Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10791
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Okuyucularımıza Sunduğumuz Temel Bilgiler
DİN VE SİYASETİN BARIŞ YOLU 5 - Rıza Müftüoğlu-

xxx

 

Daha öncede belirttiğimiz gibi Kur’an-ı Kerim bir devlet şeklini açık bir şekilde belirtmemektedir. Ancak  “istişareye” işaret buyurulmaktadır.

Ali imran süresi 159. ayette “Allah’ın rahmeti sayesinde ey Muhammed, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, etrafından dağılırlardı. Onları affet, onlara mağrifet dile ve yapacağın işlerde görüşlerini al, karar verdiğin zaman da Allah’a güven. Doğrusu Allah kendine güvenenleri sever.”  Şura süresi 38. ayette de “ Rablarının çağrısına uyan, namaz kılan, işlerini aralarında danışma ile çözen ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah için sarfedenler...;” buyurulmaktadır.

Elmalı’nın tesfirinde  yüce peygamberimizin 159. ayet geldiğinde şöyle buyurduğu belirtilmektedir.:

Allah ve resulü’nun müşavereye ihtiyaçları asla yoktur. Ancak Allah, bana müşavereyi emretmekle ümmetime bir rahmet sunmuştur. Şunu da bilin ki, benim ümmetimin şura yolunu seçenleri doğruyu ve iyiyi mutlaka yakalayacak, şurayı terk edenleri de sürekli hata ve sapıklık sergileyeceklerdir.

Ömer Nasuhi Bilmen de Yüce peygamberimizin “ Siz dünyanızın işlerini daha ziyade bilirsiniz. Ben de dininize ait şeyleri daha ziyade biliciyim” buyurduklarını belirtmektedir.

Hz. Peygamber bağda yapılan bazı aşıların tutmaması üzerine kendisinden fikir sorulunca şöyle demiştir.” Ben dine ilişkin bir şey emredersem ona uyunuz. Dünyaya ilişkin işlerinizi ise benden daha iyi bilirisiniz, onları bilginiz ve tecrübeleriniz üzerine yapınız.” (Laklik ve din. Agah Çubukçu. Sayfa:17. Paragraf:2)

Kur’an-ı Kerim’in ayetleri ve Hz. Peygamberimiz istişareyi işaret etmekte ve bu arada Hz. Peygamberimiz her konuyu vahiy suretiyle bilebileceği halde bize yukarıdaki hadisleriyle bir ufuk açmış ve bir yol işaret etmiştir. İlime, bilime, deneye, tecrübeye   önem vermememizi öğütlemiştir. Hz. Peygamberimizin devletin biçimi ile ilgili bir hadisine bu güne kadar rastlanmamıştır. Hatta kendisinden sonra başa kimin geçeceğini de belirten tartışmasız olan bir hadisi de yoktur.

İmam Gazali de bedeni tarif ederken dolaylı olarak bir toplumun/bir şehrin yapısına ve özelliklerine işaret etmiştir. Gazali’nin beden anlatımı şöyledir:

“Beden bir şehre benzer. El, ayak ve azalar şehrin sanat erbabı gibidir. Şehvet maliye müdür gibidir. Gazap, şehrin emniyet amiri gibidir. Kalp ise bu şehrin padişahı, akıl ise padişahın veziridir.”

Şimdi kendimize soralım.

Bir ülkede sağlık sorunlarını kimlerle istişare edeceğiz?

Bayındırlık hizmetlerini kimlerle istişare edeceğiz?

Güvenlik sorunlarını kinlerle istişare edeceğiz?

Dış politika meselelerini kimlerle istişare edeceğiz?

Elbette ki bu konuları bilenlerle istişare edeceğiz.

Bu konuları, konularının uzmanları bilen ve bu uzmanlarla birlikte ülkeyi yönetmeye hazır idareciler ve siyasetçiler istişare edecektir.

Şimdi önümüzdeki tabloya ve sisteme bakalım.

Sağlık bakanlığı var. Her bölümünde sağlıkla ilgili bilgi sahibi uzman ve idareciler var.

Tarım Bakanlığına bakalım. Tarımla ilgili, hayvancılıkla ilgili uzman ve yöneticiler var.

İçişler bakanlığı öyle, Dışişleri bakanlığı öyle.

Bütün bakanlıklar bu şekilde.

Bu bakanlıkları kimler idare ediyor?

Halka nasıl bir yönetim sergileyeceklerini anlatıp halktan oy isteyip ve seçildikten sonra Türkiye Büyük Millet Meclisine üyelik hakkı kazanan siyasetçiler.

Bu sistemin esas itibariyle İslamiyet’in emrettiği, peygamberimizin işaret buyurduğu  “istişare” ilkesine ters olan bir tarafı yoktur diyebiliriz.

Ancak bu sistemin elbette ki en azından gelişen ve değişen şartlar paralelinde reformlara ve değişikliklere ihtiyacı vardır. Bu sistemin bazı aksaklıkları ve eksiklikleri hiçbir zaman bu sistemin İslami esaslara ters olduğu iddiasını doğrulamaz.

         Din ve demokrasi arasındaki uyuşmanın ve çatışmanın sadece İslamiyet’te seçim vardır veya yoktur  noktasında ele alınması  bir eksiklik olur. Meseleye İslami açısından bakmak gerekirse buna dayandıracağımız hususlar şunlar olabilir.

        

1-Demokrasi, toplumda adaleti sağlamakta mıdır?

         2-İnsanlar arsında  üstünlük ölçüsü maddi varlık, makam gibi ölçüler mi yoksa ilim, dürüstlük, erdem gibi vasıflar mı?

         3-İşler, insanların düşüncelerine saygı gösterilerek mi yürütülüyor?

         4-İşler, işini en iyi bilenlere mi veriliyor?

         5-Demokrasi, dini öğretiyi kısıtlıyor mu?

6-Demokrasi, insanların refah ve mutluluğunu giderek artıran bir yönetim oluşturuyor mu? Yoksa çok sayıda krallar mı üretiyor?

Bazı İslam düşünürleri de demokrasinin bir teorisinin olmadığını belirterek Komünizme yapılan tenkitleri de demokrasiye de yapmaktadırlar. Halbuki demokrasi İslam’ın ruhuna ve uygulamalarına engel teşkil etmemekte ve ayrıca din ve vicdan hürriyetini de teminat altına almaktadır.

Aslında demokrasi komünizm ve benzeri rejimler gibi bir ideoloji değildir. Demokrasi bütün ideolojilerin  ve bütün teorilerin seçebileceği veya ret edebileceği bir sistemdir ve netice olarak bir yönetim şeklidir. İslamiyet , demokrasiyi ret etmek yerine  bilakis kabul etmeye daha yatkın özelliklere sahiptir. Çünkü İslamiyet her konuda “en iyi”yi alan ve bulan bir özelliğe sahiptir. Şu anda da insanlık için demokrasiden daha iyi bir rejimi bulanabilmiş değildir.

Demokratik ülkelerdeki bazı uygulamaların İslam’a aykırı olup olmadığının tartışılması demokrasinin değişmez kalıplarından kaynaklanmamaktadır. Bilakis demokrasilerde her uygulamanın değişme imkanı mevcuttur. Zaten demokrasilerde dini gerekçeler gösterilmeden en çok tartışılan ve tenkit edilen konularla dini gerekçeler ileri sürülerek tartışılan ve tenkit edilen konular arasında büyük bir benzerlik vardır. Mesela yolsuzluklar, kötü yönetimden kaynaklanan adaletsizlikler, gelir dağılımındaki farklılıklar, aile yapısının bozulması, toplumsal değerlerin aşınması gibi.

Demokrasi bir ideoloji değildir. Bir sistemdir.

Demokrasiye İslami açıdan bakış tarzı bir bakıma İslamiyet’in bir ekonomik sisteme bakış tarzı gibidir.

İslamiyet bir ekonomik sistem de önermemektedir.  Ancak İslamiyet kurulacak veya işleyecek bir ekonomik sistemin esaslarını vermektedir.

İslamiyet öncelikle “sömürü”ye izin vermemektedir. Ticarette hileyi, aldatmayı yasaklamaktadır. Ticareti öngörmekte ama paranın stok edilmesini ve faizi günah kabul etmektedir. Bir malın maliyetinin üstüne belli bir oranda kar konulmasını uygun bulmakta ama paranın bir mal gibi belli bir kar ile satılmasını uygun görmemektedir. Bu ilke, günümüzde ticarette paranın ve finans piyasasının çok önemli bir konumu sebebiyle özellikle “sömürü açısından ne kadar gerekli olduğunu göstermektedir.

Bu gün, ortadan büyük ölçüde kalkmamasına rağmen “sömürü” yü savunan bir kesimi bulmak zordur.

Gerçi kapitalist sistem Liberal felsefeden doğmuş bir ekonomik sistemdir. Kollektevist sistem de Marksist felsefeden doğmuş bir ekonomik sistemdir ama Liberaliz’min ve Marksiz’min felsefe olarak  İslamiyete ters olması burada bir kıstas olmamalıdır. İdeolojilere dini açıdan bakılacak taraf bu ideolojilerin çıkış nedenleri olmalıdır. Bu nedende önemli olan da o günkü şartlarda toplumun karşılaştığı sorunlar olmalıdır. Marksizm netice itibariyle emeğin sömürülmesi nedeniyle ortaya çıkmış bir ideolojidir. Marksiz’min sömürüyü ortadan kaldırma metotlarının yanlış olması ayrı bir meseledir. Yine Liberalizmin kişi hürriyetine ve özel teşebbüse verilmesi gereken değerden çıktığını düşünürsek de burada önemli olan bu anlayışın bir ayrı sömürüyü doğurması ve bundan dolayı İslamiyet’e ters olması olmamalıdır. Çünkü bu gün mesela Marksist felsefeye dayanan devletçi bir ekonomik sistem hiçbir ülkede uygun görülmemektedir ve  işçi hakları en çok serbest piyasa ekonomisini benimseyen demokratik ülkeler vermiştir. Yine bu gün kartelleşme ve tekelleşme serbest piyasa ekonomisini benimseyen ülkelerde yasaklanmaktadır.

Böyle olunca ekonomik sistemler açısından ele alınması gereken mesele; İslami değerlendirmede ki önemli konu, mevcut  ekonomik sistemin özellikle “sömürü”ye yönelik açılımları belirlemek ve bunları ortadan kaldıracak ekonomik tezlerini ortaya koyabilmektir. Yani ekonominin “ahlak” ve “hukuk”la olan ilişkisini kesmemektir.

 Ayrıca “İslamiyet demokrasi demektir”, “komünizme en uygun anlayış İslamiyet’tir.”, veya Humeyni devriminin önemli isimlerinden biri olan Şeriatı’nın Marksizm’in ve özellikle de sınıf mücadelesinin etkisini yazılarında ve sözlerinde < ‘Esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adıyla-Bismillahirrahmanirahim’ yerine... ‘Mustazafların –acizlerin- Allah’ı adıyla’ formülünü koyması> (Cihat.  Gilles Kepel. Çeviren:Haldun Bayri. Sayfa:43. Paragraf:1) gibi “İslamiyet ticaret üzerinedir. Liberalizme ters düşmez” gibi çok yanlış tabirleri kullanmakta, İslamiyet’i ideolojiler seviyesine düşürmek demek olur. Halbuki İslamiyet ideolojiler üstüdür ve her ideolojinin çıkış nedeni İslamiyet’e dayanan bir özellik taşır. İslamiyet’in ideolojilere tersliği ve uygunluğu arayışları boşunadır. İdeolojilerin yaptıkları veya yaptırdıkları Müslümanlar açısından önem taşır. Teorik seviyede ideolojileri İslamiyet’le kıyaslamak İslamiyet’in manasını ve değerini zedeler. 

 

xxx

 

Demokrasi, yönetim açısından “yöneticiler Kureyştendir” uydurma hadisinin özüne uygun olan babadan oğula geçen padişahlık rejimine son vererek İslam’ın ruhuna uygun olan Cumhuriyetin bir ürünüdür.

Cemal El-Benna İslamiyeti “söz ve inanç devrimi” diye vasıflandırarak, İslamiyet’i yaymak için gönülleri feth etmenin esas olduğunu anlatmaktadır. Bu İslam düşünürü İslamiyet’te şiddetin olmadığını ortaya koyarak İslam devriminin iknaya dayandığını belirtmektedir.(Yazarın konu ettiği devrim yeni bir düzen kurma anlamındadır)

Yazarın İslam devriminin iknaya dayandığı görüşünü ele alırsak, burada meseleye devlet yönetimi açısından bakmaya çalıştığımız vakit karşımıza şu gerçek çıkmaktadır. Kur’an devriminin hiçbir otorite ile ilgisi bulunmamaktadır.

“Böyle olunca yazarın belirttiği ve fertlerin inancına yönelik olan İslam devriminin;Söz ve inanç devriminin siyasi çizgide hiç düşünülmemesi gerektiğini ortaya koyabiliriz. Yani iktidar mücadelelerinde hiç kullanılmayan inanç devriminin, devrimini fertlerin inançlarında yaptıktan sonra zaman içinde her şeyi kapsar hale geleceğini kabul etmek lazımdır. Aksi takdirde Kur’an devrimi gayretleri siyasi çekişmelerle İslamiyet’e ayrı ve ciddi bir problem getirecektir. Zaten İslami açıdan mesele, hangi yönetim olursa olsun uygulamalarının adaletli olması ve toplumsal fayda temin etmesiyle çözülmektedir. Bu iki temel unsur “adalet” ve “toplumsal fayda” yöneticilerin uygulamalarına hakim olursa ve bu yöneticilerin seçimi yasallığa dayanıyorsa o yöneticilerin kimliği çok önemli olmayabilir.

Başka bir deyişle İslami gerekçelerle otorite ve iktidar isteyenler iktidar olduktan sonra, önceleri “araç” olarak kullanacaklarını söyledikleri iktidarlarını muhafaza etmekten başka bir şeyle uğraşmazlar. Bu durum da hem İslamiyet ve hem de yazarın bakış açısını teşkil eden Kur’an devrimi açısından her türlü tutuculuğu; aşırı muhafazakarlığı ve din bilginleri başta olmak üzere halka baskıyı getirir. İslam tarihi iktidar mücadelelerinin  toplumları ne hale getirdiğini, Hz. Ali’nin neden ve nasıl şehit edildiği dahil birden çok örnekleriyle bize göstermektedir.” (Kur’an devrimi üzerine bir inceleme. Cemal El-Benna. Tercüme ve yorum:Dr. Adem Akın, Rıza Müftüoğlu. Sayfa:34.Paragraf:2,3)

Hz. Peygamberimiz, Kureyş’in önde gelenlerinin kendisine teklif ettikleri krallığı Allah’ın elçisi olmasına olan derin güveni sebebiyle ret etmiştir. Hz. Peygamberimizin krallığı ret etmesinin bize başka öğütler ve işaretler de verdiğini düşünmeliyiz.

“Hz. Peygamberimizin o dönemlerde krallığı ret etmesini yazar şöyle  tanımlamaktadır.’ İslam devrimi ne şan, şöhret ne de yönetim ve otorite istemektedir. O Allah’a imandan başka bir şey istememektedir. İslam devrimi bunları yaparken yalnızca insanların inancına ve kendisiyle bütünleşmelerine dayanmaktadır’. Bu tespitiyle yazar siyasi manadaki veya iktidar mücadelesi çizgisindeki İslami arayış yollarını kapatmaktadır. İktidar olmak suretiyle İslamiyet’i geliştireceğim, İslamiyet’i topluma hakim kılacağım diyerek iktidar mücadelesi verenlerin, otoriteyi ele geçirmek isteyenlerin bu yollarının yanlış olduğuna işaret etmektedir. Gerçekten de İslam inancını mevki ve makam için kullanmak, İslamiyet’i siyasete, ticarete veya her hangi bir güç elde etmeye yönelik çıkarlara alet etmek doğru değildir. İslamiyet’e terstir. Çünkü her şeyden önce İslamiyet’i geliştireceğim, topluma hakim kılacağım diye siyasi mücadele verenler, iktidar olduktan bir müddet sonra bu sefer İslamiyet için kendi iktidarlarının muhafazasının gerekli olduğunu, daha sonra da sürdürmelerinin şart olduğunu anlatmaya başlarlar. Yazar İslamiyet’e hizmet etmek  isteyenlerin siyasi bir mücadele içerisinde olmalarını istememektedir. Ancak halkın katıldığı ve benimsediği “söz ve inanç” devriminin kendiliğinden yönetenleri de aynı çizgiye getireceğini dolaylı da olsa kabul etmekte ve bu yolu önermektedir.”( Kur’an devrimi üzerine bir inceleme. Cemal El-Benna. Tercüme ve yorum: Dr. Adem Akın, Rıza Müftüoğlu)

 

 

xxx

 

Demokrasilerin temel kurumları olan siyasi partilerin İslami açıdan değerlendirilmesi ile toplum yararı açısından değerlendirilmesi çoğu yönden aynı noktalarda buluşmaktadırlar.

Siyasi partiler her şeyden önce bir siyasi kuruluşturlar. Kanunla kurulurlar. Kanunlar ve kendilerinin oluşturdukları tüzüklere göre faaliyet gösterirler. Her siyasi partinin ayrı bir programı ve dünya görüşü vardır. Siyasi partiler programları ve dünya görüşlerine uygun vatandaşlarla teşkilatlanır ve üye kabul ederler.

İslami düşünürlerin siyasi partilere karşı çıktıkları noktaları işte bu dünya görüşleri olmaktadır. Marksist dünya görüşünü benimseyen bir siyasi partiyi, sol görüşlü, liberal görüşlü ve hatta milliyetçi görüşlü siyasi partileri İslamiyet’e ters görenler bu dünya görüşlerini tenkit ederek meseleye girmektedirler.

Ancak meseleye genelde bakıldığında durum böyle olmamaktadır.

Birincisi, siyasi partiler hazırladıkları programlarında din, sınıf , zümre ve benzeri kesimlere dayalı bir iktidarı zikredememektedirler. Yani siyasi partiler muarızlarının söyledikleriyle değil, programlarına göre değerlendirilmelidir.Bu programlarda en azından İslamiyet’i hedef alan bir madde yer almamaktadır.

İkincisi, siyasi partiler, daha çok toplumda mevcut olan problemleri öne alarak program yapmaktadırlar. Bazıları fakirliği ve fukaralığı öne çıkarmakta ve “solcu” diye vasıflandırılmakta, bazıları ekonomik meseleleri firmalar bazında öne almakta “liberal, kapitalistler” olarak vasıflandırılmakta, bazıları da milli sorunları ve konulara ağırlık vermekte “milliyetçi”  olarak adlandırılmakta, bazıları ise manevi değerleri öne çıkarmakta “muhafazakar” ve hatta bazen “dinci” diye adlandırılmaktadır. Ancak bazı küçük siyasi partiler hariç çoğu siyasi partilerin programları arasında çok büyük farklılıklar bulmak zordur.

Üçüncüsü, siyasi partiler toplumda hangi konulara ağırlık verdiklerinde daha çok oy alabileceklerinin hesabı yapmakta, bundan dolayı da bazen kendi programlarını aşan veya kendi programlarının büyük bir bölümünü bir kenara bırakan bir yol izleyebilmektedirler.

Dördüncüsü, siyasi partiler bir dine karşı çıkmak veya dini faaliyetlerde bulunmak için değil toplumsal sorunları dile getirmek için faaliyet göstermektedirler.

Beşincisi, eğer bir dönem “sol” söylem toplumda prim yapıp siyasi partilere oy getirebiliyorsa, bu demektir ki sol söylemlere esas olan sorunlar toplumda fazladır. Böyle durumda “sol” diye anılan ve bu tarafa daha çok ağırlık veren siyasi partiyi veya “sol” olarak anılmayan bir siyasi partinin bu sorunları sıkça dile getirmesini “sol” felsefenin İslamiyet’e olan aykırılığıyla tenkit etmek doğru değildir.

Yine iş adamlarının sorunlarına daha çok yer veren bir siyasi partiyi de Liberalizmin İslamiyet’e olan ters yönleriyle tenkit etmek de doğru değildir. Buradan anlayacağımız, toplumsal sorunların her dönem farklılık göstermesi ve “sol” felsefenin de bir bütün olarak değil ama ileri sürdüğü bazı tezlerin doğruluğunu ve yine “Liberalizmin” serbest piyasa ile ilgili tezlerinin doğruluğunu ret etmeyi gerektirmeyeceğidir.

         Altıncısı, siyasi partiler toplumun her kesimine kapısı açık olan kuruluşlardır. Kadın erkek, yaşlı, genç, dindar, az dindar, dine uzak, mühendis, doktor, asker, imam, fakir, zengin vb. herkese açık olan bir teşkilattır. Ve siyasi partiler birbirlerine rakip olan kuruluşlardır. İnsanların bu kadar yoğunluk içinde olduğu ve rekabetlerin söz konusu olduğu kuruluşlarda detaylarda İslami tahliller yapmak doğru değildir.

         Netice itibariyle siyasi partiler iktidara gelmek isteyen siyasetçilerin halka kendilerini tanıtmaları ve onların taraftarlığını kazanmaları için kurulan bir teşkilattırlar.

         Siyasi partilerin programlarını, teşkilatlanma biçimlerini ve sloganlarını İslamiyet açısından incelemek gibi bir detay her zaman gerekli sayılmamalıdır.

         Siyasi partilerin İslami açıdan süzgeçleri sadece şunlar olabilir:

         1-Siyasi partilerin kuruluş amaçları, topluma hizmet etmek için iktidar olmak mıdır? Yoksa başka bir gizli amacı mı taşımaktadır?

         2- Siyasi partilerin öncelikle başkan ve yöneticileri idealist insanlar mı? Yani bunların esas amacı, topluma hizmet etmek, topluma fayda temin etmek ve ülkeyi adaletle yönetmek mi? Yoksa menfaat temin etmek, saltanat sürmek ve hükmetme duygularını tatmin etmek midir?

         3- Siyasi partiler, iktidar olabilmek için halka doğru olmayan  anlatımlarda bulunuyorlar mı? Yalan ve yanlış aldatıcı propagandalar yapıyorlar mı?

         4-Siyasi partiler, din dahil belli konuların istismarını yapıyor mu? İktidar olmak için her yol mubahtır anlayışına sahip mi?

         Çünkü: Sadece topluma hizmet etmek aşkı içinde olan dürüst bir siyasetçi mesela Komünist partisine girip yönetici olsa, bu kişinin topluma sağlayacağı fayda, menfaat temin etmek ya da hükmetme duygusunu tatmin etmek için en iyi bir siyasi partiye giren siyasetçiden daha fazla olur. Hatta birincisinde topluma fayda diğerinde topluma zarar vardır.

         İslami açıdan söz konusu olabilecek kıstas siyasi partilerin bünyelerinde ve başlarında bulundurdukları siyasetçilerin toplumcu olup olmamaları hususlarıdır.

         Sonra genel olarak meseleye bakacağımız pencere şu olmalıdır:

         Kur’an’ı Kerim’de , fakir fukaraya Zekat müessesiyle ilgi vardır. Siyaseten fakirleri savunan siyasi partiler olacaksa bu siyasi partiler  “adalet”in alt kurumları kabul edilebilir. Yine İslamiyet’te ticaret vardır. Ticareti öne alan siyasi partiler de alt kurumlar olarak kabul edilebilir. İslamiyet’te çevreyi korumak vardır, çevreci bir siyasi parti de bir alt kurum olarak görülmelidir. Çünkü bu siyasi partilerin hiç biri İslamiyet’i karşısına almamaktadırlar. Ve hiçbir siyasi parti de durup dururken bir görüşe ve ideolojiye ağırlık vermemektedir. Siyasi partiler de toplumun ihtiyaç duyduğu, toplumun yakındığı sorunları öne almaktadırlar.

         Özetle, demokratik sistem, din-devlet ilişkileri dikkate alınmadan siyasi partileri tek başına yalın olarak İslami açıdan  ele almak ve irdelemek doğru bir metot olmayabilir.

             Siyasi partileri, İslami açıdan “İstişare”nin değişik bir kurumu olarak görmek mümkün olabilir. Yani demokrasilerde “seçim”i İslamiyet’in öngördüğü “İstişare”ye denk sayabilir ve işin özü itibariyle benzer kabul edebiliriz. Böyle olunca siyasi partileri “seçim”in; “istişare”nin kurumsallaşmış bir organı olarak değerlendirebiliriz. Siyasi partileri, topluma gerçekleri anlatan, halktan alıp değerlendiren ve bunları tekrar topluma ileten, toplumun düşünmesini, değerlendirmesini ve neticede kararını vermesini sağlayan bir kurum olarak kabul etmek mümkündür böyle olunca siyasi partileri İslamiyet’e ters görmek doğru olmamaktadır.

         Siyasi partilerin faaliyetlerinde seçtikleri yol ve metotlarda İslamiyet’e ters durumlardan bahsedebiliriz. Oy satın alma, insanları aldatma, yalan yanlış propagandalar yapma, seçimlerde hileye başvurma, cebir kullanma, başta din olmak üzere toplumun belli değerlerini istismar ederek onları kandırmak bu yollardan başlıcalarıdır. Ancak bu tenkitler demokratik düzenin de kabul etmediği tenkitlerdir.

   Millet meclisleri; parlamentolar, çok geniş manadaki “istişare”; “seçim” sonucunda net konular üzerinde istişareyi yapacak olanların istişare meclisi olarak kabul edilebilir.

Burada “seçim”i bir bakıma istişare edecekleri belirleme olarak da kabul etmek mümkündür.

Millet meclislerinde ülke meseleleri iktidar ve muhalefet partilerince görüşülür. Devleti idare etmek için gerekli olan yasalar meclis tarafından çıkarılır. Bu kanunların yine meclisin büyük çoğunluğuyla kabul edilen Anayasa’ya aykırı olmamasına dikkat edilir.

Türkiye’de yasama ve yürütme Türkiye Büyük Millet Meclisince belirlenir. Yargı, yargı organlarının görev alanındadır ve yargı kısmen yürütmeye bağımlılığı söz konusu ise de genel anlamıyla bağımsızdır.

Ancak ülkemizde yasama ve yürütme  büyük ölçüde yürütmenin elindedir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin bir üyesi bir kanun teklifi verdiği zaman bu kanun teklifi önce ilgili devlet kuruluşlarına gönderilip, bu devlet kuruluşlarının görüşleri ilgili komisyona gönderilir. Meclisteki ilgili komisyon Yürütmenin;İktidarın çoğunluğunda olduğu için ve yine ilgili devlet kuruluşları da yürütmenin kontrolünde olduğu için bu yasanın çıkması tamamen yürütmenin inisiyatifine kalmaktadır. Ayrı bir kontrol mekanizması olarak kabul edilen Yasama-Yürütme-Yargı dengesi büyük ölçüde yürütmenin lehine işlemektedir.

Bunun için bazı demokratik ülkelerde yer verilen Senato ülkemizde de çıkan kanunların son onay meclisi olarak kurulmalıdır düşüncesindeyiz.

Ancak Senato’ya seçileceklerin sadece yaş sınırlandırılmasıyla değil Yüksek Seçim Kurulu) gibi bir bağımsız kuruluşun elemesinden geçmelidir. Bu eleme siyasi partilerin her istediklerini senatör seçmelerine  engel teşkil eder. Bu şekilde senatörlerin mesleklerinde başarılı, kariyerli, dürüst, bilgili ve parti taassubundan uzak olanlardan seçilmesi sağlanmış olur. Ve senato Türkiye Büyük Millet Meclisinde ayrı bir kontrol mekanizması şekline girer.

 

xxx

 

İslami düşünürlerin demokrasiyi tenkit ettikleri en önemli husus daha öncede belirtildiği gibi seçimlerde herkesin oy kullanmada eşit hakka sahip olmalarıdır. Bunlar, ülke yönetimi ile ilgili olarak çok az bilgisi olanla, ülke yönetimiyle hiç ilgilenmeyenle çok bilgili, dürüst ve ahlaklı olanların bir tutulmamaları gerektiğini ileri sürmektedirler. Teorik olara bu teze yanlıştır demek mümkün değildir. Ancak bir ayırımın halk nezdinde nasıl yapılacağı izah edilmedikçe, bu tez tatbiki mümkün olmayan bir tez olur ve havada kalır. Ayrıca siyasi partilerin yaptıkları çalışmaların da tamamen olmasa da bu farklılığı büyük ölçüde ortadan kaldırmakta olduğunu veya kaldırabileceğini söyleyebiliriz.

Özetle demokrasi siyaseti en iyi yapacak olanların yönetime gelmesini sağlayan bir rejimdir. İyi işleyen bir demokrasinin İslamiyet’e ters düşeceği düşünülmemelidir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

DEVLETİN ÖRGÜTLENMESİ NEYE DAYANMALIDIR?

 

Devletin örgütlenmesi neye dayanmalıdır sorusu devletin amaç ve hedefleriyle bağıntılıdır. Devlet topluma hizmet etmeyi, toplumu koruma ve kollamayı, toplumda adaleti  tesis etmeyi, topluma refah getirmeyi, onu kalkındırmayı, güçlendirmeyi hedef almışsa devletin örgütlenmesinin dayanacağı esas ilim; siyaset ilmi ve yönetim bilimi olmalıdır.

Devlet bir ülkede, o ülkede yaşayan insanlar için vücut bulmuş bir kurumdur. İnsanların bir arada yaşamaları zaruretinden doğan ve insanlar tarafından kurulmuş bir büyük örgüttür.

Böyle bir teşkilatı kurarken veya böyle bir teşkilat faaliyet gösterirken neyin esas alınacağı önemlidir. Devletin kuruluş ve işleyişinde temel hedef ve gaye ne olmalıdır?  Bu sorunun cevabı din-siyaset ilişkilerinin de temelini oluşturmaktadır.

Dini esaslara dayalı olmadığı kabul edilen bir devlet dine karşı mıdır? Dinin emrettiklerini dikkate almamakta mıdır? Bu soruların cevabı da yine din-siyaset ilişkileri açısından çok önemli olmaktadır.

Devleti dine dayalı bir örgütlenmeye tabi tutmak ile milli ve siyasal bir örgütlenmeye tabi tutmak arasındaki farkı  her açıdan ortaya koymak gerekmektedir.

Devletin dinsel bir örgütlemeye tabi tutunca “milli”lik ve “demokrasi” ne derece geçerli olacak? Millilik ve demokrasi bir millet ve devlet için ne kadar gerekli? Dinsel bir örgütlenme halkın refahını, mutluluğunu ve devletin güçlü olmasını getirebilecek mi?

Milli ve siyasal bir örgütlenme dinin toplum üzerindeki, fertler üzerindeki etkisini önlemekte midir?Milli ve siyasal bir örgütlenmede dinin toplum üzerindeki müspet etkileri önlenmekte midir?

Her şeyden önce şunu bilmek durumundayız ki topluluk içinde yaşamak zorunda olan insan, günümüz dünyasında sınırları çizili bir vatan üzerinde yaşamaktadır. İnsanlar kendi vatanlarında, bayrağı ile, devletlerinin ve milletlerin adlarıyla bir genel kimlikle yaşamaktadırlar. Milletlere ve devletlere ayrılan dünyamız ayrıca bu ayırımın da getirdiği bitmeyen mücadelelerin de sahnesi olmaktadır.İnsan kendi değerlerini ve inançlarını yaşarken istese de istemese de bu bitmeyen milletler arası mücadelenin de yer almaktadır. İşte devletin gerekliliği ve amaç belirlemesinde bu değişmeyen tablonun da etkisi önemli olmaktadır. 

Bunun içindir ki “dinin getirdiği değerler, dinin emrettikleri, öncelikle bireyden başlayıp topluma mal edilmesi gerektiğini, dine dayalı çalışmaların ise “söze  dayalı” olması gerektiğini, “gönülleri feth etmeye” yönelik olması gerektiğini ileri sürenler, devleti halka hizmet eden kurumlar olarak görmektedirler. Bu hizmetin de adalet ölçüleri içerisinde olmasını arzulamaktadırlar. Devletin bunu aşan bir gayesinin olması gerekir noktasında net bir değerlendirme yapmamaktadırlar.

 

xxx

 

Din-siyaset ilişkilerinde ve devlet yönetiminde ilim yolunu tercih ederken, en etkili ve yüksek konumu sebebiyle dinin, değerleri oluşturabileceği, standartları ve “olmazsa olmazları” belirleyebileceğini, sosyal rolleri öğretebileceğini, çok yönlü bir yol gösterici olabileceği gerçeğini unutmamak gerekmektedir.

İnanan insanların devletten öncelikle bekledikleri, hayatlarının, dinlerinin, akıllarının , nesillerinin ve mallarının korunması olmaktadır. Çünkü dinde, hayat, din, akıl, nesil ve malın korunması çok önemlidir.Bunları devlet korur ve adaletli bir yönetim sürdürürse mesele büyük ölçüde halledilmiş olur.

 

xxx

 

Devletin ilk görevi korumak ve kollamaktır.

Devletin örgütlenmesi iç güvenliği sağlamaya ve dış tehlikelere karşı en iyi savunmayı yapacak şekilde olmalıdır.

İç güvenliğin sağlanması polis, jandarma gibi kurumlarla ve Adliye teşkilatıyla ve bunların yanı sıra  sürekli eğitimle mümkün olabilir. Bu güvenlik devletin gücü paralelinde gerçekleşir.

Ancak dış güvenlik bu kadar sade anlatılmaktan uzaktır. Dış güvenlik dışardan gelecek tehditler karşısında tedbir almaktır ama bu tedbirin boyutunu belirlemek her zaman çok kolay olmamaktadır. Onun için çok iyi bir istihbarat, giderek güçlenen bir silahlı kuvvetler  şarttır ama dış ittifaklar da o kadar önemlidir. Dış ittifaklar sadece dış tehditlerden korunmak için değil aynı zamanda bazı dış tehditleri ortadan kaldırmak için de söz  konusu olabilir. “Yurtta Sulh, cihanda sulh” ilkesini uygulamada zor olan taraf şudur: Yurtta sulhu temin etmek devletin elindedir ancak cihanda sulhu temin etmek, sadece bir devletin elinde olan bir şey değildir. Cihanda sulh, ancak cihanda sulh isteyen bir devletin veya devletlerin dünyaya hakim olmasıyla mümkün olabilir. Aslında Atatürk, bu sözü ile işaret etmek istediği bu olmalıdır. Türkiye barıştan yanadır. Ama barıştan yana olmayanlar var oldukça, hedef dünya hakimiyeti olmalıdır.

Dünya hakimiyeti eski dönemlerde olduğu gibi ordular ağırlığında gerçekleşmiyor. Dünya hakimiyeti, ekonomik üstünlük, teknolojik üstünlük, nüfus da belli bir sayıyı aşmak, istihbarat üstünlüğü, kültürel üstünlük ve siyasal üstünlükler istemektedir.

Devletin, sadece dış güvenlik konusundaki bu uzun süreli, çetin ve büyük görevi, sadece güçlü bir ordu ile gerçekleşmeyecek kadar zordur. Onun içindir ki günümüzde dış güvenlik askeri, ekonomik, kültürel ve siyasi yönleriyle ele alınmaktadır.

 

xxx

 

Ülkesini ve milletini koruyan devletin, yönettiği toplum açısından  diğer bir asli görevi de topluma adaleti hakim kılmaktır.

Hizmetlerini tarafsız ve eşit şekilde sağlamaktır.

Ama devletin en iyi ve güzel şekilde sıralanacak görevleri ve örgütlenmelerinde asil etkili unsur devlet görevlilerin durumudur.

Yani, devlet;bu örgüt öncelikle kendi amacına ve işleyişine uygun olan elemanlarına dayanmalıdır.

Devletin elemanları nasıl olmalıdır?

Devleti görevlileri, devlet memurları nasıl seçilmelidir?

Nasıl ve ne sürede eğitilmelidir?

Terfileri, tayinleri hangi esaslara dayanmalıdır?

Devlet memurları halk ilişkileri nasıl olmalıdır?  

Bütün bunlar devletin fonksiyonlarını ve görevlerini yerine getirmesi için en önde gelen konulardır.

Aslında devletin halkla bütünleşmesi, devletin giderek “sivilleşmesi” kendi ilkelerinden sapması demek değildir. Devletin  “halktan kopması” da halk gibi yaşamaması, halkla ilişki kurmaması değildir. Devletin “halktan kopması” görevini yapmaması, adaletten ayrılması demektir. Yoksa devleti temsil edenler halkla her zaman “belli bir mesafede” olmalıdır. Bu “belli mesafe”, halkla eşit davranmak demektir. Halka, görevde hizmet ederken de eşit davranmak, görev dışındaki hayatta da eşit mesafede durmak. Devleti temsil edenler halk gibi düşünmeli ve halk gibi hareket etmelidir görüşü sakat bir görüştür. Devleti temsil edenler halk gibi olursa, o zaman devlete ne gerek var? Devleti temsil edenlerim amacı, hedefi ve yetişme tarzı ile halk arasında bir fark olmalıdır. Eğer bu fark yoksa devlet iyi işlemiyor demektir.

Aydınların halktan kopuk olmaları, halkla bütünleşmeleri tezi ile Devlet-halk bütünleşmesi tezi arasındaki mantık  farklılığı bilinmelidir.

Bir devlet görevlisi, yetişme tarzı, taşıdığı amaçları, hedefleri sebebiyle de giyim kuşamı itibariyle de ayrı bir “sınıf” gibi olmalıdır. Nasıl ki bir polis, asker kıyafetiyle de hemen tanınır, bir devlet görevlisi de kıyafetiyle, tavır ve davranışlarıyla belli olmalıdır.

Onun içindir ki bir devlet kuruluşunda çalışan bir devlet görevlisi, saçıyla, sakalıyla, bıyığı ile de belli kaidelere uymak zorundadır.

Bu zorunluluk tarafsız bir icraat için de şarttır. Çünkü bir devlet görevlisi hangi görüşte olursa olsun herkese eşit davranmak zorundadır. Siyasi simge sayılabilecek bir işareti kullanma ısrarı zaten tarafsız bir görev istenmediğinin bir  işareti kabul edilmelidir.

Devlet görevlilerinin ayrı bir “sınıf”gibi olması, aynı zamanda  her devlet kurumun kendi işlevi açısından gerekli olan disipline de uyulması zorunluluğu getirir.

Devlet de partizanlığın ve benzeri grupların hakimiyet kurma gayretleri devletin dengesini hemen bozar. Bu denge bozukluluğu toplumun gelişimini yavaşlatır. Devlet de esas olan liyakat ve benzeri özellikler olmalıdır. Çünkü devlet, bir sınıf ve kesime değil milletin bütününe hiç fark gözetmeksizin hizmet etmek zorundadır.

Çünkü “en gerekli” eleman arayışı, yerini “bizden” olan eleman arayışına bırakırsa, böyle bir durum, “bizden” kriterinin neye dayanırsa dayansın, kabiliyetli elemanların bir kenara itilmesini getirir. Kabiliyetlerini bir kenara atan bir devletin ve bir toplumun bir süre sonra sıkıntılara girmesi kaçınılmaz olur. Çünkü bu durum aynı zamanda büyük bir beyin ve kadro israfı demektir.

En iyi devlet görevlisi, işini en iyi yapandır. En iyi devlet görevlisi dindar olan değildir. Ancak, bu gerçek, devlet görevlilerinin dini vecibelerini yerine getirmelerine engel teşkil etmez. Devlet görevlisinin işini en iyi şekilde yaptığı halde mesela namaz kılmasını yermek, tenkit etmek doğru değildir.    

Devlet görevlileri, ileride siyasetçi olmak için görevlerinde siyasetçileri hoşnut etme gibi bir yolu da seçmemelidirler. Devlet görevlilerin siyasetçilerden/bakanlardan alacağı, onların başında olduklar kurumları daha ileriye götürmek için ortaya koydukları politikalar olmalıdır. Bu politikaları en iyi şekilde yürütmek olmalıdır. 

Bir inşaat şirketi nasıl ki kendi kuruluş ve işleyiş amacına uygun eleman istihdam etmek zorundadır ve bu şirkete hiçbir hatır ve torpil mesela bir veterineri proje bölümünde istihdam ettiremeyecekse aynı şekilde hiçbir devlet kuruluşu da kendi kuruluş ve işleyiş amacına uymayan bir elemanı istihdam etmemelidir.

Devletin yapısı kabiliyetleri kullanmada engel teşkil edecek katı kurallarla da donatılmamalıdır. Özellikle tayin ve terfide öncelikle kabiliyet ve yararlılık esas olmalı, mesela çalışma süreleri bu kabiliyetlerden zamanında yararlanmaya engel teşkil etmemelidir. 

Siyasetçilerin demokratik toplumlarda yaptıkları en büyük yanlışlıkları bu eleman istihdamı meselesinde olmaktadır. Çünkü siyasetçiler halktan ya direkt veya siyasi partileri vasıtasıyla oy istemektedirler.Bu durum, çoğunlukla aşırı vaatler getirmekte ve neticede siyasetçi kendine oy veren seçmenin bu tür isteklerine boyun eğebilmektedir. Bunun yanı sıra siyasetçilerin en çok yanıldıkları husus kendi görüşüne veya siyasi partisine yakın olanları devlet yönetimine atamaları ve bu şekilde başarı elde edebilecekleri görüşleridir. Halbuki bu görüş doğru olmayan bir görüştür. Siyasetçileri başarıya götürecek olan, başarılı olabileceklerin tercih edilmesidir. İyi bir devlet görevlisi bütün halkı memnun eder ve o siyasetçiye daha çok itibar ve taraftar kazandırır. Kendi yandaşı olarak gördüğünün getireceği ise genelde taraftar memnun etmekten öteye geçmemektedir.

Devletin eleman istihdamı meselesine sadece din siyaset ilişkileri açısından bakılmamalı, bunu yanı sıra bir de bu açıdan ele alınmalıdır. Çünkü dini devlet oluşturacağım diye dindarları devlet yönetimine getirmekle partizanlık yapmak arasında devlete ve topluma verdiği zarar açısından bir fark yoktur. Çünkü her ikisinde de devletin kuruluş ve işleyiş amacına ters hareket vardır. Sadece birinde “kutsal” bir iş yapıldığı sanılır. Diğerinde “partizanlık” ın gereği yapılır.

Özetle ve tek kelimeyle devletin dayanacağı örgütlenme, devletin kuruluş ve işleyiş amacına uygun olmalıdır.

Devletin yapısı, devletin eleman istihdam şekli, elemanlarının terfi ve tayin şekilleri, disiplin ve her türlü müeyyideler bu amaca göre uyarlanmalıdır. 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 



Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.