Türk Meclisi |
|
||||||||
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832 Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10786 Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236 Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756 Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır. |
|
Okuyucularımıza Sunduğumuz Temel Bilgiler |
ERMENİ SOYKIRIM İDDİALARININ GEÇERSİZ OLDUĞUNUORTAYA KOYAN A.A.D.NIN KARARI |
ERMENİ SOYKIRIM İDDİALARININ HUKUKEN GEÇERSİZ OLDUĞUNU ORTAYA KOYAN AVRUPA ADALET DİVANININ KARARI :17.0.2004 Tarih 20 Temmuz 1987’da Avrupa parlamentosu C-190 esas nolu kararı ile, Ermeni sorununun siyasi çözümü hakkında bir karar alır ve bir dizi ‘’çözüm’’ önerir. Yıl 1999. AB ve o anda başbakanı sayın Bülent Ecevit olan Türkiye Cumhuriyeti, Türkiye’nin AB’ne üyelik için aday olup olamayacağı konusunda restleşmektedirler. Başbakan Ecevit Avrupalıların restini görür ve ‘bizi istemeyeni biz hiç istemeyiz ‘ der ve nihayet, o hatırlayacağınız sahnelerle Başbakan sayın Ecevit ertesi gün apar topar Helsinki’ye davet edilerek, Türkiye’nin AB üyeliğine adaylık kararı verilir Bunun üzerine adeta çileden çıkan Ermeni diasporası: -20 Temmuz 1987 tarihli Avrupa parlamentosunun C-190 esas nolu kararına atıfta bulunarak- ‘’Türkiye önce Ermenilere yaptığı soykırımı kabul etsin, ondan sonra üyeliğe adaylık statüsü verin, aksi takdirde AB akit dışı sorumluluğunu zedelemiş olur’’ diyerek, · Avrupa Parlamentosu’na, · Avrupa Birliği Konseyi’ne ve · Avrupa Birliği Komisyonu’na karşı Avrupa Adalet Divanı’nda-AAD’nında- dava açar. Bu dava, AAD’nın birinci dairesi tarafından 17 Aralık 2003 tarihinde Esas No: T-346/03 kararı ile ret edilir. Ermeni diasporası bunun üzerine temyize gider ve AAD’nın dördüncü dairesinde görülen temyiz davası, 17.04.2004 tarihinde, C-18/04 P Esas nolu nihai karar ile yeniden reddedilir ve bu nihai kararla Ermeniler ayrıca 30.bin Avro’luk mahkeme masrafını da ödemeye mahkum edilirler . İstanbul Ticaret Üniversitesi Sayın Rektörü tarafından ocak ayının başında, Ermeni sorununda çok büyük çalışmaları olan Şükrü Server Aya’nın (Soykırım Tacirleri ve Gerçekler) başlıklı, 30 bin belgeye dayanan bu çok değerli kitabını tanıtan toplantıda söz alan Y. Doçent Doktor Orhan Çekiç yukarda özetini verdiğim ve maalesef resmî kişilerin dikkatinden 2004 (iki bin dört)yılından beri kaçmış olduğunu(NASIL OLMUŞSA)farz edeceğimiz belgeyi bilgimize sundu. Onu, zaman geçirmeden okurlarımın ve tüm dünyanın dikkatlerine sunuyorum ACELE ve hemen kopyalanarak DAĞITILMASI kaydıyla sunuyorum.Ayni belgeleri, Fransızca ve Almanca www.orhancekic.com adresinde bulabilirsiniz. ……………………………………………………… HABERLER / ERMENİ MESELESİNDE AAD DİVAN KARARLARI Y.Müh.Refik Mor Yeminli Tercüman ve Çevirmen Neumünster-Meclis üyesi-CDU OYUN BITTI, GAME OVER, DER SPIEL IST AUS !!!!!!!! ERMENİ DİASPORASININ GÜNCELLEŞTİRİLMESİNDEN KORKTUĞU AVRUPA ADALET DIVANI’NIN (AAD) NİHAİ KARARI
Avrupa Adalet Divanı(AAD):(European Court of Justice) Merkezi Lüxemburg“da olan Avrupa Adalet Divanı- AAD,Avrupa birliği üyesi Ülkeleri arasında, AB hukukunu ilgilendiren konularda son sözü söyleyen kurumdur. Adalet Divanı’nın görevi, Avrupa anlaşmalarının yasaya uygun biçimde yorumlanması ve uygulanmasını sağlamak. Üye devletlerin anlaşmalarda öngörülen yükümlülükleri yerine getirip getirmediklerine karar vermek, ulusal mahkemelerin başvurusu üzerine topluluk hukukuna ilişkin çeşitli konuların yorumlanması ya da geçerliliği hakkında ön kararlar almak yetkileri arasında. Avrupa Adalet Divanı(AAD), merkezi Strasburg’da olan ve Avrupa konseyi’nin bir kurumu olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve merkezi Lahey’de olan Uluslararası Adalet-UAD- ile karıştırılmamalıdır Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), uluslararası bir teşkilat olan Avrupa Konseyi`ne bağlı olarak kurulmuş uluslararası bir mahkemedir. Mahkeme, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek protokolleriyle güvence altına alınmış olan temel hakların çiğnenmesi durumunda bireylerin, birey gruplarının, tüzel kişiliklerin ve diğer devletlerin, belirli usulî kurallar dahilinde başvurabileceği bir yargı merciidir. Avrupa Konseyi`ne üye olan ve aralarında Türkiye, Rusya, Sırbistan, Gürcistan ve Azerbaycan`ın da bulunduğu 47 Avrupa devleti, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi`nin yargı yetkisini tanımaktadır. Uluslararası Adalet Divanı-UAD- :UAD, BM`nin başlıca yargı organıdır. Uluslararası Adalet Divanı`nın merkezi Hollanda`nın Lahey kentindedir. Genel Kurul ve Güvenlik Konseyi`nden seçilen 15 yargıçtan oluşur. Yargıçlar değişik ülkelerden seçilir, böylece dünyadaki değişik hukuk sistemlerinin temsil edilmesi sağlanmaya çalışılır. Divanın yetki alanı, bir uluslararası uyuşmazlıkta taraf olan ülkelerin kendisine getirdikleri davalar ile BM Antlaşması`nda ya da yürürlükteki uluslararası antlaşmalarda özellikle öngörülmüş konuları içine alır. Uluslararası Adalet Divanı Statüsü, BM Antlaşması`nın (BM Şartı) ayrılmaz bir parçasıdır ve Adalet Divanı`nın çalışma esaslarını belirler.
Aşağıda Türkce çevirisini yaptığım AAD-nihai kararı, bu konuda, başta şu anda tozu dumana katan ‘özür diliyoruz’ kampanyasını yürütenleri zor duruma sokacağa benziyor. Avrupanın en yüksek yargı organlarından olan ve milli parlamentolarda siyasi olarak alınan sözde Ermeni soykırımı kararı veya kararları, en yüksek nihai hukuki bu karar karşısında geçerliliğini artık tamamen kaybetmiştir. Sivil toplum örğütleri ve politikacılar hukuki temsilcileri kanalı ile veya bizzat, bu kararı Federal Almanya’nın diğer meclis üyelerine ve basına zaman kaybetmeden ulaştırmalıdırlar. Türkiye Cumhuriyeti dışişleri bakanlığındaki hukuk uzmanlarının da bu konuda artık harekete geçmeleri ve bu meclislerin aldıkları siyasi kararın hukuken artık hiç bir değeri olmadığı bildirilmesi gerekmektedir. Kararın çevirisi AB ülkelerinin tüm dillerine zaten yapılmiş durumda. İhtiyaç halinde aşağıdaki adresten temin edilebilir. http://curia.europa.eu/jurisp/cgi-bin/form.pl?lang=de
Demokrasinin olmazsa olmazı olan aşağıda sıraladığımız üç ayağı vardır (Medya’yı şu an saymayalım)
Bu anlamda, AAD’nın bu nihai kararını-yarğıyı- kabul etmeyenin hukukun üstünlüğü konusunda hazımsızlığı olduğu, böyle kişilerin de asla demokrat olamıyacağı belirtilmelidir. Söz konusu davada, Avrupa Adalet Divanı’nın Ermenilere son sözü: ‘’Sözde soykırımı önce ispatlayın, ondan sonra tazminat isteyin’’ olmuştur. Her ne kadar Ermeni diasporası tarafından bu dava ; ‘’akit dışı sorumluluktan kaynaklanan maddi ve manevi tazminat davası’’ Olarak lanse edilse de, mahkemede bunu hak etmek için de, sözde soykırımın ve bu soykırımdan kaynaklanan zararın ispatlanması, davanın ana damarını –esasını- teşkil etmiştir. Ermeniler bu dava ile kıyısından bucağından göle bir maya çalmaya çalışmışlardır ama tutmamıştır. Bazı hukukçular bu gibi subjektif konularda, dolayısıyla tüm siyasi alanda doğan problemlerin mahkemelerin yetkilerinin içine girmediğini (doctrine of political question) iddia etseler de, peki o zaman adama: ‘AAD’ı bu davayı neden kabul etti’ diye sormazlarmı.? Tüm medeni ceza kanunlarının mihenk taşı-çoğu zaman birinci maddesi- içerik olarak hemen hemen aşağıdaki gibidir. ‘’Nulla poena sine lege, nullum crimen sine lege’’
’’Kanunsuz ceza kesilmez, kanunsuz suç olmaz’’ „keine Strafe ohne Gesetz, kein Verbrechen ohne Gesetz“, Kanunsuz ceza kesilmez. Bir eylemin cezalandırılabilinmesi ise, bu eylemin yapılmasından önce kesinleşmiş bir kanunla ancak mümkündür. Diğer bir deyişle, örneğin 2000 yılında kesinleşmiş bir kanunla, kalkıpta 1999 yılında işlenen bir suçu yargılayamazsınız. Bu anlamda, Ermeni’lerin şu andaki soykırım hukukunu, siyasi zorlamalarla geçmişe uyğulamaya kalkmaları, abesle iştigaldir. Böyle hallerde, kanunun makabline şümul yasağı veya yeni Türkçe ile söyleyecek olursak: Geçmişe uygulama yasağı vardır. (Rückwirkungsverbot). Gerçi bazı hukukçular insanlığa karşı işlenen suçlarda hukukun geçmişe uygulama yasağının geçerli olamıyacağını v.s. savunuyorlarsa da, şu anda henüz bu konuda herkesin bir noktada birleştiği kesinleşmiş uluslararası bir karar bulunmamaktadır. İspat yükünün davacıda olduğu bu davada, sözde Ermeni diasporası, kendilerinden istenilen ‘sözde ermeni soykırımı’nı ispatlama konusunda, siyasi söylem ve iddiadan başka hiçbir varlık gösterememişlerdir Bu ‘’tazminat’’ davasının kazanıldığını ve bir de ondan sonra koparılan velveleyi düşünebiliyormusunuz. Bu dava kazanılsa idi, anında EMSAL dava olarak kainata ilan edilirdi ve sonucunda ise:
AAD’nın rededtiği T-346/03, C-18/04 P Esas sayılı davanın 25 nolu gerekçesinde, hakim aynen söyle demektedir: 25.((Hüküm vermenin)) şartına gelince; davacıların gerçekten somut olarak zarara uğramış olmalarının tespit edilmesi gerekir. Davacıların dava dilekçesinde talep ettikleri, şahıslarının ve Ermeni cemaatinin uğradığı, genel tarifi ile yetindikleri sözde manevi zararın ispatı konusunda, ki davacılar bu konuda ne kapsamı, ne de varlığı hususunda zerre kadar somut bilği sunmuş değiller. Davacılar bununla, kendilerinin gerçekte, somut olarak zarar görüp görmedikleri hakkında mahkemenin hüküm verebilmesi için yeterli bilği verememişlerdir. (AAD’nın bu konuda 2 Temmuz 2003 tarihli T-99/98, Hameico Stutgart /konsey ve komisyon davası kararı ve komisyonun no.68 ve 69, Slg.2003, II-0000 emsal kararları)’’ Yine, iddianamenin 10.cu numarasında Davacılar: 10. Davacılar ayrıca, bir çok temel insan haklarının, özellikle 4.Kasım 1950 yılında Roma’da imzalanan insan hakları ve temel özgürlükleri koruma altına alan Avrupa sözleşmesinin 3. ve 8. maddesine dikkat çekerek, burada sözü edilen, özel yaşam hakkının kutsallığı, aşağılayıcı veya insanlık dışı Muameleye tabi tutulmama haklarının ihlal edidiğini, savunmaktadırlar. Hakim ise, bu iddiaya istinaden aşağıdaki cevabı vermiştir 21.Temel hakların sözde ihlali konusunda ise, (yukarıdaki 10. numaraya bakınız) davacıların, böyle temel insan haklarının ihlali iddiası ile sınırlı kalıp, bunun davalı organlara atfedılen suç ile ne kadar ilgili olduğunu açıklayamamasını belirtmek yeterlidir. Olayların gelişimi: Tarih 20 Temmuz 1987’da Avrupa parlamentosu C-190 esas nolu larari ile, Ermeni sorununun siyasi çözümü hakkında bir karar alır ve bir dizi ‘’çözüm’’ önerir. Yıl 1999. AB ve o anda başbakanı sayın Bülent Ecevit olan Türkiye Cumhuriyeti, Türkiye’nin AB’ne üyelik için aday olup olamıyacağı konusunda restleşmektedirler. Başbakan Ecevit Avrupalıların restini görür ve ‘bizi istemeyeni biz hiç istemeyiz ‘ der ve nihayet, o hatırlayacağınız sahnelerle Başbakan sayın Ecevit ertesi gün apar topar Helsinki’ye davet edilerek, Türkiye’nin AB üyeliğine adaylık kararı verilir Bunun üzerine adeta çileden çıkan Ermeni diasporası: -20 Temmuz 1987 tarihli Avrupa parlamentosunun C-190 esas nolu kararına atıfta bulunarak- ‘’Türkiye önce Ermenilere yaptığı soykırımı kabul etsin, ondan sonra üyeliğe adaylık statüsü verin, aksi takdirde AB akit dışı sorumluluğunu zedelemiş olur’’ diyerek,
Avrupa Adalet Divanı’nda-AAD’nında- dava açar. Bu dava, AAD’nın birinci dairesi tarafından 17 Aralık 2003 tarihinde Esas No: T-346/03 kararı ile reddedilir. Ermeni diasporası bunun üzerine temyize gider ve AAD’nın dördüncü dairesinde görülen temyiz davası, 17.04.2004 tarihinde, C-18/04 P Esas nolu nihai karar ile yeniden reddedilir ve bu nihai kararla Ermeniler ayrıca 30.bin Avro’luk mahkeme masrafını da ödemeye mahkum edilirler
Y.Müh.Refik Mor Yeminli tercüman ve çevirmen, Neumünster /meclis üyesi-CDU AAD’nın birinci dairesinde, 17.Aralık 2003 de görülen davanın Türkce çevirisi: AVRUPA ADALET DİVANI BİRİNCI DAİRESI K A R A R I 17.ARALIK 2003 Esas No T-346/03 Şansolye H.Jung Başkan B.Vesterdorf Hakim P.Mengozzi Hakim E.Ribeiro Davacı Gregoire Krikorian, Bouc-Bel-Air (Fransa) ikametli Davacı Suzanne Krikorian Bouc-Bel-Air ikametli Davacı Avrupa Ermeni Birliği, Marsilya (Fransa) Vekili Av. P. Krikorian Davalı Avrupa Parlementosu Vekili R.Passos ve A.Baas, Tebligat adresi Luxenburg Davalı Avrupa Birliği Konseyi Vekili S.Kypriakopoulou ve G Marhic Davalı Avrupa Birligi Komisyonu Vekili F.Dintilhac ve C. Ladenburger. Tebligat adresi Luxenburg Dava ‘Birliğin akit dışı sorumluluğu ve davanın esassızlık (gerekcesizlik) konumu ‘ Davacı, verdiği manevi tazminat dava dilekcesinde, güya, özellikle de Türkiye Cumhuriyetine Avrupa Birliğine girmesi için adaylık statüsü tanındıgından dolayı, zarara ugradıklarını beyan etmiştir. 1. 1915 de Türkiye’de yaşayan Ermenilere yapılmış olan soy kırımını kabul etmeyi redettiği halde, Türkiye Cumhuriyetine Avrupa Birliğine girmesi için üyeliğe adaylık statüsü tanındıgından dolayı, güya, özellikle kendilerine maddi zarar verildiğini beyan eden davacılar, 9.Eylül 2003 tarihinde mahkemeye ulaşan dava dilekcesinde aşagıda sözü edilen tazminat davasını açmışlardır. 2. Davacılar dilekcesinde ayrıca, · Avrupa Parlementosunun 18.Haziran 1987 tarihli, Ermeni sorununun siyasi çözümü konusunda aldıgı kararının, (Esas: C-190, resmi gazete sayfa 119)Avrupa Birliği için de hukuken bağlayıcı olduğununa, · Davalıların, birlik hukukunu vasıflı olarak , davacılara zarar verecek şekilde ihlal edip etmediğine, · Davallıları, her davacıya bir Euro, tazminat olarak ödemeye mahkum etmeye, · 30.000 Euro mahkeme masraflarının faizi ile birlikte olmak üzere, davalılara yüklenmesine, 3. Davacılar ayrıca, mahkemeye 9.Ekim 2003 tarihinde ulaşan geçici tedbir kararı alınmasını istediği özel dilekcesinde de, davalılardanTürkiye Cumhuriyetinin Avrupa Birliği üyeliği statüsünün incelenmesinin ertelemesini ve görüşmelerin tekrar başlaması için ise, bu devletin sözü edilen soykırımının önce kabul etmesinin, karara bağlanmasını talep etmiştir. Kararın gerekçeleri Tarafların beyanı 4. Davacıların görüşüne göre, Avrupa Birliği için akit dışı sorumluluk gerektiren ilk durum, Avrupa Konsey’inin Türkiye Cumhuriyeti’ne 10 ve 11 aralık 1999 Helsinki’deki (Finlandiya) toplantısında, resmi olarak Avrupa birliği üyeliği statüsünü verirken, bu devletin, sözü edilen soykırımı önceden tanıması şartına bağlamaması ile hasıl olmuştur. Davacılar ayrıca,Türkiye Cumhuriyetinin üyelik ortaklığından faydalanarak, küçümsenemeyecek yardımlar alarak, geriye dönüşü olmayan üyeliğe doğru yol alabileceğine dikkat çekmektedirler.Bu konuda çeşitli kaynaklar göstermektedirler. Örneğin Konseyin 26 Şubat 2001 tarihli Türkiye ile yakınlaşma stratejisi çerçevesinde Türkiye’ye yardım konulu(EG) 390/2001 nolu kararnamesi ve bilhassa üyeliğe hazırlık hakkında 17 Aralık 2001 tarihinde konseyin (EG) Nr.2500/2001 (Abl.L 58, S 1) nolu kararnamesi.Ayrıca(EWG)No.3906/89,(EG)No.1267/1999,(EG)no.1268/1999 ve(EG)No.555/2000 (ABl.L342,S 1) ve yine konseyin 8.Mart 2001 2001/235 sayılı kararları. (ABl.L85, S13) 5. Bu sebeplerden dolayı da, davalı organlar Helsinki kararını ayan beyan bir şekilde ihlal etmiş olmuşlarmış. Avrupa Parlamentosunun bu kararı, Türk hükümetinin sözü edilen soykırımını kabul etmemesini, Türkiye Cumhuriyeti’nin AB’ne olası üyelik statüsünün görüşülmesinde, aşılması mümkün olmayan bir engel olarak görüyormuş. 6. Davacılara göre, 1987 yılında alınan parlamento kararı, aynı zamanda tavsiye ve mutelaa olarak hukuki sonuçlar oluşturabilecek, hukuki bir eylemdir. (AAD’nın13 Aralık 1989 tarihli C-322/88 esas nolu Grimaldi kararı, Slg.1989, 4407). 1987 ylında alınan bu parlamento kararının, Görüşülen bu davada hüküm oluşturduğu (inkişaf ettiği) veya parlamentonun sıradan işlerinin çerçevesini aşan, hükümler oluşturacak boyutta olduğu savunulmaktadır. (AAD’nın 2 Ekim 2001 tarihli T-222/99, T-327/99 ve T-329/99 esas nolu kararları, Martinez /Parlamento, Slg. 2001, II-2823). Parlamento , sözü edilen soykırımının önceden tanınmasını şart koşan bu kararı ile, Türkiye Cumhuriyeti’ne, kamu oyu önünde olağanüstü üyelik şartları koymuştur, denmektedir. 7. Davacılar, 1 Haziran 1987 tarihinde uzlaşılmış Avrupa Birliği Dosyasının yürürlüğe girmesi ile 237 EWG/akit maddesinin yürürlükten kalktığını hatırlatarak, parlamentonun artıkTürkiye Cumhuriyeti’nin üyeliğine karşı gelme salahiyetine sahip olduğuna dikkat çekip, parlamentonun artık şimden sonra Avrupa Birliği hakkındaki onaylayıcı mütalasının, akitin 49.maddesine göre vermesi gerektiğini beyan ederek, 1987 deki parlamento kararının bu tarihten sonra, yani 20 Temmuz 1987 tarihinde yayımlandığını ve bundan dolayı ancak bilgileri olduğunu özellikle vurgulamışlardır. 8. Bundan dolayıdırki, 1987 deki parlamento kararı davacılarda, parlamentonun Türkiye Cumhuriyeti’nin üyeliği söz konusu olduğunda veto hakkını kullanacağı doğrultusunda haklı bir güvenç doğurduğu veya genel olarak ifade etmek gerekirse, şüpheli soy kırımını onlar tarafından (Türkiye Cumhuriyeti) tanınmadığı müddetçe, Avrupa Birliği organları Türkiye Cumhuriyeti’nin üyeliğinin incelenmesine karşı geleceği kanısı hasıl olmuş.Yukarıda 4.numarada sözü edilen hususlar da haklı güvencenin ihlali olarak beyan edilmektedir. 9. Davacılar, Avrupa Birliğinin kendi kendisini ((kusursuz)) davranış ve başarı sorumluluğu ile mükellef tuttuğunu, oysa ki, burada birlik hukukunun kafi derecede vasıflı ihlalini ispat etmek için, 1987 parlamento kararının öngördüğü kriterlerinin hafiften dahi olsa ihlal edildiğini tespit etmek yeterlidir, denmektedir. . 10. Davacılar ayrıca, bir çok temel insan haklarının, özellikle 4.Kasım 1950 yılında Roma’da imzalanan insan hakları ve temel özgürlükleri koruma altına alan Avrupa sözleşmesinin 3. ve 8. maddesine dikkat çekerek, burada sözü edilen, özel yaşam hakkının kutsallığı, aşağılayıcı veya insanlık dışı Muameleye tabi tutulmama haklarının ihlal edidiğini, savunmaktadırlar. 11. Davacılar en nihayet olarak, Ermeni toplumunun üyesi ve de sözde soykırımdan kurtulanların zürriyetleri olarak manevi zarara uğradıklarını iddia etmektedirler. 12. sözü edilen soykırım gerçeği hatırlanıldığında ve tüm Ermenilerin onurunu oluşturan tarihi gerçek hakkındaki kaygı da göz önünde bulundurulduğunda, davacılar, davalı kurumların davranışının onurlarını yaraladığını iddia etmektedirler.Bu soykırımı, Ermeni halkının kimliği ve ermeni tarihinin vazgeçilmez bir parçası olduğundan, davacıların kimliği, davalı kurumların davranışlarından dolayı, tamiri mümkün olmayan bir biçimde zarar gördüğü iddia edilmiştir. Eğer sözü edilen soykırım gerçeğinden şüphelenilirse, nihayetinde Ermeni toplumunun kendisini düşük değerli hissetmesine ve marjinalleştirilmesine Yol açacağı beyanında bulunulmuştur.Türkiye Cumhuriyetinin tutumunun davacıyı adeta kanı helal ilan ederek, onları ikinci sınıf mağdur sınıfına soktuğu beyan edilmiştir. Bu durumun davacıyı, çok derin bir haksızlığa uğramışlık hissi ile doldurduğu ve yasını dahi yeterli derecede tutamadığı belirtilmiştir. Gereği düşünüldü, mahkemenin takdiri: 13. Eğer bir davanın, alenen, he rtürlü hukuki bir dayanağı yok ise, Mahkeme, mahkemenin 111. yargılama hükmüne göre yargılamayı devam ettirmeyerek, hüküm verip, gerekceleri ile karara bağlıyabilir. Mahkeme, dava dilekcesini göz önünde bulundurarak, davalı kurumları dinlemeden ve sözlü duruşmayı açmadan da, söz konusu davanın gerekçeliliği hakkında karar verecek durumda olduğu kanaatindedir. 14. Daha önce verilen emsal kararlara göre, Avrupa birliğinin akit dışı sorumluluğu, birliğin 288.maddesinin 2.paragrafında belirlenmiş olup, bir sürü şartların yerine getirilmiş olmasına bağlıdır. Yani buna göre, Kurumlara atfedilen kanun dışı davranış ile gerçekte var olan ve telafisi istenen (madi ve manevi) zarar arasında sebep-sonuç ilişkisinin olması gerekmektedir. (Bu konudaki AAD’nın:29 Eylül 1982, esas no.26/81, Oleifici MediteraraneiEWG,Slg.1982, 3057, Randnr.16 ve yine 11 Temmuz 1996, esas no.T-175/94, Internatıonal Procurement Servıces/kommıssıon, Slg.1996, II-729,II-1343, Randnr.30. ve yine 11 Temmuz 1997 esas no. T-267/94,Oleifici İtaliani/Kommission, Slg.1997,II- 1239, Randnr.20, emsal kararlarıdır). 15. Bu şartlardan herhangi birisinin yerine getirilmemesi durumunda, birligin akit dışı sorumluluğunu belirleyen geriye kalan diğer sartlara bakılmaya gerek görülmeden, dava tümden rededilir.(Bu konuda AAD’nın 14 Ekim 1999 tarihli esas no.C-104/97 P, Atlanta/Avrupa Birliği,Slg.1999,I-6983, Randnr.65 kararı). 16. Davacılar burada, birincisi, 10 ve 11 Aralık 1999 tarihinde Avrupa konseyinin Türkiye Cumhuriyeti’ne Helsinki’de AB’ne üye olabilme statüsünü vermiş olması ve digeri ise,Türkiye Cumhuriyeti’nin bu konumdan çıkar elde etmiş olması hususu olarak, birliğin akit dışı sorumluluğunun devreye girmesi gerektiği, iki husus belirtmektedir. 17.Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa birliğine üyeliğe adaylık statüsünün tanınmasına gelince; bu kararın, EG’nin 7. maddesi gereği birliğin organı olmayan, Avrupa konseyinin tasarrufunun sonucu olduğunu tespit etmek gerekir. Kaldı ki, 14.ncü numarada belirtildiği gibi, yalnız birliğin organı olan bir kurumun davranışı, akit dışı sorumluluğu doğurabilir.Bundan dolayıdır ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa birliğine üyeliğe adaylık statüsünün tanınmasının, birliğin akit dışı sorumluluğunu doğurduğu gerekçesinin reddedilmesi gerekir. 18. Davacılar burada, Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği ile olan ortaklığından yararlanmasının, 1987 de alınan karara ters düştüğünü ve davalı organın davranışının hukuki geçerliliğinin olmadığını, savunmaktadır. 19.1987 ‘de alınan kararın, saf siyasi bir açıklama içeren, her an parlamento tarafından tekrar değiştirilebilinecek bir döküman olduğunun tespitini yapmak yeterlidir. Bu sebeplerden dolayıdır ki, bu kararın, kararı alanlara karşı hukuki bağlayıcılığı olmadığı gibi, hele hele diğer davalı orğanlara karşı da hiç bir bağlayıcı hukuki sonuçlar inkişaf ettirmez. 20.(yukarıda 19”da) yapılan bu tesbit, davacılarda haklı olarak oluşabilecek; ‘’bundan sonra artık AB-organları, Avrupa Parlamentosu’nun 1987 ‘deki kararının içeriği doğrultusunda hareket edecekler’’ hissini bertaraf etmek için yeterlidir. (Bu anlamdaki AAD’nın 11 Temmuz 1985 tarihli 87/77, 130/77, 22/83, 9/84 ve 10/84, Salerno / Avrupa komısyonu ve Avrupa konseyi davası ve Slg.1985, 2523, no 59 ve 28 Kasım 1991 tarihli Esas no C-213/88 ve C- 39/89, Lüxenburg/Parlamento davaları, komisyonun Slg. 1991, I-5643,no.25 kararı). 21.Temel hakların sözde ihlali konusunda ise, (yukarıdaki 10. numaraya bakınız) davacıların, böyle temel insan haklarının ihlali iddiası ile sınırlı kalıp, bunun davalı organlara atfedılen suç ile ne kadar ilğili olduğunu açıklayamamasını belirtmek yeterlidir. 22 .Bu arada, bir şeyi de zikretmek gerekir ki, o da, davacıların neden-sonuç- ilişkisini belirleyen şartların yerine getirildiğini açıkca ıspatlıyamadığıdır. 23.sürekli veilen yargısal (emsal) kararlara göre, sözü edilen organların işlediği sözde hata ile, iddia edilen zarar arasında, neden-sonuç-ilişkisi olması mecburiyeti olup, bunun da ispat yükü davacıya aittir.(AAD’nın 24 Nisan 2002 tarihli, esas no.T-220/96,EVO/Rat davası kararı ve Komisyonun Slg.2002, II- 2265, no.41 ve orada yapılan karar alıntısı) Ayrıca,sözü edilen organın hatalı davranışı, bu zararın doğmasına doğrudan ve tayin edici neden olması gerekmektedir. (AAD’nın 15 Haziran 2000 tarihli, esas no.T-614/97, Aduanas Pujol Rubıo /konsey davası kararı ve Komisyonun Slg.200, II-2387,no.19 kararı ve AAD’nın T-16 Haziran 2000 tarihli, esas no.T-611/97, T-619/97 Transfluvia/konsey davası kararı ve komisyonun Slg.2000, II-2405, no.17 ve AAD’nın 12 Aralık 2000 tarihli esas no.T-201/99 Royal Cruıses /konsey davası kararı ve komisyonun Slg. 2000, II-4005, no. 26 kararı. Temyiz edilen bu karar da, ayrıca AAD’nın 15 Şubat 2002 tarihinde verdiği, resmi gazetede yayınlanmamış olan Royal Olympıc Cruıses/Konsey ve Komısyon davasında esas no.C-49/01 nihai kararı ile tasdik edilmiştir.) 24.Davacıların dava dilekcesindeki gerekcelerinden, iddia edilen manevi tazminatın, suçlanan organların davranışlarından değil de, Türkiye Cumhuriyeti’nin sözde soy kırımı tanımadığından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Davacılar bununla, davalı organlara atfedilen suçlu davranışın, iddia edilen zararın ortaya çıkmasında, doğrudan ve tain edici bir unsur olduğuna dair hiç bir ispat ortaya koyamamıştır. 25.Davacıların gerçekten ve somut zarar görmüş olduklarını gösteren deliller konusuna gelince; davacılar, dava dilekçesinde genel ifadelerle Ermeni birliğinin uğradığı manevi zararın talebi ile sınırlı kalmış olup, ne bu konuda, ne de şahsen kendilerinin uğradığı zararın kapsamı hakkında zerre kadar dahi delil gösterememiş olmalarıdır Davacılar bununla, kendilerinin gerçekten ve somut olarak zarar görüp görmedikleri hakkında mahkemenin hüküm verebilmesi için yeterli bilği verememişlerdir. (AAD’nın bu konuda 2 Temmuz 2003 tarihli T-99/98, Hameico Stutgart /konsey ve komısyon ((Emsal))davası kararı ve komisyonun no.68 ve 69, Slg.2003, II-0000 kararı) 26.Davacılar bu konuda, açıkca, birliğin akit dışı sorumluluğunun olduğunu Ispatlıyamamışlardır. 27.yukarıdaki nedenlerden dolayı tazminat davasının açıkça esassız olması itibariyle reddine. Masraflar : 28. (Yargılama) masraflarının, yargılama usulünün 87.ci maddesinin 2.ci paragrafına göre, dilekçe vererek, davayı kaybedene ödettirilmesine, 29.Davacıların, davaya cevap dilekçesini ve masraf dilekçesini mahkemeye ibraz etmeden önce, şu anki dava hakkındaki karar, yargılama usulünün 111.ci maddesine göre veriliyor. Onun için, mahkemenin herhangi olağan üstü bir durum tespit ettiği durumlarda masrafları paylaştırabileceği, yargılama usülünün 87.ci maddesinin 3. paragrafının uygulanmasına, 30.Davacıların mahkemeyi kaybeden olduklarından, masrafların onların tarafından ödenmesine, Bu sebeplerden dolayıdır ki; 1.davanın reddine, 2.yargılama masraflarının davacılar tarafından ödenmesine, AAD’nın((Avrupa Adalet Divanı’nın)) birinci dairesi tarafından Karar vermiştir. Lüxenburg. 17.Aralık 2003 Şansölye Başkan H.Jung B.Vesterdorf Not:16 Ocak 2004’de temyize verilen bu dava, yine 29.Ekim 2004 tarihinde, AAD’nın dördüncü dairesi tarafından Fransız dilinde görüşülmüş ve Esas No: C-18/04 P ile rededilerek nihai karar verilmiştir. Daha fazla bilği için, ADD’nın bilği bankasının adresi: http://curia.europa.eu/jurisp/cgi-bin/form.pl?lang=de. AralIk .2008 “Özür diliyoruz” kampanyacılarına ; HUKUK DİYORSA EVET, ÖZÜR DİLERİZ....!! SIYASETCILER DIYORSA HAYIR, ÖZÜR DİLEMİYORUZ...!! ‘’ERMENİ SOYKIRIMININ’’ HUKUKİ BİR DAYANAĞI YOKTUR . Türkiye’de bır kısım ‘Entellektüel’ şu sıralarda Ermeni’lerden ‘özür diliyoruz’ diye bir kampanya başlatmıştır.Bu kampanyanın hedefi, hukuki bir dayanağı olmayan ‘sözde Ermeni soykırımına’ kamu oyu baskısı ile siyasi bir kılıf uydurarak, hukukun üstünlüğünü delmeye yöneliktir. ‘Özür diliyoruz’ diye verilmeye kalkışılan mesaja ve ‘1915 olaylarına’ gelince; Demokrasinin olmazsa olmazı olan aşağıda sıraladığımız üç ayağı vardır (Medya’yı şu an saymayalım)
Bu üç ilkenin birisini ihlal ettiğiniz zaman, siz artık demokrat sayılmazsınız ve sizin yeriniz artık herhangi bir muz cumhuriyetidir. Tüm medeni ceza kanunlarının mihenk taşı-çoğu zaman birinci maddesi- içerik olarak hemen hemen aşağıdaki gibidir. ‘’Nulla poena sine lege, nullum crimen sine lege’’
’’Kanunsuz ceza kesilmez, kanunsuz suç olmaz’’ Kanunsuz ceza kesilmez. Bir eylemin cezalandırılabilinmesi ise, bu eylemin yapılmasından önce kesinleşmiş bir kanunla ancak mümkündür. Diğer bir deyişle, örneğin 2000 yılında kesinleşmiş bir kanunla, kalkıp da 1999 yılında işlenen bir suçu yargılayamazsınız. Bu anlamda, Ermeni’lerin şu andaki soykırım hukukunu, siyasi zorlamalarla geçmişe uyğulamaya kalkmaları, abesle iştigaldir. Böyle hallerde, kanunun makabline şümul yasağı veya yeni Türkçe ile söyleyecek olursak: kanunun geçmişe uygulama yasağı vardır. Çünkü demokrasinin uygulamalı yaşandığı ülkelerde ceza kesilmeden önce ;
Örneğin: „suçu” hafifletici ve ağırlaştırıcı nedenler var mıdır?. Kamu vicdanı ne durumdadır savaş veya barış ortamı var mıdır? Vatana ihanet, nefsi müdafaa söz konusu mudur ? Ülkeden toprak talebi veya silâhlı ayaklanma var mıdır.... v.s., v.s. Bunların hiç birini veya bir kaçını göz önünde bulundurmadan birisini veya birilerini yargılamaya kalkarsanız kanunsuz ceza vermiş olursunuz, ki bu da yukarıda sözü edilen tüm ceza kanunlarının birinci maddesi olan ; „Hiç kimse kanunsuz cezalandırılamaz“ İlkesine ters düşer. Yoksa her kes her önüne gelene, senden şu kadar alacağım var, veya bana şunu yaptın deyıp iddia bazında ceza kestiremez. Almanlar Nürnberg’de yargılanıp mahkum edildiler. Türkler hakkında ise yalnız ve yalnız siyasi iddia bazında suçlamalar vardır. O kadar. O halde bizim entellektüel ‘Özür diliyorum’ kampanyasını yürütenlerin kast ettiği o zamana dönelim ve duruma bir bakalım. Yıl 1912, İtalyanlar, Osmanlı toprağı olan Trablusgarp’ ı işgal ettirmiş, güney ve batı Anadolu Fransızlara; Suriye, Adana, Mersin İngilizlere; Ege bölgesi Yunanlılara; boğazlar ve doğu Anadolu Ruslara vaat edilmiş ve ülke şimdiki İrak gibi resmen işgal altındadır. Ermenilere’ de doğu Anadolu’da kurulacak bir Ermenistan vaat edilmiştir. İşte tam da bunun için Ermeniler kendilerince, vatandaşı oldukları Osmanlıya karşı “haklı” bir savaşa girişmişlerdir. Ermenililer bu savaşta Osmanlıya karşı işgalcilerle özellikle Ruslarla ve Fransızlarla bir olup, Türkleri arkadan hançerlemişlerdir. Ermenililer Antep kuşatmasında Franzsılarla birlikte Türklere karşı nasıl savaştıklarını, ben şahsen bu savaşa katılan akrabalarımdan canlı dinlemişimdir. Osmanlılar işgalcilere karşı cephede savaşı kazanmak için cephe gerisindeki bu iç savaşı önce önlemeleri gerekirdi. İşte tam da bunun için Ermeniler, Osmanlı toprağı olan şimdiki Suriye ve Irak olan topraklara zoraki göçe tabii tutuldular. Amerikalılar ikinci dünya savaşında, japonların Pearl Harbour limanına saldırısından sonra da aynı Osmanlı’nın bu yöntemine baş vurdular ve bu bölgedeki yaklaşık yarım milyon Amerikan vatandaşı japon’u iç bölgelere zoraki göç ettirdiler, ki japonlar saldırgan japonlarla iş birliği yapmasınlar diye. Amerikalılar soykırımı mı yaptılar? Hayır. Çekoslovaklar, ikinci dünya savaşında, Naziler’e misilleme olarak Çekoslovakya’dan tam bir buçuk milyon Alman’ı (Sudetendeutschen) şimdiki kuzey Almanya’ya, yani Schleswig-Holstein’ a zoraki göç ettirdiler. Çekoslovaklar soy kırımı mı yaptılar? Hayır. Irak’ da işgalden beri tam bir milyon ikiyüz bin kişi, batılılar tarafından öldürüldü. Beş milyon yetim çocuk ve bir o kadar insanı sakat bıraktılar. Soykırımı mı yaptılar? Batılıların yanıtı hayır. Onlara göre, hukuki ‘’haklı’’ nedenleri var olup savaş durumu hakim diyorlar. Şimdi gelelim soy kırımı kavramının uluslararası tanımına: „Soy kırımı, silahsız ve savunmasız bir toplumun bütün bireylerinin ayrım gözetmeksizin, silahlı bir toplum tarafından ve planlı bir biçimde, yalnız belli bir ırka tabii olduklarından dolayı, yok edilmesidir “ Örnek: Almanların Yahudilere ve Afrikalı Herero halkına ve Sırpların 1999 Boşnaklara yaptığı gibi. Ayrıca, soy kırımına uğradığını ileri süren tarafın savaş halinde düşmanla iş birliği yapmaması ve silah kullanmaması gerekiyor. Saldırıya uğrayan gurubun silahsız olması gerekiyor. Aksi takdirde her silahlı çatışmayı ve savaş anındaki kitle katliamını – Hiroşima’ da bir çırpıda 250 bin kişinin ölümünü – soy kırımı kabul edersek ve soy kırımı yapanların bir listesini çıkartmak istersek, Türkiye,Amerika, Almanya, Fransa, İngiltere , Belçika ve diğer bir çok ülkeden sonra listedeki en son isim olur. Hiç eveleyip gevelemiyelim, eğer Türkler o savaşta yenilseydi – Sevr(Sevres) antlaşması kalsaydı- biz Ermenilerin, Ermeniler’ de bizlerin konumunda olacakdı. Savaşdık ve biz galip geldik. Anlaşılan odur ki, o dönemin işgalci emparyalist güçleri, Anadolu’da uğradıkları o korkunç hezimeti hala içlerine sindirememişler ve hala revanşı oynamaya kalkışıyorlar. Medeni bir Millet olarak biz Türkler, bu konuda şunu diyoruz: Kavga, döğüş ve savaş yaptıksa, bunlar iyi şeyler olmadığından dolayı, tekrar barI$mak icin, birbirimizden özür dileyebiliriz. Ama tek taraflı değil. Çözüm önerisi:
|
Paylaş |
Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir. |
© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır.
Kullanıcı Sözleşmesi. |