yetiştirdiler. Fakat bu beraberlik, bir anda yok olup gitti. O kadar ki 11. Aralık 1975’ de, İstanbul’da vefat eden Atsız’ın cenazesine, Türkeş katılmıyor, asırlık ilişki de noktalanıyordu.” Bu arada 1944 Irkçılık ve Turancılık davasından da kısaca söz etmek gerekmektedir. Milliyetçi Hareket Partisi’nin geleneksel günlerinden biri de 3 Mayıs 1944 Milliyetçilik günüdür. Çok önceleri bu günün adı “Türkçüler” günü idi. Sonradan Başbuğ tarafından “Milliyetçiler” günü olarak değiştirilmiştir. 7 Eylül 1944 Perşembe günü Türk Milliyetçisi 23 kişi ‘Gizli cemiyet kurmak, nizam düşmanlığı yapmak, hükümet devirmek’ gibi suçlamalarla yargılanmışlardır. O tarihlerde İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesinde yargılanan 23 Türk Milliyetçisi şunlardır:
MHP, 1969 seçimlerinde 275.000 oy alarak 1 milletvekili çıkardı. 1973 yılı seçimlerinde 368.000 oy alarak 3 milletvekiline sahip oldu. 1977 yılı seçimlerinde ise 951.000 (%6,4) oy alarak 16 milletvekili çıkardı. Bilahare 1 milletvekilinin MHP’ye geçmesi ile TBMM’de 17 milletvekili ile temsil edildi. Milliyetçi Hareket Partisi 1975 yılında 3 milletvekili ile ve 1977 yıllarında ise 16 milletvekiliyle koalisyon ortaklığı yaparak hükümete iki dönem ortak olmuştur. 31 Mart 1975 - 21 Haziran 1977 tarihleri arasında ki koalisyon hükümeti dört siyasi partiden oluşuyordu; Adalet Partisi (AP), Milli Selamet Partisi (MSP), Cumhuriyetçi Güven Partisi (CGP) ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP). MHP bu koalisyonda bir başbakan yardımcılığı ve bir de devlet bakanlığına sahipti. 21 Temmuz.1977 - 5 Ocak 1978 arasında kurulan koalisyon hükümeti ise üç siyasi parti tarafından kurulmuştu. AP, MSP, MHP. MHP’nin hükümette bir başbakan yardımcılığı, bir devlet bakanlığı, Ticaret Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve Gümrük Tekel Bakanlığı olmak üzere 5 kabine üyesi vardı. MHP, 12 Eylül 1980 tarihindeki ihtilal yönetimi tarafından diğer bütün partiler gibi kapatılmıştır. 1983 yılında Muhafazakar Parti kurulmuş ve bu siyasi parti daha sonra 1985 yılında Milliyetçi Çalışma Partisi adını almıştır. 1992 yılında ise ismini ve amblemini yeniden alarak Milliyetçi Hareket Partisi adı altında faaliyetlerini sürdürmüştür. Milliyetçi Çalışma Partisi 1987 seçimlerinde (701.538 oy) %2,9 oranında oy almıştır. 1989 mahalli seçimlerinde ise 916.436 oy almıştır. 1991 genel seçimlerine ise Refah Partisi ile ittifak kurarak meclise 19 milletvekili ile girmiştir. MHP, 1994 mahalli seçimlerinde (2.248.013 oy) %7,96 oranında oy almıştır. 1995 genel seçimlerinde ( 2.301.343 oy) %8,20 oy alarak meclis dışında kalmış, Dr. Devlet Bahçeli MHP genel başkanı olduktan sonra MHP, 1999 yılı seçimlerinde %18 oy alarak meclise 129 milletvekili ile girmiş ve Türkiye’nin ikinci büyük partisi, sağın ise birinci partisi olmuştur. 2003 yılında yapılan genel seçimde ise oyları tekrar %8’lere düşmüş ve meclis dışında kalmıştır. * |
Paylaş |
Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir. |
© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır.
Kullanıcı Sözleşmesi. |