Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1831
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10763
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 755
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Okuyucularımıza Sunduğumuz Temel Bilgiler
SABETAYCI KİMLİK
Osman ŞAHİN
Araştırmacı - Yazar
 

Sabetaycı kimlik, ya da Sabetaycılık sorunu, 20. yüzyılda zaman zaman gündeme gelmiş, yüzyılın başında “ Dönmeler”, “ Dönmelerin Hakikati” gibi eserlerle tartışılan konu, zaman zaman Sabetaycı cemaat içerisinde bulunmuş olup, itiraflarda bulunan kimseler vesilesiyle de gündeme damgasını vurmuştur. Bunun ilk örneği 1924’teki Karakaşzâde Mehmed Rüşdü Bey olayıdır. Son dönemlerde ise; Ilgaz Zorlu’nun “ Evet, Ben Selanikliyim” kitabı, Prof. Yalçın Küçük’ün “Tekelistan, Tekeliyet” adlı eserleriyle ve Soner Yalçın’ın “Efendi” kitabıyla gündemin en üst sıralarında yerini almıştır.

Ancak, konuya ilişkin kitap ve makalelerde genellikle, Sabetaycı cemaat içinden olanların, (yabancı kaynaklı olanları hariç) ya çok ciddi ve sağlıklı bilgiler içermediği, ya da siyasi manipulasyon içeren abartılara çok fazlaca yer veren çalışmalar olduğu gözlemlenmektedir. Özellikle, 50’li yıllardan sonra, genelde Milliyetçi/Muhafazakâr kesimin konuya ilişkin yayınlarında, konunun ülkemiz açısından son derece ciddiyet kesbetmiş olmasına rağmen, hiç bir ciddi bilgi ve kaynağa dayanmadığı, daha çok tepkisel ve ideolojik yorumları içerdiği gözlemlenmiştir. Bugüne kadar konuya ilişkin birkaçı (1) hariç sadra şifa bilgi ve araştırmaya dayalı önemli bir çalışmanın pek de ortaya konulmadığı görülmektedir. Veya, son dönemlerdeki bazı çalışmalarda, Türkiye’deki nüfusun büyük bir çoğunluğunun İbranî kökenli olduğunu ileri sürecek derecede konunun fazlasıyla abartıldığı, halkın önemli bir bölümünün gereksiz yere töhmet, zan ve şüphe altında bırakıldığı müşahade olunmaktadır. Bu yüzden, abartı ve spekülasyonlara tepki olarak, bunları baz alarak gerek bazı Sabetaycı kökenli çevreler, gerekse bazı pro-semitic/pro-sabetaycı İslamcı çevreler, ironik/alaycı yaklaşımlarla konunun ehemmiyetini gözardı ettirerek, örtbas etmeye çalışmaktadırlar.

Oysaki, Sabetaycılık konusu ülkemizin yaklaşık iki yüzyıllık bir tarih diliminin , batılılaşma sürecinin, kimlik çatışmalarının doğru biçimde okunmasının anahtarlarından biridir. Sabetaycı kimlik, abartılmamakla birlikte, bu topraklardaki batılılaşma/modernleşme serüveninin içerideki başat kimliğidir. Bu kimlik doğru biçimde araştırılıp, okunmadığı müddetçe, bu serüvenin içerideki dinamiklerinin sağlıklı bir şekilde tesbit edilemeyeceği açıktır.

Bu makalede, İzmirli Haham Sabetay Sevi’nin (1626-1676) Kabbala’dan etkilenerek 1666’da Musevilerin/Yahudilerin beklenen “Mesih” i olduğu iddiasıyla ortaya çıkıp, Yahudi/Musevi toplumu içinde çalkantıların oluşmasına neden olduğu zamandan başlayan Sabetaycılık serüveninin tarihini uzun uzadıya anlatmayacağız. Zira, konu ciltler dolusu çalışma ve eserlerin yazılmasını gerektirmektedir.

Ancak, şunu belirtebilriz, Sabetay Sevi’nin 1666’da Mistik/Kabbalistik bir yorumla İzmir’de mesihliğini ilân ederek, yakında mesih olarak Yahudileri tekrar Filistin’e, kutsal topraklara döndürüp, Kutsal Dünya Yahudi krallığını kuracağını vadetmesi, zâten birçok Hristiyan Avrupa ülkesinde zor koşullarda ve Katolik kilisesinin baskısı altında olan Yahudiler arasında büyük yankı uyandırır, hatta en rahat biçimde yaşayan Osmanlı Yahudileri arasında da aynı yankı ve heyecanı uyandırır. Yahudi toplumu bu Mesih hareketiyle çalkalanır. Çoğu bu umutla, Sabetay Sevi’nin yanına koşar. Bu durum, Orthodoks/Rabbinical yahudileri ve hahamlarını oldukça rahatsız eder, bu Messiyanik hareket Orthodoks hahamlar tarafından sapkın ve heretic olarak ilân edilir. Özellikle, İstanbul, İzmir ve Manisa’daki Yahudi hahamları Sabetay’a karşı cephe alır. İlk önceleri, Yahudi toplumu içerisindeki bu olaya müdahale etmemeyi öngören Osmalı idaresi, sonradan, özellikle bazı etkili yahudi haham ve bankerlerin etkisiyle konuya eğilir ve Sabetay tevkif edilir. Önce Gelibolu’da kal’abendliğe tabi tutulan Sabetay, daha sonra olayların durulmaması üzerine Sadrazam Köprülü Fazıl Ahmed Paşa’nın emriyle Edirne Sarayına getirtilerek Padşah IV. Avcı Mehmed’in huzuruna çıkarılır. Ve burada kurulan bir ulema divânında muhakemeye tabi turulur. Ulemadan, Şeyhülislâm Minkarîzâde Yahya Efendi (vefatı:1678) ve İmâm-ı Sultânî meşhur Vânî (Vanlı) Mehmed Efendinin başında bulunduğu bu heyetin muhakemesini padişah da özel bölmesinden seyreder. Bu sırada, Türkçe konuşamayan Sabetay’ın tercümanlığını musevilikten dönme olan Hekimbaşı Hayyâtîzâde Mustafa Fevzi Efendi (Asıl adı Moses Ben Raphael Abrabanel’dir) yapar. Sabetay Sevi’ye iddia ettiği gibi mucizelerini göstermesi istenir. Aksi takdirde, vücudunun en mahir okçulara nişan hedefi yapılacağı kesin bir dille söylenir. Hayatının tehlikeye girdiğini farkeden Sabetay, bu sefer iddialarını inkar eder, asla mesihlik iddiasında bulunmadığını, kendisinin bu konuda iftiraya uğradığını ifade eder. Ancak, ulema ve padişah bu cevaptan tatmin olmaz. Bunun üzerine Hekimbaşı Hayyâtîzâde (Terzizâde) Mustafa Fevzî Efendi, Sabetay’a Müslüman olma teklifi götürür. Önce Sabetay bunu kabule yanaşmaz. Ancak, Musevi Dönme’si olan Hekimbaşı, ona bunu kabul etmediği takdirde türlü, türlü işkencelerle öldürüleceğini Ladino diliyle uzunca anlatır. Başka bir şekilde canını kurtaramayacağını anlayan Sabetay Sevî zahirî olarak müslüman olmayı kabul eder ve ardından, diliyle kendisine söylenen kelime-i şehâdeti tekrarlar.

Sadce zahirî olarak müslümanlığı kabul eden Sabetay bunun üzerine hamama gönderilerek gusül abdesti aldırılır ve müslüman kisvesi giydirilir. Ve kendisine yevmi 150 kuruş maaşla Edirne sarayında Kapıcıbaşı-çavuşluk rütbesi verilir. Adı da Mehmed Efendi olarak değiştirilir.

O dönemde Yahudî topluluğunun önemli bir bölümü için kurtarıcı Mesih olarak görülen Sabetay Sevi’nin birdenbire görünürde de olsa, müslüman oluvermesi, Mesihliğinin ilanı kadar yankı uyandırıp şok etkisi yapar. Mesihliğine inanarak ona umut bağlayan yahudilerin büyük bölümü ilk şok ve şaşkınlıkları üzerlerinden attıktan sonra onu lanetleyerek tekrar orthodoks yahudiliğe dönüş yaparlar. Hahamlar başta olmak üzere ona inanmamış olan Yahudiler ise onun bu durumundan rahatlama hissederler. Böylece Yahudilik içindeki fitne ve bölünmenin sona erdiği kanaatine sahip olurlar. Bu şekilde, Osmanlı sarayının Sabetay’ı müslüman ederek Yahudiliği, bölünme ve perişanlığa sürüklenmekten kurtardığını ifade ederek teşekkür ederler. Ancak, ona inanaların bir bölümü, başta daha önce onun mesihliğini her tarafa yaymaya çalışan kohen Gazzeli Nathan olmak üzere inanmaya devam ederler. Olayı kabbalist yorumlarla tevil ederler. Onun büyük bir hikmete binaen zahiren müslüman olduğunu, mesihliğinin bir gereği olduğu yorumunda bulunurlar ve bu yorumlarına diğerlerini inandırmaya çalışırlar. Bu şekilde Sabetay’a inanmaya devam eden Yahudiler, mesihliğinin kendi yorumlarınca hikmetine binaen, onun yolunda giderek zahiren müslümanlığı kabul etmeye başlarlar. Hatta, Sabetay’ın Edirne sarayındaki konumunu Hz. Musa (AS.)’nın Fir’avun’un Mısır Sarayında yetişmesi durumuna benzeten yorumlar sergilerler. Sabetaya bağlı museviler çeşitli bölgelerden Edirne’ye gelerek sarık ve cübbe giyip müslüman kisvesine bürünürler, Polonyalı karısı Sara, Sara’nın kardeşi Jacob Kerido’da bu kervana katılır. Sara Fatma adını, Kerido’da Yakub adını alır. Bunlara mü’minler anlamına gelen İbranice Ma’min adını alırlar. Bu şekilde Sabetay’ın taraftarlarının peyderpey zahiren müslüman olmaları, Saray nezdinde Sabetay’ı bir ihtida hareketi önderi konumuna getirmiştir. Hatta Sabetay’ın sinagoglara giderek diğer Yahudileri de İslam’a çekmesi teşvik edilir. Ancak, Sabetay’ın orthodoks Yahudiler arasında artık etkili olmadığı görülür.Önce Edirne ve Selânik’te yeni müslüman kisvesi ile dolaşan Sabetay, sonra üç yıl İstanbul’da bulunur.

Zahirdeki bu müslümanlaşma furyasına karşın, Sabetay taraftarlarıyla birlikte gizlice kendi kabbalistik/Messiyanik yorumu ile Musevî ayin ve toplantılarını sürdürmeye devam eder. Hatta bu durumu Sadrazam Fazıl Ahmed Paşa’ya ihbar edilir. Bunun üzerine Sadrazam adamlarını gizlice gönderir. Sadrazamın adamları, Sabetay’ı kendisine bağlı bazı Yahudilerle birlikte, Boğaziçinde-kuruçeşme’de ayîn yapıp mezâmir okurken yakalarlar. Bu duruma Sadrazam çok içerler. Sadrazam’ın yanısıra orthodoks yahudiler de olaydan rahatsızlık duyup, Sadrazamın onu İstanbul’dan sürgün etmesine çalışırlar. Bunun üzerine Sabetay ailesi ile birlikte Arnavutluk-Berat’a sürgüne gönderilir. Sabetay burada iken de küçük bir cemaatle faaliyetlerini sürdürür. Burada beş yıl yaşadıktan sonra ölür. Avram Galante’ye göre Berat’ta müslümanlar tarafından, şehrin içinden geçen ırmağın kıyısında toprağa verilir. Sabetay’ın ölüm tarihi kaynaklarda çelişkili olarak verilir. Bu çelişki, sabetaycı cemaatin mesihleri Sabetay’ın ölmediğine inanmalarından kaynaklanmıştır. Avram Galante, sabetay’ın 30 Eylül 1675’te bir Yom Kippur (Keffaret Günü) bayramında öldüğünü kaydetmekte, (2) Gershom Scholem ise, Sabetay’ın kaleminden çıktığını belirttiği bazı mektuplardan (3) yola çıkarak bir çok farklı tartışmaları da kaydettikten sonra 1676 tarihini vermektedir.

Sabetaya inananlar mesihlerinin ölümüne inanmazlar, onun göğe yükselmiş olup, yeniden geleceğine dair inançlarını sürdürüler. Hala inançlı Sabetaycılar, belli zamanlarda deniz ve ırmak kenarlarına gelerek “ Sabetay sevi Seni bekliyoruz” diye bağırma geleneğini sürdürmektedirler. Kayıp Mesih kitabının yazarı John Freely bu kitabı yazdıktan sonra bazı Sabetaycılardan hala Sabetay’ın mesih olduğuna inandıklarını ifade eden mesajlar aldığını belirtmiştir. (4)

Sabetay Sevi, İstanbul ve Berat’ta bulunduğu yıllarda Sabetaycı inancın kurallarını belirler. Kendi Mesihliğine olan inancı yaymaya devam eder ve Müslüman kisvesi altında kabbalist-mesihçi yorumla inançlarını ne şekilde sürdüreceklerinin de kural ve kaidelerini tesbit eder. Hatta Tevrat’taki On Emir’e nazire olarak On Sekiz Emri kaleme alır. Bu Onsekiz Emr’in İbranice metni 1910 yılında, Rabbi Abraham Danon tarafından Paris’te basılan, “Etudes Sabbatiennes” adlı eserinde yayınlanır. (5) Aynı metin daha sonra, Avram Galanté’nin kitabında da Ladino ve Fransızca tercümesi ile beraber yayınlanır. (6) On Sekiz Emri içeren metin şu şekilde kaydedilmiştir:

“ İşte Efendimiz, Kral ve Mesihimiz Sabetay Sevi’nin On Sekiz Emr’i bunlardır. Şan ve Şerefi Artsın,

1. Yaratıcının birliğine ve ondan başka bir hâlik bulunmadığına dair olan iman muhafaza edilecek. Bir ve eşsiz olan yaratıcının dışında hiçbir âmir ve hakime sena ve övgüde bulunulmayacak.

2. Onun Mesih’inin gerçek Mesih olduğuna ve ondan başka kurtarıcı bulunmadığına ve Efendimiz, kralımız Sabetay Sevi’nin Davud’un neslinden geldiğine iman edilecek. Şerefi bol olsun.

3. Ne Tanrının, ne de Mesih’in adına yalan yere yemin edilmeyecek, zira, Mesih’in adı da Tanrı’dan alınmıştır. Tanrı’nın adı onda mündemiçtir.

4. Gerek Tanrı’nın , gerekse Mesih’in adının geçtiği yerlerde tazim ve saygı gösterilecek. Yine bilgisi ile akranları arasında temayüz edenlere de tazim ve saygı gösterilecek.

5. Mesih’in sırrını anlatmak ve araştırmak için meclisten meclise, toplantıdan, toplantıya gidilecektir.

6. Onlar (Sabetaycılar) arasında katiller bulunmayacak. Hatta, kendilerinden nefret eden başka topluluk mensuplarından kimse de öldürülmesin.

7. Kislev ayının (Musevi yılının dokuzuncu ayı) 16’ncı günü herkes bir ev veya mekanda toplanarak Mesih hakkında ve Mesih inancının sırrı hakkında işittiklerini birbirlerine anlatacaklar.

8. Cemaatin arasında zina hüküm sürmesin. Beriâ vesilesinde bile hilekârlardan dolayı ihtiyatlı bulunulacaktır.

9. Yalancı şahitlikte bulunulmayacak ve kendi yakınına karşı yalan söylenmeyecek, birbirlerini hatta ma’min olmayanları bile ihbar etmeyeceksin.

10. Hiç kimse sarık imanına (yani cemaate mahsus olan Zahiri müslümanlığa) zorla sokulmasın. Hatta inansa bile.. Zira, cidâl üstadlarının zümresine (Cemaatin Oganları) mensup olanlar oraya ancak kendiliklerinden ve, kendi gönülleri ve iradelerinin sevkiyle girerler.

11. Aralarında kıskançlar, ihtiraslılar ve kendilerine ait olmayan şeylere karşı arzu ve hırs gösterenler bulunmasın.

12. Kislev ayının 16’sındaki bayram büyük bir sevinç ile ilan edilip kutlanacak. (Bu Sabetay’ın Edirne Sarayında müslüman edilip sünnet edildiği Rebi’ulevvel’in 16. günüdür.)

13. Birbirine karşı iyiliksever ve merhametli davranılacak. Ve kendisine yakın olanın arzusu kendi arzusuymuş gibi gayret gösterilecek.

14. Davud’un Mezamir’i her gün gizlice okunacak.

15. Her ay kamer’in doğuşu izlenecek ve Ayı’n yüzünü Güneş’e çevirmesi ve Ay’la Güneş’in karşı karşıya gelip bakışmaları için duâ edilecek.

16. Müslümanların âdetlerine onların gözlerini boyamak için dikkat edilecek. Ramazan orucunu tatbik için sıkıntı gösterilmeyecek, kurban için de aynı şey yapılacak. Zahirde gözüken herşey yerine getirilecek.

17. Onlarla (Müslümanlarla) evlilik akdi yapılmayacak, nikahlanılmayacak.

18. Oğulların sünnet edilmesine itina gösterilecek. Bu, mukaddes ve seçilmiş Milletten hayasızlığı kaldırmak içindir.

Emrettiğim On Sekiz madde budur. Bunlardan bazıları “ Beriâ” (Yaratılış) kanununa âittir. Bunun böyle oluşu, henüz İsrailoğullarının şeytandan ve taraftarlarından intikam almaya müsait olacak güce erişmemiş olmasından kaynaklanmaktadır. Güç elde edilip o tarih geldiğinde herkes ve herşey eşit olacak. Hiçbir emir, günah ve sevap kalmayacak. Küçük büyük herkes beni tanıyacak. Bana inanan (Ma’min) kimselere şunu da haber vereyim: Beriâ (Yaratılış) ile Asiluth’a itina göstersinler. Keşif ve ilham zamanına kadar ondan hiçbir şey eksiltmesinler. Onlar o zaman hayat ağacının altına girecekler. Ve hepsi birer melek olacaklar. İlâhî ve Ezelî irade bir an evvel tecelli etsin. Amin. “(7)

Sabetay Sevi bu On Sekiz Emr’in yanısıra, başta 22 Mart’taki Kuzu Bayramı olmak üzere 16 ayrı bayram ihdas eder.

Sabetay Sevi, kısa bir süre sonra karısı Sara’ın ölümünün ardından, Selanikli Yoheved adlı bir yahudi kadınla evlenir. Bu kadına Müslüman adı olarak Aişe adı verilir. Kayınpederi Yossef Pilosof, Abdülgafur adını, kayınbirâderi Yossef Kerido da Abdullah Yakup adını alır. Sabetay’ın ölümünden sonra onun mesihliğine inanan ve onun yolunda giderek zahiren müslüman olan ma’minler daha çok Selânik’te toplanırlar. Ancak onların önemli bir bölümü İzmir, Manisa ve Aydın civarına yerleşir.

Önceleri, kayınbiraderi Yakub’un liderliği yürütmeye çalıştığı cemaatte anlaşmazlıklar bölünmeler husule gelir. Sabetay’ın Berat’ta ölümü üzerine Kayınpederi Abdülgafur oğulları ile Selanik’e gelir.Cemaatin ileri gelenlerinin bir bölümü Yakup Kerido’nun cemaatin başına geçmesini ister. Ve bu doğrultuda Cemaatin idaresini eline alır. Ancak koyduğu bazı yeni kurallar, bir kısım cemaat üyelerini rahatsız eder. Özellikle, zahirde müslüman gözükmek için Hacc dahil her türlü dini vecibenin yerine getirilmesi gerektiğini savunmaktadır. Buna Sofyalı Mustafa Çelebi’nin başını çektiği bir grup karşı çıkar. Bunlar Sabetay’ın öğretilerinde değişikliğin olamayacağını ileri sürerler. Yaklaşık 200 Sabetaycı ailenin önemli bir bölümü Mustafa Çelebî’nin saflarında yer alır. 1690 yılında Selanik’te Yakub’un evinde yapılan toplantı sırasında oluşan bir anlaşmazlık üzerine, Mustafa Çelebî’nin ayağa kalkarak “ Beni seven arkamdan gelsin” demesinin ardından bu bölünme fiilen gerçekleşir. 43 Aile Yakub’a sadık kalır. Bunlara artık Yakubîler adı verilecekti. Diğerleri ayrılır. Yakup Kerido yeni koyduğu prensipleri sıkı sıkıya uygulamak için Mustafa adlı bir bağlısıyla beraber Hacc’a bile gider. Hacc yolculuğu esnasında Mekke-i Mükerreme ile Medine-i Münevvere arasında bir mevkide azgın bir devenin saldırısına uğrar. Bu devenin ayakları altında can verir. Kendisi Hicaz’da terk-i hayat eder ancak, arkadaşı Mustafa Hacı olarak Selanik’e döner. Yerine, nesli olmadığı için Hacc arkadaşı Hacı Mustafa bu grubun başına geçirilir.

Yakub Kerido’ya karşı gelerek cemaati bölen Sofyalı Mustafa Çelebî, Karakaşlar olarak adlandırılacak olan grubu kurmuş olur. Yakub’un grubundan ayrıldıktan 12 yıl sonra, 1702 yılında yeni reenkarnasyonu (reincarnation) içeren mistik yorumlara girişir. Mustafa Çelebi bu tarihte, Sabetay Sevi’nin ruhunun kendi taraftarlarından Abdurrahman adlı bir Sabetaycı’nın oğlu Osman’da tekrar tecessüm ettiğini iddia eder. Sözde Sabetay’ın ruhu bu çocuğa geçmiştir. Bu şekilde Mustafa Çelebî, Osman’ı Sabetay’ın halefi olarak ilan eder. Sonra da 1716 yılında o sırada 40 yaşında olan Osman’ı Mesih olarak ilan eder. Bu durum Karakaş cemaati içinde tartışmalara neden olur. Cemaat içinden İbrahim Ağa adlı biri buna karşı çıkarak, Osman Ağa’nın Sabetay’ın temsilcisi olabileceğini, ancak Mesih olamayacağını söyler. Cemaat içinde ayrılıklar büyür. Ancak on yıl sonra 1726’da Osman Ağa ölür. Yerine oğlu Abdurrahman geçer. Ancak İbrahim Ağa bu gruptan kendi taraftarlarıyle birlikte tümden koparak, Kapancılar olarak nitelendirecek olan grubu kurar. İbrahim Ağa, Sabetay’ın öğretilerinin Sabetay’ın hayatta olduğu dönemlerdeki şekliyle korunmasını öngören fikirler ileri sürüp, bu yönde kurallar vaz’eder.

Uzun süre, Müslümanlarla ihtilat etmeden, gerek Selanik’te gerekse İzmir ve Manisa çevresinde daha çok izole bir hayat sürerler. Her ne kadar Yakubiler, müslümanlarla ihtilatı bir şekilde ön görse de bu pek fazla gerçekleşmez. Sabetaycılar, 18. yüzyılda gerek ticari, gerekse siyasi alanda ciddi bir varlık gösteremezler. Yalnız Selanik ve İzmir limanlarında ticaret dolayısıyla, yabancı tüccarlarla zaman zaman irtibata geçerler.

Ancak 19. yüzyılın başlarından itibaren, adı geçen liman kentlerinde yabancı tüccar ve misyonlarla irtibatlarının artmasıyla, yabancılara ve Batı’ya açılmaya başlarlar. Ticari hayatta atılımlar gerçekleştiriler. Ticari sahada Rum ve Ermenilere rakip olacak hale gelirler. Kapitulasyonlar dolayısıyla yabancılarla artan irtibatları zamanla eğitim konusunda da Batı’ya açılma eğilimi gösterirler. Özellikle Tanzimât sonrasında mektep ve medreselerde yer alırlar. Ayrıca bu süre içinde Osmanlı Rumelisinin birçok yerine dağılıp yerleşirler. Bulgaristan, Bosna, Arnavutluk, Teselya, Tırhala, Mora, Girit, Sakız, Drama, Edirne gibi yerlerde Sabetaycı aileler oluşur. Hata bir bölümü Balıkesir’in bazı kazalarına yerleşirler. Zamanla müslüman ailelerle daha sıkı ilişkilere girerler. Özellikle, Bektaşilik, Mevlevîlik, Melamilik gibi tarikatlar içerisinde yer almaya başlarlar. Bunun ilk örnekleri, Üçüncü devre Melâmîliğinin kurucusu Şeyh Seyyid Muhammed Nûr El-Arabî’nin Mısır’da Ezher’de tahsilini tamamlamasının ardından Rumeli’den Yanya’ya göç etmesinden sonra görülmüştür.

Seyyid El-Hacc Muhammed Nûr El-Arabî, Aslen Kudüslü Seyyid İbrahîm’in oğlu olup, 1228 Hicri tarihinde Mısır’da Mahalletu’l-Kübra kasabasında doğmuştur. Ezher’de tahsilini tamamlamış ve Nakşibendi tarikatına girmiştir. Sonradan, Bugün Yunanistan’ın Arnavut bölgesinde kalan Yanya şehrine göçmüştür. Nakşibendî-Müceddidîliğin, Melâmiyye kolunu kurmuştur. Bunun dışında Muhammed Nûr El-‘Arabî, Halvetî Şa’bânî, Ekberî ve Uveysî silsilesine de sahip olmuştur. 19. yüzyılda Melamîliği tekrar canlandırmıştır. Bir çok ünlü halifesi vardır. Fatih türbedârı ‘Amiş Efendi, Tibyânu’l-Vesâil sahibi Harîrîzâde Kemaleddîn Efendi bunlar meyanındadır. Yanya’dan sonra Selânîk ve Üsküp’te ikâmet eden Muhammed Nûr El-‘Arabî son olarak Ustrumca’da ikamet etmiş ve 29 Cemaziyelahir 1305 tarihinde burada vefat ederek, vefat ettiği odada gömülmüştür. Tasavvufta Melâmet ve Vahdet-i Vücud ekolüne bağlı olan, Nûr El-‘Arabî 17’si Arapça, diğerleri Türkçe olmak üzere 55 civarında eser kaleme almıştır. Buna karşın, Selânîk ve Üsküp’te kendisine intisap edenlerin önemli bir bölümü Sabetaycı kökenliydi. Bunlar arasında, Ali Örfî, Usturumcalı Hacı Süleyman Bey, Selânîkli Osman Zevkî Bey önde gelenlerdendi. Şeyh Muhammed Nûr El-‘Arabî’nin vefatından sonraları, Rumeli ve İstanbul’da Melâmilik genellikle Sabetaycıların kontrolünde bulunmuştur. (8) Hatta, Üçüncü devre Melâmiliğine ait dergâhların bazıları, aynı zamanda gizli Sabetaycı sinagogları olarak faaliyet göstermekteydi.Halen de İstanbul ve İzmir’de az sayıdaki Melâmîlerin çoğunluğu Sabetaycı kökenlilerden oluşmaktadır.

Üçüncü devre Melâmîliğinin yanısıra, Sabetaycı kökenliler, 19. yüzyıldan itibâren Mevlevîlik, Bektâşîlik ve Celevetîlik gibi tarikatlarda yoğun bir şekilde yer almışlardır.

Mevlevî tarikatındaki bunun ilk önemli örneği, Selânikli Mevlevî Es’ad Dede’dir. Hüseyin Vassâf, Mehmed Es’ad Dede ile ilgili yazmış olduğu ancak basılmamış halde kalan “Es’adnâme” adlı eserinde, Esad Dedenin hayatını anlatırken şu şekilde başlangıç yapar:

“Arif-i esrar-ı Mesnevî Mehmed Es’ad Dede, Selânîk tüccarından ve avdetî (Dönme) lerden Receb Efendi’nin sulbünden 1259 Hicri, 1258 Rumî (Milâdi 1843) tarihinde dünyaya gelmiştir. Mahall-i vilâdeti Selânîk’te Kadı Abdullah Efendi mahallesidir.

Hususi muallimden tahsil-i ilme başlayıp, henüz sinn-i büluğa vâsıl olmadığı bir çağda iken âlem-i menâm (Rüyâ) da görür ki, bir kuyuya düşmüş; Server-i âlem (SAV) Efendimiz Hazretleri şeref-zâhir olup mübârek yed-i saâdet-münevverlerini uzatıp Cenâb-ı Es’ad’ı kurtarmıştır.

İşte bu neş’e onun hâlini diger-gûn etmiş, mertebe-i celîle-i islâmiyyet’de sâhib-i makâm ve nâil-i merâm olmasına sebeb-i lutf-i İlâhî olmuştur.” (Hüseyin Vassâf, Es’adnâme , Shf. 3) (9)

Hüseyn Vassâf’a göre İslâm’a bu rüya sonucunda iyice ısınıp bağlanan Mehmed Es’ad önce Selânik’te bazı hocalarda tahsil görür. Selanik Vilayet kaleminde bir süre çalışır. O sırada Selanik’te Bedevi tarikatı şeyhlerinde Şeyh Osman Efendi diye birisine bağlanır. Sonra da İstanbul’a gelerek medreselere girer uzun zaman medrese tahsili görür. Kısa zamanda zekasıyla temayüz eder. Birçok kitap okuyup, toplar geniş bir kütüphane kurar. Çeşitli dini ilim dallarında icazetler alır. Ders okutmaya başlar, birçok talebesi olur. Fatih’teki Tahir ağa tekkesi, Yenikapı Mevlevihânesi ve Kasımpaşa Mevlevihanelerinde bulunur. Buralarda Mesnevi dersleri okutur. Altı kez Hacc ve Umre yapar. Bir çok kimseye icâzet verir. İcazet verdikleri arasında, Es’adnâme kitabının müellifi Hüseyin Vassâf, Tahiru’l-Mevlevî (Tahir Olgun, Yenikapı Mevlevihânesi’nin ünlü Mesnevihanlarından olup, bir çok eser telif etmiştir. Şapka kanunununun ardından, İstklâl mahkemesinde, İskilipli Atıf Hoca ile birlikte yargılanmıştır. Birçok eseri yayınlanmış olan Tahiru’l-Mevlevî 1951 tarihinde İstanbul’da vefat etmiştir. Mezarı Eyüp’te kırkmerdivenlerdedir.), Şeyh Muhammed Zâhid El-Kevseri gibi ulema ve maşayihten ünlü kimseler vardır. Mehmed Es’ad Efendi, 1329/1914 tarihinde vefat etmiş olup, Kasımpaşa Mevlevihanesi mezarlığına defnedilmiştir. Ancak, mezarı Mevlevihanedeki diğer mezarlar gibi tekkelerin kapatılmasının ardından 1926’da yok edilmiştir. Mevlevî Es’ad Dede bir kısmı Arapça ve Farsça olmak üzere 16 eseri vardır. Farsça gramerle alakalı olarak “ Numune-i Kavâid-i Farsi” adlı bir eseri basılmıştır. Vakfettiği yazma eserlerin 700 cilde yakını bugün Beyazıt Devlet kütphanesindendir. Günümüzdeki ünlü Sabetaycı Bezmenler ailesi bu zâtın neslinden gelmektedir.

Mevlevîlik’teki ikinci önemli Sabetaycı’da Selanik Mevlevihanesi şeyhi İshak Dede olayıdır. Karakaş Sabetaycılarının önemlilerinden olan, İshak Dede Mevleviliğe intisabından bir süre sonra Selanik Mevlevihanesinin postnişînliğine yükselir. Aynı zamanda güçlü bir sabetaycılık eğitimi de alan İshak Dede, Mehmed Es’ad Dede’nin aksine Sabetaycı geleneği ve inancı gizliden güçlü bir şekilde sürdürür. Sabetaycılar içerisinde hahamlık (Ogan) mevkiine yükselir. Selanik’teki Sabetaycı mezarlığının bitişiğinde olan Mevlevîhanenin şeyhi olarak maruf günlerde Mevlevî ayin ve erkânını sürdürdüğü gibi, bu mevlevihanede çifte kimlikli müritleriyle birlikte gizliden Sabetaycı ayinlerini de sürdürür. Mübadele sonrasında İzmir’e gelen İshak Dede`nin ölüm tarihini tesbit edemedik. Dışişleri Eski bakanı Prof. Dr. Emre Gönensay İshak Dede’nin torunlarındandır.

Sabetaycılar, Melamilik ve Mevlevilik dışında en güçlü bir şekilde Bektaşilik tarikatında yer alırlar. Başta, Selanik, Serez, Drama, Üsküp, Teselya, Batı Trakya ve Edirne olmak üzere İzmir Ve Manisa’da yoğun bir biçimde Bektaşilik tarikatına nüfuz ederler. Bektaşiliğin geniş meşrepliliği onların nüfuzunu çok daha kolaylaştırır. Sonradan İstanbul’daki bazı Bektaşi tekkelerine de ciddi bir şekilde nüfuz ederler. Bugün bile gerek Rumeli’de gerekse İzmir, Aydın ve İstanbul’da, hatta Ankara’da Bektaşilerin önde gelenlerinin önemli bir bölümü Sabetaycılardan oluşmaktadır. Bektaşilikte yer alan Sabetaycıların bir bölümünü şu şekilde sıralaya biliriz. Sabetaycı ve Mason Mesut Koman Baba, Kazlıçeşme Bektâşî Tekkesi son postnişîni Sabetaycı Küçük Abdullah Baba, Sabetaycı ve Mason üstadı Teoman Güre (İlhâmî )Halifebaba, İzmir’de hazine avukatlığı yapmış olan Sabetaycı Feyzi Akeren Baba, Selânikli Ali Aydın Baba, Mason ve Sabetaycı Yenişehirli Hüseyin Hüsnü (Erdikut) Baba, (10) Sabetaycı Hüseyin Coşkun Eren, Sabetaycı Prof. Ragıp Üner, Mustafa Kemal Atatürk’ün başhekimi Sabetaycı Dr. Hasan Ragıp Erensel Halifebaba, Sabetaycı Ali Gâlip Eren Halifebaba, Kazlıçeşme Bektâşî Tekkesinin haziresinde medfun olan Tabip Binbaşı Sabetaycı Haydar Bey. (11) Emekli Albay Sabetaycı Cavid Aker Baba, Emin Uras Baba, Eski Ziraat vekili Sabetaycı Nedim Ökmen, Ali Oktay Cever, (12) Besim Berkmen, Cevdet İşçimen.

Sabetaycılar, Tarikatlerin yanısıra, ticari alan başta olmak üzere diğer alanlarda da boy göstermeye başlarlar. İlkin en önemli adımları eğitim alanında atarlar. Fransız Ve Türkiye Yahudilerinin birlikte Selanik, İzmir gibi Batıya açık ticari liman kentleri başta olmak üzere faaliyete geçirdikleri Alliance Israélite okulları (13) buralardaki Sabetaycıların ilgi gösterip devam ettikleri okullar olmuşlardır.

DİPNOTLAR:

1) Gershom Scholem’in “ Sabbatai Sevi, The Mystical Messiah” adlı 1000 sahifelik hacimli eseri, Princeton University Press, USA. 1973, 1975, 1989.

Prof Avram (Abraham) Galante’nin “ Sabetay Sevi Ve Sabetaycıların Gelenekleri” adıyla tercüme edilen Fransızca çalışması, Zvi-Geyik Yayınları, 2000, İstanbul;

John Freely’in “ Kayıp Mesih” başlığıyla tercüme edilen çalışması, Türkçe Tercümesi: Remzi Kitabevi, 2004, İstanbul;

Ilgaz Zorlu’nun “ Evet, Ben Selanikliyim” kitabı, Zvi-Geyik Yayınları, 8. Baskı, İstanbul;

İbrahîm Alaettin Gövsa’nın “Sabatay Sevi” kitabı bunların başlıcalarıdır.

2) Abraham Galanté, Nouveaux Documents sur Sabbetai Sevi: Organisation et us et coutumes de ses adeptes. Fratelli Haim Kğıtçılık ve Basımevi, Istanbul, 1935; Sabetay Sevi Ve Sabetaycıların Gelenekleri, Zvi-Geyik Yayınları, İstanbul, 2000. pp. 57-59

3) Gershom Scholem, Sabetay Sevi’nin Ağustos 1676 tarihinde, Eylül ayındaki Yom Kippur bayramı dolayısıyle Berat’taki yahudi cemaatine yazdığı mektubun tıpkıbasımını yayınlamıştır. Sabetay Sevi’nin Yom Kippur bayramında okunmak üzere cemaatten bir dua kitabı talep ettiği mektubun aslı, Kudüs’teki Ben-Zvi Enstitüsündedir.




Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.