HOCALAR DEVRİ-DEVLETİ (1678–1755)

 

         Doktora tezi olarak çalıştığım “Hocalar Devri” başlıklı eserim 1992 yılının şubat ayında bitmişti. Bu çalışmamın adı değiştirilip, 1995 yılının sonunda “DOĞU TÜRKİSTAN İÇİN SAVAŞ” başlığıyla Türk Tarih Kurumu’nda basılmıştı. Bu eserin adı neden değiştirildi, basılması neden bu kadar gecikti? Konusunun ayrıntılarına girmem, ancak “Türkiye’nin ortamı” demekle yetiniyorum. Fakat bu eseri yazarken, her ne pahasına olursa olsun, Mustafa Kemal Atatürk’ün şu önerisine bağlı kaldığımı söyleyebilirim: “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir. Yazan yapana doğrulukla bağlı kalmazsa, değişmeyen gerçek insanlığı şaşırtıcı bir nitelik alır.”

         Bu yazım, 114 sayfalık bu eserimin özeti olacak, eserden özlü alıntılar sunulacaktır.

         Büyük Timur’un (1336–1405) ölümünü fırsat bilen hocalar, Timurlular devletine karşı, Timurlu Rönesans’ına karşı hemen harekete geçerler. Uluğ Bey’in, büyük oğlu Abdullatif ile arası açılır, Uluğ Bey savaşı kaybeder. Abdullatif, bu zaferden hemen sonra, “Şeriat hükümlerinin gerektiğini yapacağım, şeriat kaidelerine babam ile oğlum hilaflık ederse onlara bile acımam” diye, kendisinin şeriat ve hocalar önündeki tutumunu açıklar. Dedesi Timur gibi hocaların karşısında olan bilgin Uluğ Bey (1394–1449) öldürülür. Hocaların yoğun çabası ve kışkırtması sonucu, Timur oğullarından Babur (1483–1530) başta olmak üzere Timurlular Türkistan’dan Hindistan’a kovulur. Cengiz oğullarından Seyit Han da Semerkant yöresinden kaçmak zorunda kalır. Fakat hocalar-seyitler onların peşini bırakacak değildir. Türkistan’daki Timurlular Rönesans’ı da çöker. Türkistan’ı, yedinci yüzyıl Arap zihniyeti olan İslam cehaleti işgal eder. Böylece tüm Türkistan’da maddi, manevi ve bilhassa siyasi güç kazanan hocalar, Altışehir’de olağanüstü olarak bilinen bir devire de damgasını vururlar.

         Cengiz Han soyundan gelen Seyit Han (1484–1533), Cengizlilerin, Timurluların Batı Türkistan’daki çökmesi sonucu, Doğu Türkistan’a geçerek Kaşgar, Yarkent, Hoten şehirlerini ele geçirir ve 1514 yılında Seidiye Hanlığı’nı kurar. Hanlık önce Kaşgar’ı, sonradan Yarkent’i başkent edinir. Başkentinin adıyla “Yarkent Hanlığı” veya kurucusunun adıyla “Seidiye Hanlığı” olarak bilinen bu hanlık, kendine özgü bir yönüyle izah edilecekse, hanlığın kuruluşundan başlayarak hocaların-seyitlerin yoğun etkisi altında kaldığı söylenir.  O zamanlar, yani Türkistan Türklüğünün ağır bir şekilde sarsılmasından sonra, Türk hükümdarlarında, hocaların manevi liderliğine sığınma, onlara mürit olma gibi bir tutum, genel bir olay olarak Türk tarihinde karşımıza çıkmaktadır. Bu yüzden Seidiye Hanlığı siyasi ve askeri bakımdan komşuları ile rekabet edebilecek seviyeye ulaşamaz. Abdullah Han döneminde (1638/39–1668) kuzey komşuları olan Kalmukların büyük bir askeri güce sahip olduğu bilinmektedir.

         Yarkent Hanlığı ise bölünmek üzeredir… Yarkent’te toplanan hocalar kendi aralarında Aktaglıklar-Karataglıklar olarak ikiye bölünüp iktidar savaşına girişirken, bu durum Abdullah Han ile oğlu Yolbarıs Han arasının açılmasına, sonuçta hanlığın bölünmesine sebep olur. Aktaglık hocaları arkasına alan Kaşgar’daki Yolbarıs Han ile Karataglık hocaları arkasına alan Yarkent’teki Abdullah Han arasında iç savaş çıkar. Savaşı kaybeden Abdullah Han Hindistan’daki Babur oğullarına- Alemgir’e sığınmak zorunda kalır. Hindistan’da saltanat kurmuş Babur’un beşinci kuşaktan torunu, bir yüzyıl kadar yaşamış ve yarım yüzyıl saltanat sürmüş olan bu Alemgir’in (1618–1658–1707), seyitler hakkındaki şu vasiyeti dikkate değerdir:

         Barha seyitlerine karşı, peygamber soyundan olmaları dolayısıyla, Kur’an ayetleri gereğince saygı gösterilmesi, ancak onlara ihtiyatlı davranılması, içten onlarla sevişilmesi, fakat durumlarının yükseltilmemesi, çünkü üstün ortak olurlar, hatta ülkeyi isterler. Eğer azıcık dizgin bırakılırsa pişman olunur.”

 

         “Hocalar Devri” başlığı altında anlatmaya çalıştığım bu devir, Altışehir’deki (Doğu Türkistan’ın güneyindeki) Türkleşmiş son Çağatay Hanlığı’nın (Seidiye Hanlığı’nın) çökmesinden (1678), Birinci Çin İstilası’nın Doğu Türkistan topraklarında başlamasına kadar (1755) süren 77 yıllık bir zamanı içermektedir. Bu ara dönemde hocalar Seidiye Hanlığı’nın yıkıntıları üzerine, Kalmukların bir kuklası olarak iktidara gelir ve bu devreye damgalarını vururlar. İşte bu yüzden bu devreye “Hocalar Devri” denilmektedir. Değişik bir deyişle bu devreye, “Çin İstilasının Hazırlık Devri” de denilebilir.

         Türkistan Türklüğü için onarılması zor yıkıcı sonuçlar getiren bu devreyi anlatabilmek için, 14. yüzyıl ortalarından 19. yüzyıl ortalarına kadar olan 500 yıllık Türkistan tarihine hiç olmazsa kuşbakışı tarzında değinmek gerekir. Çünkü, din öğreticisi anlamındaki “hoca” denilen, Peygamber soyundan anlamındaki “seyit” denilen din adamları Büyük Timur döneminde ortaya çıkmış, Yakup Bey Saltanatı devrinde (1865–1878) sona ermiştir.  Onaltıncı ve onyedinci yüzyıllarda, yani hocaların tam olarak nüfuz etmeye başladığı devirlerde “hoca” sözcüğü “seyit” sözcüğüyle eş anlamda kullanılır. Hocalar kendi itibarlarını yükseltmek için kendi şecerelerini Hz. Ali’nin oğulları olan Hasan ve Hüseyin aracılığıyla Peygamber Muhammed’e bağlarlar. Şu anda bu tip sahte şecerelerden elimizde dört tanesi vardır. 

         Karşılaştığı her dine, her inanca hoşgörü ile bakmak, Cengiz Han (1155–1227) döneminden kalan bir gelenek olduğu için, Türkler inançlarından dolayı insanları cezalandırmamışlardır. Cengiz Han’ın bu tutumunu Büyük Timur da yaşatacaktır. İşte bu az çok laik denilebilecek ortam, Nakşibendi hocalarının gittiği yerlerde kök salmasına, müsamahakar Türk hanlarının çevresinde toplanmasına yol açar. Hocalar ve seyitler bu rahat ortamda, kendi çıkarları uğrunda şeraiti istedikleri gibi kullandıkları için, asil Türk halkı, şeriatla “bin bir dalı var” diye alay da etmişlerdir.

         Aslen Tacik (Fars) olan Buharalı Bahaüddin Nakşibendi’nin (1318–1389) öncülüğünde kuruluşunu Buhara’da tamamlamış Nakşibendi Tarikati’nin piri sayılan hocalar, Semerkant’ta Timur’un, İstanbul’da Fatih’in (1432–1481), Hindistan’da Babur’un, Altışehir’de Seidiye hanlarının (1514–1678) çevresinde itibar sahibi olmuşlardır. Hocaların en çok nüfuz ettiği yöre Altışehir’dir. Hocaların Altışehir’de bulunan 33 mezarı, hocaların temsil ettiği siyasal, sosyal ve kültürel varlığının bir kalıntısı olarak bugün bile etkisini korumaktadır. Bu mezarları en ünlüsü Kaşgar’daki Appak Hoca (1626–1694) mezarıdır. Bu mezar, yapılı ve devlet tarafından koruma altına alınmış bir anıt değerinde olup, Doğu Türkistan’ın işgalinde büyük emeği geçtiği için, Çin devleti Appak Hoca’yı elbette unutacak değildir. Kaşgar’da bulunduğum 1954–55 yıllarında, bilgiden yoksun cahil Kaşgarlıların Appak Hoca mezarına toplanıp, dua ve dileklerini onun üzerine yağdırdıklarına da şahit olmuştum. Oysa, Doğu Türkistan Türklüğünün günümüze kadar süregelen esirlik döneminin tarihi, işte bu Appak Hoca adıyla başlamaktadır. Ben 1992 yılının yaz aylarında Türkistan’ın tüm şehirlerini gezerken, Buhara’dan 20 kilometre doğuda Semerkant tarafında bulunan Bahaüddin Nakşibendi’nin mezarına da uğramıştım. Yapısız-bakımsız-ilgisiz kalın toprak ile örtülmüş bir tepecik görünümünde idi bu mezar. Herhalde bu görünüm, Nakşibendi’nin bu ülkede hiçbir itibarının kalmadığına bir kanıt idi. Bahaüddin’in lakap olarak kendisi için seçtiği “nakşibendi” sözcüğü, “nakışçı” anlamında olup, zikir ile etkilemeyi nakışçılığa benzetmektedir.   

         Hoca Hidayetullah için,”alem hocası” anlamında, unvan olarak kullanılmış “appak” sözcüğü, Farsça “afak” (alem) sözcüğünün halk ağzındaki telaffuzudur.  Sözcüğün bu şekle gelmesinde, Doğu Türkçesindeki “bembeyaz” anlamına gelen “appak” sözcüğünün etkisi vardır. Hoca Hidayetullah yani Appak Hoca’nın soyu, Fergane vilayetinin Kasan denilen yerinde dünyaya gelen Mahdumi’ye, tam adı Ahmet Binni Seyit Celaliddin Hocagi Kasani’ye bağlanır. Mahdumi Nakşibendi tarikatının piri olduğu için ona “Mahdumi Azem” (Ulu Ustat) denilmiştir. Mahdumi Azem’in büyük dedesi Seyit Kemalüddin Macnuni’nin Mekke asıllı olduğu zikredilir. Kasani olarak da bilinen bu zat 1549 yılında 78 yaşında iken Semerkant yanındaki Dahbid köyünde ölmüştür. Seidiye Hanlığına Abdullah Han döneminde (1638/39–1668) Mahdumi Azem’in büyük oğlu Hoca Kalan’ın oğlu olan Hoca Yusuf, kendi oğlu Hidayetullah ile beraber Yarkent’e gelir. Yarkent Hanlığına daha önce gelmiş, Mahdumi Azem’in küçük oğlu Hoca İshak’ın evlatları ile sonradan gelen Mahdumi Azem’in büyük oğlu Hoca Kalan’ın evlatları arasında hana-doğrusu iktidara sahip çıkma mücadelesi patlak verir. Bu mücadeleyi Hoca Kalan’ın soyu kaybeder. Hoca Yusuf oğlu Hidayetullah ile beraber Kaşgar’a gider.  Hoca Yusuf çok geçmeden Kaşgar’da ölür. Sonradan Appak Hoca olarak adlandırılan Hoca Yusuf’un oğlu Hidayetullah, 1677 yılında Seidiye Hanlığı’nın son hanı İsmail Han tarafından kovalanır. Appak Hoca Keşmir yoluyla Tibet’e geçer ve burada Budistlerin lideri Dalay Lama V ile görüşüp, İsmail Han’a karşı askeri yardım isteğinde bulunur. Lama bu isteği doğal karşılar ve Dalay Lama kendi öğrencisi, Kalmukların hanı Galdan’a mektup yazarak, Appak Hoca’nın Altışehir’deki nüfuzunun yerine getirilmesi için askeri yardım etmesini önerir. Şans Galdan’ın ayağına gelmiştir. Appak Hoca ve Kalmuk komutanlarının başında bulunduğu 12000 (on iki bin) kişilik Kalmuk ordusu Muzart Geçidi üzerinden güneye, Yarkent’e doğru ilerler. Cungar Hanlığı’nın en güçlü dönemine rastlayan bu askeri hareketin hedefine ulaşmasında hiç kuşku yoktur. İsmail Han zayıf bir askeri güç ile savaşa girer, fakat işgali önleyemez, kendisi esir alınıp, ailesiyle beraber İli’ye götürülür. Böylece Budist Kalmukların himayesinde Müslüman Appak Hoca tüm Altışehir’in hanı ilan edilir. İşte, sözde İslamiyet uğruna canlarını feda edecek olan seyitler ve hocalar, iktidar ve çıkar söz konusu olduğunda, İslamiyet’in en aşırı düşmanı olan putperestler ile böyle birleşirler.

         Appak Hoca’nın han olduktan sonraki ilk işi, yakalayabildiği tüm muhaliflerini kılıçtan geçirmek olur. Karataglık Danyal Hoca yurt dışına kaçar. Fakat, Appak Hoca muhaliflerine karşı acımasız olduğu kadar düşmanlık da artar. Halk arasındaki , “Appak Hoca Kalmuk askeri ile beraber geldi” söylentisinin muhalifleri tarafından etkili bir şekilde propaganda malzemesi olarak kullanılması Appak Hoca’yı çok rahatsız eder. Altışehir halkı da çok rahatsızdır. Appak Hoca’nın tahta çıkmasıyla başlanmış ve 77 yıl sürecek olan tüm Hocalar Devri boyunca her yıl Kalmuklara 100 000 madeni para vergi verirler. Bir madeni para 35 gram gümüşe bedel olup, toplam yıllık vergi miktarı, 3,5 ton gümüşe eşittir. Bu vergi Altışehir’deki her aile gelirinin %55 kısmı ile karşılanır, halk gittikçe yoksullaşır. Fakat, Appak Hoca’nın uygulamaları bununla sınırlı kalmaz. Abdureşit Han’ın eşi Amannisahan hem şair, hem musikişinas olduğu için, geride birçok sanat eserleri bırakmıştır. Amannisahan’ın bu eserleri, Amannisahan’dan yüzyıl sonra, Appak Hoca’nın tahta çıkmasıyla yasaklanır ve şeraitin gereği ateşe verilir. Appak Hoca öldükten sonra da bu uygulamaların sonu gelmez. Hocalar arasındaki iktidar kavgası, Yarkent ile Kaşgar arasındaki hanlık savaşına dönüşür. Bu kavga Kalmuklar arasına da sıçrar. Bu kargaşaları uzaktan gözetleyen Çin, beklediği fırsatı yakalar ve 1755 yılında hem Kalmuklar, hem Hocalar üzerine askeri güç gönderir, Doğu Türkistan üzerindeki bu Çin işgali 1757 yılında tamamlanır. Bu, Birinci Çin İşgali’nden sonra, İSYANLAR YÜZYILI (1757–1865) başlar.    

         Din ve hocaları doğru anlayan ve onlara karşı devrim girişiminde bulunan ilk Türk padişahı Ekber’dir. Hocalar-seyitler Timurluların yaşattığı Türk devlet sistemi ile Uluğ Bey’in temsil ettiği müspet bilimlerin ve Baysungur’un temsil ettiği güzel sanatların düşmanı olurlar. Ekber (1542-1605) bu tarihi gerçeği anlar, O büyük babası Babur ve yedinci göbekten atası Büyük Timur gibi, Türklüğün yetiştirdiği en yüksek uzkişiler arasında yer almaktadır. Ekber diyor ki “Allah’a tapmak iddiasında bulunanların ekserisi kendi emellerine taparlar.”

         Hem tarihçi, hem şair olarak tanınmış Muhammed Sadık Kaşgariy’nin Uygur medeniyeti ve siyaseti tarihinde müstesna bir yeri vardır. 1740–1849 yılları arasında bir yüzyıldan fazla yaşamış bu bilginin Hocalar Devri’ne atıfta bulunan şu satırları dikkate değerdir:

         “Kaysi bir derdim bayan eyleyki, kaysi külfeti.

         Ya deymu hane veyranlik belavu-şiddeti”

         (Hangi bir derdimi beyan eyleyim ki, hangi külfeti,

         Veya söyleyeyim mi, viran, bela ve şiddeti)

       

İKLİL KURBAN