Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10791
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Okuyucularımıza Sunduğumuz Temel Bilgiler
HEYBELİADA RUHBAN OKULU

                            HEYBELİADA RUHBAN OKULU   I

   1. GİRİŞ

      

     Hazret-i İsa`nın Hıristiyanlık dinini tebliğinden itibaren başlayan süreç ,uzun yıllar homojen olarak devam etmiş,dini anlayış ve idari yönden hiçbir bölünme olmadan beş ayrı kilise tarafından (Antakya,Kudüs,İskenderiye,Roma ve İstanbul) yönetilen Hıristiyanlık, bir müddet sonra mezheplere ve tarikatlara ayrılmaya başlamıştır.Bu mezhep ve tarikatlar,daha sonraları Roma ve İstanbul’dan ayrılarak yeni ve bağımsız kiliseler kurmuşlardır.

     Roma İmparatorluğu`nun ikiye bölünmesi sonucu Hıristiyanlık Dünyası önce ikiye ayrılmış (Katolik ve Ortodoks) ve daha sonra Protestanlık ile üçüncü büyük parça oluşmuştur.

     Özellikle Batı Roma İmparatorluğu`nun yıkılmasından sonra eski Roma rolünü üslenen Bizans, Kendi gücünü kabul ettirme politikası doğrultusunda Vatikan`daki Papa`yı değil, İstanbul`daki Patrik`i Hıristiyanlığın en büyük ruhani lideri olarak kabul etmiştir. VI. Yüzyılda başlayan bu ayrılık gittikçe derinleşmiş ve 1054 yılında Ortodoks mezhebini kabul eden Hıristiyanlar tarafından İstanbul`da Ortodoks Patrikhanesi resmen kurulmuş ve Roma Katolik Kilisesi’nden kesin olarak ayrılmıştır.1204 yılında İstanbul`u Latinler’in işgal etmesi ile Ortodoksluk saldırıya uğramış ve patrikhane Rum kilisesine dönüşmüştür.

     İstanbul`un Türkler tarafından fethi, Patrikhane için yeni bir dönemin başlangıcı olmuş, çökmek, dağılmak ve kaçınılmaz olarak Roma Katolik Kilisesi’nin etkisine düşmek üzere olan Ortodoks Patrikhanesi, Fatih Sultan Mehmet`in fermanıyla kurtulmuştur.

     Fatih`in seçilen Patriğe büyük itibar göstermesi, onu sadece din işlerinde değil,"Millet Başı" unvanı da vererek bütün dindaşlarının her türlü sorunları hakkında yetkili kılması, sadece bağımsız dini bir şahsiyet olan Patrik`in etkilerini ,  kilisenin dışına çıkartılarak onu dini,hukuki ve cezai işlerde de en yetkili kişi durumuna getirmiştir.Ayrıca cemaati’nin başkanı olarak Divan-ı Humayun`da söz olmasını sağlamış,bu durum da Patrikhane`nin gücünü artırmıştır.

     Bu tavizler daha sonraki Padişahlar tarafından da devam ettirilmiş, Patrikhaneye tanınan bu yetkiler artarak devam etmiştir. Bununla beraber Gayri Müslim okullar ve bu okulların programlarına asla karışılmamış, okullar en üst organ olarak Patrik`e bağlanmıştır. Diğer bir konu ise Patrikhane`nin Justinien kanunlarına göre hüküm veren ve bu hükümleri şer-i mahkemelerinin hükümleri gibi geçerli olduğu, devlet organlarının da bu kararları aynen uyguladığı bir mahkemeye sahip olmasıdır. Bu durum" devlet içinde devlet" olarak tanımlanmaktadır.

    Osmanlı İmparatorluğu bu hakları verirken dinsel azınlıkların bu hakları milli haklar haline dönüştürmede kullanacaklarını ve bu yolla ayrılarak İmparatorluğu dağıtacaklarını hesap etmemiştir. Yönetim güçlü oldukça bu sistem iyi işlemiş, ancak Avrupa`nın güçlenmesiyle Osmanlı İmparatorluğu’nun içinde ve dış politikada en zayıf halkasını teşkil etmiştir.

   Nitekim Patrikhane, fırsat buldukça siyasetle uğraşmış ve Osmanlı Devlet`ine devamlı ihanet etmiştir. Zira Patrikhane Bizans`ın dini ve dünyevi yönünü devam ettirmiş, Bizans`ın kendi şahsında yaşamasını sağlamıştır. Hatta "Megalo İdea"nın merkezi haline gelmiş ve Megalo İdea doğrultusunda en önemli faaliyetini Balkan Milletlerini Rumlaştırmak şeklinde göstermiştir.

   Rumlar`ın  aydınıyla, zenginiyle çeşitli şekillerde Megalo İdea doğrultusunda hazırlık yapmaları ve faaliyet göstermeleri,İstanbul Patriği`nin ustalıkla yönettiği siyaset ve telkinlerle olmuş,daha sonraları Megalo İdea yönünde faaliyet göstermek üzere kurulan Etnik-i Eterya Cemiyeti`nin de merkezi İstanbul`un Fener semti yapılmıştır.Bu cemiyetin faaliyetlerinde Patrikhane`nin rolü ve desteği çok büyük olmuş,Rum okulları Etnık-i Eterya`nın şubeleri haline getirilmiştir.

   Bu ortamda 1821 yılında çıkan ve Yunanistan’ın bağımsızlığı ile sonuçlanan Mora isyanına papazlar öncülük etmişler, bu isyanın çıkışı ve gelişmelerinde Fener Patrikhanesi’nin özellikle patrik Girigoryos’un rolü büyük olmuştur. Bu durumun belgelenmesi üzerine patrik ile suçları sabit görülen Metropolitler II nci Mahmut tarafından Patrikhane’nin orta kapısına asılmışlardır. Bu idamlardan sonra bu kapı hiç açılmamış ve adına KİN KAPISI denmiştir.

   Ancak bağımsızlığını kazanan Yunanistan, bundan sonra izlediği Megalo İdea doğrultusundaki politikasında papazlardan faydalanmış ve Fener Patrikhanesi ile daima dirsek temasında bulunmuştur. Bazı dönemlerde Yunan Devlet adamları Patrikhane’ye yakın ilgi göstermişlerdir.Özellikle Venizelos “Patrikhane Yunanistan’ın emrine girmeli,ancak Megalo İdea bu sayede gerçekleştirilebilir” diyerek asil maksatlarını açığa vurmuştur.İstanbul’un işgali sırasında Patrikhane’nin kapısına çift kartallı Bizans bayrağının çekilmesi de kendisini Bizans’ın devamı olarak gören Yunanistan’a karşı Patrikhane’nin ilgisini göstermektedir.

    Bağımsızlığından itibaren  I nci Dünya savaşına kadar topraklarını ikiye katlayan Yunanistan’ın büyümesinin en önemli sebeplerinden birisi Patrikhane’nin desteği olmuştur.

   Mondros Mütarekesi’ni Anadolu’nun Türklerden temizlenmesi açısından çok önemli olduğunu gören Patrikhane ve bağlı metropolitler, her zaman ki gibi Yunanistan ile tam bir işbirliği içerisinde çalışmışlardır. İstanbul , Anadolu ve Trakya’da meydana gelen Rum çeteleri faaliyetlerinde, Adalar ve Yunanistan’dan gelen Rumların ve silahların Anadolu’ya sokulmasında, Pontus Devleti oluşturma girişimlerinde Patrikhane yine ön saflarda yer almıştır.Kısacası Yunanlılar’ın Anadolu’yu işgal harekatında,Rum çete faaliyetlerinde,Anadolu’ya Rum nüfusunun kaydırılmasında Osmanlı vatandaşı Rumlar ve Patrikhane’nin çok büyük rolleri olmuştur.

    Kurtuluş savaşı sonrası toplanan Lozan Barış Konferansı’nda Patrikhane’nin sınır dışı edilmesi teklif edilmiş, ancak İngiliz ve Yunan delegasyonunun yoğun baskısı ile Patrikhane sadece dini işlerle uğraşmak kaydıyla Türkiye’de bırakılmıştır. Ancak Patrikhane’nin bir kurum olarak Lozan Anlaşmasında yer almaması Patrikliğin yegane sığınağının Türk Milleti ve devletinin hoşgörülüğü olarak ön görülmüştür. .Nitekim 1925 yılında yapılan Patrik seçimi ile Ekümenik Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin statüsü,Lozan’ın ruhuna uygun mahallileştirilmiştir.

    Ancak Patrikhane içten içe kaybettiği imtiyazları elde etme, Ekumenik Patrik olma çabası yönünde politika gütmeye başlamış, Lozan’a rağmen siyasi bir mahiyet arz eden Doğu (Ortodoks),ve Batı (Katolik) kiliselerin birleşmeleri gibi meselelere de el atarak, Türkiye aleyhine cephe genişletme faaliyetlerinden geri durmamıştır.

   II nci Dünya savaşından sonra, ABD’nin aktif olarak dünya sahnesine çıkması sonucu, ABD, Fener Patrikhanesi ile ilgilenmeye başlamıştır. Patrikhane 1950’li yıllarda patrik seçimi ve özellikle Kıbrıs olayları sebebiyle tekrar gündemin ön sıralarına çıkmıştır.Bu sırada ortaya çıkan Türk-Yunan anlaşmazlığında Patrikhane çeşitli çevrelerce sık sık gündeme getirilmiş,bu tarihten sonra da Fener Rum patrikhanesi Türkiye-Yunanistan arasında meydana gelen her itilafa konu edilmiştir.Hatta patrikhane’ye bağlı bazı Metropolitlerde görevli şahıslar hakkında şüpheler nedeniyle Türk vatandaşlığından çıkarılmaları,Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kilisesi ile ilişkiye giren Fener Rum Patrikhanesi’ni zor durumda bırakmıştır.

   1960’lı yıllarda da devam eden bu durum,1974 Kıbrıs Barış Harekatı ile zirveye ulaşmış, bu yıllarda Türkiye, Patrikhane ve Heybeliada Ruhban Okuluna karşı bazı sert tedbirler almak zorunda kalmıştır. Heybeliada Ruhban Okulu bu dönem kapatılmıştır.

   1950’li yıllarda başlayan Ekümenik Patrik olma yönündeki faaliyetler,2000’li yıllarda da devam etmektedir. Bunun dışında özellikle Roma ile Fener’in birleştirilmeleri ile ilgili gayretler ilgi çekmekte olup, Katolik Ruhani lideri Papa’nın Türkiye ziyaretinde Fener Rum Patriği ile görüşmesi 500 yıldan fazla devam eden doğu-Batı kavgasının sonu olabileceği söylenmektedir.

   1991 yılında Patrikliğe yeni seçilen Bartholomos’un Ortodoks dünyasının dini lideri olma yönündeki azimli yürüyüşünde ABD, Rusya ve AB ülkelerinin desteğini sağladığı görülmektedir. Nitekim son yıllarda ABD ve AB’nin Türk Hükümetlerinden Patrikhane lehine tavizler istemeleri dikkati çekmektedir. Bu durum ABD’nin Fener Rum Patrikhanesine ABD’nin Fener Rum Patrikhanesine evrensel bir statü ile İstanbul’da ikinci bir Vatikan yaratması ve bu yolla Ortodoks dünyasına hükmetme iradesinden kaynaklanmaktadır.

   Nitekim Patrikhane üzerine gizli de olsa aldığı, dini ve siyasi görevlerini yerine getirebilmek için Fener semtindeki merkez binasında oldukça kalabalık bir kadro ile çalışmalarına devam etmektedir. Diğer taraftan özel okullar ile ilgili kanun gereği kendilerince kapatılmış olan,Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması için de bizzat patrik tarafından yürütülen hummalı bir faaliyet göstermektedirler,

   Neticeten, son yıllarda Lozan’a rağmen Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin özel bir statü ile taçlandırılması, yani İstanbul’da Vatikan benzeri bir Kilise oluşturulması istendiği ve hedefe doğru adım adım yol alındığı gözlenmektedir,

 

   2.HEYBELİADA RUHBAN OKULU’NUN AÇILIŞ ÖYKÜSÜ

    Heybeliada Ruhban Okulu veya Heybeliada Rum Rahipler Okulu, Manastır Okul olarak ilk defa şimdiki adı ile Ümit Tepesi (Eski adı papaz dağı) ‘nde 809 yılında Despotlar Manastırı adı altında kurulmuştur. Burası 862 yılında Karadeniz’den gelen Rum akıncıları tarafından yağmalanmış,1268- 1278 yılları arasında ise zengin bir kütüphaneye kavuşmuştur. Bugün 42 bini bulan kitaplardan bini ciltli el yazmasıdır.

    Okulun ilk kuruluşundan İstanbul’un fethine kadar olan zaman hakkında hemen hemen hiç ciddi bilgi yoktur.1565 ve 1772 yıllarında iki kez onarılmıştır. İstanbul’un fethi yıllarında Avrupa’da diğer Hıristiyan mezhepleriyle ilgili dini okullar, hatta üniversiteler faaliyet gösterirken, Ortodoksların dini eğitimi dağınık, disiplinsiz,küçük okullarda,daha doğrusu okul denmeyecek manastır köşelerinde yapılıyordu.İstanbul’un fethinden sonra Patrikhane’nin ricası ve Fatih Sultan Mehmet’in desteği ile İstanbul’da ilk din akademisi açılmış,ancak bu akademi gelişememiştir.

    1830 yılında Yunanistan’ın Poros adasında bir din okulu kurulmuş,1837 yılında Atina Üniversitesi’ne bağlı Yüksek teoloji okulu açılmıştır. Bu okullara İstanbul’dan öğrenciler gitmiştir . Bu sıralarda Anadolu’daki Ortodoksları Lüteryanlığa döndürme gayretleri bulunmaktadır .Anadolu’da sayıları zaten az olan Ortodoksların mezhep değiştirmeye başlaması İstanbul Patrikhanesini telaşlandırmış,bu olay İstanbul’daki Ortodoks liderlerine ciddi bir eğitim yapacak bir din okulu kurmanın gerekliliğini düşündürmüştür.

    Nitekim, Patrik seçilen IV. Germanos  manastırların, kiliselerin ve patrikhane’nin değişik yorumları olan dini görüşleri bir araya getirmek için, bilgili din adamları yetiştirecek büyük bir ilahiyat okulu kurmanın gereğini bilerek işe başlamıştır. Sonuçta Aya Triada Manastırı 1843 yılında tamir ettirilerek okul haline getirilmiştir.

 

  3.HEYBELİADA RUHBAN OKULUNUN AÇILMASI

    Aya  Triada Manastırı, Sultan Abdülmecit’in iradesiyle “Ruhban mesleğine girecek olanları ruhani ve ahlaki öğretim ve terbiye ile yetiştirmek için Teoloji Okulu olarak” 15 Eylül 1844 yılında açılmıştır.1852 yılına kadar dört sene olan ve sadece lise mezunlarını kabul eden okul, bu yıldan sonra öğretimini yedi yıla çıkarmış ve liseyi bitirmeyenleri de kabul etmeye başlamıştır.

    1853 yılında ilk defa Türkçe dersleri konmuş, dersler genellikle İbranice, Arapça ve Ermenice okutulmuştur. 1890- 1891 yılında tekrar tamir edilen okul,1894 yılında İstanbul depremi ile yıkılmış, Rum ve Ermeni zenginleri ve kiliselerin bağışları ile okul yeniden inşa edilerek 1896 yılında tekrar açılmıştır.

    Mayıs 1918 yılında Bahriye Nezareti okula el koyarak, Bahriye okulunun namzet sınıfları bu binaya taşınmıştır .Daha sonraları 750 Alman askerine tahsis edilen bina,29 Aralık 1918 yılında papaz okulu tekrar yerine taşınmıştır.Çarlık Rusya’sındaki komünist ihtilalinden kaçan Beyaz Ruslar 1919 yılında kilise tarafından bir kez daha okula yerleştirilmiştir.

    1919 yılına kadar okul, lise ve teoloji kısımlarından ibaret  iken, bu yıl “Akademi” statüsüne dönüştürülmüş ve dürt yıla çıkarılmıştır .Bu arada okula göçmenler yerleştirilmiş,özellikle Beyaz Ruslar gidene kadar okulda kalmışlardır.

    1919-1920 öğretim yılında 10,1920-1921öğretim yılında 5, 1921- 1922   öğretim yılında 1 öğrenci okula müracaat ettiğinden,1922-1923 yılında sınıflar birleştirilerek eğitim yapılış ve 1923 yılında bütün öğrenciler toptan mezun edilmiştir. Aynı yıl İstanbul Rumlarının ve okul öğretmenlerinin büyük bir kısmı Türkiye’yi terk ettiklerinden dolayı Yunan Hükümeti Ruhban Okulunun muadeletini bir derece indirerek, mezunlarına doktor unvanı yerine öğretmen unvanı vermiştir.

 

   4.CUMHURİYET DÖNEMİNDE RUHBAN OKULU

    24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Anlaşması özellikle Batı Trakya Türkleri’nin Yunanlılar’ın eline bırakılması ve Patrikhane’nin İstanbul’da kalmasının kabul edilmesi nedeniyle 1 nci Büyük Millet Meclisi tarafından tasvip edilmemiş, bunun üzerine Müdafa-i Hukuk Grubu çoğunluğuna dayanılarak Meclisin kendisini fesih etmesi ve yeni seçiler gidilmesi ile onaylanmıştır.

    Lozan Barış Konferansı ve TBMM’de Batı Trakya ve Patrikhane konusunda hararetli tartışmalar olmuş, Türkiye’nin Patrikhane’nin ülke sınırları dışına çıkarılmasındaki ısrarcı tutumu,İngiliz ve Yunan delegasyonunda “Hıristiyan dünyasının dini hislerini incittiğini,Ortodoks dünyasını ve İngiliz Hıristiyanlarını gönülden yaralayacağı” dile getirilerek,Patrikhane’nim Türkiye sınırları içerisinde kalaya sağlanmasına çalışılmıştır.

    Türk delegasyonunun; Patrikhane’nin son savaş sırasındaki eski Osmanlı İmparatorluğu düşmanlarıyla işbirliği yaptığı ve Rum Patriğinin her zaman siyasi çabalar içerisine girebileceğinin belirtilmesine ve Ulu Önder Atatürk’ün 23 Ocak 1923 tarihinde Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’nde yayınlanan “Bir fesat ve hıyanet ocağı olan ve memleketimize nifak tohumları eken, uyuşmazlıklar yaratan, Hıristiyan hemşerilerimizin huzur ve refahı için de uğursuzluğa ve felakete sebep olan Rum Patrikhanesi’ni artık topraklarımız üzerinde bırakamayız. Bu tehlikeli teşkilatı memleketimizde muhafazaya bizi mecbur etek için ne gibi vesile ve sebepler gösterilebilir   ?

    Türkiye’nin, Rum Patrikhanesi için arazi üzerinde bir sığınılacak yer göstermeye ne mecburiyeti var  ?

    Bu fesat ocağının hakiki yeri, Yunanistan değil midir? Büyük Millet Meclisi tarafından idare edilmekte olan yeni Türkiye , Babıali’nin idaresindeki eski Osmanlı İmparatorluğu değildir.

    Yeni Türkiye şeref ve hasiyet, kudret ve kuvvetini müdrik ve hukukunu muhafaza için mevcudiyetini tehlikeye atmaya hazır ve amadedir.” Beyanatına rağmen, Lozan’da yapılan müzakereler sonucu Patrikhane’nin Osmanlı İmparatorluğu zamanında verilen bütün imtiyazları kaldırılarak, siyasi ve idari mahiyette olan işlerle uğraşmak, sadece dini ibadetlere ait hizmetleri yerine getirmek şartıyla ve yalnız dini konular çerçevesinde kalınacağı yolundaki sözler senet kabul edilerek İstanbul’da kalması kabul edilmiştir.

    Böylece Lozan’ın esas anlaşma metninde Patrikhane sözü geçmemekle birlikte Patrikhane, laik bir devlet içinde İstanbul’daki Rum azınlığın bir kilisesi, bağımsız bir kilise olarak varlığını korumuştur.Lozan Anlaşmasında Patrikhane’nin yer almaması bir bakıma Türk delegasyonunun bir başarısı olmuştur.Zira Patrikhane,Lozan Anlaşması hükümleri çerçevesinde yer alsaydı,uluslar arası bir sorun olarak telakki ediliyor demek olacaktı ki, bu anlaşmayı imzalayan taraf devletler Patrikhane’nin garantörü sayılacaktı.Kısaca tartışmaların yoğunlaştığı günümüzde taraflar bu konuda Türkiye’ye müdahale hakkını kendilerinde göreceklerdi.

    Fener Patrikhanesi, Lozan’la birlikte tarihinde en pasif duruma düşmüş,1930’lu yıllara kadar resmi yazışmalarında ve basında kilisenin başında bulunana “Baş Papaz” deniştir. Ancak bu,Atatürk’ün Baş papaz Fotis’e Fener’deki Ortodoks Patriği” hitaplı bir kutlama telgrafı ile yerini Patrik’e bırakmıştır.

    1948 yılına kadar pasif yapısını devam ettiren Patrikhane, bu yıldan sonra ABD’nin ilgilenmesiyle hareketlenmeye başlamıştır. Nitekim 1948 yılında ABD’nin baskılarıyla Patrik Maksimos istifa ettirilmiş, yerine Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayan ve ABD’de bir metropolit olan Athenegaras’ın patrik seçilmesi için ABD baskı yapmaya başlamıştır. ABD’nim yardımını almaya başlayan Türkiye, ABD’yi darıltmamak için bu zatı önce Türk vatandaşı, sonra Fener Patriği yapıştır.

    1948 yılında ABD başkanı Truman’ın özel uçağı ile Türkiye’ye gelen Athenegaras, kendisi için Ankara Palas’ta verilen öğle yeğindeki konuşmasında,”İstanbul dışında geniş bir arazi sahibi olmak ve Patrikhaneye Evteritoryal (Türk kanunları dışında papalık gibi) sağlamak gereklidir. Ayrıca Heybeliada’daki Ruhban Okulunun Ortodoks Üniversitesi haline getirilmesi ve İstanbul’un Ortodoks dünyasının merkezi yapılmasını istiyorum” sözleri ABD ve patrikhane’nin gerçek niyetini ortay koymuştur.

    Yeni Rum Ortodoks Patriği Athenegaras Yanya’da doğmuş ve Heybeliada Ruhban Okulunun bitirmiştir. İstiklal savaşı sırasında “Mavri Mira” nın başıdır. Savaşı Türkiye kazanınca ABD’ye kaçmıştır.

    Athenegaras, ilk iş olarak nüfus alanlarını genişletme çalışmalarına başlamış bu amaçla metropolitlerin sayısını izinsiz olarak yediden yirmiye çıkartmıştır. Atina Hükümeti’nin yardımı ile Girit Adası’nı manevi nüfus altına almış, metropolit Yakovas’ı Amerika ve Kanada’ya göndererek, oradaki Rumları organize etmiştir.ABD’de Yunan davasına hizmet edecek senatörleri seçtirmek için bu Rumları kullanmış ve başarılı olmuştur.

    Patrik Athenegaras bununla kalmamış, Papalık ile dini bir federasyon kuraya da çalışmıştır. Ayrıca kullandığı unvanlar arasında “Yeni Roma ve Konstantinopel Baş Piskoposu” unvanı da dikkati çekicidir. Ayrıca Doğu Roma İparatorluğu’nun siyahlı-sarılı bayrağını gizlice kullandığı da bilinmektedir.

   Parti Athenegaras, Heybeliada Ruhban Okulu’nun yapısında ve statüsünde köklü değişiklikler yapmıştır.1947 Haziranında MEB’lığına başvurarak bir takım dileklerde bulunan Patrikhane,1950 seçimleri yaklaşırken Demokrat Parti’ye yaklaşmış ve DP’den olumlu yanıtlar bulmuştur.O yıllarda İstanbul’da yaşıyan 100 bin Rum oylarına karşılık Heybeliada Ruhban Okulu’nun Yüksek Okul haline getirme sözünü almış,DP iktidara geldikten sonra söz yerine getirilmiştir.

    Daha sonra Başbakan Adnan Menderes’in verdiği talimatla, okula Türkiye dışından gelmek isteyen yabancılara vize verilmeye başlanmıştır. Bu Lozan Anlaşmasının “Ekaliyetler’in Himayesi”ne dair hükümlerinin lafzı ve ruhu icabı Türkiye’deki azınlık öğretim ve eğiti kurumlarının amacı, azınlığın ihtiyaçlarına cevap vermek iken,bu kararla okula 64 yabancı öğrenciye karşılık sadece 12 Türk vatandaşı öğrenci olmuş ve kurum çerçevesini aşarak yabancılara yönelik bir hal almıştır.

    Bu durum “Rum Patrikhanesi Nizamnamesi” hükümlerine göre kapanmasına kadar devam etmiştir. Okuldaki yabancı uyrukluların çoğunluğu dikkate alındığında Heybeliada Ruhban Okulu’nun amacından ayrılıp Patrikhane’nin Ekümenliği’nin tahakkukuna yardımcı elemanları yetiştiren bir müessese olduğu ortaya çıkmaktadır.

    Buna karşılık Batı Trakya’daki Türk azınlığına ait okulların statü ve sınıf sayısı İstanbul Rum azınlığın sahip olduğu okulların statü ve sınıf sayısından daima aşağıda kalmıştır. Bu konuda Yunanistan daima problem çıkartmış ve durumun düzeltilmesi konusunda hiçbir yaklaşım göstermemiştir.

    MEB’lığı, Ruhban Okulundaki yabancı öğrenci sayısını sınırlayacağını açıklayınca,Fener Rum Patriği Athenegaras boş durmamış ABD ve Avrupa’da girişim ve çalışmalarına hız vermiştir.Aynı zamanda okulun Teoloji Fakültesi haline getirilmesi için büyük gayretler sarf etmiştir.

    Ancak 1971 yılında Danıştay Dava Daireler Kurulunca, Özel bir yüksek okulca verilen diplomaların iptali konusunda  MEB’lığına karşı açtığı davada ileri sürülen Anayasa’ya aykırılık iddiası ciddi görülerek 8 Haziran 1965 tarihli 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun 1 ve 13 ncü maddelerinin iptali istenmiştir.

    Danıştay’ın bu başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesi’nce 12 Ocak 1971 tarihli kararıyla adı geçen maddelerle birlikte 8 nci maddenin Özel Yüksek Okullara ilişkin 2,3 ve 4 ncü fıkraları ile 48 nci maddesinin özel okullara ilişkin hükümlerini de iptal etmiştir. Bu iptal ile Türkiye’de 1844 yılından beri faaliyet gösteren,teoloji eğitimi veren ve yüksek okul statüsünde olan Heybeliada Ruhban Okulu’da kapatılmıştır.

   

 



Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.