Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1831
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10765
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 755
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Okuyucularımıza Sunduğumuz Temel Bilgiler
DERİN SAYFALARIYLA MİLLİYETÇİHAREKET-6-

BAŞBUĞ İLE SİNANGOGTA OKUDUĞUMUZ DUALAR VE HZ.MUSA`NIN BOZKURTLARI

            Yıl 1992. Başbuğ bir gün beni çağırdı. “Seninle yarın İstanbul’a gideceğiz ve bir Sinagog açılışına katılacağız” dedi Ben “Hayırdır efendim” diyerek yüzüne bakınca, güldü. “Bizi tenkit ederler, aleyhimize konuşurlar diye korkma. Osmanlı İmparatorlu’ğu zamanında Sinagog açılışlarına vezirler, paşalar katılırdı. Hatta buralarda yapılan bu törenlerde savaş sırasında Osmanlı’nın orduları kazansın diye dualar yapılırdı. Davet edildik, davete icabet edeceğiz” dedi.

            Törene katıldık. Bizlerin dışında başka hiçbir siyasi katılmamıştı. Bizi çok sıcak karşıladılar. Tören sırasında hiç unutmuyorum bir ara Başbuğ’un kulağına eğildim “Efendim, ben kelimeyi şehadet getiriyorum. Fatiha okuyorum. Ne olur ne olmaz” dedim. Hemen o da benim kulağıma eğildi ve “Oğlum ben bildiğim bütün duaları okuyorum”dedi. Sonra bazen keyifli olduğu zamanlar benim bu dua işini gülerek bazı arkadaşlarıma anlatırdı. Sinagog’tan çıktığımızda, kapıda, arabamıza binerken Sinagog’un duvarının üzerinde ve dibinde, 50 kişi kadar genç “Bozkurt” işareti yaparak, “Başbuğ” sloganı atıyorlardı. Başbuğ onları, eliyle Bozkurt işareti yaparak selamladı. Ben önce bu gençleri tanımamıştım. Arabada Başbuğ’a sordum, “Efendim, buraya geleceğimizi kimseye haber vermemiştik. Bu gençler nereden haber aldı. Hem sayıları çok değil. hem de bu semtin Ocak mensuplarıysa duvarlara da çıkmışlar” dedim. Benim bu sözlerimi safça bulmuş olacak ki, gülerek “Yok Rıza, bunlar bizim gençlerimiz değil, Bunlar Musa’nın bozkurtları” dedi. Başbuğ öyle çok latife yapmazdı. Ama arada bir, çok espirili sözleri de olurdu. Bu “Musa’nın bozkurtları” tabiri de çok ince bir espri olarak kaldı. Sonra bu hatıram Hürriyet Gazetesinde yayımlanınca bazıları bu sözü ciddiye alarak çeşitli yorumlarda bulundular. Hatta bunlardan etkilenen bazı arkadaşlar beni arayarak işin aslını sordular. İşin aslı neydi? Bu gençler İstanbul’da yaşayan Musevi asıllı Türk vatandaşları idi. Başbuğ’un bu ziyareti sebebiyle memnun olmuşlardı ve Başbuğ’u “Başbuğ” sloganı ile “Bozkurt” selamı ile uğurlamışlardı. Belli ki gelişimizi duymuşlar ve toplanmışlardı. Çünkü Sinagog törenine gelişimizde yani Sinagog’a girişimizde gençler yoktu.

            Başbuğ, Yahudiler ile iyi ilişkilere çok önem veriyordu. Kendisi bize şunları anlatmıştı: “Dünyada üç güçlü lobi vardır. Rum, Ermeni ve Yahudi lobisi. Bu üç lobiden Rum lobisi daima Ermeni lobisini yanına alarak Türkiye’nin aleyhine çalışmaktadır. Biz bu güçle ancak Yahudi lobisini yanımıza alarak mücadele etmeliyiz. Kaldı ki tarihte Türklerin savaşmadığı milletlerin biri de Yahudilerdir. Osmanlı döneminde Beyazıt zamanında İspanya’da engizisyon mahkemelerinde müslümanlar ve yahudiler katledilirken, Türkiye’ye yahudileri gemilerle getirmişiz. Yavuz Ortadoğu’ya ordusuyla yürürken bir yahudi zenginden borç altın almıştır. Sonra Yahudiler dünyada üç şeye hakimdirler. Finansman merkezlerine, basına ve üniversitelere. Bu gücü dikkate almalı ve düşmanlarımızla mücadele ederken yararlanmalıyız. Sonra maalesef müslüman arap ülkelerinin çoğu Yunanistan’la uluslararası platformlarda beraber hareket etmektedirler. Biz asırlardır kutsal toprakları bekledik, savunduk, savaştık, şehit verdik. Ama onların bir bölümü bizi sevmemektedir. İngiliz kraliyet ailesinin mücevherlerinin çoğu Ortadoğu ülkelerinden hediye olarak gelir, kralları diz çökmüş vaziyette ABD başkanlarıyla viski kadehi tokuşturur, ama Türkiye’ye sıra gelince çoğunlukla sırt dönerler. Bu şekilde hareket eden Arapların baskısı ile, bizim ülkemizin lehine olacak ilişkileri kesemeyiz. Yahudilerle bugün iyi ilişkiler kurmak zorundayız. Kıbrıs savaşı sırasında bile Hayfa kumsallarındaki paraşütlerini Ankara Esenboğa’ya getirip dökmüşlerdir. Bize yardım etmişlerdir. Ama o sırada Arap ülkeleri Türkiye’nin, Kıbrıs’lı Türklerin lehine demeç bile vermemişlerdir. Devletlerin sürekli dostları ve sürekli düşmanları olmamalıdır. Bizim ülkemizin yararına ne ise o yapılmalıdır.

            ***  

DEVLETİN "GÜMRÜK BİRLİĞİ" VE "AVRUPA BİRLİĞİ" POLİTİKASI KARŞISINDA HANGİ STRATEJİYİ İZLEDİK?

        MHP, Avrupa Birliğine girilmesine karşıydı. Gümrük Birliği’ne de karşıydı. Ama Avrupa Birliği bir devlet politikası haline getirilmişti.

            Başbuğ, Avrupa Birliği’ne sıcak bakmıyordu. En azından girilecekse de "adam gibi" girilmesinden yanaydı. O, aslında Türk Birliği’nden yanaydı. Ama dünyayı da erken korkutmak istemiyordu. Onun içinde Türkiye-Rusya Federasyonu-Türk Cumhuriyetleri Barış üçgenini, Türkiye-ABD-İsrail ittifakını, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatını belli zaman aralıklarında gündeme getiriyordu.

            Türkiye`nin Gümrük Birliğine girme arifesinde ne yapacağımızı ve nasıl bir yol izleyeceğimizi konuştuk. Kendisine sunduğum strateji çok hoşuna gitmişti. Şunları söylemiştim: "Başbuğum, dünyada bir küreselleşme akımı başladı. Bu dalgaya karşı çıkıp durdurmak zor. Dalganın karşısına geçmek yerine dalganın üzerinde sörf yapmayı ve sörf yapa yapa limanımıza girmeyi başarmaya çalışmalı, bunu denemeliyiz. Bunun yolu da <Önce Türk Birliğini kuralım ve Avrupa Birliğine Türk dünyası ile girelim> tezi ile ortaya çıkmak olmalıdır. ‘Avrupa Birliğine evet ama’ diye başlayalım ve Türk Birliğini işleyelim. Her ‘ama’dan önceki kelimelerin çoğunlukla anlamı yoktur. Eğer Avrupa Birliği’ne böyle bir güçle girersek de bu, Avrupa Birliği’nde sığıntı değil, hakim güçler arasında bulunmamız demek olur.

            O sıralarda bir vakfın paneline davet edilmiştim. Konu Avrupa Birliği idi. Bu panel için hazırlayacağım konuşma metnini MHP Meclis grup toplantısında okumamı istedi. Bazı arkadaşlar grupta yaptığım konuşmayı iyi kavrayamadı veya ben iyi anlatamadım ki metindeki fikre karşı çıktılar. Başbuğ hiç bir şey söylemedi. Ben de panelde bu fikri işledim. Konuşmam ilgiyle karşılandı. Hatta "Küreselleşme ve Türkiye" adlı bir kitap yazdım ve "sörf yapma" politikamızı devam ettirmek istedim.

            ‘Küreselleşme ve Türkiye’ adlı eserimin önsözü Başbuğ’a aitti. Önsöz’de yazılanlar şöyleydi:

            “Dünyamızda küreselleşme, kendi kıt’a veya bölgeleri içerisinde hızla devam etmektedir. Bilhassa Batı ülkelerinin önder olduğu bu girişimler, genellikle önce ekonomik olmakta ve daha sonra da sosyal ve hatta siyasal bir anlam taşımaktadır. Görülen odur ki, milletlerarası mücadele yeni bir yola girmiştir. Bu yeni yol ekonomik ve siyasi birliklerden geçmektedir.

            Üretim faktörlerinde birlikler kuran ülkeler birbirlerinin eksikliklerini hızla tamamlarken, kendi ülkelerinin yatırım, üretim ve istihdam konuları ile ilgili problemlerini çözmekte, daha avantajlı dururma gelmektedirler.

            Küreselleşmede Türkiye’nin ekonomik, sosyal ve siyasal durumu daha çok önem taşımaktadır. Türkiye’nin fiziki olarak konumu Avrupa ile Asya arasında bir köprü olduğu gibi, İslam ülkeleri ve bağımsızlıklarına 1992 yılında kavuşan Ortaasya Türk Cumhuriyetleri ile de tarihi ve kültürel anlamda çok önemli bir yapıya sahip bulunmaktadır.

            Bu nedenle Türkiye’nin; pek yakınında bulunan ve yüzyıllarca her türlü ticari ve siyasi ilişkiler içinde olan yaklaşık 600 milyon nüfuslu Avrupa Birliği’nin (AB) ve bunun içinde ekonomik bir yapı ve atılım oluşturan Gümrük Birliği’ne kayıtsız kalması mümkün değildir. Ayrıca Türkiye kurucu olduğu Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEI) teşkilatını ve İslam ülkeleri ile müşterek oluşturulan İslam Kalkınma Örgütü’nü (İKÖ) daha da etkinleştirmek ve geliştirmek durumuyla karşı karşıyadır.

            Gelişen ve değişen dünyada Türkiye’nin de cesur, akıllı ve rekabete dayanan bir platformda yerini alması için kendisinin de bir çaba içerisinde olması ve öncelikle Türk Cumhuriyetleri Ekonomik ve Kültürel İşbirliği Teşkilatı’nı kurması şarttır. Türkiye dünyada ve bölgesinde barış, mutluluk ve istikrara önem verirken, kendisini çevresinde ve dünyada kurulan ekonomik, sosyal ve siyasal yardımlaşma ve dayanışmalardan da soyutlanamaz.  Ancak her kuruluşun amaçlarını, hedeflerini bilerek ve kendini ona göre hazırlayarak hareket etmesi de kaçınılmazdır.

            Bugün, milletlerarası mücadele yeni bir boyut kazanmıştır. Birlikler bu yeni boyutun yeni eserleridir. Dünya hakimiyetinin yeni yollarını iyi bilmek, iyi incelemek ve mücadele yollarını iyi tespit etmek mecburiyetindeyiz. Bunun bir yolu da tartışmaktır. Ancak tartışmaların bilinçli olması, çözüm yollarını ortaya koyması da çok önemlidir. Teslimiyetçi olmayan bir anlayış içerisinde olmalıyız.

            Bu nedenle, yayınlanan bu kitapta dünyadaki ve çevremizdeki tüm kurulan ekonomik birliklere değinilmiş, ancak Avrupa Birliği ile 1995 yılında gireceğimiz Gümrük Birliği’ne daha çok yer verilmiştir. Türkiye’nin ve her Türk vatandaşının kaderini yakından ilgilendirecek bu önemli konuların okunup, bilgi edinilmesi ve ona göre daha bilinçli bir düzeyde konuların tartışılmasını dilemekteyim.

            Türk milliyetçiliği Türk milletinin milli çıkar ve menfaatlerine dayanır.

            Bu özellik milliyetçiliğin değişmeyen ilkesidir. Ancak Türk milliyetçiliğinin ekonomik kalkınma stratejileri ve yolları değişen ve gelişen şartlara göre değişebilir. Tartışmaların Türk milliyetçiliğinin değişmeyen ilkeleri özünde değişken olan yol ve metodlara göre yapılması tercihimdir.

1.       1. 1995

Alparslan Türkeş

MHP Genel Başkanı”

            ***  

(Avrupa Birliği bayrağı-Türk Bayrağı)

 

DEMİREL ANAP`I PARÇALAMA PLANIMIZI KABUL ETMİYOR

            Başbuğ “iktidar olmak çok önemlidir. Bir siyasi parti her şeyden önce iktidar olmalıdır. Buna koalisyonlarda dahildir. İktidar veya iktidar ortağı olmak varken muhalefete geçmek doğru değildir.” derdi. Bu meyanda bazı çalışmalar yapmak üzere beni görevlendirdi. ANAP’tan bir grup milletvekili, DYP ve MHP koalisyonu için kolları sıvadık ve birebir çalışma içine girdik. Biz o zaman 30-35 milletvekiline tesir edecek ANAP’tan 10 milletvekili ile görüşmüştük. Bunlar arkadaşlarıyla beraber hükümete SHP’nin yerine ortak olacaklardı. Bu arada beş-on milletvekili de MHP’ye geçecekti. Biliyorsunuz bunlardan üçü daha sonra MHP’ye katıldı. Güneş Taner, Şadi Pehlivanoğlu, Gaffar Yakın’da MHP’ye katılacaklar arasındaydı. Sayın Demirel önce bu transferlere sıcak baktı. Biz bu sıcak bakışı görünce işe başladık. Büyük bir mesafe kat ettik. Demirel’le ikinci görüşmeyi yaptık. Ancak ikinci görüşmede bu sıcaklığı görmedik. Biz yine çalışmaya devam ettik. Gerekli sayıya vardık. Bu arada Devlet Bakanı Cavit Çağlar’la da istişare ediyorduk. O da bize yardımcı oluyordu. Tekrar Demirel’e çıktık. Bu sefer Sayın Demirel <konuyu enine boyuna bir düşüneyim> şeklinde bir cevap verdi. Başbuğ Demirel’i çok iyi tanıyordu. Bu dönüşünü değerlendirmeye başladı. Ya SHP ile koalisyonu devlet ve ülke açısından daha yararlı görüyor ya da MHP’nin koalisyonda büyüyeceği hesabını yapıyor ve bunu istemiyor diye düşünmeye başlamıştı Başbuğ. En son bir kere daha Başbakanlığa çıktık. Sayın Demirel <biraz bekleyelim> cevabını verdi. Biz de bunun üzerine sadece MHP’ye gelecek olanlar üzerinde çalışmaya başladık. Çünkü Başbuğ “Sanırım Demirel Cumhurbaşkanlığını düşünüyor, bu açıdan SHP’yi bırakmak istemiyor, biz bu işten vazgeçelim” demişti. Sayın Demirel Cumhurbaşkanı olduktan bir müddet sonra Cavit Çağlar’la bir görüşmemizde kendisi bana şunu söyledi “Biliyormusun, Baba ta o zaman Cumhurbaşkanlığına niyetliymiş, sizin önerilerinizi onun için sonradan kabul etmemiş” dedi.

(Süleyman Demirel, Güneş Taner, Şadi Pehlivanoğlu, Gaffar Yakın, Ercüment Konukman, Osman Ceylan resimleri)

            *** 

MHP-DYP, MHP-ANAP SEÇİM İTTİFAK ÇALIŞMALARININ BÜTÜN YÖNLERİYLE İÇ YÜZÜ

            MHP’nin 1995 yılı seçimlerindeki seçim ittifak çalışmaları hakkında tam bilgi vermek sanırım bir dönemi aydınlatacaktır. Çünkü bu dönem seçimlerle ilgili o kadar çok şey söylendi ki... İttifak çalışmalarının nasıl olduğunu, nasıl geliştiğini ve niçin neticelenmediğini anlayarak, o dönemdeki söylenenlerin de aslında nerelerden kaynaklandığını tespit etmiş oluruz.

            MHP-DYP seçim ittifakı, MHP-ANAP seçim ittifakı nasıl gündeme geldi?

Önceleri Sayın Çiller’e konu açıldığında iki siyasi partinin her konuda işbirliği yapmaları gerektiği dile getiriliyordu. Sonra bu işbirliği tabiri “Seçimlerde ittifak yapmalıyız” noktasına geldi. Ancak iki lider ilk defa, Temmuz 1993 tarihinde “iki siyasi partinin seçim ittifakı yapması lazım” diye konuştular. İlk teklif Sayın Çiller’den geldi. İttifak sözü çıktığından itibaren, ittifak çalışmalarının yapıldığı sürede ve ittifak çalışmalarının menfi olarak bittiği süreye kadar Sayın Çiller samimi olarak ittifakı istiyordu. Ancak çevresindekilerin bir kısmı ittifaka karşı çıkmıyor ama Çiller’i öyle tekliflerle yönlendiriyorlardı ki neticede ittifakın suya düşmesini sağlıyorlardı.

            Başbuğ Çiller’in samimiyetine inanıyordu. Ama DYP kadrosunu da çok iyi tanıyordu. Bir gün bana “Biz Çiller’e güvenebiliriz ama DYP’ye güvenemeyiz. Bunlar son anda bazı şeyler çıkartırlar. Bize 1980 öncesinde Adalet Partisi döneminde öyle yaptılar. Saadettin Bilgiç o zaman MHP ile ittifak için görevlendirilmişti. Görüşmeler yapıldı. Sonra oyalama taktiği güdüldü. Seçim yaklaşırken de ittifaktan vazgeçildi. Fakat bu arada köylere, kentlere biz MHP ile birleştik, oyunuzu boşuna MHP’ye vermeyin diye propaganda yaptılar. O zaman şimdiki gibi televizyonlar da yoktu. Radyo devletin radyosuydu. Adalet Partisi’nin bu propagandasını yıkmak için o zaman çok uğraşmıştık. Onun için biz bir de ANAP’la temas arayalım. Hatta RP ile bile düşünmeliyiz, ama şimdi olmaz, ayrıca şu an burunları da çok havada.

(Mesut Yılmaz, Tansu Çiller resmi)

            Bunun üzerine ben ANAP’la temas kurmak için bir iş adamı tanıdığıma konuyu açtım. Önce inanmak istemedi. “Siz DYP ile işbirliği yapmayacak mısınız?” dedi. “ANAP’la anlaşırsak yapmayabiliriz” dedim ve meseleyi anlattım. Bunun üzerine iş adamı arkadaşım Sayın Mesut Yılmaz’dan ikimiz için randevu aldı. 27 Mart 1994 mahalli idare seçiminden 15 gün önce 12 Mart 1994 tarihinde bu iş adamı ile birlikte Yılmaz’ı Nenehatun caddesindeki konutunda ziyaret ettik. ANAP’la seçim ittifakı yapmak istediğimizi anlattım. Önce tereddütle karşıladı. Ben gerekçelerimizi anlattım. Ve iki liderin mahalli seçimlerden önce buluşup mutabakata varmalarını istedim. Sayın Mesut Yılmaz bu teklifimi çok nazik bir üslupla geçiştirdi. Seçimlerden sonra bu buluşmanın gerçekleşebileceğini söyledi. 1994 Mahalli seçimlerinden bir ay kadar sonra Köroğlu caddesindeki bir büroda liderler korumaları olmaksızın buluştular. Ben Başbuğ’u arabamla evinden aldım ve bu büroya gittik. Büroda Başbuğ, ben, Sayın Yılmaz, Sayın Eyüp Aşık ve büro sahibi iş adamı vardı. Başka kimse yoktu. İki saati aşkın bir görüşmeden sonra Eyüp Aşık’la benim bir hafta sonra bir araya gelip ittifakın ana çerçevesini çizmemiz kararlaştırıldı. Ayrıca bir protokol de hazırlanıp imza altına alınacaktı.

            Bir hafta sonra Eyüp Aşık’la bir araya geldik. Üç dört saat çalışarak bütün illerdeki durumu, MHP ve ANAP’ın 1994 mahalli seçimlerinde almış oldukları oy oranlarını esas alarak döktük. Liderlerin imzalayacağı protokolün de metnini hazırladık.

(Eyup Aşık’ın resm) veya başka bir resim

            Ancak üç gün sonra Başbuğ’a ANAP’lı bazı milletvekilleri ve kişiler gelip, ANAP’la bir ittifak yapılmasının yararlarını anlatmaya başladılar. Hatta bazıları Yılmaz’la görüştüğünü söyleyerek Başbuğ’a geliyor, görüşüyor sonra da Yılmaz’a gidip Başbuğ ile olan görüşmeyi anlatıyordu. Bir gün içinde Başbuğ’a böyle üç kişi gelmişti. Akşam Başbuğ beni çağırdı.

            “Yahu Rıza ne oluyor böyle? Biz bu iş gizli kalacak demiştik. Mesut bey’le görüştük. Arkasından üç dört gün geçti gelen gelene, mesaj getiren getirene, götüren götürene. Ben bu durumda protokol falan imzalamam. Söyle ara veriyoruz bu işe” dedi.

            Belli ki bir sızma olmuştu. Bazıları görüşmenin gerçekleştiği büro sahibinin bu haberleri sızdırdığını söylüyordu ama bu iş adamı ile 12 Nisan’da Mesut Yılmaz’la yaptığımız görüşmeyi kimse duymamıştı. İş adamının böyle bir huyu olsaydı bu görüşme de iki ay içinde muhakkak bilinirdi. Demek ki dört kişiden biri bu görüşmeyi birilerine sızdırmıştı. Özetle bir karmaşa doğmuştu ve bu özellikle yapılmıştı. Bunun üzerine Cinnah Caddesi üzerindeki bir büroda Sayın Yılmaz’la buluşup durumu anlattım. Sayın Yılmaz protokolün hemen imzalanmasını istiyordu. Ancak bu durumda bunun olamayacağını söyledim. Sonra da Eyup Aşık’la aynı konuda konuştum. Ortalığın durulmasının doğru olacağını söyledim.

DYP AZINLIK HÜKÜMETİ VE YAPILAN GİZLİ VE AÇIK ANLAŞMALAR

            Tabii çok ince bir oyun oynuyorduk. Seçime kadar DYP ile ilişkilerimizi istediğimiz gibi yürütecektik. Seçim kararı alındığında DYP bir oyun oynarsa ANAP’la işbirliği yapacaktık. DYP’nin bir oyun oynayacağına da, yüzde yüz olmasa bile inanıyorduk. Çünkü DYP içerisinde MHP fikriyatına çok ters olanlar mevcuttu. Ayrıca böyle bir ittifakın Çiller’i güçlendireceğine inanan ve Çiller’e de karşı olanlar mevcuttu. Biz DYP deki bu durumu sadece geçmişteki Adalet Partisi örneğinden anlamıyorduk. DYP azınlık hükümeti kurulması sırasında da bu durumu anladık.

            DYP-CHP koalisyonu Baykal’ın direnmesiyle sona erince DYP azınlık hükümeti kurma yoluna gitti. DYP bu noktada, MHP ve DSP’nin desteğini istedi. Biz hükümet ortağı olursak bu desteği verebileceğimizi söyledik. DYP de DYP-MHP koalisyonuna DSP’den destek alma ihtimali çok zayıftır ancak DYP azınlık hükümetine DSP’den destek alma imkanımız olabilir cevabını verdi. Biz bu gerekçeyi haklı bulduk. Ancak bir formül geliştirmek gerektiğini söyledik. Necmettin Cevheri’nin makamında DYP’den Sayın Necmettin Cevheri, Sayın Rıfat Serdaroğlu ve Sayın Bekir Sami Daçe, MHP’den ise benimle birlikte Sayın Prof. Dr. Ercüment Konukman ve Sayın Yaşar Erbaz bir araya geldik. Biri gizli, biri açık olmak üzere iki anlaşma hazırladık. Kamuoyuna açık olan anlaşmaya göre MHP’nin DYP azınlık hükümetine desteğini içeren bir protokol iki lider tarafından kamuoyuna açıklanacaktı. Gizli olan anlaşmada ise şu maddeler yer alıyordu: 1- Yeni kurulacak azınlık hükümetinde 5 devlet bakanlığına atama yapılmayacak, bütçe geçtikten sonra 10 gün içinde 3 icracı bakanlık ve 2 devlet bakanlığı (biri başbakan yardımcılığı) MHP milletvekillerine verilerek DYP-MHP ortaklığı sağlanacaktır 2- Hükümet ortaklığı süresine kadar daire başkanlığı dahil üst yönetim kadrolarına atamalar her iki partinin görevlendirdiği üçer kişiden oluşan 6 kişilik komisyonda müzakere edilip karara bağlanacak ve başbakana arz edilecektir. Komisyon 6 kişi ile toplanacağı gibi tarafların bire bir iştirakiyle de toplanıp karar alabilecektir. 3- MHP belediyelerine bakanlıklarca yapılacak yardımlar yeterli seviyede gerçekleştirilecektir. 4- İl seviyesinde iki parti teşkilatları arasındaki problemler bu komisyon tarafından değerlendirilecektir. İşte DYP’lilerle bu anlaşmaları yaptıktan sonra Sayın Serdaroğlu gizli anlaşmayı kimsenin bilmemesi gerektiğini DYP’de de sadece genel başkanla bu heyetin bileceğini söylemişti. DYP’de MHP’ye karşı olan belli güç merkezlerinin varlığı bize hatırlatılmıştı.

(Protokoller konacak)

            DSP’nin, DYP azınlık hükümetine güvenoyu vermemesiyle, bu anlaşma uygulanamadı. Hatta DSP’nin güvenoyu vermesi için biz bile bazı çalışmalar yaptık. Ben Sayın Hüsamettin Özkan vasıtasıyla Sayın Bülent Ecevit’le görüştüm. Sayın Ecevit beni meclisteki odasında kabul etti. Ecevit’in kamuoyuna açıkladığı iki husus vardı; seçim kanununun değiştirilmesi ve işçilere uygun zam verilmesi. Ben seçim kanunu değişikliğini bizim de istediğimizi eğer seçim barajı düşürülürse kesinlikle tek başımıza seçime gireceğimizi söyledim. Hatta bu konuda bakanlar kurulunun hemen istediğimiz taslağı hazırlayıp kendilerine meclise teslim edilmek üzere verilebileceğini, bu teklifi DYP’ye götürebileceğimizi söyledim. Yine o zaman Sayın Ecevit’in şartı olan uygun ücretle toplu sözleşmelerin imzalanabileceğini söyledim. Şu anda sıfır zammın bizim ısrarımızla 50 trilyona çıkartıldığını, hükümet güvenoyu aldıktan sonra bunun daha da yukarılara çıkarılabileceği sözünün alınabileceğini, ama hükümet kurulmadan böyle bir anlaşmanın olmasını istemenin Türk-İş’in pazarlık gücünü çok fazla yükselteceğinden çok yüksek bir rakamın gündeme gelebileceğini söyledim. Beni çok dikkatlice ve ilgiyle dinledikten sonra konuyu arkadaşlarla görüşeceklerini söylediler. DSP toplantısını DYP ve MHP merakla bekledi. Meclis açılmış, yoklama yapılmış ve gündeme geçilmişti ama DSP’lilerin toplantısı hala bitmemişti ve DSP milletvekilleri meclise gelmemişti. Çok geç saatlerde meclise gelen DSP’liler DYP azınlık hükümetine ret oyu verdiler ve sonra tekrar CHP-DYP koalisyonu kurulmuş oldu.

(Bülent Ecevit, Hüsamettin Özkan fotoğrafları)

MHP-DYP SEÇİM İTTİFAKINDA TEMEL OLARAK ORTAYA KONAN İLKELER

            MHP’nin seçim ittifak çalışmaları tam olarak bilinmedi. Ben o tarihlerde bu konuda bir açıklama yapamadım çünkü başka şeyler araya girecekti. O başka şeylere cevap versem bir türlü, vermesem bir türlü olacaktı. Hani derler ya yukarısı bıyık, aşağısı sakal. Öyle bir durum vardı. Ben hiçbir zaman liderin yıpratılmasından yana olmadım. Çünkü ülkemizde siyasi partiler liderleriyle mesafe kat ediyor. Lider yıpranınca parti yıpranıyor, hareket yıpranıyor. Liderleri de koruyacak olan yanındaki yardımcılarıdır. Şu anda bile bazı yöneticiler vardır. Bir baskıyla karşılaşınca hemen şu kelimeye sığınırlar “Ne yapalım kardeşim genel başkan böyle istedi” Bana göre bu acizliktir. Bunu söyleyenin genel merkezde oturmaması lazımdır. Yalakalık ayrı, davayı düşünerek belli güçlükleri göğüslemek ayrıdır.

            DYP ile ilk müzakeremiz DYP grup odasında gerçekleşti. DYP heyetinde Yaşar Dedelek, Mehmet Gölhan, Necmettin Cevheri, Esat Kıratlıoğlu ve yanılmıyorsam Hasan Ekinci vardı. MHP heyetinde de ben, Yaşar Erbaz, Servet Turgut, Salih Gökçe bulunuyorduk. Görüşme saat 13’te olacaktı. Biz heyet olarak saat tam 12.57’ de DYP grup odasında olduk. Yaşar Dedelek hemen peşimizden odaya girdi. DYP heyeti ancak 13. 30’da toparlanabildi. Bu durum biraz canımızı sıkmıştı. İki siyasi partinin böyle ülkenin geleceğini şekilleyecek önemli bir konuda bir araya gelmesindeki bu ciddiyetsizlik, sanki bu meselenin çok önemsenmediği havasını vermişti. Toplantının çıkmaza girmesini temin edecek tekliflerde bulunduk ve bir saat sonra hiçbir konuda tek bir anlaşma sağlanmadan akşam 19’da tekrar toplanmamıza karar verdik. Bu sefer akşam 19’daki toplantıya biz on beş dakika özellikle geç gittik. DYP heyeti hazır bizi bekliyordu. Bunun üzerine ittifakın hangi prensipler üzerinde gerçekleştirilmesi gerektiği hususlarını gündeme getirdik. Biz öncelikle ittifakta;

            1-1994 mahalli seçimlerinde alınan oyların baz tutulması,

            2-Bu oylar üzerinde 550 milletvekilinin kaçının DYP’ye kaçının MHP’ye verilmesi gerektiğinin tespit edilmesi,

            3-İllerde MHP ve DYP’nin kaç aday göstereceği ve adayların sıralamaların nasıl olacağı hususunun da yine MHP ve DYP’nin illerdeki oy oranlarına göre tespit edilmesi,

            hususlarının üzerinde durmuş ve tekliflerimizi ortaya koymuştuk. Ancak DYP heyetinde bulunanların bir kısmının böyle bir hesaplama yerine global rakamlar üzerinde durulması gerektiği noktasında olduklarını gördük. Tekrar bir araya gelmek üzere toplantıyı bitirdik.

            Biz ertesi gün böyle kalabalık ve fikir birliği içerisinde olmayan bir heyetle çalışmanın hiç de verimli olmayacağını DYP genel başkanına ilettik. Bunun üzerine diğer bütün toplantıları Mehmet Gölhan ve Yaşar Dedelek ile yürüttük.

            Yaşar Dedelek’le ilk görüşmemiz, zamanında Nihal Atsız’ın suçladığı, Mustafa Barsan adındaki bir arkadaşımızın bürosunda oldu. Bu görüşmede ben daha önce hazırlamış olduğumuz dosyayı kendisine sundum. Bu dosyada her il için bir sayfa mevcuttu. Her sayfada o ilde MHP ve DYP başta olmak üzere bütün siyasi partilerin aldıkları oy sayısı ve oranı mevcuttu. Önce her ilde DYP ve MHP’nin oy oranlarına göre milletvekili aday sayıları ve sıraları tespit edilecekti. Mesela Erzurum’da DYP 60.252 oy, MHP 54.367 oy almıştı. Bu durumda Erzurum adaylarının 1. sırası DYP’nin, 2. sırası MHP’nin 3. sırası DYP’nin , 4. sırası MHP’nin oluyor ve bu böyle devam ediyordu. Yine Adana’da MHP 168.075 oy, DYP 155.572 oy aldığı için sıralama 1-MHP, 2-DYP, 3-MHP, 4-DYP, 5-MHP, 6-DYP şeklinde devam ediyordu.

            İllerdeki oy oranları ölçüsünün yanı sıra bazı iller için bir de şu ölçüyü ortaya koymuştuk. Bir ilde DYP tek başına girerse kaç milletvekili çıkarıyor, MHP kaç milletvekili çıkarıyor? İttifak olursa kaç milletvekili çıkıyor. Tabii bütün bu hesaplamalarda 1994 mahalli seçimlerinde alınan oy sayısı ve oranları esas alınıyordu. Mesela Amasya’da toplam 3 milletvekili var. DYP tek başına girerse 1 milletvekili çıkarıyor. MHP ile ittifak yaparsa 2 milletvekili çıkarıyor. Ama oy oranları esasına göre 1-DYP, 2-DYP, 3-MHP oluyor. Ancak böyle bir sıralamada ittifakın 2 milletvekili çıkarması zorlaşıyor. Çünkü bu ilde mezhep farklılığı nedeniyle her halükarda CHP’nin bir milletvekili var. Ama 1-DYP, 2-MHP, 3-DYP olursa ittifaka iki milletvekili kesin çıkmış oluyor. Yine İzmir’de de durum şu şekilde düzenleniyordu. Oy oranı esasına göre İzmir’de 1-DYP, 2-DYP, 3-DYP, 4-MHP, 5-DYP, 6-DYP oluyor. Ancak bu ilde DYP tek başına girdiğinde 3 adet, ittifakla girdiğinde 4 adet milletvekili çıkarıyor. MHP’nin 1994 seçimlerinde belediye başkanlığı seçimine giremediği ve oyların büyük bölümü DYP adayına gittiği dikkate alınarak 4. sıradaki MHP sırasının 3. sıraya yükseltilmesi gibi, 6-7 ilde de düzenlemeler yapılıyordu.

( 2 il çizelgesinden örnek konacak İzmir-Erzurum)

Bu şekilde il il yapmış olduğumuz hesaplama neticesinde (Seçim sistemi değişmediği sırada) 450 milletvekilinin 136 adedini MHP, 314 adedini DYP aday olarak gösteriyordu. Seçim sistemi değiştikten sonra da MHP 166, DYP 384 aday gösterebiliyordu.

            1994 mahalli seçimlerinde alınan oy oranları hesabına göre de muhtemelen DYP’nin 180, MHP’nin de 40 milletvekiline sahip olabileceği hesaplanıyordu. Ancak iki siyasi partinin iller bazında milletvekillerini adil bir şekilde paylaşıp bütünleşmeyi sağladıktan sonra da Kamuoyunda iktidara en yakın parti imajı ile kararsız oylardan (o sıralarda ve önceki yıllarda kararsızların oy oranı %13 civarında idi) %7 civarında oy alınarak birinci parti olarak meclise girilebilinecek ve DYP ve MHP’nin milletvekili sayısı daha yukarılara çıkabilecekti.

            Biz uzun süren çalışmalardan sonra bütün illerin bu şekilde dökümünü yapmış ve konuyu iki liderin protokol imzalamasını sağlayacak şekile getirmiştik. Yaşar Dedelek’in meclis lojmanlarındaki evinde Mehmet Gölhan ve Yaşar Erbaz olmak üzere dört kişi bu mutabakatı temin etmiş olduk. İmzalanacak protokolün taslak metnini de hazırladık. Liderlerimize konuyu aynı gün sunmayı ve ertesi gün de bir araya gelerek protokolü imzalamalarını karar altına aldık. Özel durumları olan Isparta, Amasya gibi beş altı ilin durumunu da liderlerin kendi aralarında konuşmalarını uygun gördük.

            Bu müzakereler sırasında gördüğümüz enteresan bir durum vardı. Hiçbir şey gizli kalmıyordu. Bir keresinde Yaşar Dedelk’in Meclis lojmanlarındaki evinden dışarı çıktıktan beş dakika sonra o zaman Sabah Gazetesinde görev yapan Metin Işık beni arayarak toplantının nasıl geçtiğini soruyor ve toplantıda alınan kararlarla ilgili bilgiler veriyordu. Ben de “ ne toplantısı? Toplantı falan yok, bir hasta ziyaretinden geliyoruz”  derken hem bir dostuma mahcup oluyor  hem de hayretler içerisinde kalıyordum. Basın ise sürekli MHP tabanını tahrik eden haberleri veriyordu. Bütün bu çalışmaları yürüten arkadaşlar hedef haline getirilmiştik.

            Ertesi gün Başbuğ ile birlikte Başbakanlık konutuna çıktık. Başbuğ Çiller’e “Efendim hayırlı olsun. Arkadaşlar çalışmalarını tamamlamışlar. Bugün inşallah protokolümüzü imzalarız. Yalnız arkadaşların bizlere bıraktığı çok küçük birkaç konu var. Müsaade ederseniz Rıza bey sizlere arz etsin” dedi. Çiller ise bizlere şunları söyledi: “Sayın Türkeş ben arkadaşların yaptığı çalışmayı yürürlüğe koyamam. 40 milletvekili veremem (Seçilmesi muhtemel sıralardaki adayları kastediyor) bir de sizden ancak toplam 100 aday alabilirim. Bu 100 aday içinden de sadece 22 tanesini seçilebilecek sıralara koyabilirim. Ben MHP’nin mecliste olmasını istiyorum. Sizin meclise girmenizde büyük faydalar görüyorum. Grup sayısı malumunuz 20’dir. Biz size 22 milletvekili verelim. Sizler de grubunuzu kurmuş olursunuz. Bana çok ciddi kamuoyu araştırmaları getirdiler. DYP’nin oy oranı %30’ları aşıyor. İnal Kıraç bey çok ciddi bir araştırma yaptırdı. Oy oranımız bu civarlarda. MHP’de %6 civarında. Ben ancak bu şekilde bir anlaşma yapabilirim”.

            İkimiz de şaşırıp kalmıştık. Başbuğ benim yüzüme bir baktı ve hemen Başbakan’a dönüp “Efendim biz bir düşünelim, sonra bildiririz. Şimdi müsaadenizi isteyelim” dedi ve kalktık. Başbuğ önümde ben arkasından kapıya doğru yürümeye başladık. Çiller önce Başbuğ’un elini sıktı “güle güle” dedi. Bana sıra gelince de “Sen bizim arkadaşları ne kadar korkuttun” dedi. Ben anlamadım dercesine yüzüne baktım, devam etti, “Bir şey olduğunda kızıyormuşsun, dosyaları toplayıp, ‘bu iş burada biter’ diyormuşsun.” Dediklerinden bir şey anlamamıştım ama Başbuğ’u kapıda bekletmemek için sadece “Yok öyle bir şey” dedim ve yürümeye başladım. Arabaya bindiğimizde Başbuğ, Başbakan’ın ne dediğini sordu. Ben de durumu anlattım. Başbuğ da bana şunları söyledi “Bu işte bir şey var Rıza. Sen en ılımlı arkadaşlarımızdansın. Birileri bir şey çeviriyor ama anlarız. Sen şimdi ANAP’la irtibata geç. Daha önce endişelerimi söylemiştim. Tansu Çiller samimi ama belli ki aklını çelmişler. Baksana %30 oy alacağına inanıyor”.

            Seçim bittikten birkaç ay sonra bir DYP’li arkadaşımdan Başbakanın bahsettiği korkutma olayının aslını öğrendim. Bizim Sayın Dedelek ve Gölhan’la olan son mutabakatımızdan sonra, o gün konuta Çiller’e bilgi vermek için çıkmışlar. Dedelek’in yanı sıra Yalım Erez, Hasan Ekinci ve birkaç bakan da bulunuyormuş. Bunlar Çiller’e, “Efendim bu şekilde bir anlaşma yapıldı. Ancak bu sayılar çok fazla. Biz MHP’ye grup sayısı olan yirmiye iki ilave edelim, 22 milletvekili verelim” şeklinde fikirler beyan etmişler. Dedelek’te bu fikirlere katılmış. Bunun üzerine Çiller “Peki yaptığınız anlaşma fazla idiyse niçin bu anlaşmayı yaptınız? Neden 22’de anlaşmadınız?” diye sormuş. Bunun üzerin de şu cevabı almış “Böyle bir anlaşma yapmak mecburiyetindeydik. Çünkü Rıza Müftüoğlu MHP’ye ters bir şey oldu mu, dosyaları toplayıp, toplantıyı terk etmeye hazırlanıyordu. Müzakereler kesilir diye korktuk”. İşte korkutma masalının aslını aylar sonra böyle öğrendim. Benim bu bilgiyle birlikte anladığım şu oldu. DYP’de MHP ittifakını istemeyenler mevcuttu. Bunların bir kısmı fikir açısından bize tersti. Bir kısmı ise Çiller’in güçlenmesini istemiyorlardı, çünkü bunlar Çiller’in makamına hesaplar yapıyorlardı. Bir de Çiller’in danışmanları arasında bir Amerikalı varmış, o da bu ittifakın aleyhine çok bilgiler vermiş. Tabi en önemlisi Çiller’e DYP’nin %30 oranında oy alacağını belirten kamuoyu araştırmalarını getiren Koç’un damadı İnal Kıraç’ın bu araştırmayı neden getirdiğini öğrenmek lazım. Çünkü hatırlarsanız kamuoyu araştırmalarını seçim yasakları girdikten sonra yayımlamak yasak olduğu halde Milliyet Gazetesi MHP’nin oy oranını %6 olarak gösteren kamuoyu araştırmasını yayımladı. Bu yayının yapıldığı günün gazetesi, İstanbul ve İzmit çevresinde o gün 500.000 adet bedava dağıtıldı. Bu yayından sonra da MHP barajı aşamıyor, oyların boşa gitmesin propagandası yoğunlaştırıldı. Yani belli güç merkezleri Başbuğ’u ve MHP’yi meclisde istemedi.

            Parti genel merkezine gittikten sonra, hemen Servet Turgut ve Abidin Dursun Kaleli ile bir araya geldik. Daha önce Eyup Aşık’la birlikte hazırladığımız taslağı gözden geçirmeye başladık. Bu arada Eyup Aşık’ı aradım ve hemen bir araya gelmemiz gerektiğini söyledim. “Mesut bey’le görüşeyim, sana haber vereyim” dedi. Daha sonra, ertesi gün Köroğlu caddesindeki büroda saat 13’de buluşmaya karar verdik. Araya başka konular girince, Servet bey ve Abidin bey’le ertesi sabah altı otuzda partide buluşup, bu çalışmayı yürütmeye karar verdik. Eyup Aşık’la buluşma saatinden önce her şeyi hazırlamak istiyordum.

            Ertesi sabah erken saatlerde partide arkadaşlarla çalışırken Sayın Çiller telefonla beni aradı. “Konuta kadar gelebilir misiniz?” dedi. Ben biraz duraklayınca, duraklama sebebimi anlamış olacak ki “Sayın Türkeş’le görüştüm bilgisi var, sizi konuta bekliyorum” dedi. “Peki efendim” dedikten sonra hemen Başbuğ’u aradım. Durumu bildirdim Başbuğ bana “oğlum beni de sabah yatağımdan kaldırdı. Git bak bakalım” dedi.

            Hemen konuta hareket ettim. Başbakan’ın yanında Yaşar Dedelek vardı. Ayaktaydı, bana oturun demeden sordu “Rıza bey öncelikle size bir şey soracağım.    Bizimle ittifak yapmak istiyor musunuz?” Günlerdir yorgun ve uykusuzdum. Gergindim. Buna rağmen sesimin yükselmesini bastırarak şunları söyledim, “Efendim biz her şeyden önce ülkemiz için bu ittifakı istiyoruz. Ayrıca şunu da hatırlatmak isterim ki, bugüne kadar, seçildiğiniz kongre başta olmak üzere her kritik zamanda yanınızda olduk. Bugüne kadar da saatlerce, günlerce süren müzakereleri arkadaşlarla yaptık. İttifak istemesek bu yakınlık ve görüşmeler niye yapılsın ki? Biz ittifakın olmasını istiyoruz, ama şu unutulmamalıdır ki biz bir siyasi partiyiz. Global ölçülerle bu ittifakı yapamayız. Sizler bize 22 milletvekili verelim diyorsunuz. Mesele milletvekili sayısı değil ki, bize 100 milletvekili verseniz yine olmaz deriz. Çünkü nasıl ve ne şekilde vereceksiniz ki bunları deriz, oylar kaybolmaz mı diye sorarız? Mesele önce iki siyasi partinin tabanlarını birleştirmektir. Bunu temin etmek için de belli prensipleri ortaya koyup bunu uygulamak lazım. Bir örnek vermek isterim. Mesela sizler deseniz ki, ‘Biz Erzurum’da 1. sırayı, 2. sırayı MHP’ye veriyoruz. 3. ve 4. sırayı da DYP olarak biz alıyoruz’. Ben bunu kabul etmem. Erzurum’dan aday olduğum halde kabul etmem. Niçin? Çünkü bu sıralamayla ben Erzurum’da DYP seçmeninin ancak üçte birini alabilirim. Burada doğru olan nedir? 1.DYP, 2.MHP sıralamasıdır. Onun içindir ki 22 milletvekilini kabul edemeyiz. 100 milletvekili de verseniz bu doğru olmaz. Önemli olan her ili, il bazında oy oranına göre ele alıp bir değerlendirme ve sıralama yapmaktır. Tekrar ediyorum, bizim bir siyasi parti olduğumuzu unutmayın”.

            Çiller bu konuşmadan etkilenmiş olacak ki; “Oturun lütfen” diyerek konuyu biraz daha anlatmamı istedi. Anladığım şu olmuştu ki Çiller bu ittifak çalışmalarının hangi esaslar üzerinde yürütüldüğünü bilmiyordu. Daha doğrusu kendisine bilgi verilmemişti. İttifakın esaslarını anlattım, illerden örnekler verdim. Bir ara Dedelek “Bütün karlar sizin mi olacak” diye bir çıkışta bulundu. Ama ben izahatlarımı sürdürdüm. En son Çiller bana “Dosyalarını çıkar. Benimle çalışmaya var mısın? Tek tek iller üzerinde çalışalım ve bu işi bitirelim” dedi. “Evet” demedim. Bir müddet düşündüm. Belki doğru yaptım, belki yanlış yaptım, tartışılabilir. Liderimle görüşmem gerektiğini söyledim Bana bir iki saat içinde cevap beklediğini söyledi. “Peki” deyip ayrıldım.

            Döndüğümde Başbuğ da partiye gelmişti. Kendisine durumu anlattım ve şunları söyledim, “Başbuğ’um, ben şimdi konuta çıkar, her şeyi tek tek izah eder, tam istediğimiz gibi olmasa da buna çok yakın bir noktaya Sayın Başbakanı getirebilirim. Çünkü bizim ölçülerimiz doğru, ikna ederim. Kendisine bugüne kadar tam bilgi verilmemiş. Zaten biraz anlatınca gel beraber çalışalım dedi. Bu izni ve görevi verirseniz layıkıyla yerini getiririm ama bir endişem var, bunu da ancak sizler çözebilirsiniz”. “Nedir çözmemi istediğin” dedi. “Diyelim ki konuta çıktım, anlaştık. Biliyorsunuz efendim bundan sonra MHP’den istifa edilip, DYP’ye geçilmesi lazım. Seçim kuruluna da aday listelerini DYP verecek. Biz şimdi anlaşsak bile liste seçim kuruluna verilirken RP’nin 1991 seçimlerinde bize yaptığı gibi korkarım ki DYP de sayılarda bir oynama yapabilir. Sıralarda oynama yapabilir. Bu, Sayın Çiller’in geçireceği ilk genel seçim. Kendileri ne kadar iyi niyetli olursa olsun etrafındakiler malum, günlerdir hala bir sonuca varamadık. Onlar bizim peşimize düşüp ikna edecekleri yerde biz nelerle uğraşıyoruz. İşte listelerin değişmeyeceği noktasını sizin Çiller’le çok kesin bir şekilde bağlamanız lazım. Çünkü DYP’ye geçildikten sonra ip boyundadır, daha kıpardanamaz” dedim.

            Bunun üzerine Başbuğ, “Oğlum bunlarla bir mutabakata varmıştık, sonra seçim kanunu değişti, siz yeniden oturdunuz yeni bir anlaşma sağladınız. Sonra bunu Tansu Çiller değiştirdi, ya da değiştirttiler. Şimdi sen konuta çıkıp yeni bir anlaşma yapacaksın. Bunlar bize listelerin değiştirilmeyeceği sözünü verdikten sonra, bundan caymayacaklarının bir garantisi yok ki? Biz bunlarla daha fazla uğraşamayız. Sen ANAP’la gerekli görüşmeni yap. Olursa olur olmazsa olmaz. Biz Mamak’lardan meclise geldik. Barajı aşamaz meclise giremezsek ne olur ki? Bir dönem daha bekleriz o kadar. Bizim için önemli olan davadır. Milletvekilliği değil. Allah’a sığınırız gireriz tek başımıza, millet ne verirse ona rıza gösteririz. Şimdi kalemi kağıdı al ve yaz” dedi. Yan odaya geçerek mektubu daktiloya çektim. İmzaladı. Mektubu Koruma müdürü Tahsin bey’e verdi. Başbakanlık konutuna gidip mektubu teslim etmesini söyledi ve bu şekilde DYP ile ittifak meselesi kapanmış oldu.

            DYP’den başka bir heyetle bu çalışmaları yapsaydık netice değişir miydi? Belki değişebilirdi. Mesela biz Sayın Rıfat Serdaroğlu ile kısmı mahalli seçimlerde ve sonradan iptal edilen milletvekili ara seçimlerinde MHP-DYP seçim işbirliği anlaşmasını yürüttük. Yarım saatte meselemizi bitiriyorduk. Birkaç saatte de memleket meselelerini konuşuyorduk. Neden? Çünkü Sayın Serdaroğlu teşkilattan gelen, gerçekçi, iyi bir siyasetçiydi, konuyu hemen anlıyor ve birlikte daima bir orta yol buluyorduk. Sanırım Sayın Serdaroğlu olsaydı farklı bir durum olabilirdi. Yani bir kısımların dediği gibi MHP’nin işi yokuşa sürmesi gibi bir durum olmamıştır. Bizim ortaya koyduğumuz ölçü 1991 genel seçimlerinde MÇP-İDP-RP ittifakında da ortaya konan ölçü olmuştur. Bu ölçü alınan oy oranlarına göre aday sayısı ve sırasının tespiti ölçüdür. Bir kısım DYP’liler “Ama MHP’nin barajı aşmama ihtimali vardı. Bizimle ittifak yaparak bu rizikodan tamamen kurtulunuyordu. Onun için MHP yanlış yaptı” şeklinde gerekçeler ileri sürmüşlerdir. Bu gerekçeleri haklı görenler de olmuştur. Ama biz de kendilerine, “MHP de size altın tepsi içinde başbakanlığı veriyor, sizi birinci parti yapıyor. DYP MHP ile ittifak yapmazsa DYP ya ikinci ya da üçüncü parti olur. Bu da çok önemli bir durumdur. Dolayısıyla meseleye tek taraflı bakmak yanlıştır” dedik.

(Rıfat Serdaroğlu’nun resmi)

            Bizim; MHP’nin, haklı olduğu ortaya çıktı. 1995 seçimlerinden sonra ANAP-DYP ve DYP-RP koalisyonları bin bir güçlükle kuruldu. Ardından 28 Şubat süreci yaşandı. Bu gün ise siyasi durum ortada. DYP yüzde onun altında, ANAP yok. İşte 1995 de MHP ile ittifak konusunda anlaşmayan DYP ve ANAP’ın durumu budur.

 

ANAP`LA SEÇİM İTTİFAKI ÇALIŞMALARI

            ANAP’la niye ittifak çalışmasına girdik. Daha doğrusu hem DYP hem de ANAP’la niye birlikte bu çalışmaları yürütmek istedik? Başbuğ DYP’yi iyi bilen, eskiden beri bilen bir liderdi. 1980 öncesinde de buna benzer bir durum olmuş ve o zaman Adalet Partisi son anda çark etmişti. Başbuğ böyle bir neticenin olabileceğini hesap ediyordu. Onun için ANAP’la da bir teması uygun bulmuştu.

            ANAP’la ikinci temas Sayın Çiller’e mektubu gönderdikten bir saat sonra gerçekleşti. Eyup Aşık’la işadamının bürosunda bir araya geldik. Daha önce birlikte hazırladığımız çalışmaları çıkardık. Bu çalışmalar eski seçim yasasına göre düzenlenmişti. Bu defa yeni seçim yasasına göre yeni bir düzenleme yaptık. Yarım saatte işimizi bitirdik. Yaptığımız çalışmadaki hesaplamaya göre 550 adayın 151 kadarını MHP gösterecekti. Oy oranlarına göre yapılan bu düzenlemede MHP muhtemel seçilebilir 62 yerden milletvekili adayına sahip bulunuyordu. Yine yaptığımız anlaşmaya göre listelerin seçim kuruluna verilmesinden üç gün önce liderler ve kurmayları bir araya gelecek, seçim kuruluna verilecek liste bu birliktelik süreci içerisinde hazırlanacak, ANAP, seçim kuruluna vaktinden bir gün önce listeyi verecek ve o sırada MHP’den aday olacaklar ANAP’a geçmiş olacaktı. İttifakın işlemesi bütün detaylarına kadar konuşulmuş ve karara bağlanmıştı. Sayın Aşık’la vardığımız bu yeni mutabakatı liderler imzalayacaktı. Bu çalışmayı yaptığımız günün akşamı liderlerin bir araya getirilmesini kararlaştırdık. Sayın Aşık benimle yarım saat sonra irtibat kuracağını söyledi ve ayrıldık. Haberleşip liderleri bir araya getirecektik.

            Ben partiye gittim ve durumu Başbuğ’a ilettim. Başbuğ memnun oldu. Sayın Aşık’la o gün 16’da çalışmalarımızı bitirmiş, mutabakata varmış ve yarım saat sonra haberleşmek üzere ayrılmıştık. Ancak aradan iki üç saat geçmesine rağmen hiçbir haber çıkmamıştı. Ben gece yarısından sonra saat 02’ye kadar bekledim. Hiçbir haber çıkmadı.

(ANAP ile yapılan protokol ve iki il örneği)

            Ertesi gün saat 11.oo de Başbuğ beni çağırdı. “Ne oldu? Bir haber çıkmadı mı?” diye sordu. Durumu anlattım. Sonra Sayın Aşık’ı ben aramaya başladım. Ama bulamıyordum. Onu bulabilecek bazı arkadaşlara rica ettim, ama onlar da bulamıyordu. Sonradan öğrendiğime göre bu sıralarda bazı arkadaşlar ANAP’la temas kuruyorlarmış. Hatta bazı arkadaşlara da benim ismim zikredilerek benim ağzımdan bazı laflar iletiliyormuş. Özetle bu bir günün hesabını o günlerde çıkartmak mümkün olmadı. Daha sonra da fırsat olmadı. Ancak bu arada yapılan temasların tam olarak açığa çıkartılması sanırım bazı şeyleri de ortaya dökecektir.

            Bu arada Başbuğ seçim çalışmalarını yapmak üzere Yaşar Erbaz, Salih Gökçe, Servet Turgut ve beni Kelebek sokaktaki bürosuna çağırdı. Saat 16oo sıralarında bu çalışmaları yaparken bana tekrar “ANAP’tan bir haber var mı?” diye sordu. Biraz daha beklemeyi teklif ettim. Uygun buldu. İki saat kadar bekledik. Yani Eyup Aşık’la mutabakata vardıktan sonra aradan tam 26 saat geçmiş oluyordu ve hiçbir haber verilmiyordu. Saat 18oo idi. Başbuğ saatine baktı. Bize döndü “Bu saatten sonra artık bir şey olmaz. Biz daha önce kararlaştığımız gibi seçime tek başımıza gireceğiz. Ben artık gidiyorum” dedi.

(Yaşar Erbaz, Salih Gökçe resimleri)

            Hiçbir şey söyleyemedik. Bir ara Yaşar bey “Efendim özel olarak yaptırdığımız kamuoyu araştırmalarında durumumuz kritik, barajı aşamayabiliriz, biraz daha beklesek nasıl olur?” dedi. Başbuğ ise şunları söyledi: “Biliyorum o araştırmayı, Rıza bey verdi, inceledim. Biliyorum ama bundan sonra daha beklemeye gerek yok. Hadi size iyi çalışmalar” dedi ve kalktı gitti.

            Başbuğ’un kalkışından tam on dakika sonra cep telefonumdan Eyup Aşık beni aradı ve “Biz Mesut beyle birlikte Kelebek sokaktaki büroya geliyoruz, yoldayız” dedi, Ben de cevaben “Artık çok geç. Başbuğ on dakika önce bu iş artık bu saatten sonra olmaz dedi ve bürodan ayrıldı” dedim.

            Meğer ANAP divanında ve belli kişilerle bu ittifak konusu uzun uzun tartışılmış. Karşı çıkanlar olmuş. En son MHP ile ittifak kararı çıkmış ve hemen bize doğru yola koyulmuşlar. Ama belirttiğim gibi 26 saat hiç bilgi vermeden ve hiç irtibat kurmadan... Eyup Aşık ısrar edince ben “Başbuğ tanıdığım kadarıyla bu kararından sonra artık bu işe sıcak bakmaz. Ben size Başbuğ’un ev telefonunu vereyim. Artık siz direkt temas kurun, Sayın Yılmaz görüşşün. 26 saatin de hesabını siz verin” dedim. Sayın Mesut Yılmaz, Başbuğ’u evden aramış, ancak bulamamış, not bırakmış. Fakat Başbuğ o gece eve dönmemiş ya da çok geç saatte dönmüştü. Damatlarından birinin evindeymiş. Ben de son şans olarak kendisinin doktoru Sayın Prof. Dr. Arif Özdemir’i arayarak durumu izah ettim ve kendilerinin Başbuğ ile temas kurmalarını rica ettim. Ancak Arif bey de buna muvaffak olamadı. ANAP’la da ilişkiler böylece bitmiş oldu.

            Tabii ‘1994 mahalli seçimlerinden sonra ANAP genel başkanı ile gizli mutabakata varan Başbuğ, neden ANAP’ı daha fazla beklemedi?’ sorusunu soranlar oldu. Hatta Başbuğ’a seçime tek başına girme hususunda baskı yapıldığını bile dile getirenler oldu. Ancak benim bu konularda bir bilgim olmadı. Ben böyle bir şeyin olacağına da ihtimal vermiyorum. Bana göre asıl mesele şudur: Kamuoyu bizi DYP’ye endekslemişti. Herkes MHP-DYP ittifakını bekliyordu. Bu tür koyu bir görünüm ortaya çıkınca birden ANAP’a dönmeyi Başbuğ içine sindiremedi. Eğer ANAP sıcağı sıcağına hareket etmiş olsaydı veya sürekli bir irtibatla bu 26 saati geçirmiş olsaydı, Sayın Yılmaz arada bir Başbuğ’u arasaydı, bu ittifak gerçekleşebilirdi. Normal hayatta medeni ilişkilerde iki kişi birbirlerine randevu verdiklerinde ve bir aksilik olduğunda birbirlerini haberdar ederler. Burada iki siyasi parti var, ülkenin geleceği var. Ama 26 saat tek bir ses yok. Böyle sıkıcı bir durumda Başbuğ ANAP meselesini bitirmiş oldu.

 

 

NEDEN BU İTTİFAKLAR GERÇEKLEŞMEDİ?

        1995 genel seçim arifesinde çok değişik bir ortam doğmuştu. Biz ittifak çalışmaları yaparken DYP genel başkanına o dönem Koç Holding’de yönetici olan İnal Kıraç sözde bir kamuoyu araştırmasını getiriyor ve DYP bu araştırmaya göre %30 oy alıyor.

            İttifak çalışmalarının ilkelerini komisyon olarak belirliyoruz. MHP Genel başkanı sistemi biliyor ama DYP genel başkanı bilmiyor. O dönem ittifak çalışmalarında DYP heyetinin başı olan Yaşar Dedelek bir müddet sonra DYP`den ANAP`a geçiyor. ANAP`la yaptığımız ittifak çalışmalarında ANAP`ı temsil eden Eyup Aşık da ne hikmetse ANAP`tan DYP`ye geçiyor. Bu geçişler bir tesadüf de olabilir ama oldukça garip bir durum olduğunu kabul etmemek de mümkün değil.

            1991-1995 döneminde çıkan bir yasa ile seçim çalışmalarının resmen başladığı tarihten seçim gününe kadar kamuoyu araştırmalarını yayımlamak yasak olmasına rağmen Milliyet gazetesi bir kamuoyu araştırması yapıyor ve MHP`yi %6 gösteriyor ve "sağ" seçmene oylarınızı bölmeyin mesajının verilmesine müsait zemin hazırlıyor. Bu yetmiyormuş gibi İstanbul ve İzmit bölgesinde 500.000 gazeteyi bedava dağıtıyor.

            ANAP 26 saat MHP`ye hiçbir cevap vermiyor ve bu arada bazı kişiler başka kanallardan MHP, ANAP ittifakı için çalışmaya başlıyor ve ortalık karmakarışık hale getiriliyor.

            Basın mensupları DYP kanadından bilgi alıyor. ama yazılan haberler hep eksik, yanlış ve parti tabanlarını tahrik edici özellikler taşıyor.

            Her partide ve MHP`de her seçim döneminde bazı değerli insanlar haklı veya haksız aday yapılmayınca bir huzursuzluk çıkar ve çeşitli söylentiler olur, bir muhalefet ve gayrimemnunlar grubu doğar. Bunlar normal ama o dönemdeki tepkiler ve kargaşa gayrimemnunların gücünü çok çok aşan bir boyutta gerçekleşiyordu. Dediler ki..., gördüler ki..., yaptılar ki.., diye başlayan hikayeleri MHP`de yayacak zihniyete ve güce sahip kimse olmamasına rağmen bunlar öylesine çoğalıyor ve tabana yayılıyor ki çoğu partilinin morali bozuluyor. MHP`de her dönem her partide olduğu gibi muhalefette yer alanlar, bir yanlışlık ve eksiklik gördüğünde bunları dile getirenler olmuştur. Ama bütün bunların bir seviyesi, ciddiyeti ve davaya zarar verme noktasına getirilmeyecek bir boyutu olmuştur. Kaldı ki MHP`lilerin çoğu Başbuğ’u bir genel başkan, bir lider olmanın yanısıra bir baba gibi gördüklerinden dolayı çoğu şeyleri içlerine atmayı tercih etmişlerdir.

            Özetle bu dönem MHP meclise girmesin diye ne yapılması gerekirse yapıldı. Bir adayımız hiç gerek yokken "Türkçe ezan" meselesini seçim dönemi dile getirdi ama seçimden sonra televizyonlarda defalarca yapılan "Türkçe ibadet " programlarının hiçbirine katılmadı.

            MHP`nin o dönem ittifakla meclise girmesi yüzde yüzdü. Tek başına seçime girdiğinde de bu ihtimal yine vardı. Ama o dönem MHP meclise giremedi. Çünkü, Türkiye`de gündem meydana getirenler, gündem meydana getiren Başbuğ’un ve onun partisinin meclise girmesini istememişlerdi.

            Türk Milliyetçiliği davasında yaptığımız mücadelenin bir raundunu yine kaybetmiştik. Bu raundu kaybetmeseydik büyük ihtimalle Başbuğ’u Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturtacaktık.

            Evet kaybettik ama ringteydik ve mücadeleye devam edecektik.

***

1995 SEÇİMLERİNDEN SONRA YENİ SEÇİM VE YENİ HÜKÜMET ÇALIŞMALARI           

            Seçimden sonra DYP ve ANAP lideri pişman gözüküyordu. Çünkü RP seçimden birinci parti olarak çıkmıştı. Yeni oluşan meclisten de, istikrarlı bir hükümetin çıkması zor gözüküyordu. Seçimden hemen sonra önce Sayın Mesut Yılmaz, Başbuğ’u MHP genel merkezinde ziyaret etti. Bunun hemen arkasından Sayın Tansu Çiller, Başbuğ’u Konuta davet etti. İki lider de Başbuğ’a çok yakın durmak istiyordu. Başbuğ bu durum karşısında iki lidere yeni bir erken seçim empoze etmeye başladı.

(RP,DYP,ANAP AMBLEMLERİ)

            Çünkü 45 gün içinde yeni bir hükümet kurulamayınca Anayasa gereğince Cumhurbaşkanı meclisi fesh edebiliyor ve yeni bir seçim gerçekleşebiliyordu. RP, DYP, ANAP hiç biri tek başına hükümet kuramıyorlardı DYP ve ANAP’ın liderleri bunu göze alabilseler o zaman da meclisten bir hükümetin çıkması mümkün gözükmüyordu. Hükümet kurmak için bu iki lidere verilen görev süresince vakit de bilinerek uzatılırsa ve 45 gün doldurulursa böyle bir ihtimalin gerçekleşmesi mümkün olabilecekti. Ancak bu gerçekleşmedi.

            Arkasından kurulan ANAP-DYP hükümetinin oluşumunda Başbuğ iki lider arasında çözülemeyen konularda ciddi arabuluculuk yaptı. Sinan Ocak bu arabuluculukta önemli bir görev üstlendi. Bu hükümet kuruldu ama ömrü yetmedi ve bozuldu. Yerine DYP-RP hükümeti kuruldu. Bu hükümetin ilk uygulamalarından sonra toplumda başlayan büyük tepkiler üzerine, Başbuğ bu hükümet yerine ANAP-DYP-DSP-CHP hükümetinin kurulması için uğraştı. Başbuğ, Refahyol hükümetinin devam etmesi halinde rejimin sekteye uğrayacağına inanıyordu. Bir ihtilalin olmasından ciddi manada endişe ediyordu. Hatta TGRT televizyonundaki bir söyleşide “Bu hükümetin gitmesi RP için de hayırlı olacaktır” diyordu. (Başbuğun resmi)

            Bir gün beni Kelebek sokaktaki bürosuna çağırdı. “Bir durum değerlendirmesi yapalım, bir yol bulalım” dedi. Başbuğ söze şöyle girdi “Yılmaz ve Çiller asla birbirlerini sevmiyor ve birbirlerine güvenmiyorlar. Çiller bu noktada biraz daha haklı gözüküyor. Ama Yılmaz’ın da çok ciddi saplantıları oluşmuş. Bu iki lideri bir araya getirmenin yollarını bulmak lazım. Ondan sonra da Refahyol yerine dört partinin kuracağı bir hükümeti oluşturmak lazım. Sonra da seçime gidilebilir. Bunu nasıl formüle edebiliriz?” sonra da düşündüklerini sıraladı. Görüşmemiz sonunda şöyle bir plan ortaya çıkardık.         İki lider birbirine güvenmiyorsa önce liderlerden mutemet bir milletvekili ismi isteriz. Bu arada CHP ve DSP ile görüşürüz. DYP-ANAP-DSP-CHP’den ve MHP’den birer kişi olmak üzere bir alt komisyon teşekkül ettirilir. Bu komisyon çok gizli bir şekilde yeni kuracakları hükümetin bütün detaylarına kadar oluşumunu temin eder, karara bağlar. Başbakan kim olacak, kaç bakanlık kime verilecek, hatta hükümet programına kadar her şeyi hazırlarlar. Ardından anlaşma metninde mutabakat temin edildikten sonra hükümet bir günde bozulur, ikinci günde de yeni hükümet mutabakatı açıklanır.

Başbuğ bu teklifi önce Çiller’e götürdü ve bir isim istedi. Çiller Devlet Bakanı Nevzat Ercan’ın ismini verdi. Bu çalışmalar 1996 yılı Şubat ayının içinde gerçekleşiyordu. Yılmaz da, Cumhur Ersümer’in ismini verdi. Başbuğ beni Nevzat Ercan’a gönderdi. İlk görüşmeyi Ercan’la yaptım. Planı anlattım. Sonra Nevzat Ercan, Başbuğ’a gidip bizzat görüşme yaptı. Sonra Hüsamettin Özkan’la görüştüm. Özkan “Biz bu hükümetin gitmesine ve yerine böyle bir hükümetin kurulmasına müspet bakıyoruz ve bunun için de belli çalışmaları yapıyoruz” dedi. Arkasından CHP Genel sekreteri Adnan Keskin’i CHP Genel merkezinde ziyaret ettim. Başbuğ’un mesajını ilettim. Sayın Baykal’a iletmesini rica ettim. Keskin “Bu hükümetin düşmesini istediklerini, yerine yeni bir hükümetin kurulmasına destek verebileceklerini, ancak hükümete girme noktasında tereddütlerinin olacağını” belirtti.

Özetle Başbuğ Hak’kın rahmetine kavuşuncaya kadar yeni bir hükümetin kurulması için çalıştı, ama istediği formülü gerçekleştirmeye ömrü vefa etmedi. Ama ne kadar haklı olduğu 28 Şubat kararlarıyla ihtilalin yanından geçen bir Türkiye ile ortaya çıktı.

(Nevzat Ercan, Cumhur Ersümer, Hüsamettin Özkan, Adnan Keskin, Baykal resimleri)ANAP,DYP,DSP,CHP,MHP AMBLEMLERİ       

BAŞBUĞ’UN MHP, DYP VE ANAP`I BİRLEŞTİRME PLANI VE ÇALIŞMALARI

Başbuğ’un 1995 genel seçimlerinden önce, Çiller ve DYP ile olan iyi ilişkileri kamuoyu tarafından biliniyordu. Ancak 1994 yılından beri Sayın Mesut Yılmaz’la olan ilişkileri bilinmiyordu. 1995 seçimlerinden sonra Başbuğ’un Sayın Yılmaz’la da olan ilişkileri kamuoyu tarafından görülmeye başladı. Başbuğ hem ANAP’la hem de DYP ile iyi ilişkiler içerisinde bulunuyordu. Bu durumu görenlerden bazıları Başbuğ’a “Şimdi seçim olsa bu iki partiden hangisiyle ittifak yapardınız” diye soruyordu. Başbuğun cevabı ise soruyu soranları epey düşündürüyordu. “Benim hesabım MHP-DYP-ANAP ittifakıdır. Hatta bu üç parti birleşmelidir.”

Son zamanlarda MHP-DYP-ANAP’ın birleşmesi gerektiğini ANAP ve DYP mensupları ve milletvekillerine, iş adamlarına, basın mensuplarına her fırsatta söylüyor ve bu konuda yardımcı olmalarını istiyordu. Başbuğ’un üç partinin birleşmesi formülü şöyleydi:

Başbuğ milletvekili genel seçimi kararının alınmasına doğru üç siyasi partinin birleşmesini, bunun için geçici bir genel başkan etrafında üç partinin birleşmesini ve bir yıl sonra da genel seçimler bittikten sonra da, yeni bir genel kurulla isteyenin genel başkan olacağı bir formül üzerinde duruyor ve bu formül üzerinde çalışıyordu. Bu planı biraz daha açarsak ya siyasi partilerin birlikte seçime girmelerini imkan sağlayacak bir yasa çıkartılacak ve bu şekilde resmi bir işbirliği genel seçimlerde uygulanacaktı. Ondan sonra üç partinin birleşmesi sağlanacaktı. Ya da seçimlerden bir yıl önce bu üç partinin uygun göreceği ve bir yıl boyunca teşkilat çalışmalarını tarafsız bir şekilde yapacak geçici bir genel başkan seçilecek. Bu tarafsız ve geçici genel başkan bir yıl içinde teşkilatlar bazında bu üç partinin birleşmesini sağlayacak. Bir yıl sonra da yeni oluşan teşkilatlar ve bu teşkilatların seçtiği delegelerle yeni bir genel başkanlık seçimi olacak, genel başkanlık seçimine herkes katılabilecek ama sonuçta seçilen genel başkana da herkes riayet edecekti.

            Böyle bir formülü genel başkanlara kabul ettirmek için güçlü bir lobi oluşturmayı düşünüyordu. Ayrıca basın patronlarıyla görüşmeler yapmayı planlıyordu. Bazı sivil toplum örgütlerini aktivite etmeyi hesap ediyordu. Rejimin ve Türkiye’nin rahatlamasını bu birleşmeye bağlıyordu.

            Başbuğ, bu formülü bana ilk söylediğinde, ben karşı çıktım. Baş başa olduğumuz zaman benim bu tür karşı çıkmalarımı, tenkitlerimi Başbuğ hep hoşgörü ile karşılardı. Hatta bir keresinde “Sen benimle tartışmaya da yetkilisin, böyle bir yetkiyi sana veriyorum” demişti. Çünkü istişareye çok önem veriyordu. Evet, bu teklife karşı çıktım ve “ANAP ve DYP’nin ve özellikle liderlerinin kavgası MHP’nin lehinedir. Niçin bu kavgalarını bitirelim ki. Bırakalım ne yaparlarsa yapsınlar” şeklinde fikir beyan ettim. Bana şunları söyledi: “Biz MHP’yi niçin kurduk? Türk milleti için. Türk milletinin yükselmesi, kalkınması ve güçlü olması için. O zaman parti menfaati Türk milletinin çıkarlarından sonra gelmelidir. Türk milliyetçiliğinin gereği budur. Türk milletinin çıkarları her şeyin üstündedir.”

            Ben, bizi eritebileceklerini, en azından idealist yetiştirmede engellenebileceğimizi söyledim. Başbuğ’un cevabı ise şöyle oldu:

            “Siz tam ülkücü iseniz, tam bir Türk milliyetçisi iseniz, sizi ben iyi yetiştirdiysem, erimezsiniz. Önemli olan fikrimizdir. Fikrimiz daha güçlenir. Tam iktidar olur. Endişelenme”.

            “O zaman sizi bu partinin başına getirmemiz ya da Cumhurbaşkanı yapmamız lazım” dedim.

            Bu teklifim üzerine şu cevabı verdi:

            “Ben ülkemin, milletimin ve Türk dünyasının yararına olacak olan en iyi şeyi gerçekleştirmeye çalışacağım. Senin söylediklerin benim değil senin ve arkadaşlarının sorunudur. O iş sizin işiniz, benim değil. Hem sonra Allah ne nasip ederse o olur”.

            Bu durum gerçekleşmezse ne yaparız efendim” dediğimde de “Günah bizden gider, millet de bu durumu görür. Ve biz de tek başımıza yolumuza devam ederiz.” dedi.(başbuğun ve Müftüoğlu’nun resimleri)        ***   

1995 SEÇİMLERİNDEN SONRA KURDUĞUM PROPAGANDA HEYETİ ÇALIŞTIRILMIYOR

            1995 seçimlerinden sonra, seçim arifesinde belli mihrakların açtığı yaralar ve bir kısım partililerimizin haklı feveranları parti tabanında Başbuğ ve yanında yer alan kadroya karşı menfi bir rüzgar estirmişti. Bunun üzerine bir propaganda ekibinin kurulması gerektiği yönünde Başbuğ’a bilgi verdim ve izin istedim. Asıl hedefin kendisinin olduğunu ve İnönüvari bir şekilde kendisini genel başkanlıktan aşağı indirme hayali içinde olanları, bildiğini söyledi. Bir heyet teşekkül ettirdim. Heyetin ne zaman hangi illere gideceklerini ve hangi konuları ne şekilde işleyeceklerini içeren bilgi notları hazırladım ve Başbuğ’a verdim.

            Dosyanın içindekiler şunlardı:

            Etkili ve güzel konuşmak için:

            1-İstekle başlayınız.

            2-Ne söyleyeceğinizi önceden kararlaştırınız.

            3-Kendinize güveniniz.

            4-Konuşmanıza çalışınız, önceden pratik yapınız.

            5-Konuşmanızı ezberlemeyiniz.

            6-Konuşmadan önce kendinizi; bedeninizi, beyninizi ve sinirlerinizi dinlendiriniz.

            7-Konuşmadan önce az ve hafif şeyler yiyiniz.

            8-Konuşurken dinleyicileri müspet etkileyecek şekilde giyininiz.

            9-Konuşma esnasında canlı, coşkulu ve çekici olunuz.

            10-Konuşmaya başlarken, toplumla ilk müspet bağı kuracak tavır ve davranışlar ortaya koyunuz.

            11-Konuşacağınız kürsüde, sizi engelleyecek gereksiz eşya bulundurmayınız.

            12-Konuşacağınız kürsüde sizden başkasını bulundurmayınız.

            13-İlk sözlerinizin ilgi uyandıracak, dikkatleri üzerinizde daha çok toplayacak sözler olmasına dikkat ediniz.

            14-Dikkat çekmek için gerektiğinde söze bir soru ile başlayabilirsiniz.

            15-Konuları işlerken öncelikle merak uyandırmaya gayret ediniz.

            16-Konuşmanızda bir öyküye yer veriniz.

            17-Konuşmanızda sarsıcı olayları anlatarak dikkatleri tekrar toplayabilirsiniz.

            18-Vereceğiniz rakamların etkisini artırmak için örneklerle anlatınız.

            19-Açık olup, net bilgi veriniz.

            20-Her gece yatağa yattığınızda ve sabahleyin uyandığınızda beş dakika diyagramdan soluyunuz.

            21-Dale Carneqie`nin "Etkili ve güzel konuşma tekniği" adlı eserini okuyunuz.

            22-Ekteki on sayfalık metni her gün onbeş dakika hiç hata yapmadan okuyunuz.

            Ekteki on sayfa da ise "Ilgazlı Itrı ıslıkla ılıcalarda ısına ısına ılık ıhlamur ısıttı" gibi spikerlerin ve televizyon programcılarının ilk çalışma metinleri vardı.

            Halkoyunu Aydınlatma. Heyeti’nin 1. devre çalışma programı: Programda hangi tarihlerde kimlerin hangi illere gidecekleri yazılıydı. Halkoyunu Aydınlatma Heyetinde ise şu isimler yer alıyordu:

            -Muzaffer Şahin, Ali İhsan Eşmedereli: İşçi ve sendikaları.

            -Murat Özel, Suat Şahin: Üniversite-Gençlik.

            -Sahir Solmaz, Mehmet Vakıf Koyuncu: İş adamı- Esnaf- Sanatkar.

            -Rıza Rençberoğlu, Cengiz Toksarı, Seyfettin Yılmaz: Bürokrasi.

            -Yılmaz Şenyüz, Ahmet Yalav, İsmail Arslan: Dökümantasyon- Bilgi-Belge.

            -Yaşar Erbaz, Salih Gökçe, Saffet Topaktaş, Oktay Öztürk, Servet Turgut, Musa Erarıcı, Kemal Koyuncu, Ziya Yılmazbilen, Naci Memiş, Abidin Dursun Kaleli, Rıza Müftüoğlu: İllere gidecek heyet.

            Halkoyunu aydınlatma heyetinin işleyeceği konular:

            1- Milliyetçilik: Sayın Alparslan Türkeş`in milliyetçilikle ilgili aşağıdaki tariflerinden bir tanesi aynen belirlenecek (Alparslan Türkeş: Türk Milliyetçiliği, Türk milletine karşı duyulan derin sevgi, bağlılık ve onu güç durumlardan kurtarıp, kuvvetli, her çeşit korkudan, baskıdan uzak, şerefiyle yaşayan, müreffeh, mutlu ve modern uygarlıkta en ön safha geçmiş bir hale getirmek isteği, bu isteğin yarattığı duygudur. -Milliyetçilik, her şey Türk milleti için, Türk milleti ile beraber ve Türk milletine göre sözleriyle özetlenebilecek, Türk milleti ile beraber ve sevgi ve Türkiye devletine sadakat ve hizmettir. Ülkücülük, Türk Milletinin en ileri, en medeni, en kuvvetli bir varlık haline getirme ülküsüdür. -Onun amaçları, ülkenin amaçlarıdır. Türkçülük, Milliyetçilik anlayışımız manevi şuurlanmaya dayanır. Bu temel üzerinde Türklük şuuruna erişmiş, samimi olarak "Ben Türküm" diyen herkes Türk`tür. Türkçülük ve Türk`ün tayininde sapık ölçülere, özellikle mezhepçiliğe, coğrafyacılığa, laboratuvar ırkçılığına inanmıyoruz. Başka milletleri küçük gören, dünya barışını tehlikeye koyan antropolojik ırkçılık, Türk Milliyetçilik ülküsünün dışındadır. Milliyetçilik anlayışımız, maneviyatçı, akılcı, demokrat, çağdaş bir milliyetçiliktir.) ve bu tariflerin içinden özellikle;

            a) Sevgi esası işlenecek, millet sevgisi anlatılacak,

            a1) Hizmet aşkında Allah`ın rızasını kazanma ve millet sevgisine dayanmanın esas unsur olduğu belirtilecek.

            b) Her türlü ırkçılığa karşı olduğumuz anlatılacak, etnik ırkçılık ve bölücülük meselesi üzerinde durulacak.

            b1) Bölücülük faaliyetlerinin dış kaynaklı olduğu, Türkiye`nin kalkınmasına engelleme faaliyeti olduğu belirtilecek ve teröre harcadığımız meblağlar dile getirilecek ve bu harcamalar olmasaydı kaç fabrika kuracağımız, kaç işsizi iş sahibi yapacağımız ve üretim ve ihracat yoluyla ekonomiye nasıl katkıda bulunacağımız anlatılacak.

            b2) PKK terör örgütü ve faaliyetlerinin, ancak Alparslan Türkeş`in başbakanlığında önlenebileceği anlatılacak.

            c) Milli birlik ve bütünlüğün ancak MHP ile gerçekleşebileceğini, bu ülkede yaşayan kökeni ne olursa olsun, mezhebi ne olursa olsun, inancı, tarikatı ne olursa olsun herkesi hiç bir ayırım gözetmeksizin, bir tutarak bütün vatandaşlara adaletle hizmet edecek olan hareketin Milliyetçi Hareket olduğu anlatılacak.

            d) İslamiyette Milliyetçilik konusu işlenecek.

                        -Milletine sevdalı olanların, milletinin mensup olduğu dinine karşı olmalarının mümkün olmadığı,

                        -İslamiyette "vatanseverlik imandandır" prensibinin mevcut olduğu,

                        -İslamiyette "kişi kavmini sevmekle suçlanamaz" ilkesinin olduğu,

                        -Nisa suresinin birinci ayetinde "...Allah`tan korkun ve akrabalık bağlarını kırmaktan sakının...", Hud suresinin 118. ayetinde ise "Eğer Rabbiniz isteseydi, insanları tek bir millet yapardı..." buyruklarının olduğu,

                        -İslamiyetin genişlemesi ve hakim olmasının ancak Türk milletinin ve Türkiye`nin güçlü ve büyük olmasıyla mümkün olabileceği,

                        -Komşu müslüman ülkelerin yayılmacı zihniyetlerinin emperyalist bazı uygulamaları beraberinde getirdiği ve bundan dolayı özellikle Türkiye`deki milliyetçi hareketlere karşı oldukları ve İslamiyette milliyetçilik yoktur tezini bu merkezlerin pompaladıkları,

            genişletilerek ve örnekler çoğaltılarak anlatılacaktır.

            2- Sayın Alparslan Türkeş ve diğer liderler: Sayın Alparslan Türkeş`in;

            a) Bilgeliği, b) Tecrübesi, c) Yaşını başını almış, yaşı kemale ermiş, nefsini yenmiş, dünyadan kendisi için hiç bir beklentisi olmayan bir kişiliği ve yaşı ortaya konarak "artık yaşlandı" şeklinde yapılan menfi propagandalara yukarıdaki hususlar işlenerek en direkt cevap verilecektir.

            Yine Sayın Alparslan Türkeş`in;

            1) Dinç bir dimağa, yeni ve uzak görüşlü fikirlere sahip olduğu,

            2) Siyasetin ermişi, siyasetin bilgesi olduğu,

            3) Tam bir devlet adamı olduğu,

            4) Dürüst, sözünün eri, güvenilir olduğu,

            5) Hayatı boyunca yapmış olduğu mücadeleler, çektiği sıkıntılar ve bugünkü tablolar anlatılarak kararlı bir lider olduğu ortaya konacak.

            Ayrıca;

            Bugün merkez sağ partilerde yer alan ve bu partilerin başına geçerken genç lider sloganlarıyla hareket eden genç liderlerin daima hırçınlık ve hırs içerisinde oldukları bu sebeplerle Türkiye`ye genç liderlerin yaramadığı anlatılacak,

            Diğer milletlerin yaşını başını almış liderleri örnek gösterilecek.

            3- MHP ve diğer siyasi partiler.

            4- MHP`nin temel ekonomik görüşleri.

            5- Milli eğitim ve milli kültür.

            6- Devletin yeniden yapılanması.

            7- Dış politika.

            8- Din-Siyaset ilişkileri ve laiklik.

            9- Aylık siyasi olaylar.

            10- Haftalık siyasi olaylar.

            Bu konular işlenmek üzere 16 Kasım 1996 günü Anadolu’ya dağıldık ve ilk çalışmalarımızı yaptık.

            Ancak o zaman bazı arkadaşların itirazları üzerine bu çalışmalar yarıda kaldı. Başbuğ`da yeni bir huzursuzluk çıkmasın diye, bu çalışmaları ertelememizi istedi.

            Tabidir ki insandaki hırs ve haset gibi duygular bazen idealizmin üstüne çıkmakta ve güzel hizmetlerin yapılması engellenebilmektedir. Halbuki MÇP`nin o ilk günlerindeki samimi havası varolmuş olsaydı ve bazı hesaplar gizliden gizliye yapılmamış olsaydı, bu propaganda çalışmaları devam ederdi.

            Olmadı.

            ***



Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.