Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10786
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Okuyucularımıza Sunduğumuz Temel Bilgiler
KIBRIS SORUNU VE ANNAN BELGESİ- 1

SUNUŞ

 

                                                                                              

                                                                                                            Atila Şimşek

 

Kıbrıs sorununu son 50 yıldır Türkiye’nin dış politikasında ilk sıraları işgal etmektedir. Son yıllarda Dünya’da tek süper güç olan ABD, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği de Kıbrıs sorununa el atmıştır. Bu durum KKTC ve Türkiye üzerinde süren şiddetli baskıların uzun süre devam edeceği izlenimini vermektedir.

            Şahsi görüşlerime ve dünyada yaşayan birçok siyaset ve bilim adamlarına göre; Kıbrıs’ta yaşayan Türkler ile Rumların bir arada yaşayabileceklerine inanmak ve bu amaca yönelik çözüm çabaları sarf etmek Kıbrıs gerçeklerini ve tarihini bilmemek bir yana boşuna para ve zaman kaybettirmekten öte, başka bir şey kazandırmayacaktır. 1974 Barış Harekâtı durduk yere yapılmadı. 1974’ten buyana ada da huzur var. Bunu 1974 öncesine döndürürseniz yeniden gerilimler, kavgalar yaşanır ve bu defa çok daha ağır bedeller ödemek zorunda kalırız. Kıbrıs’ta çözüm isteyenler bu gerçeğimizi göz ardı edemezler. “Çözümsüzlük çözüm değil” diyenlerin gerçekte nasıl bir çözüm ürettiklerini söylemek zorundadırlar. Yapay çözümleri yerine bölgenin özellikleri ve gerçekleri göz önüne alınarak çözüm yolları aranmalıdır.

            Kıbrıs adası bu açıdan çok büyük özellikler taşıyan bir sorundur. Kıbrıs’ta yaşayan toplumlar arasındaki dil, din, kültür ve sosyal farklılıklar göz önüne alınmadan yapılacak çözümler 1960 yılındaki çözüme benzeyecek ve kısa sürede bozulacaktır.

            Tarihi akış içerisinde Kıbrıs; Türk-Yunan, Müslüman-Hıristiyan sorunu olduğu kadar bir insanlık dramıdır. 1830’lu yıllarda Megalo idea ile başlayan Bizans’ın yeniden ihyasına dayanan Yunan yayılmacılığının Kıbrıs’ta yaşattığı bir insanlık trajedisidir.

            Yunan ve Kıbrıs Ortodoks kiliselerince yöneltilen ve Yunanistan’ın yayılmacı politikasına hizmet eden bu plan 1974 yılında Türkiye’nin gerçekleştirdiği Barış Harekâtı ile son bulmuştur.

            1975 yılında başlayan ve 1980 yılına kadar devam eden Toplumlar Arası Görüşmelerde Rum tarafı adanın birleştirilmesi, iki toplumun bir arada yaşaması, göçmenlerin geri dönmesi, Türk askerinin Kıbrıs’tan çıkması gibi 1963 yılı öncesine dönmekte ısrar ederken, başlarına gelecekleri iyi bilen ve tarihin tekerrürünü önlemek isteyen Kıbrıslı Türkler ise bölgeliliğin ve iki kesimliliğin yerleşmesi konularına öncelik vermişlerdir.

            Adada mevcut koşulların, iki taraf arasında Milli farklılıklara dayalı ve düşman iki toplum yarattığını gören Birleşmiş Milletler, birbirleriyle çatışan isteklerin uyumunu sağlayacak bazı planlar hazırlama gayretlerine girmişlerse de, bu gayretler “Hayalden öteye gitmeyen” girişimler olmuştur.

            Medeni dünyanın sözde İnsan Hakları Savunucusu olduğunu iddia eden devletler Yunanistan ve Kıbrıslı Rumların propagandaları ve ABD’nin iç politika dinamiklerini teşkil eden Rum Lobilerinin yanlış yönlendirmeleri nedeniyle Kıbrıs Türklerinin en tabii hakkı olan İnsan Hakları bile ellerinden alınmıştır.

            Son zamanlar da Annan Belgesi diye adlandırılan ve her iki toplum tarafından reddedilen plan da bu anlayışın ürünü olmuştur. Dünyadaki sorunlara sözde çözüm arayan Birleşmiş Milletler, ABD, AB gibi büyük güçlerin önceden hazırladığı, sahte bilgilerle dolu adaletsiz bir planla bir milletin kaderini tayin etmeye çalışmaktadır.

            Dil, din, kan, kültür, siyasi görüş, ekonomik ve sosyal farklılıklar göz önüne alınmadan yapılan ve Türk tarafına yaşam hakkı tanımayan bir belgeyle karşı karşıyayız.                     Özellikle son yıllarda Türk Dış Politikasının önemli bir unsuru olan ve önümüzdeki yıllarda önemini devam ettirecek olan Kıbrıs sorununu kamuoyuna bir kez daha sunmayı  bir görev addediyoruz. Kıbrıs bizim için el yordamıyla ve göz ucuyla takip edilecek bir mesele değildir; bizim için kanımızla bedel ödediğimiz milli bir davadır.

            Annan Belgesi Türkiye’nin etkin ve fiili garantörlüğünü sulandırıyor, Türkleri göçebe haline düşürmekte, KKTC’nin devlet varlığını ve egemenliğini kaldırmakta, Adada ki Türklerin kendi kendini yönetme hakkını ve güvenliğini yok etmektedir. Annan Belgesi diplomasinin bütün şeytanlıklarını kullanarak Adayı GİRİT yapmaya çalışımaktadır.

           

 

              KIBRIS MESELESİ, KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ

                                                                        VE

                                                          ANNAN BELGESİ

 

 

GİRİŞ :

 

Doğu Akdeniz’in Kuzeyinde yer alan Kıbrıs Adası, Sicilya ve Sardunya adalarından sonra Akdeniz’in üçüncü büyük adasıdır. Yüzölçümü 9.251.50 km².dir. Türkiye sahillerine ortalama 70 km. uzaklıkta bulunan ada 34° 33′ - 35° 41′ kuzey enlemleri ile 32° 17′- 34° 35′ doğu boylamları arasında yer almaktadır. Doğu-Batı uzunluğu 224 km., Güney-Kuzey uzunluğu 96 km.dir. Ada’nın girintili çıkıntılı olan kıyılarının toplam uzunluğu 782 km.dir.

 

TARİHİ  :

 

Kıbrıs adasının bilinen en eski adı ALASİA’dır. İnsanoğlunun Kıbrıs adasındaki bilinen geçmişi 9 bin yıl önceye, Yontma Taş Devrine kadar uzanmaktadır. Cilalı Taş Devrinde Anadolu ve Suriye’den ilk göçlerin olduğu ve ilk şehirlerin kurulduğu dönem olduğu bilinmektedir. Bronz Devrinde Anadolu’dan yeni göçmenler gelerek ilk kaleleri kurmuşlardır.

Sırasıyla Hitit, Mısır, Hitit, Fenike, Asur, Mısır ve Persler idaresinde yaşayan Kıbrıs, Helenistik Dönemde Büyük İskender (Makedonya) ve Ptoleme Hanedanlığı idaresinde yaşamıştır. Daha sonra 300 yıl Roma İmparatorluğu idaresinde yaşayan Kıbrıs, Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılması ile birlikte Doğu Roma İmparatorluğu’nun hakimiyetine geçmiştir. Doğu Roma İmparatorluğu’nda Rumcanın resmi dil, Ortodoksluğu resmi din kabul edilmesi ile Kıbrıs adasında yaşayan ve çeşitli milletlerden oluşan halk, Rumca konuşan ve Ortodoks dinine bağlı bir toplum olmuştur.

Dolayısıyla Kıbrıslı Rumların Yunanlılıkla hiçbir ilişkileri bulunmamaktadır.

Kıbrıs adasına ilk İslâm seferi Halife Hz. Osman zamanında Şam Valisi Muaviye tarafından yapılmış, Kıbrıs vergiye bağlanmıştır. Bu sefer sırasında Hz. Peygamber’ in halası “Ümmügül Haram” Larnaka civarında attan düşerek şehit olmuştur. İkinci İslâm seferinden sonra Kıbrıs’a Müslümanlar yerleşmeye başlamıştır.

Kıbrıs’la ilk Türk ilişkileri Anadolu Selçuklu Hükümdarı Gıyasettin Keyhüsrev’in Antalya’yı fethi ile başlamıştır.

 İngilizlerin adaya gelişleri MS.1191 yılında yapılan Haçlı Seferleri sırasında Arslan Yürekli Richard’ın Kıbrıs’ı zapt etmesi ile olmuş, Kıbrıs adası daha sonra Luzinyan sülalesine verilmiştir. Fransız Luzinyanlar’dan sonra Venedikler’in eline geçen Ada’da Venedikler Ortodoksluğu yasaklamışlardır.

1571 yılında Osmanlı Padişahı II. Selim tarafından fethedilen ada, İngilizlere kiralandığı 1878 yılına kadar 308 yıl Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası olarak yönetilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun ele geçirdiği bölgelerde uyguladığı “Millet Sistemi” sayesinde Ortodoks Rumlara sağlanan dini özgürlük yanında kendi toplumunu yönetme imkânına sahip olan Rumlar ve diğer etnik gruplar barış ve huzur içerisinde yaşamışlar, siyasi ve ekonomik alanda güçlenmiş, çoğalmış ve varlıklarını devam ettirmişlerdir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun Kıbrıs yönetimini 1878 yılında İngilizlere devretmesinden sonra adada Yunanistan’ın başlattığı Megalo idea ile toplumlararası denge ve huzur bozularak, sürtüşme ve kavga dönemi başlamıştır. Yunanistan’a ilhak (ENOSİS) kampanyası ile Türk düşmanlığı ada halkına aşılanmaya başlamıştır.

308 yıl mutlu ve barış içerisinde yaşadığı Türk Toplumuna karşı nankörce saldırılara başlayan Rumlar, aynı zamanda adanın Yunanistan’a ilhakı için 1930 yılından itibaren İngiliz yönetimi ile çatışmalara da başlamıştır.

 1923 yılında imzalanan Lozan Antlaşması ile Türkiye Cumhuriyeti hudutları dışında bir İngiliz sömürgesi olarak kalan Kıbrıs adasında kan, gözyaşı ve barut kokusu dinmemiştir. 82 yıl İngiliz yönetimi altında yaşayan Kıbrıs Türkleri, Rum-Yunan ikilisinin adayı Yunanistan’a ilhak eylemlerine, kışkırtmalarına, tehditlerine ve saldırılarına yılmadan karşı koyarak direnmişlerdir.

Bu şanlı direniş sonucundan 1960 yılında Londra ve Zürih Anlaşmaları ile kurulan “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin kurucu ortağı olmuştur. Türk ve Rum halklarının siyasi katılım esaslarına göre kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti, aradan üç yıl gibi kısa bir süre geçtikten sonra Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Başpiskopos Makarios ve Rum yer altı örgütü EOKA’nın, Yunanistan desteği ile 1963 yılında Türk Toplumuna karşı başlattıkları saldırılar (Kanlı Noel) sonucu, Rumlar Kıbrıs Cumhuriyeti’ni ele geçirmişlerdir. 103 Türk köyünü yakıp yıkmışlar, camileri tahrip etmişler, yüzlerce masum Türk’ü kadın, yaşlı, genç, çocuk ayırt etmeden şehit etmişler ve 50 bine yakın Türk’ü evlerini terke zorlamışlardır.

Kıbrıs tarihinde iki kez daha Kanlı Noel planlayan Rumlar, ilk Kanlı Noel girişimine 1600 yılında başvurmuş, Kıbrıs Başpiskopos’u Savoy Dük’ü Şarl Emanuel’e müracatla Noel’de Türkleri yok etmek için asker istemiş, ancak bu istek reddedilmiştir. İkinci girişim 1664 yılında Başpiskopos Nikifor tarafından Venediklilere yapılmış ancak bu girişimde Venedikliler tarafından reddedilmiştir. Üçüncü Kanlı Noel girişimi yine Başpiskopos Makarios tarafından Yunan desteği ile yapılmış ve 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yıkılmasına neden olmuştur.

  1963 yılında başlayan Rum mezalimi, 15 Temmuz 1974 yılında yapılan EOKA darbesi sonucu Kıbrıs adasının Yunanistan’la birleştirmesini gerçekleştirmek ve tüm Türkleri katletmek üzereyken Türkiye tarafından müdahale edilerek önlenebilmiştir. Türkiye 1960 Garanti Anlaşmasından doğan müdahale hakkını kullanarak hem Kıbrıs’ın bağımsızlığını kurtarmış, hem de Türk halkının katledilmesini önlemiştir.

Türk Barış Harekâtından sonra Rumlarla yapılan ikili görüşmelerden netice alınamayacağını anlayan Türk tarafı Şubat 1975 yılında “Kuzey Kıbrıs Türk Federe Devleti”ni, 15 Kasım 1983 yılında da “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti”ni ilan etmiştir.

Kıbrıs Yunanistan’ın kurulduğu 1830 yılından 1974 yılına kadar yayılmacı emellerinin sona erdiği bir nokta olarak tarihteki yerini almıştır.

Ancak; adada yaşayan iki toplumun iki ayrı bağımsız devlete sahip olması ile birlikte Kıbrıs Türklerince Kıbrıs sorunu kapanmış ise de, Güneydeki Rum yönetimi tüm Kıbrıs’ın temsilcisi gibi hareket etmekten ve kendisini “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak tanıtmaktan geri durmamış, bu gafleti devam ettirmekteki ısrarı ile anlaşmalara set çekmektedir.

 

JEOPOLİTİK ÖNEMİ  :

 

Kıbrıs adası bilinen tarihi ile müthiş bir serüvenin ve günümüzdeki kördüğümün gerçeğidir. Tarihinin her devrinde birçok tehditlere ve nüfus mücadelelerine sahne olmuştur. Doğu Akdeniz’de bulunduğu konum itibariyle Doğu-Batı ticaretinde bir transit merkezi olma yanında, askeri ve politik bakımdan Akdeniz’e sahip olma, Akdeniz’i kontrol etme ve Akdeniz’de üstünlüğü elde tutmak isteyen güçlerin stratejik hedefi olmuştur. Özellikle Süveyş kanalının açılmasıyla birlikte önemi daha da artan ada, son asırda duran bir uçak gemisi gibi telaki edilmeye başlamıştır.

Kıbrıs’ın Türkiye açısından stratejik önemi, coğrafi ve kültürel bağlar dışında Türkiye’nin güvenliği ile de sıkı sıkıya ilişkilidir. Kıbrıs Türkiye’nin yumuşak karnı olarak bilinen güney sahillerinin hemen yanı başında yer almaktadır. Kıbrıs’ın bu coğrafik konumu, Lozan Anlaşması ile Ege’de, Londra ve Zürih Anlaşmaları ile Doğu Akdeniz’de kurulan Türk-Yunan dengesinin korunması, başta İskenderun Körfezi olmak üzere giderek artan güney sahillerinin ve limanlarının önemi nedeniyle Kıbrıs’ın Türkiye açısından değeri ve önemi çok büyüktür.

Ege Denizi’ndeki 12 adanın Yunanistan’ın elinde bulunması, Karasuları, Fır hattı gibi sorunlar göz önüne alındığında, Yunanistan’ın Türkiye ve Kıbrıs üzerindeki emelleri yönünde ve Türk-Yunan ilişkileri çerçevesinde Türkiye’nin güvenliği Kıbrıs ile sıkı sıkıya bağlıdır. Bu durum Türkiye açısından Kıbrıs’ın önemini daha da arttırmaktadır

Son yıllarda uluslararası alanlarda ve bölgede meydana gelen hızlı değişme ve gelişmeler ile Bakû-Tiflis-Ceyhan boru hattı projesi gibi enerji projeleri nedeniyle önemi giderek artmaktadır. Azerbaycan, Hazar Denizi, Kazakistan, İran petrollerinin ve doğalgazın İskenderun Körfezi akışını kapatarak tehdit yaratması yanında, Doğu Akdeniz’deki ticaret ve petrol ulaşım yollarını kontrol altında tutması bakımından siyasi, ekonomik ve askeri açıdan Orta Doğu etkinliği için son derece önemlidir.

AB’nin son senelerdeki Kıbrıs ile ilgili tutumu, Türkiye’yi Kıbrıs sorununu çözmeden AB’ye almayacağız tehditleri, Güney Kıbrıs Rum Yönetimini AB’ye üye yapma gayretleri Kıbrıs’ın jeopolitik önemi ile ilişkili olduğu ve Türkiye’yi batı ve güneyden çevirme politikasının bir parçası olduğu bilinmektedir.

Kıbrıs coğrafi, tarihi, ekonomik ve askeri yönden Anadolu’nun ayrılmaz bir parçasıdır. Her bakımdan Türkiye ile bir bütün teşkil etmekte, Kıbrıs’ta yapılabilecek siyasi, askeri ve hukuki değişiklikler Türkiye’nin güvenliği ile yakından ilgilidir.   

 

KIBRIS CUMHURİYETİ :

 

1878 yılında adayı ele geçiren, 1914 yılında ilhak eden ve Lozan Anlaşmasıyla ele geçiren İngiltere, Kıbrıs üzerindeki egemenliğini 1959-1960 yıllarında yapılan Londra ve Zürih Anlaşmalarıyla Kıbrıs’ta yaşayan iki halkın ortak egemenliğine ve yönetimine dayalı olarak 1960 yılında kurulan iki halkın eşit siyasi ortaklığına dayanan “Kıbrıs Cumhuriyeti”ne bırakmıştır.

Bu statü ile kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nde Kıbrıs Türk halkı eşit, kurucu ve ortak statüsüne sahip olup Kıbrıs Rumları ile eşittir. Ortaklık statüsüne dayalı olarak kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin önemli üç temel özelliği bulunmaktadır.

 

1. Türk ve Rum halklarının siyasal eşitliği ve ortak egemenliğine dayalı bir yönetim olması.

Kıbrıs Cumhuriyeti, Kıbrıs’ta yaşayan dili, dini, kültürü ve milliyeti tamamen farklı Kıbrıs Türk halkı ile Rum halkının eşit kurucu ortaklığına dayalı bir fonksiyonel federasyon olarak kurulmuştur. Kıbrıs Cumhuriyeti üniter bir devlet yapısına sahip olmadığı gibi, Kıbrıs Türk halkı da azınlık değildir. Zürih ve Londra Anlaşmaları ile kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti, Kıbrıs’ta eşit siyasal statüye sahip iki halkın egemenliğine ve yönetimine dayalı kurulmuştur. Bu statü ile kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nde Kıbrıs Türk Halkı kurucu ortak ve Rumlarla siyasal eşitliğe sahiptir.

 

2. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı kısıtlı bir bağımsızlıktır.

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yaşayabilmesi ve yaşatılabilmesi ve muhtemel bir Türk-Yunan savaşının önlenmesi için Garantör Devletlerce kısıtlı bağımsızlık Garanti Anlaşmasına zorunlu olarak konmuştur. Kıbrıs Cumhuriyeti bu kısıtlılık nedeniyle ne ENOSİS ilan edebilir, ne Taksim edilebilir, ne de Türkiye ve Yunanistan’ın birlikte üye olmadıkları uluslararası kuruluşlara ve ekonomik ve siyasal birliklere doğrudan ve dolaylı üye olma hakkına sahip değildi.

 

3. Türkiye ile Yunanistan Arasında Denge Oluşturulması.

Garantör Devletler olarak Türkiye ve Yunanistan’ın Kıbrıs üzerindeki hakları arasında Londra ve Zürih Anlaşmaları ile denge sağlayan bir statü oluşturulmuştur. Eşit siyasi statüye sahip kurucu iki halkla oluşturulan iç denge yanında Türkiye ve Yunanistan arasında da bir dış denge oluşturulmuştur.

 

KIBRIS SORUNU :

 

Günümüzde Kıbrıs sorunu, 1959-1960 Zürih, Londra ve Garanti anlaşmaları ile 1960 yılında kurulan ve 1963 yılında Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak amacıyla Kıbrıslı Rumların Yunanistan ile birlikte uygulamaya koydukları “Türkleri yok etme planı” (Akritas) ile 1974 yılında yapılan N.Samson darbesi sonucu Kıbrıs Cumhuriyetini yıkarak adayı Yunanistan’a bağlama meselesidir.

Rum Yunan ikilisinin iddia ettiği gibi, 20 Temmuz 1974 yılında gerçekleştirilen Barış Harekâtı ile başlamış olan bir işgal meselesi değildir. Bu gerçek dışı iddialarda bulunan Rum Yunan ikilisi 1963 yılında başlayıp 1974 yılına kadar süren  Türk  katliamlarını   ve adayı Yunanistan’a bağlamak için yaptıkları faaliyetleri görmezlikten gelerek ve 1963-1974 döneminin yaşanmadığını kabul ederek, bu dönemde hiç bir şey olmamış ve hiçbir gerekçe olmadan Türkiye’nin 1974 yılında adayı işgal ettiği imajını vermeye çalışmaktadırlar.

Yunanistan Temyiz Mahkemesinin 21 Mart 1979 tarih ve 2658/79 sayılı kararında görüldüğü gibi : “Türk Ordusunun Kıbrıs’a müdahalesi yasaldır. Suç Yunan subaylarına aittir.” cümlesi Yunan-Rum ikilisinin iddialarını çürütmektedir.

  

1.      Kıbrıs Meselesi Adayı Yunanistan’a bağlama meselesidir.

1980 yılında kurulan ve Megalo idea içerisine Kıbrıs’ı sokan Yunanistan’ın en büyük emeli Kıbrıs’ı ilhak etmek (ENOSİS) veya en azından Kıbrıs adasını bir Yunan-Rum adasına döndürmek hedefidir. Kıbrıs’ı bir Rum (Helen) Cumhuriyeti haline getirmek, Yunan-Rum ikilisinin Kıbrıs adasına sahip olma meselesidir.

 

2.      Kıbrıs Meselesi Türkiye’yi güneyden tehdit meselesidir.

Kıbrıs Meselesi Ege Denizinden sonra Kıbrıs’ı ele geçilerek Türkiye’yi yumuşak karnı olan güneyden kuşatarak ekonomik, siyasi ve askeri tehdit unsuru olma meselesidir.

Türkiye’yi batı ve güneyden kuşatma, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de etkisiz bırakma meselesidir.

 

3.      Kıbrıs Meselesi bir insan hakları meselesidir.

Kıbrıs Meselesi, Kıbrıs Türklerinin insan haklarının çiğnenmesi, insanın en temel hakkı olan yaşama hakkının elinden alınması meselesidir. 21 Aralık 1963 Kanlı Noel ile başlayan terörist ve katliamlara Kıbrıs Türklerinin kurban edilme meselesidir.

Kıbrıs halkı 1963 yılından beri insanlık dışı muamelelere tabi tutulmuş, seyahat, haberleşme özgürlükleri kısıtlanmış ve günümüzde de devam eden ambargolara tabi tutularak uluslararası platformlarda tecrit edilerek, insanlığın en büyük ayıbına uğratılmıştır.

Kendilerini insan hakları savunucusu gösteren ülkelerin utanmazca uyguladıkları uluslararası ambargolar ile, çökertilmeye çalışılmıştır. BM örgütü, Kıbrıs Türklerinin insan haklarını yok edecek, kitlesel katliam ve göçler yaratacak öneri ve planlar sunarken yüzleri dahi kızarmamaktadır. Kıbrıs Türkü’nü Rum’un kucağına iterek 1974 öncesini yaşatmak istemektedir.

 

 

 

4.      Kıbrıs Meselesi Türkleri azınlık statüsüne düşürme meselesidir.

Kıbrıs Meselesi 1959-1960 Londra, Zürih ve Garanti anlaşmaları ile elde edilen hakların ellerinden alınma meselesidir. Kıbrıslı Türklerin anlaşmalarda elde ettikleri egemenlik ve siyasi eşitliği ortadan kaldırarak Türkleri bir azınlık statüsüne düşürme meselesidir.

 

5.      Kıbrıs Meselesi hukuk ve adalet meselesidir.

Kıbrıs Türklerinin uluslararası alanda devletler hukuku çerçevesinde Londra ve Zürih anlaşmalarıyla kazandıkları hakların ve Türkiye`nin Kıbrıs üzerinde anlaşmalarla kazandığı hak ve statünün hukuk düzeni içerisinde korunması meselesidir. 1959-1960 Londra, Zürih, İttifak ve Garanti Anlaşmaları ile kurulan ancak uluslararası hukuk ve anlaşmalar çiğnenerek Rumlar tarafından silah gücü ile yıkılan ve gasp edilen Kıbrıs Cumhuriyeti’nin hukuk çerçevesinde gasptan kurtarılması, hak adaletin yerine getirilmesi meselesidir.

 

6.      Kıbrıs Meselesi, iç ve dış dengelerin korunma meselesidir.

1959-1960 Londra ve Zürih Anlaşmaları ile Kıbrıs’ta sağlanan iç denge ile Türkiye-Yunanistan arasında sağlanan dış dengenin korunması meselesidir. İki halkın egemenliğine ve eşitliğine dayanan iç denge ile Türkiye ve Yunanistan arasında sağlanan dış dengenin muhafaza edilmesi meselesidir.

 

KIBRIS MESELESİNE ÇÖZÜM YAKLAŞIMLARI :

 

1. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti  :

KKTC Kıbrıs’ta kalıcı, yaşanabilir ve her iki tarafı tatmin edecek adil bir anlaşmayı isteyen taraftır. 1968 yılından itibaren aralıklarla sürdürülen görüşmelerde KKTC Cumhurbaşkanı Rauf R. DENKTAŞ’ın insiyatifi ile yapıcı ve iyi niyetli tutumunu başarıyla sürdürmüştür.

4 Aralık 2001 tarihindeki ilk temastan sonra 16 Ocak 2002 yılında başlayan yüz yüze görüşmeler sürecinde görüşmelerin başarıya ulaşabilmesi için KKTC son derece önemli açılımlar yapmıştır. Bu açılımlar;

a.   Kıbrıs Türk tarafı öncelikle KKTC’nin tanımadan görüşmelere başlamama ilkesinden vazgeçerek görüşmeler sürecini başlatmıştır.

b.  KKTC Konfederasyon tezinden vazgeçerek kurulacak yeni “Ortaklık Devleti”nin tek dış temsile yetkili olmasını kabul etmiştir.

c.     Yapılacak bir anlaşmadan sonra Kıbrıs’ın Türkiye ile eş zamanlı AB üyesi olması yaklaşımından vazgeçilmiştir. Böylece yapılacak bir anlaşmadan sonra, Türkiye’nin onayına ve rızasına bağlı olarak, Kıbrıs’ın Türkiye’nin tam üyeliğinden önce AB’ye üye olması dahi kabul edilmiştir.

(KKTC, bu açılımlardan sonra iki egemen kurucu devletin yeni kuracağı “Ortaklık Devleti”ni önermiş ve tek dış temsiliyete sahip olmasını da kabul etmiştir. Bu görüş ve önerilerini 29 Nisan 2002 ve 11 Eylül 2002 tarihlerinde bir çözüm plaketi olarak başta GKRY olmak üzere ilgili taraflara sunmuştur.)

KKTC’nin sunduğu çözüm paketinde, “Ortaklık Devleti”nin organları yasama, yürütme ve yargı olarak belirlenirken, ortak parlamento konseyi yasama görevini yürüterek, yürütme dönüşümlü Başkanlığa dayalı olacak, yargı görevini Ortaklık Devleti Mahkemesi’nin  yerine getirmesi bulunuyordu.

Siyasi eşitliği sağlamak üzere “Ortaklık Devleti” organları kurucu devletlerden eşit sayıda katılacak üyelerden oluşturulacak ve kararlar ayrı çoğunluk ile alınacaktır. Yine “Ortaklık Devleti” iki bölgeden oluşacak AB sistemi içerisinde iki bölgeliğin korunması için mülkiyet konusu global mal-mülk değişimi ve tazminatlar yöntemiyle sonuçlandırılacaktır.

Güvenlik konusu ise 1960 Garanti ve İttifak Anlaşmaları değiştirilmeden yürürlükte kalacak ve kurulacak “Ortaklık Devleti”nde Türk ve Yunan askerlerinin sayısı tarafların mutakabatı ile belirlenecektir. Asker sayısında azaltma Türkiye’nin AB üyeliği ile bağlantılı olacak ve anlaşılmış olan asker sayısı Türkiye’nin AB üyeliğine kabulünden sonra gerçekleştirilecektir.

Diğer bir konu olan kurucu devletlere bırakılacak toprak miktarı, oransal belirlemeler yerine ihtiyaçlar ve devletlerin sürdürülebilir gelişme gerekleri dikkate alınarak belirlenecek kriterlere göre tespit edilecektir.

Serbest dolaşım, serbest yerleşim ve serbest mal-mülk edinme özgürlüklerine kalıcı sınırlamalar getirilmiş ve Türkiye’nin AB üyesi oluncaya kadar Kıbrıs konusunda AB üyelerinin sahip oldukları hak ve yetkilere sahip olması öngörülmüştür.

 

2. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi :

16 Ocak 2002 yılında başlayan yüz yüze görüşmelerde GKRY, KKTC’nin ortaya koyduğu çözüm paketinin aksine bir öneri paketi ortaya koymamış, ancak Türk önerilerine cevap niteliğinde görüşler belirtmişlerdir.

GKRY “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin uluslararası platformlarda Kıbrıs’ın tek Cumhuriyeti olarak tanıdığı, BM. üyesi olduğunu ileri sürerken KKTC’nin uluslararası alanda tanımadığı, BM’in 550 sayılı kararı ile tanınmasının yasaklandığı ve meşru bir devlet olarak kabul edilmediğini, dolayısıyla yeni bir ortaklığa gerek olmadığını belirterek “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin ortadan kaldırılması anlamına gelecek böyle bir çözüm paketinin kabul edilmeyeceğini belirtmişlerdir.

GKRY, mevcut Kıbrıs anayasasında bazı değişiklikler yapılarak Türklere Güçlendirilmiş Azınlık hakları verilerek “Kıbrıs Cumhuriyeti”ne katılması yönünde önerilerde bulunmuşlar, Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında birleşilmesi dışında başka bir çözüm yolunun mümkün olmadığını defalarca belirtmişlerdir.

Rum önerilerinin Kıbrıslı Türklerin 1955-1960 Londra ve Zürih Anlaşmaları ile kazandıkları eşitlik, egemenlik ve ortaklık haklarından vazgeçilmesi anlamına geldiği ve KKTC’nin tarihe gömülmesi olduğu apaçıktır. Zaten Rumlara göre adada KKTC ve Türklerin ayrı bir egemenliği yoktur. Kıbrıs’ta tek egemenlik Kıbrıs Cumhuriyeti’dir ve merkezi güçlü üniter devlet yapısı dışında bir çözüm kabul edilemezdir.

1960 yılında imzalanan Güvenlik ve İttifak Anlaşmasının aynen devam edemeyeceğini belirten Rumlar, Garanti ve İttifak Anlaşmaları yerine BM. Barış Gücü’nün sayısını ve yetkilerini arttırarak yeniden yapılandırılmasını veya çok uluslu bir güç haline getirilmesini ısrarla önermişlerdir.

GKRY, basit bir federal yapı öngörürken, iki taraflılığı bozacak şekilde 80.000 den fazla Rum’un Türklerin elinde kalacak bölgelere yerleştirilmesini istemişlerdir. Türklere %24 oranında toprak verilmesi ve Türkiye’den gelen KKTC Vatandaşı olanların da geri gönderilmesi gerektiğini savunmuşlardır.

 

ANNAN BELGESİ  :

 

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’ın hazırladığı için Annan Belgesi, Annan Planı diye anılan ve KKTC ile GKRY’ne sunulan belge incelendiğinde yüz yüze görüşmelerde Rum tarafı önerilerinin büyük ölçüde Annan Belgesine yansıdığı açıkça görülmektedir.

(Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin birinci kopyasının 11 Kasım 2002 tarihinde sunduğu, KKTC ve GKRY’nin itiraz ve çekinceleri üzerine ikinci düzenlemesinin  10 Aralık 2002 tarihinde taraflara sunduğu belgenin Rum tarafı lehinde olduğu, Türk tarafının beklentilerini karşılamadığı görülmektedir.)

Bu belge 1959-1960 yıllarında imzalanan Londra, Zürih, Garanti ve İttifak Anlaşmaları ile Kıbrıs Türkü’nün kazanımlarını ortadan kaldırırken, Kıbrıs Türkü’nün 1963 yılından günümüze kadar sürdürdüğü mücadeleyi hiçe saymakta, Türkiye Cumhuriyeti’nin karşılaştığı güçlükleri, katlanılan eziyetleri ve özverileri boşuna yapıldığı izlenimini vermektedir.

Annan Belgesi Kopenhag zirvesine kadar olan süre içerisinde Anayasa, Toprak ve Yerlerinden edinmiş kişiler konularını ön plana çıkartarak anlaşmayı öngörmektedir. Bu haliyle Annan Belgesi Kıbrıs’ın Avrupa Birliği üyelik takvimine ve bakış açısına endekslendiği görülmektedir. Son derece profesyonelce hazırlanmış belgenin niteliği, içeriği, sunuş yöntemi ve kapsamı ile orantılı olmayan inceleme süresinin kısa olması da bunu alenen ortaya koymaktadır.

Belgenin asıl amacının Kıbrıs’ta kalıcı, uygulanabilir ve Kıbrıs gerçeklerine uygun adil bir uzlaşı sağlamak olmadığı, aksine GKRY’nin Avrupa Birliği’ne yapmış olduğu 1960 Anlaşmalarına göre meşru olmayan ve tek yanlı üyelik başvurusunun, 12 Aralık 2002 tarihinde yapılacak Kopenhag Zirvesi’nde sonuca bağlanacağı tarihe kadar AB’nin mevcut ciddi sıkıntısını ortadan kaldırmak olduğu görülmektedir. AB, GKRY’nin meşru olmayan AB üyelik başvurusunu Annan Planı ile KKTC’ni de ortak ederek meşruiyet kazandırmak istemektedir. Dolayısıyla sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin AB’ne katılım Anlaşmasını KKTC’ne önceden onaylatmak ve Türkiye’nin Garanti Anlaşması’ndan kaynaklanan itirazını ortadan kaldırmak, Türkiye’nin AB üyesi olmadan sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB üyeliğine onay vermesini sağlamaktır.

(Yukarıdaki açıklamalar dikkate alındığında Annan Belgesi Türkiye Cumhuriyeti ve KKTC’nin mevcut anlaşmalardan doğan müzareke gücünü ortadan kaldıracak birçok hükümler içerdiği görülmektedir. Belgede yer alan öneriler Kıbrıs’ta 1959-1960 Anlaşmalarıyla kurulmuş olan yasal düzenin AB’ne uyumlaştırmış şekli olduğu görülmektedir.)

Annan Belgesi incelendiğinde aşağıdaki hükümleri, esasları ve usulleri içerdiği görülmektedir.

1.       Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin kabul ettiği ve 2002 yılında yapılan yüz yüze görüşmelerde KKTC’nin önemle önerdiği “Yeni Bir Ortaklık Devleti”nden bahsetmemekte, 1963 yılında yıkılan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kastedercesine sadece “Ortak Devlet” terimini kullanmaktadır.

2.       Annan Belgesinde “Kıbrıs Cumhuriyeti” kavramına atıf yapılmamakla birlikte, bu Cumhuriyetin devam edip etmediği konusunda bir açıklık bulunmadığı gibi belgede Kıbrıs’la ilgili ifadeler “Kıbrıs” olarak geçerken, bu kelimenin neyi ifade ettiği belirtilmemektedir. Ancak Annan Belgesinin inşa edildiği temelin “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin devamı olduğu belgede apaçık görülmektedir.

3.       Kurulacak Ortaklık Devleti’nde meşruiyetin ve yetkilerin kaynağı “Kurucu Halklar” veya “Kurucu Devletler” yerine Kuruluş Anayasasına ve yeni Anayasaya dayandırılması Annan Belgesinin en zayıf noktası olmaktadır.

4.       Annan Belgesinde KKTC’nin üzerinde önemle durduğu ve ciddi bir güvenlik unsuru olarak kabul ettiği “Yeni Ortaklık Devleti”nin, “Kurucu Devletler” in ortaklığına dayanması gerektiği ve bu yönüyle uluslararası hukuk karakterli bir devlet yapılanması yerine yeni bir anayasaya dayandırılmış olması da egemenlik beklentilerini karşılamaktan uzak olduğunu göstermektedir.

Belgede dikkati çeken hususlardan biride “Eşit Yetki” ve “Kurucu Halk” kavramlarının yer almamasıdır. Bu durumda meşruiyetin kaynağı olan iki halk yerine, bir Kuruluş Anlaşmasına ve iki halkın referandumu ile yürürlüğe girecek anayasa belgesine dayandırılmasıdır. Bu KKTC ve Kıbrıs Türklerinin geleceği açısından çok ciddi bir konu olmaktadır.

Belge egemen eşitliğe dayalı yeni ortaklık kavramına karşı “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin devamını savunduğunu zımnen belli etmektedir.

5. Yine Belge “Ortak Devlet” oluşturulmasında bugün Kıbrıs’ta varlığını devam ettiren iki devlet (KKTC ve GKRY) yerine sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devamı yer almakta ve mevcut anayasasında değişiklik yapılarak Türklere güçlendirilmiş azınlık statüsü verilmesi ile ilgili yeni bir ortaklık oluşturmak suretiyle bir anlaşma yapılmasını savunmaktadır.

Bu durumda KKTC 1963 yılından beri GKRY haline gelmiş sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’ne azınlık statüsü ile katılmış olacaktır. Oysa bugün adada iki devlet bulunmakta yeni ortaklık GKRY’nin anayasasında yapılacak değişiklik ile değil yeni bir anlaşma ile olursa, Kıbrıslı Türklerin varlığı gelişmesi güvence altına alınabilecektir.

6. 1960 Garanti, İttifak ve Kuruluş Anlaşmaları referandumlarla yürürlüğe girecek yeni Anayasanın ayrılmaz parçaları olmasına rağmen bu Anlaşmalar değişen koşullara göre ve AB sistemi içerisinde geçerlilik kazanacağından sulandırılmaktadır.

7. Kıbrıslı Türklerin güvenliği konusunda Belgedeki düzenleme ile Türk Askeri varlığı büyük ölçüde azaltırken, BM Barış Gücü’nün sayısı arttırılarak ve yeniden yapılandırılarak operasyonel bir güç haline getirilmektedir. Bununla BM Barış Gücü’nün gözetleme görevine ilaveten müdahale etme yetkisi de verilmektedir. Bu ise Garantör Devlet olan Türkiye’nin garanti haklarının elinden alınması anlamına gelmektedir.

(Belgede BM Barış Gücü’nün görev süresi de belirtilmemekte, BM Barış Gücü’ne sonsuza kadar adada kalma hakkı sağlanmaktadır. BM Barış Gücü’nün görev süresinin “Parça Devletlerin” mutabakatıyla “Ortak Devlet” tarafından sona erdirilmesinin öngörülmesi de bu gerçeği teyit etmektedir. Bu düzenleme “Türk Parça Devleti”nin BM Barış Gücü’nü kendi topraklarından çıkarılmasına yetki de vermemektedir.)



Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.