Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10787
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Okuyucularımıza Sunduğumuz Temel Bilgiler
SEÇİMLER VE MEVZUATI

SEÇİMLER VE MEVZUATI

 

                                    Ahmet ÖZDEMİR

                                  Maliyeci-İktisatçı

                                                   aozdemir2007@hotmail.com

 

 

 

 


            Osmanlı İmparatorluğu’nda halkın yönetime katılması yönündeki ilk adım 1. Meşrutiyet’le atıldı. 1876’da ilân edilen Anayasa’da ilk olarak kişi hak ve hürriyetlerinden söz ediliyor ve üyeleri seçimle belli edilecek bir meclis kuruluyordu (1839 yılında ilân edilen Tanzimat Fermanı, belirtilen Meşrutiyetin ve Anayasa’sının alt yapısı olmuştur.). Kısa süren bu dönemi 1908’de II. Meşrutiyet’in ilânı ve Anayasa’nın meclisin yetkilerini genişletici yönde değiştirilmesi izledi. 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti ise “ halk egemenliği ” temeline dayanıyordu. 1924’te kabul edilen yeni Anayasa’da “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi de yer aldı. Genel oya dayalı seçim sistemi kabul edilmekle birlikte siyasi plâtformda yalnızca bir siyasi  parti (CHP) bulunuyordu. 1924 - 1930’daki çok partili demokrasiye geçiş teşebbüsleri ise başarısızlıkla neticelendi. II. Dünya Savaşı sonrasında, yeni partilerin kurulmasına imkân tanındı. 1946’da kurulan Demokrat Parti 1950’de yapılan seçimlerde Cumhuriyet Halk Partisi’nden daha fazla oy alarak iktidara geldi. Ne yazık ki, belirtilen Parti mensubu değerli siyaset ve Devlet adamları Başbakan Adnan MENDERES, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü ZORLU, Maliye Bakanı Hasan POLATKAN darağacında sallandırılarak ve idam edilerek, İçişleri Bakanı Namık GEDİK’de, pencereden atladı iddiasıyla Kara Harp Okulu’nda ölüme gitti. Yazık oldu, hepsine. Siyaset meydanına, biz de varız iddiasıyla çıkmalarının bedelini hayatlarıyla ödemek durumunda kaldılar. Canlarını kurtaran birçok milletvekili ve siyaset adamı ve Cumhurbaşkanı Celâl BAYAR’da yıllarca zindanlarda ve demir parmaklıklar arkasında tutukluluk ve hükümlülük hayatı yaşadılar.
Türkiye’mizdeki çok partili demokratik hayat 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980’de olmak üzere üç defa askeri müdahaleler neticesinde kısmen veya tamamen kesintiye uğradı. 27 Mayıs müdahalesi sonrasında halkoylamasıyla kabul edilen 1961 Anayasa’sı; kişi hak ve hürriyetlerini genişleten, yasama ve yürütme üzerindeki yargı denetimini güçlendiren bir vasıf taşıyordu. Buna karşılık, 12 Eylül 1980 müdahalesinin ardından hazırlanan ve 1982’de halkoylamasıyla kabul edilen (07.11.1982) yeni Anayasa’nın  ise; bir kısım kişi hak ve hürriyetlerine sınırlamalar getirdiği, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay gibi yargı organlarının yetkilerini de kısıtladığı iddiası ve tez’ini ileri sürenler oldu ve olmaktadır (Bu yönde, 28 Şubat 1997 askeri tavrının da demokrasiye karşı bir karşı tavır olduğu da, hatırlanmalıdır.).Halbuki, günümüzde yaşanan bir kısım hadiseler, mahkeme kararları, siyasi iktidara rest çeken görüntüdeki davranışlar-beyanlar-hal ve hareketler, belirtilen tez’i ve iddiaları zayıf düşürmektedir, adeta. Zamanımız itibariyle  Türkiye’miz de demokrasinin tüm ilke-prensip, kural-kaide ve kurumlarıyla yerleştirilmesinin ve devam ettirilmesinin gerekli olduğu görüşü, toplumun hemen hemen bütün kesimlerince ve kâhır ekseriyetince  kabul edilmekte ve benimsenmektedir (Buraya kadar olan açıklamalarda, << www.sosyalbilgiler.biz >> yer alan bilgilerden de faydalanılmıştır. ).

Yeryüzündeki devletlerin idare sistemleri çeşitlidir. Parlamenter demokrat, parlamenter başkanlık-yarı başkanlık, krallık, monarşi … gibi sıralamada bulunmak mümkün olsa gerektir. Bir kısım devletlerde de, cumhuriyet ve başkanlık rejiminden bahsedilse de, bunların birçoğunda; baştaki kişinin muayyen aralıklarla ve halk tarafından ve ölünceye kadarmış gibi seçildiği  ve meclislerine de belirtilen kişinin iradesiyle girilebilmekte olunduğu görülmektedir.

Memleketimizde yapılan her türlü seçimler; insanlarımızın, seçimin konusu itibariyle iradelerinin tezahürü olmaktadır. Seçimleri; genel milletvekilleri, mahalli idareler (belediyeler başkan ve meclisleri-il genel meclisi-mahalle ve köy muhtarları ve ihtiyar kurulu üyeleri), kamu meslek kuruluşları, dernekler-vakıflar … şeklinde sıralamak mümkündür.

Genel seçim ortamına yaklaşılınca; siyasetçilerin seçim kanunlarında değişiklik arzuları ve bunlara olan karşı tavırlar sık sık kamu oyuna da intikal etmektedir.

Halbuki; seçim mevzuatında sık sık değişikliğe gitmemek, gidilecek ise; bunu, genel seçimlere ramak kala değil de makul bir süre önceden yapmak daha uygun olsa gerektir.

Konuya ilişkin hukuki düzenlemeler; Anayasa’da ve ilgili kanunlarda yer almaktadır. Bunları, kısaca: 17.11.1982/2709 sayılı Anayasa (Madde: 66-69, 75-100), 10.11.1983/2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun (Madde: 18/3,4,5,6), 22.04.1983/2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu, 26.04.1961/298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun, 10.06.1983/2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu, 10.04.1944/4541 sayılı Şehir ve Kasabalarda Mahalle Muhtar ve İhtiyar Heyetleri Teşkiline Dair Kanun, 18.01.1984/2972 sayılı Mahalli İdareler ile Mahalle Muhtarları ve İhtiyar Heyetleri Teşkiline Dair Kanun, 10.07.2004/5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu, 03.07.2005/5393 sayılı Belediye Kanunu, 13.04.1994/3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun … şeklinde belirtmek mümkündür. Bunlardan öteye, adli-idari hukuk, adalet-içişleri-jandarma-ulaştırma-malî … mevzuat’da meselenin tamamlayıcı başka taraflarını teşkil etmektedir.

Seçim kapıyı çalmadan, tarafımızdan öngörülen ve birçok kimselerce de benimseneceğine inandığımız bir kısım değişiklik arzularımızı-beklentilerimizi aşağıdaki gibi sıralamak yönüne gitmekteyiz. Buna göre;

- Propagandalı-nutuklu-konvoylu-gösterili seçim başlangıcı seçimden otuz gün önce başlamalıdır. Zira, partiler ve genel başkanları 81 il ve uygun gördükleri ilçelerini rahatlıkla gezebilmeli, o köşe senin-bu köşe benim misâli koşmaktan kurtarılmalıdırlar.

- Seçim mevsimi ve zaman aralıkları Nisan-Ekim arasına inhisar ettirilmeli ve böylece siyasilere, seçmenlere ve görevlilere daha iyi tabiat-hava şartları sağlanmalıdır. Belirtilen zamanların dışında ve zorunlu hallerde yapılacak seçimlerin aktif parlamenterlerin (boşlar hariç) yüzde 60’ının kararıyla uygulanması esası getirilmelidir.

- Açık hava toplantılarının 18’e kadar yapılması saatinin iller ve ilçeler itibariyle Yüksek Seçim Kurulu’nca tespit ve ilân edilmelidir. Yok bu saati beş … dakika aştın-geçti iddiasıyla adli takibat esasından vazgeçilmeli, bunların yerine makulü taşan süre kullanmadan ötürü para cezası getirilmelidir. Kapalı yer toplantılarının da saat 24’e kadar yapılmasına imkân tanınmalıdır. Elektronik propagandaya (cep-sabit telefonla, belge geçerle) tahdit konulmamalı, panolar dışı yapılan duvar ilânlarına daha geniş çerçeveli düzenleme getirilmeli, aksine olan davranışlara para cezası getirilmelidir (Burada, herhangi bir parti ilânının muarızlarca da yasaklanmış yerlere asılabileceği dikkate alınmalıdır). Partililerin posterlerine Türk Bayrağı ve rozeti simgesinin konulamayacağı saçmalığından vazgeçilmelidir. Türk Bayrağı’na sahiplik arzusunun bütün siyasilerin gönülden gelen arzuları olacağı gözden uzak tutulmamalıdır. Hatta, bütün partilerin, parti bayraklarının gönder üst köşesinde Türk Bayrağı (muayyen ölçülerle ve ebatlarla) bulundurma mecburiyeti getirilmelidir. Partilerin kapatılması şartları ağırlaştırılmalı, Anayasa Mahkemesi’nin tavsiye mahiyetinde kapatma kararı verebileceği ve bu kararın aktif milletvekillerinin yüzde 60’ının kararıyla uygulanabilirlik kazanacağına, düzenleme getirilmeli, kapanan partilerin genel merkez, il-ilçe-belde binalarına dört yıl süre ile başka bir parti levhası asılamayacağı sağlanmalıdır.

- Hoparlörle yapılacak propagandaların etrafı rahatsız etmeyecek şekilde düzenlemesinin, tespit ve ilân edilecek frekansın üzerinde yapılamayacağı şekline getirilmesinde isabet görülmektedir. Meskun mahallerde yapılan hoparlör (konvoy seyirleri…) yayınlarının herkesçe benimsenmesi ve kabul edilmesi mümkün olamayacaktır, herhalde.

- Propaganda müddetince, partilerin dağıttığı el ilânları; her türlü harç ve resimden muaf tutulmaktadır (298 s. K. Md: 5). Bu düzenleme yerinde olmakla beraber, propaganda zamanı dışındaki el ilânlarından dolayı herhangi bir partinin süreksiz malî mükellefiyeti olmuş mudur, bilemiyoruz. Resim, uygulaması vergi hukukundan çıkmıştır. Harç uygulamasının da, değinilen nokta itibariyle gözden geçirilmesi gerekir, diye düşünmekteyiz.

- Günümüzde, kişilerin doğduğu ve nüfusta kayıtlı olduğu yer ile ikâmetgahı farklılık gösterebilmektedir. Öyle olunca, bir kısım kanunlarda yer alan (muhtarlık seçimi …) ikâmet esası, doğduğu-nüfusta kayıtlı olduğu yer kriterleriyle yeni bir hüviyete kavuşturulmalıdır.

- Partilere; tüzel ve/veya gerçek kişilerce bir yıl içinde yapılabilen yardım miktarı (halen, iki bin lira) günün şartlarına ve makûl-mantıklı bir seviyeye yükseltilmelidir. Böylece, partileri muvazaa kapılarına zorlamaktan vazgeçilmelidir. Partilerin ve il-ilçe teşkilâtlarının bir günlük belgesiz harcama limitleri üzerinde gerekli değerlemede bulunularak artırılıp artırılmayacağına irade beyanında bulunulmalıdır.Partilere, dışarıdan yapılan yardımlar muvacehesinde ve cüz’i miktarda maksatlı-maksatsız hibelerden dolayı, kapatma davası gerekçesine yol açılmamalıdır. Böyle bir iddianın, parti bütçesiyle nispetsizlik gösterecek kadar çokluğu ve illiyet bağının ispatına bağlı olması gerekir, deriz.

- Parti kapatma davasının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının kişisel iradesiyle ortaya konulması yolundan vazgeçilerek, daha adil ve objektif bir ölçü getirilmelidir.

- Anayasa Mahkemesi, partilerin malî hesaplarını da incelemekte ve bu konuda Sayıştay’dan yardım almaktadır. Öyle olunca, parti hesaplarının denetiminin Sayıştay yetkisine alınıp alınmamasındaki fayda (Sonucunda muhakemesi Anayasa Mahkemesinde olmak üzere) ayrıca etüt edilmelidir.

- Son zamanlardaki seçimlerde, parti adayları; parti genel başkanları ve yönetimlerince belli edilmekte ve seçilenler de milletvekili olmaktadır. Ön seçim yapan partiler adeta yok gibidir. Milletvekilleri, parti genel başkanlarının beyanları-empozeleri-hareketleri aksine, herhangi bir tavır koyamamakta, bunları yapanlar da parti tüzüğüne-grup kararlarına aykırılık iddiasıyla disiplin kurullarına ve hatta ihraca varan uygulamalara muhatap olabilmektedir. Yani, bir partinin milletvekili sayısı eşittir parti genel başkanı olmaktadır, adeta. Bu durum, ister iktidar veya ortakları, isterse muhalefet partileri olsun, görüntü değişmemektedir. Öyle olunca ve Devletimizin malî imkânları da dikkate alınarak; zamanımızda mevcut 550 milletvekili sayısını azaltmak gerekmez mi? Meselâ: bu sayı 350, 400, 450 gibi tespit edilemez mi? Efendim, belirtilen yöndeki görüşler geçmişte de tezahür etti ve konuşuldu. O zamanın aktif parlamenterleri ve seçilmeyi bekleyen Meclis dışı siyaset adamları, böyle bir durum temsil hakkını zayıflatır, iddiasında ve tez’inde bulundular. Eğer, bunlara doğru denilirse, milletvekili sayısını on bine çıkaralım, temsil hakkı daha da kuvvetlensin, diyenler de olur, mutlaka. O zaman, belirtilen yöndeki görüşlere ne denilebilecektir, deriz. Memleketimizin, malî-iktisadi şartları belli. Milletvekillerinin kendileri ve bakmakla yükümlü oldukları kimselerine (emekli olsalar dahi) yapılan sosyal güvenlik masrafları hiç de yabana atılacak miktarda-cesamette-değerde değildir. Ayrıca, milletvekili sayısı aşağıya çekilince, gerekli şartları taşıyan partilere yapılacak nakdi Hazine yardımları ile sık sık gündeme getirilen ve gelecekte de aynı yönde çalışma yapılacağı tahmin edilen milletvekillerine 2+1 ev tipi çalışma ofisi-dairesi-bürosu inşa-satın alma-kiralama masrafları da aynı paralelde düşük olacaktır. Öyle ise, bu konulara da el atılmasında, isabet olsa gerektir.

- 22 Temmuz 2007 Milletvekili Genel Seçiminde toplam seçmen sayısı 42.628.359 kişi ve oy-rey kullananların toplam sayısı da 35.983.801 olup, geçerli oy sayısı da 35.017.315 olmuştur. Bu görüntüden anlaşılacağı üzere 6.644.558 kişi sandığa gitmemiştir. Gidenlerden de 966.486 sandığa gitmiş olmalarına rağmen geçerli rey kullanmamışlardır. Bu durumların, yetkili organlarca, ilim-bilim adamlarınca etüdü gerekmez mi? Milyonlarca insan neden sandığa gitmez. Bunun altında bir ret ve inançsızlık cephesi mi, mazeret mi, imkânsızlık mı, güvensizlik mi vardır. Yani, bu kadar kimse, ben kötünün iyisini seçmek mecburiyetinde olamam mı, … der acaba. Bu yönde çalışmalar-araştırmalar-anketler varsa da, neticesi ne oldu bilemiyoruz. Kamu oyuna akseden bir habere muttali olamadık, doğrusu. Öyle anlaşılıyor ki, sandık başına gidemeyenlerin ayağına sandığı götürecek, seyir halinde olanlara-yatalak hastalara, bağda-bahçede- kesintisiz görev başında olanlara ve çalışanlara oy kullandıracak bir sistem ihdas edilmelidir.

- Dört yıllık paraya dayalı malî hakkından (maaş-harcırah…) daha çok malî külfete girerek milletvekili olmak isteyenlerin davranış meyilleri etüt edilmelidir.Öyleyse, milletvekili olacağım diye vatandaşın ayağına gidip, arzusuna nail olduktan sonra bir daha eski iltifatlarını sergileyemeyenlerin, kavgacıların-döğüşçülerin-kışkırtıcıların-milletin bir kısmını adeta ikinci sınıf görüyormuşcasına duruş sergileyenler veya konuşmaları ile hal ve hareketleri öylesi hava estirenler  yerine; milletvekilimiz ol-seni vekilimiz olmaya lâyık görüyoruz, iradesini aksettiren yollar aranmalıdır. Diyelim, diyelim de, amma; nerede ve nasıl ! İşte bu çok zor ve üstesinden gelinemeyecek bir iş gibi gözüküyor. Çünkü, çark-sistem bildiği gibi dönüyor ve hükmünü ona göre icra ediyor.

 

  

  

   



Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.